Şemsiye tutan bürokrat

Osmanlı’dan devraldığımız; halka tepeden bakan, kendilerini halktan üstün gören, dünyanın kendisi için yaratıldığını sanan, burnu havada yönetici/bürokrat tipinden bir türlü kurtulamadık gitti…

Osmanlının yükselme devrinden sonra bürokrasinin halka bakışı tepedendir. Muhtemelen bunda yöneticilerin çok büyük bölümünün devşirme olmasının payı vardır. Yöneticiler, giyimiyle, kuşamıyla, zevkiyle millete yabancıdır. Bazen düşünürüm; “Osmanlıca” denilen yapay dil, yönetici sınıfın kendini halktan ayrı tutmak, farklılığını göstermek için mi üretilmiştir?

Osmanlı seçkinlerinin şiiri olan “Divan Şiiri”ınde Türk’e hakaretin örneklerine o kadar çok rastlarız ki… Mesela Nefi’nin “Siham-ı Kaza”sı Türkleri hedef alan bir küfürnamedir. Nesirlerde durum daha vahimdir. Mesela Osmanlı Tarihçisi Naima Türkleri; “Türk-i şütürk (azgın Türk), Türk-i bed-likâ (çirkin yüzlü Türk), Etrâk-i bî-idrâk (anlayışsız Türkler), Türk-i nâ-dân (cahil Türk)” gibi sıfatlarla tanımlar.

Bu tepeden bakış, zaman zaman Türk’e, Türkmen’e yönelik toplu katliamlara dönüşür. Bazen Bolu Beyi, bazen Hızır Paşa, bazen de Kuyucu Murat Paşa olur. Tarihçilerimiz Türkmen kelleleri ile kuyular dolduran katliamcı devşirme Kuyucu Murat Paşa’dan övgüyle bahsetmesi, celladımıza çok kolay âşık olabildiğimizin göstergesidir.

Cellada duyulan aşk mı, güce ram olma duygusu mu bilinmez ama halk zamanla zalim yönetimlere ve onların kendilerine yakın temsilcilerine, korkuyla karışık hayranlık duymaya başladı. Çocuklarının onlar gibi “büyük adam” olmasının hayalini kurdular. Analar “Benim oğlum Paşa olacak” diye ninni söylediler. Orman köylüsünün gözünde en yüksek, en buyurgan, en dediği dedik memuriyet orman muhafaza memurluğu olduğu için, “Aman ormancı, yaman ormancı” diye türküler yaktılar, kaymakamlara “Oğlum biraz daha okusaydın da ormancı olsaydın” diye öğüt verdiler. O öğütteki memur tütün ekimi yapılan yerlerde “Reji kolcusu”, ticaretin geliştiği yerlerde “çarşı ağası” oldu.

Cumhuriyetten sonra sayıları azalsa da, üst düzey bürokratların önemli bölümü “tepeden bakmaktan”, “kendini üstün görmekten” ve halka zorluk çıkarmaktan vazgeçmedi. Halk da, korkmaya, tepkisizliğe, korkuyla karışık saygı duymaya devam etti.

O “tepeden bakan”, “kendini üstün gören”, memuriyeti güç gösterisi olarak algılayan anlayışa memuriyet hayatım süresince pek çok kez tanık oldum. Birisini anlatayım; Yıl 1991, PTT’de müfettişim. Bir PTT merkezinde teftişteyim. Kasa sayımını yaptıktan sonra başmüdürleri ziyaret etmek bir gelenek. Ben de öyle yaptım. Sekretere kendimi tanıtınca afalladı. İçeri alıp almamak konusunda tereddüde düştü. Başmüdürümüzün bir toplantısı vardı ama dedikten sora “Başmüdürüme bir sorayım” diyerek telefona sarıldı. Telefonu kapatıp bana “Buyurun” derken bile şaşkınlığı geçmemişti. İçeri girdiğimde başmüdür beni ayakta karşıladı. Masasının karşısında personel müdürü, yanında beş tane müstahdem. Hepsi esas duruşta, hepsinin önünde birer klozet. Beni tanıyan personel müdürü renkten renge giriyor. Ama ben konuyu anlamadığım için sordum: “Bunlar ne?” . Başmüdür büyük bir hazla, normal bir olay anlatır gibi anlatmaya başladı. “Benim bir dinlenme odam yoktu. Odama bitişik servisi boşalttık, makam odamla birleştirdik. Banyo ve tuvaleti de yaptıktan sonra tefriş edeceğiz. Odada kullanacağımız klozetler için numune getirttim şimdi onları seçiyoruz” dedikten sonra “ siz de görüşünüzü bildirseniz memnun olurum” deyince tepem attı “Ben öyle boktan işlerden anlamam” dedim. Biraz oturdum, baktım sinirim geçmeyecek “Ben gideyim siz seçiminize devam edin” deyip ayrıldım.

Bunları neden mi anlattım? Bingöl’den Tatvan ilçesine gitmek üzere kalkan askeri helikopterin 4 Mart 2021 günü kaza kırıma uğraması sonucu aralarında Korgeneral Osman Erbaş’ın da bulunduğu 13 asker şehit olmuştu. Türkiye, şehitlere ağlarken, basına yansıyan bir fotoğrafta; kaza mahalline gidenler arasında bulunan bir kişinin, hafif serpiştiren kardan erimesi muhtemel kutsal kafasını korumak için, koruma görevlisine şemsiye tutturduğu görülüyordu. Şehitler karda yatarken kafasına düşecek birkaç damla kardan kendini korumaya çalışan kişinin, Bitlis Valisi olduğu sosyal medyada dile getirildi. Ancak valilik kaynakları olayı ne doğruladı ne yalanladı.

Bunun üzerine 7 Mart günü Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına yazdığım tweet ile İletişim Başkanlığı doğrulama platformu kuracakmış. Bu platformun nasıl çalıştığını çalışacağını test için bir soru; 13 yiğidin şehit olduğu kaza mahallinde kendisine şemsiye tutturan kişinin Bitlis Valisi olduğu söyleniyor. Doğru mu? diye sordum. Dağıtımlı olarak Bitlis Valiliğine de gönderdiğim ve olayın fotoğrafını eklediğim tweete ne İletişim Başkanlığından ne de Bitlis Valiliğinden bugüne dek bir cevap gelmedi.

Atalarımız “Sükût ikrardan gelir” demişler. Nedense muhalefet de bu konuda çok ciddi bir tepki göstermedi.

Türkiye bu tür yöneticileri hak ediyor mu diyeceğim ama örnekler o kadar çok ki. Korumalarına şemsiye tutturan valiler, belediye başkanları; gaziler gününde vali, garnizon komutanı ve belediye başkanı şemsiyeli görevlilerce korunurken, günün sahibi gaziler derneği başkanının yağmurdan sırılsıklam olması; koruma polislerine ayakkabı sildiren, ayakkabı bağlatan valiler. Halka “gavat” diyenler. Aklıma gelen ilk örnekler. İnternette ararsanız nice örnek görürsünüz.

Halka bu kadar tepeden bakanlar, narsistçe tavır sergileyenler, üstlerine karşı ise son derece yalakadır. Bakanın ayakkabısını silmeye kalkışan valiyi hatırlarsınız. 25 şehit morgda yatarken, genelkurmay başkanına sucuk hediye eden, seçim zamanı ev ev buzdolabı dağıtan, yalak açılışı, tuvalet açılış yapan valileri de unutmadık. ABD başkanına “ben Türkiye’denim, …. valisiyim, sizi seviyorum, hayatınız ve başkanlığınız çok başarılı, ben de sizin gibi olmayı umut ediyorum” diye İngilizce tweet atarak İngilizce bilgisini sergileyen valiler bile görmüştük…

Kamu yönetimi ile ilgili çalışmalarda genellikle yöneticiler iki bölümde kategorize edilir; birincisi “makamlarından güç alanlar”, ikincisi “kişilikleriyle makamlarına güç katanlar”. Ama eksik bir ayırım. Üçüncü bir bürokrat türünü daha biliyoruz; atayanlardan güç alanlar. Aslında siyasi partilerden güç alan, devletin memuru gibi değil, parti memuru gibi davrananlar vardı. Ama hükümetlerin sık sık değiştiği dönemlerde, bu tür yöneticiler yine de devlet memuru gibi davranırdı. Özellikle FETÖ’cü yapılanmayı kavradıkça, FETÖ’den güç alan, devletin değil FETÖ’nün memuru olan bürokrat sayısının hiç de az olmadığını gördük. Şunu da anladık FETÖ’nün veya başka yapılanmaların atadığı kamu görevlileri, yani gücünü atayanlardan alanlar, hiçbir zaman devletin memuru olmayacaklar. Devletin değil, kendilerini atayan gücün emrinde olacaklar. Dolayısıyla bu bürokrat türü gücünü koltuktan alan bürokrat tipinden de zararlıdır.

Temennim makamından güç alan, görevden ayrıldıktan sonra unutulan veya yanlışları, kötülükleri ile anılan “birinin-birilerinin adamı olan” bürokratların azalması. İz bırakan, halkın gönlünde taht kuran, görev süresince geçesini gündüzüne katan, iftiraya ve haksızlığa uğramak pahasına yolsuzlukların yanlışların üstüne korkusuzca giden, “halka hizmet, hakka hizmettir” anlayışındaki, “devletin adamı” olan eğilip bükülmeyen doğru bildiğini yapan yöneticilerimizin sayısının artmasını temenni ediyorum… Artık bürokratlar da şunu anlamalıdır; önemli olan makam sahibi iken saygı ve ilgi görmek değildir. Önemli olan, görevden ayırıldıktan sonra “Dürüst ve çalışkan adamdı.”, “İyi yönetici, düzgün adamdı” dedirtebilmek…

Bunun tek yolu da emanetin ehline verilmesidir.

Emaneti ehline değil kendi adamlarına verenleri tarih affetmeyecektir.

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen