Müstesnâ Kalabilmek

 

Nazîre geleneği, bizim klâsik edebiyâtımızın mütebessim yüzünü teşkîl eder. Bu usûlde kalem oynatmak, aynı zamânda bir rüşdünü isbât etme fırsatı diye bilinir. Nazîreden sayılacak adımları atanın hakîkî hayattaki makâm ve mevkii, ikinci plâna düşer. Bâzen, hükümdâr titri taşıyan ehl-i hâmelerin de nazîre havuzuna taş attıkları görülmüştür.

Hem fikirleri, hem de hayâta vedâ ediş şekli îtibâriyle hep müstesnâ kalmayı başarmış Nesîmî:

“Nigârum, dilberüm, nedîmüm, mûnîsim, cânum,

Refîkum, hem-demüm, ömrüm, revânum, derde dermânum”.

reveranslarıyla sığınacak liman aramış; koca Kaanûnî (Muhibbî), aynı ses akvaryumuna Hurrem Sultân’ı koyarak, Nesîmî’ye nazîre döşenmişti:

“Celîs-i halvetim, vârum, habîbüm, mâh-ı tâbânum,

Enîsüm, mahremüm, vârum, güzeller içre sultânum.

Stanbul’um, Karamân’um, Diyâr-ı Milket-i Rûm’um,

Bedehşân’um, Kıpçâğ’um, Bağdâd’um, Horâsân’um.”

Nesîmî’nin derviş-meşrebliğine karşılık, Muhibbî’deki majeste duruşu, hemen öne çıkıyor. Sevdiği kadının vasıflarıyla Osmanlı coğrafyasının bölge ve şehir isimleri iç içe giriyor. Ülke ebâdında bir aşk tablosu, Muhteşem Süleymân’a da pek yakışıyor.

Avnî mahlâsını kullanan Fâtih Sultan Mehmed de, vaktiyle rahlesi önünde oturduğu hocalarından Ahmed Paşa’nın “ vay gönül “  nakâratlı meşhûr şiirine nazîre göndermişti.

Hem hünkâr olacaksın, hem de söz meydânında rakîb nâzı çekeceksin. Bunun, kibirden sıyrılmak dışında herhangi bir reçetesi yok.

Yirmi sekiz yıllık ömrünün tam yarısını Cihân Devleti’nin tâcını taşıyarak geçiren Sultan Birinci Ahmed Hân, kibir ve gurûrunu ayağının altında paspas yapanlar zümresine, kanat çırparak katılmıştır. Bahtî, Dünyâ’nın merkezindeki külliyenin bânîsine şâir sıfatı olmuştur:

“Bahtîyâ! Bendesi ol Dergeh-i Mevlânâ’nın,

Taht-ı mânî’de odur pâdişehi Devrân’ın.”

Siyâsî ve maddî âlemin pâdişâhlığı ile mânâ iklîminin pâdişâhlığı hiç yan yana konur mu? Delikanlı Ahmed Hân da koyamıyor ve Mevlânâ’ya kapılanma hevesiyle kaleme sarılıyor.

Sultanahmed Câmii’nin dağ heybetiyle oturtulduğu yer, Ayasofya gibi çetin bir rakîbin minderidir. Oradan alınan gâlibiyet bile, Bahtî’nin gurûr bahçesine tek ot ilâve edememiştir.

Ahmed Hân’ın bedbaht oğlu Genç Osman, Fârisî imzâsıyla, başına örülecek hâilenin kehânetine çıkmış, ıztırâb temrînine bakıyor;

“Câna kâr eyledi, güzel sitemin,

Olmadı zerrece bana keremin.”

Aynı sultan ferâseti, sanki Yedikule’deki âkıbeti gösteren dürbün misâli, şu beyite gizlenmiş:

“Niyyetüm hizmet idi saltanat u devletüme,

Çalışur hâsid ü bed-hah benüm nekbetüme.”

Tevâzû ile gayret ne kadar güzele omuz dayıyorsa; hasedle bed-hahlık da felâkete kapı aralıyor. İnsanın şânında, maalesef ikisi de yan yana, bir hizâda duruyor…

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen