5 Haziran 2023

             Bir arada bulunmalarında, insanlık için büyük tehlike riskleri barındıran iki habîs kelime var: “Kâselîs, tesvîlât”. Bunlardan birincisi; “dalkavuk, çanak yalayıcısı” mânasına geliyor. İkincisi ise, “hîleler, yalanlar” demek. Biri fâil, diğeri fiil olarak bütün eğrilik, şer, tuzak ve fenâlıklara şemsiye açan bu ikili, târîhte mekân tutmuş görünüyor.

            Yalaka sözünde en âmiyâne şeklini bulan dalkavukluk, zâten yalan üzerine ihtisas yapmışların mesleği değil mi? Rahmetli Reşat Ekrem Koçu’nun, vaktiyle yayınladığı bir dalkavukluk fiyat târifesi vardı.

            Bâzı durumlarda, dalkavukluğu sevimli, hattâ mecbûr ve de mağdûr gösteren ifâdelere rastlanıyor. Hiç, yalan söylemenin ve bunu geçim kaynağı hâline getirmenin mecbûriyeti olur mu?

            Kâselîs sözünde, hem müzikâlite bakımından, hem de mânâ îtibâriyle dalkavukluk, defileye çıkmış görünmektedir.

            Sultan İbrâhim (1640-1648 ), maiyeti erkânıyla Topkapı Sarayı’nın denize nâzır seyir yerlerinde, gurub vakti dolaşırmış. Güneş ışıklarının hâreler hâlinde deniz suyuna düştüğü demlerde: 

            “Eyvâh! Deryâda harîk (yangın) var!”

diyen Sultan’a, etrâfındakiler:

            “İhtimâldir Pâdişâh’ım, belki deryâ tutuşa!” 

diye koro cevâbı verirlermiş.

            Pekâlâ, bunun bir ışık oyunu ve göz aldanması olduğunu, denizde yangın çıkmadığını anlatabilirlerdi. O zamân atiyye bekleyen kâselîs ile kasıtlı feryâd ü figân ehlinin dilinde, İbrâhim’in “ Deli “ sıfatı olmazdı.

            Zavallı kâselîs, zavallı İbrâhim… Ve, İbrâhim’in yanında, ona rağmen hatâda ısrâr eden zavallı Türkoğlu…

            İstisnâî bir-iki hesaplama dışında, umûmî kabûl gören Osmanlı hükümdârı sayısı otuz altı. Bunlardan, sırayla ilk altısının mezârı Bursa’da, yirmi dokuzunun İstanbul’da, otuz altıncı sultânınki ise, Şâm’da bulunuyor.

            Üçüncü ve onuncu sırada yer alan Murâd-ı Hudâvendigâr ile Kaanûnî Sultan Süleymân’ın ikişer mezârı var. Kosova’da şehîd olan Sultan Murâd-ı Evvel ve Sigetvar Kalesi önünde son nefesini veren Kaanûnî’nin, vücûdları tahnîd edilerek iç organları Kosova ve Sigetvar’a, ilâçlanmış diğer cenâze aksâmı da Bursa ile İstanbul’a defnedilmiştir. Bu sûretle, otuz altı hükümdâra âit otuz sekiz mezâr bulunmaktadır.

            Yine bu otuz sekiz mezârın işgâl ettiği mekân sayısı yirmidir. Kosova ve Sigetvar dâhil, on bir mezâr müstakil türbelerde; sekiz mezâr ikişerli olarak dört türbede, on mezâr da beşerli iki avluda yer almıştır.

            En kalabalık pâdişâh mezâr mekânları Ayasofya Câmii avlusu ile Hatice Turhan Sultan Türbesi’dir.

            Bu kabir özetinden çıkacak mâlûmât içinde, Ayasofya’nın en çok tercîh edilen yerler arasında bulunması, oldukça kayda değer görünüyor. İkinci Selîm, Üçüncü Murâd, Üçüncü Mehmed, Birinci Mustafa ve Sultan İbrâhim, Ayasofya avlusunda yatmaktadırlar.

            Dolayısıyla, bir Hristiyan mâbedi veya müze muâmelesi yaptığımız ve bu yüzden de milletlerarası münâsebetlerde alkış beklediğimiz Ayasofya başlıklı tavırlarımız, ecdâdın duruşuna ters düşmektedir.

            Sembollerini kaybeden veya unutan milletler, sele kapılan çalı, çırpı gibi çâresiz ve güçsüzdür. Ayasofya, bizim canlı bir sembolümüzdü.

Yazar Hakkında:

Turgut GÜLER

Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Li­sesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversite­si Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.

İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozis­yon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen der­ginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.

1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ah­met Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yı­lında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sı­kıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzeri­ne, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.

Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmen­liği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstan­bul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.

Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.

 

Yazarın diğer makalelerinden: