Muhârebe İçinde Edirne Günleri-12: Son Hurûc 

Bu gece hafiften bir yağmur yağıyor. Yürekler her ân patlayacak top sesine âyârlı, tetikte bekliyoruz. Evde, mevki îtibâriyle güvenli bulunduğu için iki oda kadın misâfir var. Çoktandır bomba sesi duymamıştık. Saat iki oldu, ses yok, ikiyi beş geçe gene bir şey yok, on geçe, derken ikiyi yirmi geçe bir cayırtı koptu, ardından şehre mermiler düştü. Düşman şehri bombardımana başladı ve aralıksız devâm etmekte. Bu durum eskiden âşînâ olduğumuz bir durum olduğu için, herkes uykuya yattı. Bulgarlar mütâreke bitimi akşamı, Edirne’yi şiddetli top ateşine sardılar. Sonradan işittim ki, sâdece ilk saldırı gecesi şehrin merkezine yüz elliden fazla mermi düşmüş, pek çok yangın çıkmış, ahâliden sekizi şehîd düşmüş, on kişi yaralanmış, yüz elli ev harâb olmuş.

Eniştem Âşâr Ambarı’nda vazîfeli memûr. Bugünlerde yiyecek toplama vazîfem olmadığı için, olur da belki bir yardımım dokunur diye eniştemin yanına, Âşâr Ambarı’na gidiyorum. Âşâr Ambarı, şimdilerde memleketin rûhû, can damarı.  

Top ve mermi sesleriyle yarı uyur yarı uyanık bir geceden sonra ertesi gün erken saatlerde Âşâr Ambarı’na doğru yola koyuldum. Bombardıman devam ediyor. Toplar devamlı patlıyor, ardı arkası kesilmiyor. Sultan Bâyezîd Câmii avlusundan geçerken bir kaç mermi üzerimden Yıldırım istikaametine gitti. Avluda rastladığım bir kaç köylüye:

“Selâmün aleyküm ağalar! Bu mermiler ne taraftan geliyor ve nereye gidiyor?”

diye sordum.

“Kıyık tarafından gelip Yıldırım’a düşüyorlar.”

dediler.

Eyvâhlar olsun ki, Yeni İmâret’in hiç önemi kalmamış. Topun mesâfesini bir kaç yüz metre kısaltsalar, Yeni İmâret’in her tarafına mermi atacaklar. Şehrin içine dakikada üç dört mermi düşüyor. Bugün her yer tehlikeli. Âşâr Ambarı’na gitmek için nasıl bir yol izlemeli? Yok böyle bir yol. Eniştem erkenden gitmiş. O da insan, o da benim gibi bir can taşıyor. Allâh’a sığınarak yoluma devâm edeyim. Atpazarı’ndan Manyas’a, oradan Mûsevî mahallelerini dolaşarak Odun İskelesi önündeki Âşâr Ambarı’na bir ân evvel varmalıyım. 

Âşâr Ambarı’na vardığımda gördüm ki, bugün memûrlardan kimse gelmemiş. Bir kaç asker arabası, hayvanlar için süpürge tohumu almaya geldi. Samanı arasanız da bulamazsınız, örneği bile kalmadı. Bugün akşama kadar eniştemle birlikte ambarı bekledik, sohbet ettik:

“Görüyor musun bacanak, mermiler Âşâr Ambarı’nı aşıp karşıdaki bahçelere nasıl da düşüyor!”

“Kimileri pek yakınımızda patlıyor.”

“Eyvâhlar olsun! Bir tânesi kapının önüne düştü, koş bacanak, koş, su getir söndürelim, yangın büyümesin. Allâh muhâfaza, bir kazâya sebep olmasın.”

“Derhâl enişte! Burası emânet bir yer. Askerin ve fakirin yiyeceği evvelâ Yaradan’a sonra bize emânet. Haydi çabuk davranalım!”

“Şükürler olsun ki isâbet almadık.”

“Bu îmansızlar Âşâr Ambarı’nı bulmaya çalışıyorlar. Kale’nin içerisinde her ne varsa hepsinin yerini tam tekmîl biliyorlar. Hayret bir şey!”

“Hayret edecek bir şey yok enişte! İşittim ki, Müslüman olmayan askerler her gün kaçarak Bulgarlara her şeyi anlatıyorlarmış. Bak Kale Kumandanlığı Askerî Dâire’de idi, tehlike baş gösterince oradan Kaleiçi’ne taşındı. Îmansızlar daha ertesi günü, yeni taşındıkları yeri bombardıman etmeye başladılar. Oradan da derhâl Yanık Kışla’ya taşındı kumandanlık binâsı. Akabinde Bulgarlar kışlaları bombardıman etmeye başladılar. Oradan da Hıdırlık Tabya’sına çekildik.”

“Mesâfeleri uzak olduğu için Allâh’dan isâbet ettiremediler.”

“Buradan güzel bir ders olarak anlaşılmalıdır ki enişte, Bulgarlar’ın Kale dâhilinde pek âlâ ve vazîfeşinâs haber vericileri var.”

“Bulgarlar, savaşa her şeylerini hazırlayarak hesap kitap dâhilinde başlamışlar.”

“O konuya hiç girmeyelim, konuşacak çok şey var. Akşam olmak üzere, şimdi yola koyulma vakti. Eve hangi yol üzerinden varacağız, ona bakalım.”

“Doğru söylüyorsun, akşam olmuş bile. Etrâfı son bir kolaçan edip kapıyı güzelce kilitleyelim. Bu saatten sonra da gelen giden olmaz.”

“Ben kapıyı kilitledim bacanak, haydi vire bismillâh. Zindanlık Kabristanı boyunca yürüyelim. Hava kış havası, ne de erkenden kararıyor böyle. Şu yandan saparak Dârü’l-Hadîs Câmii önünden mahalle arasından Topkapı’ya, oradan Yeni İmâret Köprüsü’ne çıkalım.”

“Ey güzelim Dârü’l-Hadîs Câmii, nasılsın, sana nice zamandır gelemedim. Bir başka severim bu kendine has, ufacık mâbedi enişte. Etrâfının yeşilliği, kendine has mütevâzılığı, sâdeliği bir başka.”

“Aman bacanak, dikkat et, eğil, eğil! Üzerimizden mermi geçiyor!”

“Eyvâhlar olsun, minâre isâbet aldı. Koca minâre saniyeler içinde taş taş üstüne, nasıl da yıkılıverdi gözümüzün önünde, gitti.”

“Ah cânım Dârü’l-Hadîs Câmii, seni de yaraladılar. Mermi bizi teğet geçti ammâ, geldi de güzelim câmiin minâresine isâbet etti. Bu mübârek mâbedleri sen koru Yâ Rabbim!”

“Bu mermilere karşı kâgirin, câmiin, minârenin hiç önemi yok, bacanak. Derhâl yolumuzu değiştirelim. Mermiler gelmeye devâm ediyor.”

“Dârü’l-Hadîs Câmii’nin biraz ilerisinde askerî erzak deposu var, mermiler oraya düşüyor.  Anlaşılıyor ki, Bulgarların bugünkü istihbârâtı pek âlâ çalışmış.”

“Boşver şimdi Bulgarlar’ın istihbârâtını, yolumuzu değiştirelim. Akşam ezânı okunacak, biz Yeni İmâret’e varacağız nasipse.” 

 

kirmizilar.com 

 

 

 

 

 

 

 

“Şehir ne fenâ, ne acı bir görünüm içerisinde. Her yer yıkık dökük, evler sessiz, karanlıklar içinde, camları kırık, yollarda kimseler yok, hava soğuk, kediler, köpekler bile ortalıkta yok. Bakkal dükkânlarında bile insanlar kalıyor. Bizler bu acı günlere şâhîd oluyoruz, âh gelecek nesiller, bu azîz vatanın kıymetini bilsinler!”

“Haydi bacanak, merâk etme, az kaldı, biraz daha tabana kuvvet diyelim. İşte Yeni İmâret Köprüsü. Şu köprüyü de geçtik mi, hayırlısıyla evdeyiz bil.”

Biz bu gece eve sağ sâlim vardık ammâ, iki evin penceresine mermi isâbet etti. Nasıl bir korku insanları sardıysa, herkes dışarılara attı kendini. Mahalle arasında bir gürültü, bir kıyâmet. Bir çok âile kırlara, tarlalara doğru gidiyor. Kışlanın sol yanına askerler tarafından gereğinde kullanılmak üzere çadırlar kurulmuştu, fenerini kapan âileler bu çadırlara doğru yöneldiler. Biz Allâh’a sığınıp bulunduğumuz evde kaldık. 

Bugün Âşâr Ambarı’na gitmeyip evde kaldım. Bombardıman aralıksız devâm ediyor. Hükûmet memûrları, Edirne’nin esnâf ve halkı, Yeni İmâret ve Yıldırım Mahalleleri’ne sığındılar. Kale Kumandanlığı kışlada idi. Birçok asker âileleri de kışlalara, hastahâneye sığınmışlar. Yeni İmâret ve Yıldırım tarafı bütün gün ve gece bombardıman edilse de, şehir merkezi kadar zarar görmedi. Can kaybı Murâdiye, Kıyık ve Küçük Pazar mahallelerinde olmuş. Birkaç yerde yangınlar çıkmış. Menzilahırı Mahallesi’ndekiler, Fırınlar Sırtı Bağlığı’na sığınmışlar. Bu semtler can pazarı, kimseler kalmadı buralarda. Şehirde çıkan yangınları İstanbul’dan gelen İtfâiye bölüğü söndürdü. Bu itfâiye bölüğünün fedâkârlıkları öyle lâfla anlatılamaz. Herkes kendine mermilerden uzak bir yer aramaya koşarken onlar şehir merkezinde üzerlerinden geçen mermilere rağmen cansipârâne yangın bekliyorlar. Allâh, hepsini muhâfaza eylesin.

Mütârekeden önce Doğu Cephesi Kumandanı Nâzım Paşa görevden alınmış, onun yerine Ali Şefik Bey adlı bir Albay getirilmişti. Doğu Cephesi’nden Yassıtepe’ye kadar bütün tabyalar düşmana ateş açtılar. Şehri bombardıman eden topları aradıklarını anladım. Lâkin kâfir toplar bir türlü susmak bilmiyor, veryansın ediyor îmânsızlar. İki gün iki gece devâm eden bombardıman, bir ara şiddetini azalttı, fakat daha sonra yeniden eski şiddetine ulaştı. Tam da bu sırada, Kale’ye Pâdişâh’ın selâmı geldi. Ve aleyküm selâm devletlû Pâdişâh’ımız! Bizler, işte bu hâl ve ahvâl üzre Cevizlik, Kestânelik, Ayvazbaba, Taşocakları tabyalarında sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar düşmana top atışı yapmaktayız ve bombardıman altındayız. İşittim ki, gayretli, cesur ve çalışkan olduğu söylenen Doğu Cephesi Kumandanı Ali Şefik Bey, Pazar günü bir hurûc hareketi yapacakmış. Haydi hayırlısı diyelim.

Şubat’ın sekizi, Pazar gecesi uyandığımda, top ve tüfek sesleri âfâka yükseliyordu. Verilen emir üzre topçular, mitralyözler, piyâdeler ara vermeden ateş edip düşmanı oyalayacaklamış. Bu esnâda Doğu Cephesi’nin nizâmiye ve redif taburları saldırarak düşmandan bir kaç avcı siperini geri alacaklar. Doğu Cephesi sabâha kadar savaştı. Sabah ateş kesilince şehre indim. Yaralılar akın akın getiriliyordu. Hey güzel Allâh’ım, savaş ne büyük bir felâket! Canlı gidiyorsun, ya yarım yâhut cansız dönüyorsun. Vatan için, hürriyet için çekilen bunca cefâ… Gelen yaralılara bir sorayım, vaziyet nicedir?

“Gâzânız mübârek olsun kardaşlar. Akşam top sesleri âfâkı sardı, hep duâlar ettik sizler için. Geçmiş olsun kardaşım.”

“Sağolun kardaş. Akşam saat sekizde tüfek atmayarak düşman siperlerine saldırdık. Düşman uykuda idi. Bu siperleri geri aldık. Oradan ver elini ikinci siperler. Onları da alacaktık ama düşman karşılık verdi. Arkamızdan bir yardım ulaşmadı, taburlarımız bozuldu. Gördüğünüz gibi perîşân olduk.”

“Âh güzel kardaşım, nasıl üzüleceğimizi de unuttuk. Acılarınızı saralım, bu günler acı üstüne pek acı günler. Allâh tez yaralarınıza şifâlar versin.”

“Sağ olun efendim, vatan sağolsun. Biz iyileşip yeniden savaşırız, yeter ki, Vatan sağolsun.”

Âh benim askerim, hem aç, hem de saldırıya kalkışmış. Bu hâlde iken savunma yapabilmesi bile mûcize olan bu askerler nasıl bir canla başla saldırmışlar, varın siz söyleyin. Kahramanlık böyle bir şey işte, aczi, çâresizliği aşan göğüs kafesine sığmayan bir yürek durumu. Bu yaralı kahramanları yüreklerinden öpmek istiyorum bugün. Ah! Allah’ım, nasıl da perîşanlar…

Gördüklerim ve askerin ağzından duyduklarım karşısında gene fenâ oldum. Yanımdaki duvara tutunmasam düştüm, düşeceğim. Bu savaş, Kale’nin son savaşı oldu. Artık bu askerlerden bir hayır beklemek nasıl mümkün olsun? Sonradan işittim ki, gâyet güzel plânlanan harekât sonradan bâzı taburların yaptığı hatâlar yüzünden mahvolmuş, pek çok yaralı ve can kaybıyla netîcelenmiş. Hattâ bir tabur asker de tamâmen mahvolmuş diyorlar. Allâh beterinden saklasın.

Ne zaman hurûc hareketi yaptıysak, bize yaramadı. Bulgarlar ne zaman bize saldırsalar, onlar hep zarar gördü, bir yarârını gördük. Sebebini elbet subaylar bilir ama saldırmak bize kesin yaramıyor. İşte bir saldırı harekâtından daha zararla döndük. Bu, Kale’den yaptığımız son hurûç harekâtı oldu.

Bugün kışlaya gidiyorum. Oradaki subay arkadaşlardan vaziyet hakkında kesin doğruları öğrenmem şart oldu, yoksa rahat edemeyeceğim. İnsanın yürek daralmaları artınca bombardımana rağmen kendini dışarı atası geliyor böyle zamanlarda.

Doğu Cephesi’nden gelen subaylar ile karşılaştım kışlada. Onlardan duyduklarım da pek fenâ; yalnız Merkez Hastahânesi’ne dört yüz yaralı getirilmiş, hastahâne koridorları yaralılarla dolmuş, ilâç bitmiş, pamuk, sargı, ispirto kalmamış, doktorlarımız bin bir türlü meşakkate katlanarak yaralılarımıza bakıyorlarmış. Hastahâne için bugün kasap benzetmesi yapanlar da oldu ya, Allah hepsinin yardımcısı olsun.

Ertesi gün de aralıklı olarak şehre mermiler yağdırdılar. Bugün Harbiye Nezâreti’nden Kale’ye bir telgraf geldi: Düşmanın hücum-ı cebrî yapacağı ihbâr ediliyor. 

kirmizilar.com

 

(Edirne’ye saldırmaya hazırlanan Bulgar birliği. Karşıda sisler içinde Selîmiye Câmii.)

 

 

 

 

(12. Bölümün sonu.)

 

Yazar
Ayşe SAMİHA

Türk Milleti’nin târih yolculuğundaki en önemli menzillerinden, pek çok Osmanlı Sultanı’nın Dersaadet’in fethinden sonra bile sadrına başını yaslayıp sînesinde demlenmeye devam ettiği, Koca Sinan’ın “Ustalık eserimdir” de... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen