Mecaz

 

Âlemin bir mecaz cehennemi olduğunu hissetmeye başladığın vakit kavramlar içindeki mânâ güzelini vermek istemeyen muhkem bir kâleye dönüşürler. O güzelim kelimeler adeta sertleşir, kırılmaz bir kabuk hâline gelir. Buradan öte geçit yok sana, der gibidir her biri. Şöyle bir yoklamak istersin bir söylerler mi diye… Fakat söylemezler. Dermanın yoksa gönülde, öylece kalakalırsın. Mecazlar sımsıkı kenetlenirler. Bütün bunlar o yaratıcı, hayatı besleyici mânâ zenginliği karşısında kelimelere hapsolduğunu anladığın vakit olur.

Bunca mecazın kırılıp anlamın özüne doğru seyretmek ne kadar güç olursa olsun, bundan vazgeçmemelidir. Kelimeler insanın yüreğini kanatsa da, birer taş olup başına düşse de, ruhumuzu sıksa da onlara direniş gösterebilmenin bir yolunu aramalıdır. İçe döndükçe etrafımızın daha bambaşka cehennemlerle çevrili olduğunu fark edeceğiz çünkü. Bir değil, bin değil…

Hiçbir sorunun, hiçbir mecazın içimizdeki derin meseleleri izah edemediği hâller, cevap nâmına ortalıkta arz-ı endâm eden iğreti cümlelerin kırılıp döküldüğü zamanlar, hep değişen oluşların özündeki değişmeyen hakikati hisseden bir yüreğin çaresiz çırpınışları fakat yine de hep suskun gökler, insanlar, ağaçlar, yeryüzü ve uçsuz bucaksız âlem… Bütün bunların karşısında yaralı bir ruhun talep ettiği hiçbir cevabı bulamayışı dramların en büyüğü değil midir!

Yaşamak neden, niçin, nasıl olmalıdır mecazları çözmek için? Kelimeler yerine hâli yaşamak nasıl mümkün olacaktır? Hiçbir mânâsı olmayan boş konuşmalara fasıla verip hâle dünüştürmek istediğimiz bir hikmete ne zaman tâlip olacağız? Bu cehennemin alevini hangi denizlerin suyuyla dindireceğiz?

Bütün bu çaresiz sorular, mecaza sert dokunuşlarımızdır bizim. Aslında onunla ilk temasımızdır bu… Fakat zorlu ve çetin bir mücadelenin başladığını da sessizce haber vermektedir bu sorular. Eğer gerçekten kabuğun kırılıp her bir mecazın özündeki mânâya ulaşmayı diliyorsak bir kere kendi içine kapanan bir mücadeleyi tevekkkülle, sabırla ve muhabbetle kabul etmek gerekir. Dışarıda mecazın hâkimiyeti alabildiğine hissedilirken içeride onun gücünü zayıflatmak ve kabuğu kırmak kolay bir iş değildir.

Fakat her kabuk gibi mecazın varlığı da eskir. Mecaz değişerek kendini yeniler. Hep aynı hikâyeyi yenilenerek tekrar tekrar anlatır. Bizleri uyuşturan ve gönüllerin uyanmasına mâni olan zehrini başka kılıklar ile ruhumuza aşılar durur. Fakat ona bir soruyla yöneldiğinizde verecek bir cevabı bulunmayan her mecaz hakikatini kolayca ele verir. Fakat bu sefer onun kabuğunu kırmak gibi çetrefil ve hayatın işleyişini sarsan bir sürece katlanmanız gerekir. Bir mecazla karşı karşıya gelmek demek insanın bütün bir dünyayı karşısına almaya benzer. Konuşmalar anlamsız, itirazlar yersiz, bir şeyin keyfini sürmek için yaptığımız şeyler mesnetsiz olmaya başlar. Durmaksızın arayan insan zihni mecazın perdelerini yırtıp ardındaki mânâya, bütün oluşların kaynağına kavuşmak ister. Sürecin nasıl işleyeceği pek bilinmese de artık bu insanın içi bir yanardağ gibi kaynar, yalnız o sımsıcak lavlar sadece onun gönlünü yakar, kalbini kavurur. Bu insan dumanı tütmeyen bir yangın yeri, içinde dağ gibi parçalar kopan bir deprem mahallidir. İnsanın nasıl bir âlem olduğunu, ancak ve ancak içi kaynayan bu kimselerden anlayabiliriz.

Bütün bir âlem mecazı ve mecazını çözmek isteyen bu kimseye yabancıdır artık. Çünkü o kimse aslında kendini tanımak istemektedir. Mecaz onun, kendini anlamada ilk ve belki de en büyük engellerden birisidir.

Yasin ŞEN

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen