Biden’ın Avrupa Çıkartmasının Düşündürdükleri

            ABD Başkanı Biden’ın, seçildikten sonra şu ana kadar hiç ama hiç, kendi olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Şimdi soru şu: Peki, şimdiye kadar n’aptı bu ben-i adem?  Görünüşte ‘Ağır Abi’, yoksa gizemli bir rol mü üstlendi? Söyleyelim, sadece ve sadece kapalı kapılar arkasında yazılan, güdülenmiş tiratlar ile kamuoyuna çıktığını, sadece yazılanları okuduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Şöyle bir bakın, bir kere denilenleri yaptı mı? Gerçekten de yaptı. Ona ‘canlı ol, dirileş’ dediler, ABD’nin en yaşlı başkanlarından biri olarak, 79 yaşında “jogging” yapar göründü, görünmeye devam ediyor. Görünmesine görünüyor da yaptıkları ne kadar yapmacık olduğunu dünya âlem görmekte ve bıyık altından gülümsemektedir. Aslına bakarsanız, kendi seçmenini bile irrite etmiştir, yaptıklarına hiçbir anlam da yüklememiştir. Bir ara kendi yardımcısına “Başkan Kamala Harris” bile demiş, bizler de bunun üzerine acaba ABD’ye “eşbaşkanlık sistemi” geliyor mu diye yorumlar bile yapmıştık. Ama görüyorsunuz, televizyon ekranlarından, Biden’ın üzerinden ne kadar bir bayağılık, sahtekarlık akıyor. Yani anlayacağımız, bir rezilliktir gidiyor, ki tutma gitsin. Ha bu arada bir durum tespiti yapalım. Efsanenin yeniden geri dönmesiyle ötekiler de açıkça belirlenmiştir, ÇHC, RF ve İran, az da olsa Türkiye Cumhuriyeti. Türkiye her bir tarafından kuşatılmıştır. İki kutuplu dünyaya doğru bir gidiş olduğunu Mısır’daki sağır sultan dahi biliyor. Macron için de kıyısından acık bir ifadeyle söyleyelim, her zaman olduğu gibi, orta oyunu teatral figürü, “İbiş”. Bu rolü yapmaya devam ediyor. Hep beraber anımsayalım, Trump ile yapmış olduğu NATO-AB Ordusu (PESCO)tartışmalarını.  Macron, Trump ile “NATO-Avrupa Ordusu” konusunda sert bir tartışmaya girmiş ve bu kapsamda Avrupa’nın güvenlik alanında ABD’ye ve onun liderliğindeki NATO’ya bağımlı olmamasını; NATO yerine Avrupa Ordusu’nun kurulması gerektiğini belirtmiştir. İşler Trump’ın, Macron’dan önce NATO’ya olan borçlarını ödemeleri gerektiği uyarısıyla bir o kadar kızışmıştır. Macron diğer NATO üyelerini pamuk eller cebe. Ancak, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın girişimiyle oluşturulan uzmanlar komisyonu tarafından Macron’un eleştirilerini temel alarak bir rapor hazırlanmıştır. Raporda, NATO içinde siyasî iş birliği ve iletişimi güçlendirmek üzere 140 öneri bulunmaktadır. Bir gerçeğin altını çizmekte yarar var. ABD’nin Afganistan’dan geri çekilmesi sonrası karar vericiler tarafından eleştirilen NATO masaya yatırılmış, gözler 14 Haziran 2021 tarihinde bugün yapılacak NATO Zirvesine çevrilmiştir. 1919 yılında Türkiye mili Mücadeleye başlarken, Amanullah yönetimindeki Afganistan, yeniden yapılanma için Türkiye’ye başvurmuştur. NATO’nun çekilmesiyle meydana gelen boşluğu Türkiye dolduracak, en azından Kabil havaalanının güvenliğini sağlayabilecektir.

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO), 4 Nisan 1949 tarihinde ABD ve Kanada’nın yanı sıra on Batı Avrupa ülkesinin de imzasının bulunduğu Kuzey Atlantik (Washington) Anlaşması esas alınarak kurulmuştur. Soğuk Savaş süresince herhangi bir askeri operasyon yapmayan NATO, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni uluslararası atmosferde kendine yeni sorumluluklar atfederek, proaktif bir rol üstlenmiştir. Yani ABD’nin güdülemesiyle durumdan vazife çıkarmıştır. Bu kapsamda NATO, 90’lı yılların başında bazı askeri operasyonlar da gerçekleştirmiştir. Örneğin Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında yürütülen ‘Operation Anchor Guard’ (Çıpa Muhafızları Harekâtı) bu operasyonların ilki olmuştur. NATO’nun yürüttüğü önemli operasyonlardan bir diğeri ise 11 Eylül saldırısı sonrasında ABD yararına Ekim 2001’de başlatılan ‘Operation Active Endeavour’ (Etkin Çaba Harekâtı) neredeyse tüm dünya sathına yayılmıştır. Söz konusu harekât, terörizme karşı düzenlenen ve anlaşmanın 5. maddesinin öngördüğü kolektif savunma prensibine dayanan ilk operasyon özelliğini taşımaktadır. Diğer bir deyişle ‘Etkin Çaba Harekâtı’ ile birlikte ittifak tarihinde ilk kez Washington Anlaşması’nın 5. maddesi ABD lehine işletilmiştir. 2004 yılından itibaren NATO üyesi olmayan ülkelerin de içinde yer aldığı harekât, Ekim 2016’da resmi olarak sonlandırılana kadar devam etmiştir. Kuzey Makedonya’nın katılmasıyla üye sayısını 30’a çıkaran NATO’nun işlevi 2015 yılından itibaren ciddi bir şekilde sorgulanmaya başlamıştır.  

1962 yılı Ekim ayındaki, ABD ile Sovyetler Birliği arasında Küba’ya yerleştirilen füzelerle ilgili olarak ortaya çıkan krizden sonra, Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) üyeleri arasında ortak bir anlayışın geliştirilmesi düşüncesinden Münih Güvenlik Konferansı doğmuştur. Bu konferansta II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa ve ABD ilişkilerinin geliştirilmesi ile Sovyet tehdidine karşı alınabilecek önlemler her yıl geleceğe ait çıkarımlarla kendini göstermiştir. Bugün ise konferans raporlarının güvenlik alanında başvurulan bir referans haline geldiği görüldüğü gibi her yıl Şubat ayında yapılan etkinlik, geleceğe ait bir çok emareleri vermektedir. ABD’nin gittikçe hegomonik güce soyunmuş olması başta RF olmak üzere ÇHC, Kuzey Kore ve İran’ı hoşnut etmemiştir. Bunun ilk belirtisi, 2007 yılında 43. Konferansta Rus lider Vlademir Putin, “Tek kutuplu dünyanın artık kabul edilemeyeceğini ve ABD’nin dünyaya hâkim olamayacağını” söylemek zorunda kalmıştır. 2015 yılında ise Konferans ilk kez “Çökmekte Olan Düzen-Gönülsüz Koruyucular” isimli çok önemli küresel ölçekli bir rapor yayınlamıştır. Rapordaki önemli tespitler aşağıdaki şekilde özetlenmiştir:

“-Soğuk Savaş sonrası beklentiler gerçekleşmemiştir.

-Rusya’nın Kırım ve Ukrayna krizleriyle birlikte savaş Avrupa’ya tekrar dönmüştür.

-AB’nin mali ve iç sorunları vardır.

-ABD savaş yorgunluğu ve kendi devletini inşaya yönelmesi nedeniyle uluslararası sistemi düzenlemeye karşı isteksizdir.

-Avrupa, Asya ve Ortadoğu’da Soğuk Savaş Döneminin jeopolitik mücadelelerine benzer eğilimler oluşmuştur.

-Ortadoğu’da yaşanan savaşlar, devlet dışı aktörlerin hızlı yükselişi ve ekonomik krizlerin önlenememesi küresel düzenin çöküşünün işaretleridir.” (1)

2020 yılında gelindiğinde ise Münih Güvenlik Konferansı’nda “Batı’nın Çöküşü” resmi olarak ilan edilmiştir. Konferansın başkanlığını yürüten Emekli Büyükelçi Wolfgang Ischinger, bu çöküşü “Batı artık içeriden ve dışarıdan yükselen itirazlarla karşı karşıyadır.” diye tanımlarken, aslında raporun tamamında bu itirazın “risk” ve “tehdit” algılamalarını ifade ettiği de raporun başlığında “Batısızlık” olarak belirginleşmiştir. 

Bilinenin aksine Türkiye tarafından NATO üyeliğine resmen ilk başvuru, 1950 genel seçimlerinden üç gün önce, 11 Mayıs 1950 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yapılmış ancak bu başvurudan herhangi bir sonuç alınamamıştır. Seçimlerin ardından ise NATO’ya girme çabaları, iktidarı kazanan Demokrat Parti tarafından yürütülmüştür. Bu doğrultuda 1950 yılında TBMM kararı olmaksızın Kore Savaşı’na beş binin üzerinde asker gönderen Türkiye, 1952’de Yunanistan ile birlikte NATO üyeliğine resmen kabul edilmiştir.

Söylenileni yapma becerisini ortaya koymaya çalışan, demans görünümlü -biz de o kervana katılalım- Başkan Joe Biden’ın “Amerika geri döndü” deklarasyonuna uygun müdahaleci strateji hızlıca biçimlenmekte olduğu da görülmektedir. Gördük, Papa’yı da sahaya sürdüklerine göre büyük projeyi aktif hale getirmişlerdir. Papa’nın devreye girmesiyle İbrahimi Dinler, Dinler Arası Diyalog teolojik/kavramsal çerçeve de belirlenmiştir. FETÖ’nün de vaftiz babası/truva atı olarak kullanıldığı İbrahimî Dinler, Dinler Arası Diyalog, Ilımlı İslam, Medeniyetler İttifakı gibi adlandırılan bu kavramsal işgal projeleri; İslam’ı, İslam coğrafyalarını ve İslam toplumlarını dizayn etmek için kullanılmaktadır. “Ötekiler” belirlendiğine göre, ısıtılacak bölgelerin başında da Ukrayna gelmektedir. Ukrayna, Biden’ın başkan yardımcısı iken altı kez ziyaret ettiği, Rus karşıtı gündemi büyütmek için uğraştığı, oğlu üzerinden şahsi çıkar sağladığı bir ülke. Ukrayna ile Rusya arasında Karadeniz’in kuzeyinde Donbas bölgesi yüzünden yaşanan gerilim NATO restleşmesiyle derinleşmesi de ABD seçimi sonrasına rastlamıştır. Hatta Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, Donbas’taki savaşı NATO’nun bitirebileceğini söylemiş, NATO savaş uçaklarının hava sahasında devriye atmasına izin vermiş ve ülkesine üyelik planı sunulmasını da talep etmiştir. Bunun üzerine Kremlin, ‘Durum daha kötüleşir’ uyarısı yaparak, NATO’ya girmekten söz edilirken hiçbir şekilde halkın görüşleri göz ardı edilemeyeceğinin altı çizilmiştir.” Bu durum söz yarışı, söz çakışması şeklinde anlayacağımız “yarım kalmış hesapları var.”ı  da dikte ettirmektedir. İngiltere de AB’den çıktıktan sonra büyük bir hırsla Güneş Batmayan İmparatorluk’un nemden kokuşmuş küllerine üflemeyi sürdürüyor. AB liderliğinden sonra tekrardan Pax Anglo Americano’ya sığındı bile. Başbakan Boris Jonhson bir yandan bebeğini büyütmeye çalışırken, 16 Mart 2021 tarihinde Avam Kamarası’na sunduğu strateji belgesinin başlığı ‘Rekabetçi bir Çağda Küresel Britanya’. Belge ÇHC’nin yeni öteki yapıldığı Asya-Pasifik’e ağırlık vermeyi öngörürken, Rusya’yı akut tehlike olarak nitelendirmektedir. Bu arada maliyeti tamamen kraliyet tarafından sağlanan 4 milyar poundluk, ancak su sızdıran HMS Queen Elizabeth uçak gemisini Pasifik’e, ayrıca küresel rekabet için nükleer caydırıcılığı artırma yoluna gitme kararı almışlardır. Büyük Britanya Savunma Bakanı Gavin Williamson, İngiltere’nin “sert güç” kullanmaya hazır olması gerektiğini belirterek “Küresel krizlere müdahale etmemenin bedeli genellikle kabul edilemeyecek kadar yüksek oldu. Konuşmak ama eyleme geçmemek ülkemizin kâğıttan kaplan gibi görülmesi riskini getiriyor.”ifadelerini kullanmıştı. RFve ÇHC’nin eylemlerinin “savaş ile barış arasındaki sınırı bulanıklaştırdığını” savunan Williamson, İngiltere’nin “Küresel İngiltere” anlayışına uygun olarak bazı durumlarda müdahalede bulunma zaruretini duyabileceğini kaydederek, “İngiltere’nin kendi rolünü yeniden tanımlamak için son 50 yıldaki en büyük fırsata sahip olduğuna inanıyorum.” biçiminde konuşmuştur. Sanıyorum Brexit işte bu şekilde bir anlam kazanmaktadır. (2) Ha bu arada anımsayalım, İngiliz Donanmasının son uçak gemisi HMS Illustrious, sökülüp hurda halinde Türkiye’ye satılmıştır. Bu arada tekraren düşünmekte yarar var, birçok yüzmekte dahi zorlanılan hurda ABD gemileri Türkiye’ye kakalanmadı mı? ABD’den yeni diye anılan birçok geminin içerisine kuşların yuva yapmış olduğuna gözlerimle şahidim. Ama Kahraman Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bu gemileri bile yedi denizde yüzdürdü. Başarıysa başarı bu. Falkland Savaşı sırasında hızla hizmete giren 210 metre uzunluğunda, 22 bin ton ağırlığındaki sökülüp hurda halinde Türkiye’ye satılan HMS Illustrious, İngiltere’nin tek uçak gemisi olduğunu da bir kez daha anımsayalım.  

İşte Büyük Britanya Savunma Bakanı Williamson’un önemle belirttiği gibi kendilerine biçilmiş olanen “Küresel İngiltere” rolü ile Birleşik Krallık, Eski Dünya Adasının İmparatoru olarak, Yeni Dünya Adası İmparatoru Biden’ı son derece görkemli bir törenle karşılamasını bilmiştir. ABD Başkanı uçaktan iner inmez önündeki kürsüden evvelce katil diye tanımlamış olduğu Putin’e haddini bildirmeye geldim, mealinde kışkırtıcı bir cümle sarf etmiştir.  

ABD karar verme mekanizmalarında elli yıldan beri etkin görevlerde bulunan Biden’ın başkan seçilmesiyle birlikte dilinin daha bir kışkırtıcı hale geldiği hemen hemen tüm mahfiller tarafından kabul edilmektedir. Mart 2021 ayı ortalarına doğru, ABC News kanalında yayımlanan röportajında Putin’in bir “katil” olduğuna inanıp inanmadığı sorulduğunda, ABD Başkanı Joe Biden “İnanıyorum” diye yanıt vermesi adeta savaş çıkartacak cinsten sözler mertebesinde olmuştur. Biden, Putin’in ABD seçimlerine müdahale ettiği için “bedel ödeyeceğini” söylemesi ise yeni bir meydan okumanın dayanılmaz hafifliği olarak görülmüştür. RF, Biden’ın Putin hakkındaki açıklamasından sonra Washington’daki Büyükelçisini Moskova’ya çağırmakla kalmayıp, aynı zamanda Biden’ın çizmeyi aşan bu sözlerine yanıt olarak “Biden’a sağlık diliyorum, İroni ya da şaka yapmıyorum” tam bir Asyavi karşılıkla “kötü söz sahibindir, aynaya bak.” demesi ABD’nin RF’nı öteki betimlemesinin tam karşılığı olarak görülmüştür. (3) 

Putin ne yaptığını bilen akil bir devlet adamı profili çizmiştir, yer küremiz yeniden yapılandırılırken. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD ile nükleer silahların karşılıklı sınırlandırılmasını öngören ‘Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması’nın (Yeni START) beş yıl uzatılmasına yönelik kararı da imzalamıştır. Hem de Kremlin’den yapılan açıklamayla, Putin’in, anlaşmayı 5 Şubat 2026 tarihine kadar uzatan kararnameyi imzaladığı dünya kamuoyuna bildirilmiştir. ABD Başkanı Joe Biden görevi devraldıktan beş gün sonra 26 Ocak 2021 tarihinde Putin ile ilk kez telefonda görüşmüş, sonrasında Beyaz Saray tarafların nükleer füze depolarının karşılıklı olarak sınırlandırılmasına yönelik prosedürleri tamamlayacağını açıklamıştır. 

Putin’in Yeni START’ı imzalaması sonrası ABD’nin Demokrat yönetimi, “Efsane geri döndü” moduna girerek General Mac Arthur’un Japonların Tanrı İmparatoru Hirohitoyu ayağına getirttiği gibi, geçmişin eski alışkanlıklarına dönmüştür. Bu cümleden olmak üzere 18 Mart 2021 tarihinde Alaska’da ÇHC ile ilk buluşmada Biden’ın ekibi, azar modunda Tayvan, Hong Kong ve Sincan (Uygur) dosyasıyla lafa girince alışık olmadıkları bir durumla karşılaşmışlardır. Çinli diplomatlar, ABD’nin insan haklarından bahsedecek durumda olmadığını, uluslararası toplum adına konuşamayacağını ve de üstelik üst perdeden buyuramayacağı karşılığını vermişlerdir.  ABD’nin yeni yönetimi daha dış platforma çıkarken, bu şekilde ‘Alttan alan ağırbaşlı’ Çinli görüntüsü sona ermiş olduğunu damarlarına kadar hissetmişlerdir. ABD, Çin’i önleme stratejisini birincil öncelik haline getirdikçe Pekin de küresel stratejisinin eksik duran askeri-politik taraflarına bakacağını fiziki olarak göstermiştir. Evet bugün için küresel ölçekte ÇHC ekonomik zeminde bir süper güçtür, ama henüz gerek siyasî gerekse askerî güçte bir güç olduğunu henüz konfirme edememiştir. Ancak yadsınamaz bir gerçektir ki, Çin Amerikan baskılarını jeopolitik hamlelerle karşılıksız bırakmayacağını da göstermiştir, daha ilk temasta. Bunun son örneği ise Çin-İran ilişkilerinde görülmektedir. Çin lideri Xi Jinping’in 2016’daki İran ziyareti sırasında üzerinde durulan 25 yıllık kapsamlı ortaklık anlaşması nihayet 27 Mart’ta Tahran’da iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştır. Çin çok sayıda ülkeyle benzer anlaşmalar yapmış olsa da hiçbiri bunun kadar gürültüye mazhar olmamıştır. Hatta bazı Amerikalı yorumcular ‘şer ekseni’ benzetmesi yapmaya başlamıştır. (4) Bununla birlikte Çin-İran anlaşmasından yeni bir eksen çıkarılması yanlış bir kurgulamayı da dikte ettirmektedir. İran Çin’in uzun soluklu ‘Kuşak ve Yol’ projesi İran olmadan tamamlanamayacağını İran kuşkusuz bilmektedir. İran’ın ÇHC’ne değil, ÇHC İran’a muhtaçtır. Bir defa önceden söyleyelim, “Kum Ahund Yönetimi”, tabii ki, Çin’i önemsiyorlar ama sarsılmaz bir müttefik gözüyle de bakmadıkları açıkça belli olduğunu büyük harflerle ifade edelim. ÇHC’nin yapmış oldukları ‘Stratejik Ortaklık Anlaşmaları’ da öyle bildiğimiz dört başı mamur, Batıdaki benzer kolektif anlaşmalar seviyesinde değildir.  Benzer şekilde ÇHC 2014’de Mısır ve Cezayir, 2016’da Suudi Arabistan ve 2018’de Birleşik Arap Emirlikleri ile ‘Kapsamlı Stratejik Ortaklık’, 2010’da Türkiye ile ‘Stratejik Ortaklık’, 2017’de İsrail’le ‘Yenilikçi Kapsamlı Ortaklık’, 2014-2018 arasında Sudan, Irak, Fas, Katar, Ürdün, Cibuti, Kuveyt ve Umman’la ‘Stratejik Ortaklık’ anlaşmalarına imza atmıştır. 

Türkiye Cumhuriyeti, NATO’nun güney doğu kanadının özelinde olmak üzere Soğuk Savaş sırasında Varşova Paktına karşı en ağır yükü üstlenmesini bilmiştir. Hava Savunma zafiyetini diğer NATO üyelerinden gelen III. Nesil Patriotlardan meydana gelen Patriot Takımları ile bir nebze olsun gidermeye çalışan Türkiye ABD’nin Suriye’de Türkiye’ye komşu olmasıyla önce F35 programından çıkarılmış ve RF’dan S 400’lerin satın alınmasıyla stratejik ortaklık karşıtlığa dönüşmüştür. Türkiye’ye 2019 yazında gelen bu sistemlerin bir yıl sonra geçen Ekim ayında Sinop’ta deneme atışı yapılmak üzere sahaya çıkartılması ertesinde yaşanmıştır. Türkiye, varılan bu noktadan sonra S-400’leri aktive etmemek gibi bir seçeneğe yönelebilir mi? Olanaksız. Böyle bir düşüncenin bile “vazgeçme maliyeti” de çok yüksektir. Bir anlamda Türkiye 2,5 milyar dolar ödediği bir sistemi pasif halde depoda tutmak durumuna girebilecektir. Yunanistan’da Girit Adası’ndaki S-300’ler için geçerli olan işbirliği modelinden esinlenerek, bunun üzerine inşa edilerek geliştirilmiş bir formülün bulunabileceği düşünülmektedir. Bununla beraber Doğu Akdeniz, ABD’nin Suriye Kürdistan’ının kurucu babalığına soyunması sonrası Türkiye yapılanları özetleyelim.  

10-11 Aralık tarihleri arasında düzenlenen AB zirvesinin hemen öncesinde Aralık 2020’nin başında Türkiye’ye karşı hem de NATO tarafından bir saldırı düzenlenmiştir. Malum, BM’nin Libya’ya uyguladığı silah ambargosunu denetlemek üzere AB’nin geçen Mart ayında başlattığı IRINI olarak adlandırılan bir askeri denetim mekanizması çerçevesinde Türk bandıralı Rosaline A isimli konteyner gemisinde arama yapılmıştır. Türkiye’nin en büyük deniz taşımacılığı şirketi olan, alanında dünya sıralamasında 25. gelen Arkas Holding’e ait bir kargo gemisine Libya’ya silah götürdüğü şüphesiyle Avrupa Birliği tarafından askeri operasyon düzenlenmiştir. Operasyonu Yunan amiral komuta etmiş ve baskını Alman firkateyninden helikopterle Türk gemisine inen askerler yapmışlardır. NATO ülkeleri olan Almanya, İtalya ve Yunanistan’ın yine bir NATO üyesi olan Türkiye’nin bayrağını taşıyan bir gemiye baskın düzenlemesi, birbirinin müttefiki sayılan bu devletler arasında meydana gelmesi büyük bir talihsizlik olmuştur. 

Biraz daha geriye dört yıl öncesine gidelim. 2017 yılında Norveç’te gerçekleşen Trident Javelin isimli NATO tatbikatında yer alan bir simülasyonda Atatürk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan skandal uygulamalar yapılmış ve ardından özürler dilenmiş, personel görevinden alınmıştır. Ancak konunun ardında kasıt olduğu şüphesi oldukça rahatsızlık verici olmuştur. Unutmayalım, ABD Birinci Dünya savaşında Atlantik’teki gemilerine tecavüzler artınca en son da Lutsiyana adlı yolcu gemisi Alman denizaltıları tarafından batırılınca istemeye istemeye kamuoyu baskısıyla savaşa girmek zorunda kalmıştır.  

Arkasından bir başka NATO üyesi Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron NATO içerisinde tehditkâr salvolarıyla karşılaşmıştır. “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” diyerek ciddi bir sorgulama başlatan Macron, ABD’nin Suriye’den çekilme kararı ve Türkiye’nin Suriye’ye Barış Pınarı harekâtını başlatmasına tepki olarak bu çıkışı yapmış, bu tür önemli kararların müttefiklerle istişare edilmemesini ve NATO’nun sessiz kalmasını eleştirmiştir. Neredeyse tüm NATO’yu doğrudan Türkiye’ye karşı kullanılmasına çaba göstermiştir.

Biden seçim kampanyasında söz verdiği gibi 1915 olaylarını Ermeni soykırımı olarak tanımlamıştır. Bir den üstüne üstlük hem 24 Nisan bildirisinden hem de Biden-Erdoğan görüşmesinin ardından başka seviyelerde yapılan görüşmelerde; Biden’ın İstanbul için ‘Konstantinopolis’i kullanmasının gerekçesi olarak; ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkiye-Ermenistan İhtilafı dışında bırakarak Osmanlı İmparatorluğu’nu sorumlu tutmak’ gösterilmesi çocukça bir hezeyan olarak belleklerde yer etmiştir. 

Bir başka boyut ise anti-Amerikanizm’in hızla yükselme tehlikesidir. ABD yönetimi her 24 Nisan’ı bugüne kadar Demokles’in kılıcı gibi kullanıyordu. Bu ortadan kalkmıştır. Ancak herkes tarafından bilinmektedir ki bu durum iki ülke arasında ciddi hasarlara neden olmuştur. 2017 yılında ‘İstanbul Ekonomi Araştırma adına yapılan bir anket çalışmasında, katılımcıların yüzde 67’si Türkiye’nin güvenliğini NATO dışında kalarak sağlayabileceğini öngörmektedirler. Kuşkusuz bu yanıtta, Avrupa ülkeleri ile yaşanan krizlerin ve ABD ile Suriye’de yaşanan PYD/YPG kırılmasının izleri ve Türk kamuoyunun ciddi güvensizliği bulunmaktadır. Bilindiği üzere kolektif savunma prensibi üzerine kurulmuş olan NATO’nun, yalnızca siyasi değil askeri bir birlikteliği de ifade etmektedir. 

Bütün bunlardan sonra söylemem odur ki, Suriye, Irak, Libya, Ege, Doğu Akdeniz, Karadeniz’deki gelişmeler özellikle de ABD, ÇHC, RF ve İran ile olan ilişkiler temelinde Türkiye Cumhuriyeti tek yürek olmak durumunda bulunmasını gerekli kılmaktadır.  Ancak günümüzün çakışan çıkarları, birleşik Avrupa ile ABD’nin küresel hegemonik gücünü kırma hevesi, iki kutuplu dünyadan çoklu dünya düzenine geçilen dünyada Türkiye ile NATO ilişkileri karşılıklı olarak revize edilmek zorundadır.

İçeride terör örgütleri, dışarıda yayılmacı güçler bu hareketin özneleri olarak örtülü ve açıktan Türkiye’ye meydan okumaktadırlar. Ancak, dikkat edelim ki ne ana muhalefet ne diğer muhalefet partileri ulusal sorunlarda ortak bir duruşun arkasında duramamaktadırlar. Unutulmamalıdır ki, dış politikayla ilgili yaşanan gelişmeler öncelikle bir millî davadır. Devlet olarak alınması gereken milli duruş, devlet aklı egemen olduğu bilinen millî doküman MASK’a göre yapılmaktadır/yapılmalıdır. Türkiye kuşatılmakta mıdır? Hiç kuşkusuz evet, hem de bizatihi ABD tarafından. Türkiye Karadeniz’de Libya’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Ege’de kuşatılmaktadır, sıkıştırılmaktadır. O kadar ki ABD Çanakkale Boğazı karşısındaki Türkiye’ye en yakın nokta gayri askeri statüdeki Semadirek Adasına ABD donanmasının en güçlü amfibi yetenekli nakliye gemisi USS Liberty ile yüzlerce Skorsky taarruz ve nakliye helikopterleri getirerek bir üs kurmuştur. Bu durumda yapılması gereken safların sıklaştırılmasıdır, safların ayrımsallaştırılması değildir.Türkiye Cumhuriyeti hükümeti yıpransın, dış güçler hükümeti sıkıştırsın, hükümetin ayağı sürtülsün, biz iktidara gelelim, mantığıyla iktidara gelinemeyeceğinin belleklere yerleştirilmesi her şeyden fazla öneme haiz bulunmaktadır. 

 

Dipnotlar:

(1) Güray Alpar, Batının Yeni Küresel Risk Algıları ve Münih Güvenlik Konferansı, 22 Şubat 2021;https://www.google.com/search?q=G%C3%BCray+Alpar%2C+Bat%C4%B1n%C4%B1n+Yeni+K%C3%BCresel+Risk+Alg%C4%B1lar%C4%B1+ve+M%C3%BCnih+G%C3%BCvenlik+Konferans%C4%B1%2C+22+%C5%9Eubat+2021&rlz=1C1EJFC_enTR911TR911&oq=G%C3%BCray+Alpar%2C+Bat%C4%B1n%C4%B1n+Yeni+K%C3%BCresel+Risk+Alg%C4%B1lar%C4%B1+ve+M%C3%BCnih+G%C3%BCvenlik+Konferans%C4%B1%2C+22+%C5%9Eubat+2021+&aqs=chrome..69i57.1606j0j15&sourceid=chrome&ie=UTF-8/Eerişim Tarihi 11.06.2021/

(2)Anadolu Ajansı, “İngiltere Uçak Gemisi Yollayacak,” 11.02.2019; https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ingiltere-pasifik-okyanusuna-ucak-gemisi-yollayacak/1389411/ Erişim Tarihi 13.06.2021/

(3) Sabah Gazetesi, “Bu sözler 3. Dünya Savaşı çıkarır! ABD Başkanı Joe Biden, Rusya Devlet Başkanı Putin’e ‘Katil’ dedi”, 18.03.2021; https://www.sabah.com.tr/dunya/2021/03/18/son-dakika-bu-sozler-3-dunya-savasi-cikarir-abd-baskani-joe-biden-putine-katil-dedi/Erişim Tarihi 13.06.2021/

(4) Fehim Taştekin, “Azami baskıda ters sonuç: Çin Tahran’dan nanik yaptı”, Gazete Duvar, 29 Mart 2021; https://www.gazeteduvar.com.tr/azami-baskida-ters-sonuc-cin-tahrandan-nanik-yapti-makale-1517514/Erişim Tarihi 13.06.2021/

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen