Siz Zehra’yı Tanır mıydınız?!.

Türk milletinin tarihi çok kadimdir, kültürü, medeniyeti asil ve adalet ilkeleri üzerinde kurulmuştur diye her zaman söylüyoruz. Bunu söylerken de asla şüphe duymuyoruz, çok sağlam tarihi kaynaklara, belgelere dayanıyoruz. Zira asil atalarımız, kadim Türkler savaşta bile asla canilik, barbarlık yapmadan savaşıyor töremize uygun olarak fetihler yapıyorlardı. Töremize uygun olarak ifadesini özellikle belirtiyoruz. Çünkü Türk’ün adının ikinci anlamı “töreli” demektir. Özellikle vurgulamalıyız ki , “Töre” kelimesinin içinde kanun anlamı olsa da, kanundan daha da farklı olarak tüm kâinata hâkim yüksek kanun yani adalet şeklinde anlam da ifade edilmektedir (1). Törenin bu özelliği de evrenselliğe (cihani olmak) sahip olduğunu göstermektedir(2).Türk dünyasının ünlü âlimi, bilgesi Kaşgarlı Mahmud “Divan-i Lügat-it Türk” adlı eserinde.  “Vilayet terk edilir, adet (törü-töre )terk edilmez” diye yazmakla Türk kültüründe “törenin ne kadar önemli olduğuna işaret etmiştir. Çünkü göçebe yaşamda vatan olabilecek diğer topraklara taşınmak mümkündür. Ancak törenin terk edilmesi, sosyal-kültürel durumun ve devlet- toplum ilişkisinin bozulmasına neden olacaktır. Başka bir deyişle, töresini yitiren bir toplum kendi devamlılığını- sürdürülebilirliğini koruyan amilleri de kaybedecektir. Bu sebepten de Türkler “El (il) gider töre kalır” deyimini benimsemiş ve gittikleri yerlerde yeni devletler kurmayı başarmışlardır.(3).

Türk töresi de adalet, hak, hukuk üzerinde kurulmuştur ve bu ilkeler hayatın her alanında, savaşta dâhil uyulması gereken kurallardır. Bu nedenle eski Türkler yani asil atalarımız savaşta asla çocukları, hastaları, kadınları, yaşlıları ve aman dileyenleri katletmez ve fetih ettikleri toprakları yağmalamaz, ağaçlara, doğadaki canlılara, ibadethanelere zarar vermez kutsal bildikleri akarsuları kirletmezlerdir. Çünkü Türk töresi bunu emrediyordu ve kadim Türkler de törelerine bağlı yaşarlardı. İslamiyet’i kabul ettikten sonra da Türklerin savaş kültüründe çok değişen belirginlikler olmadı. Çünkü İslam’ın “cihat ” emri Türk’ün töresine uygun kurallardan ibaretti. Nitekim, İslam’da savaş, Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Hadis-i Şeriflerle belirlenen vicdani ve hukuki ilkeler dâhilinde caiz görülmüştür. Savaşa ancak Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslam’a ve İslam ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulabileceği hükme bağlanmış ve meşru olarak görülen bu savaşı, diğerlerinden ayırmak için ‘cihat’ adı verilmiştir. Buna mukabil istila, sömürü veya tecavüz niteliği taşıyan savaşlar kesin surette yasaklanmış, hatta bunlarla mücadele de cihat kapsamına alınmıştır. Bunun dışında savaşın fiilen başlaması halinde barış için her türlü yolun denenmesi, muharipler dışında kimseye kılıç çekilmemesi, çocuklara, kadınlara, yaşlılara, yatalak hastalara, mecnunlara, sakatlara, savaşa iştirak etmeyen din adamlarına ve sair sivil halka, hatta ekili arazilere, ağaçlıklara, meskûn bölgelere zarar verilmemesi ve esirlere iyi muamele edilmesi gibi hususlarda da kesin hükümlerin mevcut olduğu görülür ki, bütün bunlar İslam’da savaşın körü körüne şiddet, imha veya katliam hareketi olarak değil, zaruret halinde başvurulan, hedefi ve sınırları belli bir askeri harekât olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır (4).Bu bakımdan kadim Türkler, asil ve soylu atalarımız İslam’dan önce törelerine ve İslam’ı kabul ettikten sonra da hem törelerine, hem de İslam dininin emirlerine uygun olarak asla savaş sırasında barbarlık, canilik, vahşilik, yağmacılık yapmamış ve düşmanlarına karşı vicdana, adalete, insanlığa uyacak şekilde muamele etmişlerdir. Biz Türkler de kadim atalarımız gibi davranmaktayız. Amma ve lakin düşman geçmişte olduğu gibi caniliğinden, barbarlığından vahşiliğinden asla vaz geçmiyor, insanlıktan çıktığını unutmamıza izin vermeden tekrar kanıtlıyor. Yakın tarihte biz bunu Karabağ’da, Bosna’da, Kırım’da, Uygur elinde, Kerkük’te ve başka Türk-İslam yurtlarında yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Bu gün de Rusların maşası olan Ermeni canileri ve İsrail’in, Avrupa’nın, Amerika’nın maşası olan Türk-İslam düşmanlarının kölesi olarak hizmet gören” hdpkk”lı kahpe kancık faşist teröristler de aynısını yapıyor. Acıma, insanlık ve vicdan duyguları olmadığından çocuk, yaşlı, kadın ayırt etmeden canilikler yapıyorlar.

“Siz Zehra’yı tanır mıydınız?” diye sorsam cevabınız ne olurdu? Türk İslam kültüründe kız çocuklarına çokça koyulan bir isimdir. Çünkü, peygamberimiz Hz Muhammed’in (S.A.S) kızının da lakabı “Zehra’ydı, aynı zamanda kutsal kitabımız Kuran’ı Kerimde Taha Suresinin 131. ayetinde geçmektedir.  Anlamı Arapça’da ziynet, süs demek aynı zamanda “Ay kadar parlak olan, ay suratlı” manasını da ifade ediyor. Türkçe ‘deki Aybüke ismine benzer bir anlamı da vardır.

Ben sizi yormadan önceden sorduğum sorunun cevabını, yani Zehra kim olduğunu anlatayım. 2017 yılında 4 Temmuz tarihinde Ermeni canilerinin Türk yurdu Azerbaycan’ın Füzuli ilçesinin Alhanlı köyüne ateş açması sonucunda babaannesi Guliyeva Sahibe İdris kızıyla beraber şehit olmuş, açılmamış gonca çiçekti Zehra. 2015 yılında doğmuştu daha dünyaya yeni gelmiş, iki yaşında suçsuz, saf bir melekti, görecek günleri, yaşayacak anları vardı. Ama cani düşman ona kıydı sonradan aynı Bedirhan bebeğe kıydığı gibi. Zehra’nın cani Ermeni silahıyla şehit olmasının üzerinden tam üç yıl geçiyor. Hatırlar mısınız, iki yıl önce aynı ayda Temmuz ayının 31’inde Türk yurdu Türkiye’nin Hakkâri şehrinde terörist eşkıya çete “hdpkk’lı kalleş,  faşist teröristlerin hain pususuyla da Bedirhan bebek ve annesi Nurcan Karakaya da şehit edilmişti. İşte düşman şerefsiz ve acımasızca “bebek katilliğine” devam ediyor diye biliriz. 

Şimdi Zehra’yı tanıyorsunuz, Bedirhan’ı da biliyorsunuz, Hocalı’da katledilen bebekleri de hatırlıyorsunuzdur artık. Unutmayacağınızı umut ediyorum. Bu çocukların düşmanlara göre tek suçu var o da Türk olmaları. Türk oldukları için katledilmişlerdir. 

kirmizilar.com 

Bu anda Türk dünyasının önderlerinden Ebulfez Elçibey’in bu sözlerini hatırlatmak istiyorum: “Sen Türk olduğunu unutsan da, düşman asla unutmaz!”. Hakikaten de düşman unutmadı ve unutmuyor. Ama bazıları bu gerçeği unutuyor. Bizlerse yeniden yine düşmanın caniliğine, nefretine şahit oluyoruz. İlginç olansa düşman caniliğini asla saklamıyor açıkça dünyaya duyuruyor. Hatta bebek katilliklerini kanıtlayan kitaplar yazıyor. Örneğin Zori Balayan adlı faşist Ermeni cani doktor Hocalı’da yaptığı katliamları itiraf edercesine kaleme aldığı “Ruhumuzun Canlanması” adlı kitabında bebek katili olduklarından gururlanarak böyle bahsediyor: “”Biz arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırış çağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur, çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu.

Daha sonra bu 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. (Burada dikkatinizi çekmek isterim ki bu cani Ermeni’nin kitabından kendi kaleminden çıkmış sözlerdir. Bizim asil atalarımızın tarihin hiçbir döneminde böyle bir vahşilik canilikle yapmamıştır. Cani, insanlıktan nasibini almayan ermeni ise vahşice bir yöntemle Türk çocuklarını nasıl öldürdüklerini açık seçik bir biçimde anlatmaktadır.)

 

 

İlk mesleğim hekimlik olduğuna göre hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum, halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı.

Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim.

Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik.” (5). 1915 olaylarını sürekli gündeme getiren Ermeni canilerin, katillerin asıl amacı tarihi gerçekleri saptırmak, kendi yaptıkları vahşilikleri örtmektir. Tarihin gerçek olaylarını araştıran gerçek tarihçiler 1915 yılına kadar ve 1915 yılında Ermeni çetelerin Türkiye ve Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde asker ya da silahlı korucuların, bekçilerin bulunmadığı köylerde, dövüşecek, savaşacak yaştaki bütün Türklerin savaş cephelerinde olduğu o yıllarda Türk köylerini yağmalamış, yakıp yıkmışlardır. Ermeni faşist çeteleri, kudurdular, Türk köylerindeki bebekleri, çocukları, kadın erkek demeden bütün yaşlıları vahşice öldürdüler, katlettiler. İşte 1915 gerçeği budur!.  İşte gerçek budur. Hiç kimse de bu vahşiliğe dur demiyor, ses etmiyor üç maymunu oynuyor ve görmemeye, duymamaya, konuşmamaya devam ediyor. Ne yapmalı? Kendi derdimize kendimiz derman olmalı. Türkü’n Türk’ten başka dostu olmadığı gerçeğini unutmamalıyız. Tüm Türk âlemi olarak bir olmalı, diri olmalı, iri olmalıyız! Hakkımızı söke söke almalıyız. Şehitlerimizin kanını yerde koymamalıyız, koymadık ve koymayacağız İnşAllah, İnşAllah. Sonunda Zehra’mıza, Bedirhan’ımız ve tüm şehitlerimize Allah (C.C)’dan rahmet diliyor ve Zehra’nın timsalinde tüm şehit çocuklarımıza armağan ettiğim  “Zehra’m” şiirini sizlerle paylaşıyorum:

Sen ninniler dinleyen,

Süt kokulu gonca çiçek,

Melek olup uçuverdin! 

Bizi af et,  bağışla.

Seni zalim ateşinden,

Ermeni’nin pis yüzünden

Katil, cani ellerinden

Korumayı beceremedik.

Kavuştun mu, Hocalı’da

Zülüm edilip, katledilen

Senle aynı soydan olan,

Kardeşlere kavuştun mu?

Güzel Zehra’m, gonca çiçek,

Nur yüzlü, tatlı bebek

Kardeşlere selam söyle!

Bilsinler ki, biz bu kanı,

Annelerin gözyaşını,

Unutmadık, unutmayız!

Masum akan Türk kanını

Asla yerde koymayız!

(Aynur TALIBLI)

Asil Türk milletine hakikatleri hatırlatmaya çalıştım. İnanıyorum ki, biz bebek katillerinin anlayacağı dilden konuşmayı biliriz ve adaletsizliğe dur demek Türk’ün asıl hedefidir! Ne Mutlu Türk’üm Diyene!

P.S: Türk komutan İshak ÇELİK beye, her zaman verdiği değerli bilgiler ve destek için özellikle teşekkür ederim. Saygılarımla.

Yararlanılan kaynaklar:

1. Başer, Sat (1995).Kutadgu Biligde Kut ve Töreden Sevgi Toplumuna. İstanbul: Seyran Kitab.76-78.9

2. Aynur Talıblı’nın “Milli Mentalite, Türk Töresi veya Milli Değerler! Asıl Olan Nedir?” isimli araştırma makalesinden.

3. KAŞGARLI MAHMUD(1985) Divan-ı Lugat”it Türk Tercümesi. Cilt II:18,Cilt III:120,121.Çev .Besim ALTAY,Ankara:Türk Dil Kurumu Yayınları.

Kaşgarlı Mahmud 1985:I,106; .Kaşgarlı Mahmud 1985:II,18,25; Kaşgarlı Mahmud 1985:III,120,121.

4. Erkan Göksu (2018)”Kutadgu Bilig’e Göre Türk Savaş Sanatı” İstanbul: Kronik Kitap,2018,s55.

5. Aynur Talıblı’nın “Sen Bizi Bağışla Zehram” isimli makalesinden.

 

[i] Tarih ve Medeniyet Araştırmacısı, İstanbul 04.07.2020

Yazar
Aynur TALIBLI

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen