Lâf Aramızda

 
Bazen ben bile korkuyorum benden…
Laf aramızda!
Huysuz muyuz? Olabiliriz doğrudur.
E kadı kızı olsak az kusur hakkımız var. Olmadığımıza göre…
 
Hadsizliklere, gereksizliklere, rol ve sorumluluklardan kaçışlara ya da lüzümu, haddi aşmış işgüzarlıklara, bencilliklere, başı buyrukluklara, özellikle güçsüz ve gariplere yapılan hadsiz, edepsiz, ezici, kırıcı tavırlara, büyük küçük bakmasızın çizmeyi aşmalara, gereksiz meraklara, nenize lazım, nemize lazım yorum eleştiri ve ahkâmlara, sevginin oluşturduğu arsızlıklara, ihtimaller arasında kendini hissettiren, kırma ve kırılmalara, haksız kazançlara, alacak verecek ciddiyetine, iş ahlâkı ve ilkelerimize, şımarıklığa, saygısızlığa neden olabilecek, aşırı aşırı sevmelere tepkili, sınırlı, gereğinde cevval, gereğinde naif, gereğinde bir aslan, gereğinde bir kedi gibi olabildiğimiz doğrudur.
 
Bu vesile ile bu baş edemediğim hattı zatında kendimden bile korktuğum huysuzluklarımı, hem kendime, hem kamuoyuna ilan eder bu vesile ile büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öper, yaşıtlarımı sevgiyle kucaklar(!) kadı kızına da selam ve sevgilerimi iletirim…
 
Tüm huysuzlara da hususen selam ederim.
E sabır da sabrın bittiği yere kadar.
 
Sadece huysuzluğumla hasbihal ettim az biraz. Kulak verdim, dinledim, anladım. Baktım haklı.
Çok haklı.
 
Zira haddi aşmışlara, sözüm ona iyiler, az kaş kaldırmayınca, parmak sallamayınca, ayağını yere vurmayınca, sesini yükseltmeyince, dik dik bakmayınca kısaca “bi dur” demeyince… İyice köşeye sıkışıyorlar. 
 
Sınırları hatırlatmakta, iyinin iyiye hem el hem gönül vermesinde fayda var ki iki elin sesi olsun.
 
Yoksa, kimsenin canı yanmıyor, içi sızlamıyor, gözünden de yaş düşmüyorsa, bizim de haklı huysuzluğumuza hacet kalmaz.
 
İnşallah da kalmasın..!
 
Huysuz ve tatlı olamayabiliriz,
 
 
Ne Komik
 
Ne komik oldu gece gece. Durun bi düzelteyim de paylaşayım. Uykum kaçınca işte sonuç…
Vur patlasın çal oynasın. Tilkiydi, tavernaydı, eltiydi, görümceydi derken buyrun kadınca bir yazı;
Bi yazsam aklıma neler üşüştü de uykuma yer kalmadı diye… Kimi üstüme vazife, kimi değil, kimi geçmiş, kimi geçmemiş, kimi geçmiş elli yılın kim bilir hangi yılının hangi mevsiminin hangi gününden. Bir de bilmem hangi şehirden… Kimi en sevdiğim kimi en sevmediğim (neyse Allah’a şükür sevmediğim vardır belki de en sevmediğim yok) demeyeyim tövbe! Bir şeyleri sevmemek hadsizlik gelir hep. Çünkü hiç sevilmeyecek bir şeyi Allah niye yaratsın ki. Ben sevmiyorsam bir başkası seviyordur. Zaten sevsin de. Sevgisizlik öldürür ya. Canlı ne varsa. Can taşısın yeter ki. Cansızı da çürütür zaten sevgisizlik. Yaşayan ne varsa sevgidir yaşatan. Ne öyle hiç sevmem falan. “Asıl hiç sensin” diyesim gelir de diyemem zaten. Sevmiyormuşum gibi olur diye.
 
Ne derin bir iç çektim bak şimdi şu saatte durduk yere… 01.17 olmuş. Halbuki  uykuyla da ne çok severdik birbirimizi. Az canımız sıkılsa, keyfimiz kaçsa ya da öfkelensek, kanepe koltuk demez buluşuverirdik bir yastıkta. Ne iyi gelirdi. Yetmez saatlere sığdırıverirdik yarenliğimizi. Şifa niyetine. Bir de bir tatlı rüya düşüverdiyse nasibimize kediler gibi uyanırdık huzurla… Şimdi nerde? Ben hâlâ seviyorum onu ama belli ki onun aklı daha genç ve daha güzellerde. Demek en sevdiklerimiz terk edecek önce. Yaş alıp yaş verdikçe… Verdiğimiz her emek, tükenmek ya biraz da. Yaş vermek işte. Geride bıraktığınız siz küçülürken büyüttüğünüz her şeye… 
 
Ne diye başlamıştım ki gece gece bu yazıya. Tilkinin biri bırakıyor sözü öbürü alıyor. Kalem de ona keza sözden söze gezdi durdu.
Tamam hatırladım. Neler üşüştü şu saatte aklıma diye başladım da nerelere geldim. Bu yazının içinde kaybolmazsam iyi. Neden sınır çizilemez ki düşünceye. Hele anneyseniz, evlatsanız,kardeşseniz, dostsanız, komşuysanız, eltiyseniz, gelinseniz, görümceyseniz, çalışansanız, çalışmayansanız, özü ki kadınsanız..! Ne duygunuz biter ne düşünceniz. Hele de on ikiden sonra! Havası puslu dumanlı, sazlı sözlü, gürültülü bir tavernaya döner sanki beyniniz. Hiç taverna görmedim de hoş. Yani okuduğum kitaplarda öyle tasvir ediliyor. Karmakarışık, düzensiz, kaos… Gürültülü, nahoş bir ortam… Canlandırmıştır işte işgüzar zihniniz hemencecik aklınızda. Onca şey yetmedi bak bi de münasebetsiz taverna sığıştı şu saatte yastığa.
Son okuduğum kitabın altı kahramanı, onların akrabaları, memleketleri, ülkeleri, başlarına gelenler gelmeyenler… Onları hele hiç saymıyorum.
Bir seyreltmek lazım üşüşenleri. Bir elemek. Lüzumluyu lüzumsuzu. Dünü yarını. Eltiliği görümceliği. Kitaplarda yaşayan, hayatla hesabını bir türlü kesememiş aslında yaşamayan kahramanların üstüme vazife olmayan  tasası… Bir randevu sistemi oluşturmalı. Her gece biri gelsin on dakika bilemedin yirmi. Düşünüp hizaya sokup, sorunları ne ise hâl edip, hâlleşip uyuyalım misal. Böyle olmuyor ki! Cümbür cemaat. Hepsi yüzünden canım yarenim uykumla şu yaştan sonra aram açıldı. Oysa en çok ona ihtiyacım var artık.
Her eklemime çöken ağrılar bir o gelince azıcık sinip diniyorlar… 
Amma nafile… 
Dedim ya aklım tüm lüzumsuzları başıma topluyor. Uykum gençlerin peşinde. 
Kaldım mı onca tilki bir de ben.
Bakalım o kadar tilki bir olup bir uykuyu geri getirebilecekler mi?
Hadi cânım tilkiler. Göreyim sizi.
 
Zira pek seviyorum hepinizi, geçinip gidiverelim de uykuyu da kaçırmadan,
Yazar
Canan ASLAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen