Cumhûriyet ve Fazîlet

Devletlerin idâre şekilleri, muhtelif isimlerle anılmaktadır. Cumhûriyet de bu idâre şekillerinden biridir. Arapçada “cumhûr” kelimesi “halk” demektir. Dolaysıyla, cumhûriyet, halk idâresi mânâsına telâffuz edilmektedir. Sık duyduğumuz ve Yunancadan yayılan bir tâbir olan “demokrasi” de, halk idâresi demektir. 

Yakın ve uzak târîhde, adında cumhûriyet, halk idâresi, demokrat sıfatlarını taşıyan nice devlet görülmüştür. Hattâ bunlardan bâzılarının adlarında, hem cunhûriyet, hem de halk tâbirleri yan yana yer almıştır. ….. Halk Cumhûriyeti, etiketi ile kulaklarımızda yer eden devletleri unutmadık. Şâyet cumhûr halk demekse, halk cunhûriyetinden murâd edilen nedir? Bahsi geçen ve Sovyetler Birliği’nin şemsiyesi altında, Varşova Paktı’nda yer alan o  halk cumhûriyetlerinin hemen tamâmında, insan haklarının demir silindirlerle ezildiğini, bütün Dünyâ biliyordu. Şunu demek istiyoruz ki, mes’ele devlet idâresine isim vermekle bitmiyor.

Antik Çağ’ın adı en çok anılan filozoflaından Aristo, bir vesîle ile, devlet idâresi şekil ve isimlerinden bahsederken, mühim olan husûsun isim değil, öz olduğunu söylemiştir. Aristo’nun bu keşfi, tâzelik ve ciddiyetini hâlâ muhâfaza etmektedir. Günümüzde, nice cumhûriyet adını taşıyan devlet, en tabiî insan haklarını gasbederken, pek çok tâcdârın hükmü altında olan nice memlekette  de, insana hürmetin en yukarıda olanı görülmektedir. 

Burada bir başka noktaya dikkat etmek lâzımdır. O da, bahsi geçen devlet idâresinin şümûlüdür. Meselâ İngiltere, tâclı demokrasi ile idâre edilmektedir. Zamân zamân, Dünyâ’nın en ileri demokrasisinin orada olduğu söylenir. Bu, İngiltere’nin de içinde olduğu Birleşik Krallık sınırları içinde doğru olabilir. Lâkin, o sınırların dışına çıktığımızda, İngiliz zulmü altında inleyen bir başka insan mahşeriyle karşılaşırız. Yâni, o dillere destân ve dahî numûne olarak gösterilen devlet idâresi, sâdece İngilizler için geçerlidir. Aksi olsaydı, insanlık bugün bir Gandi hikâyesi okumazdı.

Türk târîhinde, Osmanlı Cihân Devleti de dâhil olmak üzere, kurulmuş ve beşeriyetin siciline kaydolmuş devletlerin hemen hepsi, adı ve şekli ne olursa olsun, hep insana hürmet esâsına riâyet etmişlerdir. Bunu anlamanın ve test etmenin en kolay yolu, bugün kaynayan birer kazan olan Balkan, Kafkas ve Ortadoğu coğrafyalarına bakmaktır. Bu coğrafyalar, asırlar süren bir zamân diliminde Türk hâkimiyetinde ve huzûr içinde kalmışlardır. Buralarda kurulmuş bütün devletler ve o devletlerin içinde bulunan kavimler, varlıklarını, vaktiyle idrâk ettikleri Türk müsâmaha ve hoşgörüsüne borçludurlar. Bu müsâmaha ve hoşörünün bir başka söylenişi, Türk’ün insana hürmetli bakışıdır.

29 Ekim 1923 günü adı konan Türkiye Cumhûriyeti, kendinden önceki Türk târîh tecrübesini sırtlayarak günümüze gelmiştir. O târih tecrübesi, bizim töremizdir, an’anemizdir, geleneğimizdir, yaşayış şeklimizdir, hayât tarzımızdır. Bu dediklerimize, sosyologlar “kültür” diyorlar. Bu hakîkati, tam on ikiden keşfeden Atatürk:

“Türkiye Cumhûriyeti’nin temeli kültürdür.”

demiştir.

Bu kültür, elbette Türk kültürüdür. Türk kültürü doğruların, güzellerin, iyilerin yekûnudur. Bir başka deyişle fazîletlerin toplamıdır. Sözün sonunda varacağımız durak, fazîlet durağıdır. O durağın üstünde şu ibâre bulunuyor:

“Cumhûriyet, fazîlettir.”

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen