Abazdağı’ndaki Çocuk

Abazdağı’ndaki çocuk! Ellerini ısırganların yaktığı o demleri hatırlıyor musun? Bu yangı gitsin diye yiğdini oraya sürdüğünü… Böğürtlen yerken elini dikenin kanattığını, ekmeği doğrarken bıçağın kestiğini, yukarıdan aşağı dolu dizgin koşarken düşüp bir yerinin incindiğini ve kanadığını biliyor musun? Hiç bahçede yukarıdan ayağına taş yuvarlandı mı senin? “Kaaaaç” diye canhıraş bir feryat işittin mi? Sesin insan ve yaşamak demek olduğunu anladın mı çocuk? Sen Abazdağı’nda bunu hissettin mi?

Elindeki orağı kürünlerin üzerine sallayışını bildin mi? Dağ gibi büyüyen kürünleri aşağıya yuvarladın mı? Güneş tepende durup tenini kavururken toprağın ve bir ağacın merhametine sığındın mı hiç? Dudakların susuzluktan yarıldı mı ve bu yüzden ağzın kurudu mu? Çaresizlik içinde “Su getir suuuu!” diyen sesin Abazdağı’nda yankılandı mı senin?

Fındığın kokusunu hâlâ dimağında duyabiliyor musun? Akşam uyumak üzere gözlerini kapadığında dallarında sallanan yeşil fındıkları yine görüyor musun? Bunca zahmeti hatırlıyor musun ey çocuk! Peki fındık çuvalını omuzlayıp var gücünle kaldırışını… Hak edilmiş her mutluluk gibi lezzetle yediğin nefis lokmaların bahşettiği saadeti peki?

Bir atın, yüklü bir hayvanın dereye yuvarlanışını çaresizlikle izledin mi? Bunun için yazıklandın mı? Korktun mu hayvana bir şey olacak diye? Atın canhıraş şekilde sırtındaki çuvalı dereden çıkarışını izlemiş miydin? Peki, fındık çuvallarıyla dereye yuvarlanan atın gözlerindeki melali gördün mi? Oturup da bunun için ağladın mı?

Köyden gelen biri var mı diye bekledin mi hiç sen? Bir insanın neredeyse hiç uğramadığı bu yerde bekleyişin ne menem bir şey olduğunu hissetin mi? Bir mucize gibi köyden gelenlerin küçük, gösterişsiz ve bu basit hayata bir müjde gibi dahil olduğunu anlayabiliyor musun? Sen Abazdağı’nda ümidin ne demek olduğunu bilir misin ey çocuk?

Kestanenin, cevizin, gürgenin, fındığın, üzüm teveğinin, armudun, çörtüğün, elmanın gölgesinde kendinden geçtin mi? Bir yaz günü yere düşen armudun toprağa dokunurkenki insanı o mesut eden hazzını hissettin mi? Ya elmanın… Yaprakları göğü kaplayan ağaçların serinliği altında üşüdün mü? Ormanın nefes alışını, aldığı nefesi verişini duyabildin mi?

Rüzgarın ağaçları okşayışını, yaprakların hışırtısını, incir yapraklarının birbirine değişini hissettin mi? Fındığın kokusu burnunu sızlattı mı senin? Ey Abazdağı’ndaki çocuk, sen bunları yaşadın mı, yoksa bir tül perdesinin tenine değişi gibi silik miydi her şey?

Dağlarda ismin yankılandı mı senin! “Gel” diyen bir ses işittin mi hiç! Alnından terler dökülürken çeşmenin buz gibi suyundan kana kana içtin mi? Patatesli, çökelikli, börülceli böreği elma pekmezine şöyle bir banıp doya doya yedin mi! Çay kaşığının bardağa değişi ruhunu kanatlandırdı mı senin! Ezilmiş çimenin kokusu dimağını sızlattı mı? Ağacın meyvası, dikenin yemişi aziz bir nimet olup bütün helalliği ile boğazından geçti mi? Ciğerlerine çektiğin tertemiz havanın neşesini duydun mu? Çileklerin kokusu seni kendinden geçirdi mi?

Ey Abazdağı’ndaki çocuk! Irmağın sesini dinledin mi sen? Suyun akışını, kayaya çarpışını şöyle bir izledin mi? Fındık topladıktan sonra çağlağa yattın mı şöyle bir ferahlamak için? Şükrân Gölü’nde yüzdün mü peki? Vadide yankılanan suyun sesini ruhunda duydun mu sen? Havanın birden kararışını, karadumanın vadiden dağa doğru yükselişini zevkle izledin mi? Sis tenine dokundu mu senin? Biraz sonra rahmet olup yağacak bu dumanı ellerinle okşadın mı? Islaklığını teninde hissettin mi? Karadumanın soğuğunda üşüdün mü? Bir yağmur deminde Abazdağı’ndaki o evde uyuyakaldın mı peki?

İneklerin çavını dinledin mi Abazdağı’nda? Ormanlardan topladığın nefis kirmitleri yine bir yağmur deminde bakışların pencereden dışarıya süzülüp ağaçların titrek yapraklarına dokunurken biber ve soğanla kavurup yedin mi hiç? Kestanelerin, elmaların, çörtüklerin, armutların, böğürtlenlerin, melicanların yanından geçerken gözünü ve karnını bir ziyafetle doyurdun mu?

Evin penceresinden bakarken dalında gördüğün bir fındık patağı içini titretti mi senin? Gürgenin, kestanenin, yeğkinin yapraklarının sesini işittin mi? Bak ne diyor şu orman anladın mı? Ey Abazdağı’ndaki çocuk! Sen bunları hissettin mi?

Ey çocuk! Sevmek Abazdağı’nda nasıldır bilir misin? Kuşu, ağacı, sesi, insanı, yaşlıyı, genci, kadını, erkeği, uzağı, yakını sevdin mi? Onların yüzüne hasret kaldın mı? Yollarını gözledin mi? Bir motor sesi duyduğunda koşa koşa yola indin mi? Çuvalları eşeğe, katıra, ata, motora yükledin mi? Hele de bana! Sen hiç dereye fındık çuvalı kaçırdın mı? Arkasından bakakaldın mı? Çuvalın yırtılışını, fındıkların etrafa saçılışını izledin mi çaresizlikle? Canın sıkıldıkça bir türkü tutturdun mu?

Sen hiç dereden abdest aldın mı çocuk! Yıkandın mı orada? Arı duru suyundan içtin mi? Onun gür suyunu şöyle bir izledin mi?

Çalışan bir insanı gördün mü peki Abazdağı’nda? Ondaki huzuru başka şeylerde sezdin mi? Bir yağmur deminde çekildiği evde, uzandığı yerde onun uyuyakaldığını fark ettin mi? Daha ne diyeyim sana! Sen yaşadın mı çocuk, sen bunları yaşadın mı?

Geceleyin insanın gür yalnızlığını hissettin mi Abazdağı’nda? Işığa koşan pervaneleri izledin mi? Ormanın karanlığında, tefekkürün derinliğinde kayboldun mu hiç? Çayını yudumlarken derin düşüncelere daldın mı şöyle? Dağ gibi büyüyen işlerin önünde “Geçen seneden iş mi kaldı?” diyen büyüğünün sözlerindeki imanı, güveni ve itminanı hissedebildin mi? Sen bunları Abazdağı’nda hissedebildin mi?

Hissedebildin mi ey çocuk?

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen