Türkiye’de Kazanan Hep İşbirlikçi Burjuvazi’mi Olacak?

Yaşı altmışlı yıllarda ya da ötesinde olanlar 1960lı yıllarda Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi, 1970li yıllarda Milliyetçi Cephe ve CHP (Bülent Ecevit) iktidarlarını, 1980 sonrası Turgut Özal dönemi iktidarlarını ve sonrası Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan, Tansu Çiller iktidarlarını, askeri müdahalenin idari dönemlerini, o dönemlerde yaşananları hatırlarlar. Nihayet mevcut siyasal iradenin 20 yıla ulaşan iktidar dönemini, kimlerin nasıl güçlendiğini hepimiz yaşıyoruz. 

Bütün bu liderler ve partiler/gruplar, farklı ideolojilere, dünya görüşlerine sahip olsalar da yavaş yavaş eridiler, ama her dönemde güçlenen ve etkisi artan Türkiye’de sanayi ve ticaret işini elinde tutan işbirlikçi (komprodor) burjuvazi ve onun sermaye işlevi oldu; çeşitli açılım ve manüplasyonlarla her dönemden, açık bir biçimde daha da güçlenerek çıktılar. 

Süleyman Demirel sermayeyi azıcık Anadolu şehirlerinde de oluşturmaya, ABD sermayesi ve stratejisi dışında yatırım çözümleri arayınca “Çoban Sülü” oldu ve peşi sıra askeri darbeler yedi. Bülent Ecevit’in motelde kurdurulan hükümetleri halk için azcık kıpırdanınca sermayenin kurumsal derneği tarafından verilen sayfa sayfa gazete ilanları ile sonlandırıldı. Turgut Özal iktidarları, Türk dünyasına yaptığı hizmetler emperyalizmi rahatsız ettiği için hem sonlandırıldı, hem de muhtemeldir ki Özal’da ortadan kaldırıldı. Cüret o kadar gözü kara hale geldi ki, Mesut Yılmaz başbakanken resmi ziyaretinde şortla karşılandı, Tansu Çiller’e başbakanken, sermaye temsilcisi basın trolü tarafından bir TV programında yapılan hakaretler bugün bile kulaklarımda -ibretle kendini hatırlatıyor.    

İşbirlikçi burjuvazi, vatanımız, devletimiz, milletimiz için yararlı yapılar mı? 

Elbette ve kesin bir ifadeyle; “Hayır!” 

Burjuvazi, kapitalizmin doğduğu toplumlarda “milli burjuvazi” niteliği taşırken (Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa…), emperyalist baskı altındaki ülkelerde ve topluluklarda “işbirlikçi burjuvazi” niteliğindedir. Yani dış destekli/kaynaklı sermaye, dış sanayinin/uluslararası kuruluşların ürünlerinin ülkeye montaj olarak aktarılması ölçüsünde sanaycilik, dışardan mal aktarımı şeklinde ticaret ve tabii kaynakların ucuza nakli. 

İşbirlikçi burjuvazi bu konumunu aldıktan sonra varlığını güçlendirerek sürdürmek için, yer aldığı sömürge ya da yarı sömürge ülkenin tarih bilinci ve kültürünü -karşı koymaları engellemek için- tahrip eder, siler, unutturur. Bunların vakıf ve derneklerine bakın Türk kültürü ile ilgili küçücük bir faaliyet ya da destekleri var mı? Yok ! 

Asla da olmayacak!

İşbirlikçi burjuvazi, son 80 yıldır ülkemizi, halkımızı, devletimizin sömürülmesine aracılık yaparken, milli kültürümüzü tahrip etmek, yaralamak, tarih ve varlık bilincimizi ezmek, kimliğimizi dağıtmak, Türklük bilincini ortadan kaldırmak için her türlü iş birliği ve organizasyonu yapıyor, finanse ediyorlar. Bütün güçleriyle Türkiye’yi yarı sömürge bir ülke olarak tutmaya gayret ediyor ve bunu da 80 yıldır başarıyorlar. Karşılarındaki irade güçlü halk desteğine sahipken sessizleşiyor, uysal ve uyumlu hale geliyor ama işlerini yürütmeye devam diyorlar. İrade biraz güçsüzleşti mi hemen dişlerini gösteriveriyorlar. İşte Türkiye’de son haftalarda yaşananlar.

Açıktır ki ne Kemalistler ne sol liberaller, ne sosyal demokratlar, ne solcular, ne muhafazakarlar, ne de İslamcılar bu küçük azınlığa zarar veremediği gibi, dolaylı yönden, kendilerini kullandırarak onu besleyip, güçlendirdiler. Muhafazakarlarında dillerinde hep aynı ahmakça savunmacı söz vardı: “Sen sermaye düşmanı mısın?”

Ancak sadece bir grup, Türk milliyetçileri, bu çok çok azınlıkta olan, ama etkili sermayeyi elinde tutan, bugüne değin Türkiye’nin geleceğini belirlemiş olan işbirlikçi burjuvazi ile uyum yapamadı. Zaten yapması da tarihsel olarak mümkün değildi. Dahası, solcular ve Kemalistler, hatta İslamcılar beslenirken, Türk milliyetçileri doğası ve hedefleri gereği bu grubun her türlü baskı ve zulmüne de maruz kaldılar. 

Artık Türk milliyetçilerinin işbirlikçi burjuvaziden uzak durma ve ona karşı sessiz kalma hali asla yetmez. 

Türk milliyetçileri, eğer bir Türk medeniyeti tasavvuru iddiasındalarsa açıkça işbirlikçi-komprodor burjuvaziyi karşılarına almalı, ona karşı kesin tavırlarını ortaya koymalı, milliyetçi teorisyenler burjuvazinin elindeki sermayenin halka nasıl kazandırılacağı, nasıl  yönetileceği, nasıl paylaşılacağı ve işletileceği, bu sermayenin dış ilişkilerinin nasıl olacağı konularında çözümler üretmeliler.

Türk milliyetçileri, sadece siyaset yaparak nereye kadar gidebilirler? 

Yeni bir Türk medeniyeti tasavvurunu ufkuna almış olanlar, milliyetçi fikriyatı romantik bir kültürel kimlik ve tavırdan öteye, her alanda bilimsel metodolojiyi kullanarak ve felsefe yaparak yeni bir Türk medeniyeti yaratacak dünya görüşüne taşımalılar. 

Yazar
Muzaffer METİNTAŞ

Muzaffer Metintaş, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde göğüs hastalıkları profesörüdür. Akademik çalışma alanı akciğer kanseri, mezotelyoma ve plevra hastalıklarıdır. Bilim felsefesi, medeniyet araştırmaları ve ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen