Sormaktan, Sorgulamaktan Korkmak…

 

Emine Şenlikoğlu’nun “Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar” kitabının (!) başlığını ilk gördüğümde, “Bu nasıl iman ki soru ile çalınıyor?” diye düşünmüştüm…

Sormadan, sorgulamadan iman etmeyi şart koşan, tahkiki iman sahibi olmamızı değil, taklidi iman sahibi olmamızı isteyen bir görüşün temsilcisinin kitabına koyduğu ad bile, İslam’ın ne büyük bir problemle karşı karşıya olduğunun göstergesi… 

Maalesef bugün İslam Dünyasında, bırakın sormayı, sorgulamayı, düşünmeyi, farklı bir değerlendirmede bulunmayı kâfirlik sayan, kelimenin tam anlamıyla yobaz bir kafa var…

Geçenlerde arşivimi karıştırırken elime 27.04.2019 tarihli Türkiye Gazetesi geçti. Gazetede C. Ahmet Akışık isimli yazar (!)  “Kafirlerle Modern İslamcıların Benzer Özellikleri” başlıklı bir yazı kaleme almış…  Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman Ateş, M. Nur Doğan, Caner Taslaman, Mustafa Öztürk,  Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan gibi soran, sorgulayan ilahiyatçıları kâfir olarak algılanmalarına yol açacak ifadelerle eleştirmiş. Hızını alamamış, eski Diyanet İşleri Başkanları Ali Bardakoğlu ve Mehmet Görmez ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en değer verdiği din adamlarından Hayrettin Karaman’ı da “Modernist İslamcı” olarak tanımlamış ve onlar ile kâfirler arasındaki benzerlikleri sıralamış…

Bu bilim adamlarının ortak özellikleri Kuran ile çeliştiğini düşündükleri hadislere kuşkucu yaklaşmaları…

Bu yazıya 2 tam sayfa ayrılmış…

Ve ilginç bir şekilde bu yazı, gazetenin “Geniş Açı; Fikir ve Tartışma” başlıklı bölümünde yayımlanmış… Saldırıya ne zamandan beri “fikir”, tek yönlü suçlamaya ne zamandan beri “tartışma” deniyor?

Bu yazı bile tek başına İslam dünyasının neden geri kaldığını izah etmeye yeter…

İster ülkeleri gelişmişlik kalkınmışlık durumlarına göre sıralayan listelere bakın, isterse “İslamilik Vakfı” tarafından her yıl hazırlanan “İslamilik Endeksi” listelerini inceleyin, bu listelerde;    ilk sıralarda ateizmin ve deizmin yaygın olduğu ülkeleri, sonra sırasıyla Protestan ülkeleri görüyoruz. Sonrasında Katolik ülkeler var… Ortodoks,  Budist ve Müslüman ülkeler daha gerideler. Sömürge olmaktan kurtulamamış farklı dinden ülkeler de genelde listelerin sonlarında yer alıyorlar…

Müslüman ülkelerden nispeten laik yaşam tarzını seçmiş olanlar kalkınmışlık açısından diğerlerine nazaran daha iyi durumdadırlar…

Düşünen her insan bu konu üzerinde kafa yormuştur… Ama çoğu zaman bu düşüncelerini açıkça gündeme getirmemiş/getirememiş, kafasındaki soruları yüksek sele soramamıştır…

Mesela şu soruları yüksek sesle dile getirebilir miyiz?

Din ve yaşam tarzının kalkınmışlıkla ilgisini var mıdır?

Resmî, heykeli, kadın sesini günah bilen toplumların telsizi, telefonu, televizyonu, sinema makinesini bulması mümkün müdür?

Üç boyutlu bakma, düşünme, değerlendirme alışkanlığı olmayan bireylerden oluşan bir toplumun yeni teknolojik gelişmelere imza atması mümkün müdür?

İslam medeniyetinin büyük âlimleri olarak gördüğümüz, övündüğümüz Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt’ü kendisini İslam âlimi sanan bazılarının kâfir ilan etmesi; İslam Dünyasında 1400’lerden hele 1500’lerden sonra; İbn-i Rüşt’ler, Cabir’ler, Harezmi’ler, Farabi’ler, İbn-i Sina’lar, Nasirüddin El Tusi’ler, Uluğ Bey’ler, Biruni’ler… Ahmet Yesevi’ler, Hacı Bektaş’lar, Ahi Evran’lar, Yunus Emre’ler yetişmemesi tesadüf müdür?

Bu sorulara doğru cevap verirsek toplumun genel kabulleri ile ters düşmemiz kaçınılmaz olduğundan, en cesurlarımız bile bu soruları gündeme getiremez? 

Soramaz.

Sorular gündeme gelse bile, yeterince ve etraflıca ve cesurca tartışılamaz.

Diyanetin Kur’an Mealini esas alırsak, Kuran’da;  65 defa “akıl” ve “akıl” köklü kelimeler geçiyor… 17 kez “Akıl Sahipleri” deniyor… 119 defa “düşün” köklü kelimeler – düşünmez misiniz? Düşünmüyor musunuz? vb- geçiyor… Ama ne acıdır ki, düşünmeyi, akıl yürütmeyi emreden bir dinin mensupları düşünmüyorlar. Akıllarını kullanmıyorlar… 

Pekiyi İslam dünyası aklını ne zamandan beri kullanmıyor? Medreselerden tabii bilimler ve felsefe dersleri kaldırıldıktan bu yana… Aklı önceleyen Mutezile anlayışının “kafir” olarak suçlanmasından ve İslam Kelamında akılcılığın temsilcisi Türk Din Âlimi İmam Maturidi’yi düşünce hayatından çıkarıp, nakilci ve Arap gelenekçisi yorumların İslam dünyasına hâkim olduğu 1500’lü yılların başından bu yana… 

Sahi mahallenizdeki cami imamına sorun bakalım, İmam Maturudi kimdir bilecek mi? Bilirse de hakkında iki cümleden daha fazla bir şey söyleyebilecek midir?

İslamcı çevrelerin, “dinci terör” olayları sonrasında söyledikleri bir söz var; “Gerçek İslam bu değil !”… 

Sünni’ye göre, Şiilik, Vahabilik, Şii’ye göre Sünnilik gerçek İslam değil.

Her Müslüman devlet, kendi İslam’ını diğer Müslüman ülkelere ihracın peşinde.

Süleymancı Nurcuyu, Nurcu Menzilciyi beğenmez…

Bazıları İmam Hatip mezunlarının arkasında namaz kılmaz..

Adnan Hoca çoğuna göre din dışı…

Cübbeli, Hayrettin Karaman’ı din dışı ilan eder…

Kuran’ı tek kaynak gören ilahiyatçılar, tarikat ve cemaat mensuplarınca makbul görülmezler…

Kuran’a 19 yorumu katanlar; Edip Yüksel ve şürekâsı da kâfir ilan edilenlerden.

Bir de Mehdilik iddiasında olanlar var Fetullah Gülen, Adnan Oktar vb… Hatta Peygamber olduğunu iddia edenler; İskender Evrenesoğlu, Hasan Mezarcı… Diğer gruplar ya bunları dikkate almıyor, ya da delirmiş diyerek geçiştiriyor.

İŞİD, Boku Haram, El Kaide’nin yaptıkları ise sözle kınanıyor, “İslam bu değil” deniyor.

Pekiyi “Gerçek İslam ne?”

Düşünülmeyen, soru sorulmayan, tartışılmayan bir dünyada fikir gelişmez; her grup “kendi İslam’ının” peşine “gerçek İslam” diye takılır gider… Kâfirden çok, İslam’ı kendisinnden farklı algılayan Müslümana düşman olur…  

Olan da İslam Dünyasına olur…

Fazlı KÖKSAL

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen