Raf Ömrü

Bir kitaplığı tasnif etmek gibi ilişki yaşadığınız insanları bir yerlere koymak. Kitapların da sahipleri indinde değerleri vardır bişeylere göre. Değişen nitelikler. Kimi baş köşede alır yerini kimi altlara ya da kıyılara köşelere sığar işte. Kitaplık tasnifi gibi tasnif edilir insanlar. Ve karşılıklı yer bulur bu tasniflerde kişiler birbirlerinin hayat kitaplığında. Bu yerleştirme denklik içerisinde yer buluyorsa karşılıklı adı tadı bambaşka oluyor. Efsane gibi. Destan gibi. Masal gibi. Ya da yeni bir kitap gibi.
Ama koyduğunuz yere koyulmadıysanız eğer ve bunu farketmediyseniz çokça incinmeden…
O zaman hayatın en büyük derslerinden birini yaşıyorsunuz. Öyle bir hal ki donuk. Duyarsız. Üzerinde onca ders işlenmiş kesilip biçilmiş bir kadavra gibi. Belki bir damla yaş. Ya taşar akar. Ya taşamaz akamaz bile.
Ölüden gözyaşı akarsa o da…
Koyduğumuz yere koyulalım. Koyulduğumuz yerin kıymetini bilelim. Aksi kalpleri csnlı cenaze kabristanına dönüştürüyor.
Var ama yokmuş gibi yok ama varmış gibi davranmak. Davranılmak. İlişkinin gelebileceği en hazin hazan. 
Belki de koca  kitaplığın hiç bir rafında yer bulamayan gözden gönülden çıkmış bir kitap gibi… Raf ömrünü tüketmiş gönül miadını doldurmuş bir kitap gibi.
Çatılar
Çatı var çatıcık var.
Biraz yukardan bakınca düşünmeden edemiyor ki insan (!).
Her halde ilk barınma ihtiyacı ile birlikte akletmiştir insanoğlu, korunaklı, muhafazalı, sınırlı ve sırlı bir barınağın şart olduğunu… 
Korunmak için; düşmandan, yabandan, yağmurdan, afattan, soğuktan, sıcaktan…
Sığınmak için; yalnızlığına, sevdiğine, huzura, sükunete, güvene, umutlarına…
Saklamak için; mahremini, sevdiğini, biriktirdiklerini, sevgisini,sevdasını, rızkını…
Örtmek için; yalanını, hırsını, kinini, ihanetini, pisliğini, kirini…
Üretmek için; fikrini, neslini, yarınını, hayallerini, sevdalarını…
Hasılı; anlamış yaşamın kapalılık ilkesini. Özelin olmazsa olmaz olduğunu. Çatıların, duvarların, elin alemin hoş nahoş her türlü niyet ve enerjisine siper olduğunu. Hayat savaşının yoğun temposunda çatı altının en güvenli karargâh olduğunu. Hem dışarıya, hem içeriye askersiz, mayınsız, kolluksuz bir güvenlik ordusuyla ‘zırh’ olduğunu.
Sınırsız olmaz demiş insan, sırrını keşfedince… Duvarları örmüş önce. Yetmemiş üstünü örtüp adına çatı demiş. Ve örtmüş tehlikeli bulduğu her şeye karşı tüm giriş ve çıkışları. Ve açmış huzur güven ve sevgiyi taşıyacak her ne varsa hepsi için tüm giriş ve çıkışları…
Sonra yetmemiş, dualarda göndermiş yaratanı ona, okusun inansın, daha da güvende olsun diye…
Çatılar… Çatılar. 
Neler neler… 
Ne ummanlar, ne fırtınalar, ne hikayeler var kimbilir saklayıp, sarıp sarmalayıp, örttüğümüz duvarlar arasında ki yüreklerde? 
Kimbilir? Ne çok hüznün, sırrın, sevincin, aşkın, ayrılığın, ihanetin, cinayetin, doğumun, ölümün, rüşvetin, satışın, fermanın şahidisiniz. 
Kaç kırık var yenininizin içinde..?
Hmm bu arada hangi konforla hangi mekânda vazifeli olduğunuz da önemli tabi…
Belki pembe panjurlu pencereler var altınızda, belki camları bile olamayan kerpiç, yıkık dökük duvarlar, belki koskocaman bir saray… 
Ya da bir külliye.
Çatı… 
Çatılar.
Vazifeniz büyük.
Düşündürdüklerinize gelince; yazmakla biter mi?
Çok şükür… İyi ki akletmiş sizi atalar.
Her şey uluorta, her şey aşikâr ve görülen, herkes pek tabî uyanık (!)  ve görebilen olsaydı.
Nice olurdu hâlimiz?
Yazar
Canan ASLAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen