23 Eylül 2023

            Bugün Yunanistan’ın sınırları içinde kalan Girit Adası, Türk’ün uğruna en çok kan döktüğü yerlerden biridir. Evliyâ Çelebî’ye nazaran, bizim uğruna en çok şehîd verdiğimiz kale Kandiye’dir ve Kandiye, Girit’in Türklerce en son fethedilen şehridir. Evliyâ Çelebî, Kandiye’nin fethinde bizzat bulunmuştur. Sadr-ı âzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa, Kandiye Fâtihi’dir.  Kandiye’nin anahtarları 1 Cemâziyelevvel 1080 (27 Eylûl 1669) Cuma günü, Fâzıl Ahmed Paşa’ya teslîm edilmişti.

            Seyâhatnâme’sinin sekizinci cildinin neredeyse yarısını Girit’e ayıran Evliyâ Çelebî, bu son Kandiye muhâsarasının günlüğünü tutmuş görünmektedir. Orada anılan Horasan Erenlerinden Söylemez Ali Dede, ağzındaki otuz iki dişi sökerek, konuşma hassasını kaybeder ve Kandiye sırtlarındaki dağda bir mağaraya yerleşir. Kimseyle konuşmayan Söylemez Ali Dede, sâdece Evliyâ’ya açılır ve Kandiye’nin fetih vaktini bildirir. Ali Dede’nin ağzından çıkan her diş, bir aya tekâbül eder. Yâni, kuşatmanın otuz ikinci ayı içinde Kandiye fetholunacaktır. Söylemez Ali Dede’nin sözü, bir velî kerâmetidir ve Fâzıl Ahmed Paşa’nın başlattığı kuşatma, tam otuz ikinci aya girdiğinde, zafere ve dahî fetihe dönüşür.

            Kandiye’ye giren Ahmed Paşa, bütün ordu birliklerine, şehîd ve yaralı sayısını tesbît edip defterlere geçirilmesini emreder. Evliyâ Çelebî, o defterleri tek tek görür ve oralarda yazılı şehîd rakamlarını, bütün Osmanlı eyâletlerini ve asker sınıflarını sıralayarak uzun bir liste hâlinde verir.  Ortaya çıkan şehîd ve yaralı sayıları, yüz binli rakamlardır. Sultan İbrâhim’in saltanatında 1055 (1645) yılında başlayan Girit muhâsarası, Sultan Dördüncü Mehmed’in saltanatında, 1669 senesinde fetihle noktalanmıştır. Yâni, Girit kuşatması milâdî hesapla yirmi beş sene sürmüştür. Evliyâ Çelebî’nin görüp şehîd saydığı defterler, Kandiye’nin son kuşatmasına dâir tutulan defterlerdir. Yirmi beş yıllık Girit seferlerini hesâba katarsak, ortaya çıkacak sayı, kat kat artacaktır.

            İşte bütün bu yüksek râkımlı Girit heyecânı yüzünden, ne vakit Girit’in başına bir belâ yaklaşsa ve Girit’in fiyatı sorulsa:

            “Biz Girit’i aldığımız fiyata satarız! Yâni, onun uğruna döktüğümüz kanlar ve verdiğimiz canlar kadar kan akıtmadan, can almadan Girit’i kimselere vermeyiz!”

diyorduk.

            Lâkin, hiç de öyle olmadı. 1897 yılında açılan Yunan Harbi’nde, rakîbimizi evire çevire yendiğimiz, şânlı zaferler kazandığımız hâlde, böyle bir askerî gâlibiyetin bedeli olarak, 23 Receb 1315 (18 Aralık 1897) Cumartesi günü, Girit’in muhtâriyetini, yâni, bağımsızlığını tanıdık. İngiliz, Fransız ve Rus ağabeylerinin eteklerine yapışan Yunan, her zamânki amorti tâlihine kondu ve bizden kopan Girit’i kendine bağladı.

            Rahmetli Emin Bülend Serdâroğlu, aldığımız fiyata satamadığımız Girit ile Yunan’ın bu harbdeki hâline şu mısrâları yazmış idi:

            “Garb’ın cebîn-i zâlimi affetmedim seni!

            Türk’üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi!”

            

 

Yazar Hakkında:

Turgut GÜLER

Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Li­sesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversite­si Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.

İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozis­yon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen der­ginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.

1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ah­met Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yı­lında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sı­kıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzeri­ne, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.

Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmen­liği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstan­bul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.

Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.

 

Yazarın diğer makalelerinden: