Sarıkamışın  Sarı-Sarı  Karlar  Ağıtı    

Sarıkamışın  Sarı-Sarı  Karlar  Ağıtı    

Doç. Dr. Ebülfez  Ezimli *                                           

Özet

         Biz Sarıkamışlıyız; Sarıkamış bizdendir, biz de Sarıkamış’tan. 

         Ağıt deyirsen- ağıt söyleyelim, övgü deyirsen- övgü söyleyelim.  Sene söylenen ağıtlar  adi sızıltılar söylemi değil, sene söylenen ağıtlar kahramanlık koşkusudur.

         Koşku dedim, beni çekip aparan koşun koşkusu geldi gözümün önüne: koşkuya kafile de deye bilerik: kafile  bölük-bölük koşulanıp gitmedir: durnalar nasıl koşkulanıp gediyorsa, Sarıkamışda döyüş koşkusu üstinde olan alaylar da o cür koşulup giderler. Gittikce kendine bağlı olan bir ışığa belenerler: kar ışığı da o ışığa benzer: her teref aydın ve çıraklı, her taraf donmuş ve buzlaşmış: nasıl da yaraşır bu donmuş karlar Sarıkamış’a. Aynen Sarıkamış da karlara, dağlara yaraşır.

         Yüz yıl önce idi…Güzey Anadolu illerimize kara-kara yağmurlar geldi.  Sarıkamış’ta karların da rengi sarardı, taşların, çöllerin de; benizi sapsarı oldu- balasını itiren ananın solmuş benizi gibi oldu bütün düzenlerin, derelerin, tepelerin rengi. Bu akar renktir, aktı-aktı bütün Guzey ve Güney Anadolu ellerine yayıldı, Kafkaz’ı- bütün Şimali Azerbaycan’ı bürüdü; Araz nehrinden, Ağrıdağ’dan aştı -Cenubi Azerbaycan’a: İraki-Eceme-Kerkük illerine yayıldı.  

        Anam yollara çıkıb: nenem yollara çıkıp: bacım yollara çıkıp  yolunu gözleyir Sarıkamışda senger alıp sengerlenen asgerinin, asger nevesinin, asger balasının, asger kardaşının, asger yarının yolunu. 

         Anam yolları süpürür ki, balası gelecek: Sarıkamış yolları, Eğri büyrü golları,  Mendil alim süpürüm,  Balam gelen yolları (Kars bayatısı).

        Vatan Dağlarını koyup oğlun nasıl gelsin, yigit Anam? Anam, karların altında keşik çeken askerin de gerek olsun- düşman ayak açıp o dağların üstüne yürüğe bilmesin.

        Kanların da donan vaktı idi bin dokuz yüz ondördüncü yılın aralık ayı. Adeten kış tez geler Kars, Sarıkamış, Ardahan ellerine. Sarıkamışın bu kışı da belece erken geldi- Vatanı korumak için geldi: Vatan üzerine kafir duşman ayak açmakta idi. 

*Doçent Doktor. Nahçıvan Devlet Üniversitesi Tarih-Filologiya Bölümü, Nahçıvan Muellimler Enstitüsü Pedagoji-Dil-Ədəbiyyat Bölümü Öyretim Üyesi, Azerbaycan, Nahçıvan [email protected]

 GİRİŞ

         Duşmanla döyüşe hazır vaziyete gelmiştir Sarıkamış düzleri, dağları ve dereleri. Dağların sinesinde siper olan yigit dyüşçülerin şehid olma zamanları idi o zamanlar. Düşmanın canına vahime saldı bu cür ölüm.    

        Türkler için bütün zamanlarda döyüşlerde şehid olmak bir fahır olup, yigitlik simvolu olup. Sarıkamış döyüşü başka döyüşlere benzemedi. Kışın da rengi değişdi Sarıkamış’ta: payız rengine belendi kar altında kalan otlar, çiçekler de. Şehitlerin yürüşünden, düşmen önüne  sef-sef  harekatından her tarafda şafaklar saçılırdı.  

        Buralarda sarı-sarı nefesler karları da eritti, erinmiş karların akar suları Sarıkamış dağlarından yamaclara, yokuşlara, enişlere yayıldı-aktı, aktı derelere karıştı ve bütün suların rengini değişti. Anamın döyüşçü oğluna gönderdiği mektublardan da haber tutamadı dağların-derelerin akar suları. 

       Döyüşcü oğlunun halından habersiz oldu Ana.  Canım Anam, Gözüm Anam…  

        Anahtar sözler : Sarıkamış yolları, 90 bin şehıt, sarı-sarı ağıtlar                                                                                       

                                                                                                                                                

GLOOMY GLOOMYSNOWS  OF  SARIKAMIŞ

Abstract

            We are from Sarikamish and Sarikamish is ours. We would recite rhymes if you like. We would praise if you like. The rhimes we recite are not simple rhymes. They are heroic rhymes. 

      It was one hundred years ago. Gloomy and gloomy falls were coming over Sarikamish. The snowin   the fields, the rocks in Sarikamishbecamegloomy . The colour of the fields, the valleys, the hills became gloomy as the face of the mother who lost her baby. It was the sreadingcolour . It spread all over Anadolu lands. It sread all over Caucasas, North Azerbaijan. It crossed the Araz river, the Aghri mountain and spread all over IrakEjem and Kerkuk. 

      Mothers,  grandmothers,sisters ,brides stand by the roads and wait for theirsoldier sons, soldier grandsons, soldier lovers. Mothers swept  the roads that their sons would come.

      They sang songs.

                                                          The roads of Sarikamish

                                                          The cracked sides of them

                                                          I took the towel and wiped 

                                                          The roads by which 

                                                          My son is going to come

        Oh Mother  how can I leave my native mountains . They need us. We must  watch even the snow in the mountains. We must not let the enemies put a step on native mountains .

        It was Desember 1914. It was time even our blood could freeze. Usually winter comes untimely to Kads, Sarikamish, Ardahan lands. That year also winter came untimely to Sarikamish. It came to defend the land. It was the time when enemies were going to attack the Sarikamish mountains,fields, valleys were ready to fight against the enemies. It was the time when brave sons sacrificed themselves for each step of the mountains. Such bravery, such victims frightened the enemies. For the Turks it was great pride, great symbol of bravery to die for the Motherland. 

        The Sarikamish fight didn’t look like the other fights. Even the colour of the winter changed in Sarikamish. The grass, the flowers under the snow took the colour of fall. Here the gloomy and gloomy breath melted the snow. The melted snow ran down the mountains, hills, valleys and spread the fields of Sarikamish and changed the colour of running waters. Those waters didn’t even know about letters that mothers sent to their sons. Dearer of the dearests my mother you knew nothing about your fighting son. 

     Key words:  Gloomy Gloomysnows  of  Sarikamish, the roads of Sarikamish,       

                   

             

                             SARIKAMIŞ’TA  ŞEHİTLİK  ÖNCESİNE  ÖN  SÖZ                   

                       

                                   Yahut:  ANADOLU’YA DUŞMAN BASKINI  

        

         XIX. yüzyılın 70. Yıllarının ikinci yarısından Ardahan, Kars-Sarıkamış, Erzurum mahalları rus ışğalı altında idi…                                                          

       Ve  XX. yüzyıl başlar-başlamaz Osmanlı Dünyasına karşı yeni harblar 

ayak açtı. 

        Halbuki XIX. yüzyılın sonlarından beri Osmanlı özü harekete geçmeli idi–hem Balkanlardakı uğursuzluklardan dolayı, hem de Anadolu’nun işğal yerlerinden  rusları çıkarmak için.   

      Lakin Osmanlı onu yok etmek isteğen hristianların karşısında bekledi.

       Beklersen, üzerine harblar açarlar. 

       Böylece, XX. yüzyılın ikinci ongünlüğünde Batı’nın Osmanlı hakimiyetine karşı yürütülen tacevüzkar siyasetinin yeni dalğaları kalktı. Balkan savaşlarının son ucu günbegün Anadolu illerini de bürümekte-sarmakta idi. 

       Avropa  Türk milletine yeni müharibe-ışğal ‘iltifatlar’ı göstermekte israrlı idi;

      – ve Avropa’nın  Türk milletine ve bütün müselman dünyasına karşı apardığı tecavüzkar   

         siyasetinin, zept etmek ve parçalamak planının davamı olarak, Türk mekanlarına harbin- 

         selip-haç yürüyüşünün yeni kasırğaları gelirdi: 

      – ve 1914-te Anadolu yüz yıllardır Türk milletine kin püsküren kaddarlaşmış ingiliz,   

         fransız, rus, yunan  ordularının hücumlarına maruz kaldı;

       – daha doğrusu: Türke karşı müharibenin yeni ve görünür ki, son marhelesi başladı. 

        Halbuki Avropa 600 yıllık bir sürecte azad Türk-İslam  İmperiyasının azad himayesi altında idi. Bu sürecde Osmanlı devleti ırkından ve dini inancından asılı olmayarak bütün milletler için muhabbet ve sadakat kapıları açmıştır:

  • veTürklerin kayğıları altında avropalılar sosial, ilmi-kültürel inkişaf ve tarakki  bakımından kendi firavanlıkları — azadlık, özgürlük, emin-amanlık hayatları  içerisinde yaşayırdılar.

          Ve böylece, Balkanlardan uzanıp gelen harbdan duşmanın amacı  Osmanlı  topraklarının işğalını genişlendirmek idi. Böyle ki,   faktiki olarak 1914. yılın 31 Ekim’inde “Rusiya fiilen  Doğu Beyazid’in kuzeyinden sınırı geçmiştir”( Bak: Türk Genel Tarihi, Cilt 7, seh. 425). Otuz sekiz yıl idi: Doğu Anadolu’nun Ardahan, Kars, Sarıkamış: Erzurum toprakları  rusların işğalı altında idi ve ruslar daha yeni eraziler ele geçirmek kastilie müharibeni genişlendirmeğe çalışırdı. 

      Üstelik Avropanın diger en yırtıcı kuvvetleri de büyük bir üstünlükle Anadolu’ya doğru yürümekle öldürmek, müslümanları mahv etmek, onların doğma yurtlarını, toprakları ele geçirmek savaşına başladılar; ve o sıradan bir gün sonra– 1 Kasım 1914-te İngilisler de Akabe-yi bombalamakla savaş herisliklerini fiili bir duruma getirerek harp sınırlarını genişlendirdiler.

     Bu halda “İngilizler başka bölgeden–Basra Körfezi’nden de “nehirler boyunca asker  çıkarıp harekata girdiler”. Ve artık 1914-cü yılın 3 Kasım’ında Rusiya, 5 Kasım’da  ise Fransa ve İngiltere Osmanlı devletine savaş ilan ettiler.

     Osmanlı Devleti ise kendini müdafie olarak duşmana karşı savaşın rasmen 11 Kasım 1914’te başlandığını bildirdi (Bak: Türk Genel Tarihi, Cilt 7, seh. 425)  

        Durum çok ağır, kritik ve tehlükeli idi. Tekce Anadolu için değil, bütün Türk ve Müselman dünyası için karşısıalınmaz felaketler, facieler ola bilerdi. Bu ciddiyeti anlayan Padişah V. Mehmed Reşad savaş ilanından 3 gün sonra 14 Kasım 1914-te  bütün türk ve müselman alemi için “Cihad-i Ekber — Büyük Cihad” ilan etti…                   

                            

                  SARIKAMIŞ  CİHAT VE ŞEHADET  MEKANIDIR              

        

           Epigraf:        Sarıkamış Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nin batı ucunda, bir kilit    

                             noktasında  bulunan  mekandır. Türk tarihinde cahanşümul bir hadisə-

                            müharibə sedası-sesi vardır. Böyle ki, 1914. yılının Aralık ayında, 90.000  

                           Mehmetçiğin donarak can  verdiği bu  kutsal topraklardaki şehitlerimiz,   

                        Anadolu’nun her  yöresinde  söylenen ağıt ve türküler arıkamış ağıtları idi.

                      

                Biz ‘Cihad-i Kebir’–‘Büyük Cihad’ evlatlarıyık. 

           Türkün her karış toprağı Cihat mekanıdır ve her Cihat mekanı da Şehitler Yurdu-İli,  

           Mazarlar Diyarıdır. 

           Böyle mekan ve yurtlardan biridir Sarıkamış. 

           Biz bu anda Şehitler Yurdu’nda, Mazarlar Diyarı’nda—Sarıkamış’tayız. 

          Sarıkamış’ta  yurt-yuvalar da şehittir, mazarlar da.

          İsmi neden Sarı Kamış?  Vatan toprağının dosta dost, duşmana duşman sadakatından. Vatan tutkusunun simgesi anlamını veriyor: hasretin rengidir, aşkın rengidir, aşiklerin kubardan, yurt bağlılıklarından doğan rengidir; Asıl aşikler -şehitlerdir. 

         Sarıkamış da Aşk mekanı, can yurdudur- ve her kesin içerisinde canlı şekilde hekk olan rengimizin rengidir-Sarıkamış.

         Biz Sarıkamışlıyız: Sarıkamış bizdendir, biz de Sarıkamış’tan. 

         İndiyedek biz Sarıkamışla nefes aldık, Sarıkamış da bizle nefes aldı.  

         Sarıkamış’ın nefesine yetecek nefes varmı?  Nefesinden min-min nefesler kopar, yayılar Türk illerine, Anadolu illerine, Güney’li-Kuzey’li Azerbaycan illerine.

         Biş Sarıkamış uğrunda döyüşlerde şehit olanlara şehitiz, biz döyüşçüyüz. Bizim içimizden geçir bütün ağrılar, nisgiller.    

                                                Sarıkamış’ta varmısın?

                                                Urus yığmış ağır koşun,

                                                Bızım uşak açık, çıplak,

                                                Dağlarda buyudu kışın.

         Urusun ağır koşun yığıp Sarıkamış’a yürüyüşü ile uşakların (cocukların) bu sert kışda ayakyalın, başıaçık, çıplak olmasından doğan hal Büyük Cihad’ın ağır menzerelerini aydın aks ettirir: duşman diç gıcırdıb Vatan topraklarını ele keçirmeğe çalışır, Vatan cocukları  askerler gibi ac, çıplak halda böyle donan ve donduran dağların sinesine sığınıp duşmanla döyüşür. Menzereğe fikir verin: savaş-müharibe ve uşak-cocuk; savaş:  dondurucu-sert şahtalar ve  çıplak, ac uşaklar-cocuklar… 

           Bu, Türk evladlarının şanlı Cihadıdır.                                  

             Sarıkamış meşeleri de duşman ateşleri ile Cihad’da idi. Meşeler ateş saçmakla cocukların, askerlerin yolunu ışıklandırır, anlara Cihad aydınlığını gösterirdi.                                  

                                               Sarıkamış için meşe,

                                                Urus yaktı hep ateşe,

                                                Bizi koydu eli bağlı,

                                                Nere gitti Enver paşa?

       Enver Paşa ‘bizi eli bağlı koydu’- değen Ana uşakların halına işare edir: lakin ne uşakların- cocukların, ne de doyüşçülerin kolları bağlı idi… 

        Sarıkamışta şehit olanlarda daha telaş yoktur: onlar ebediyet üfüklerinde makam tutuplar. Ve Sarıkamış şehitleri şimdiki halda da Vatanın koruycurlarıdırlar. Vatan onların nefesi ile nefes alır- onların canları ile canlanır; belece, biz de o nefesin temsilcileriyiz ve biz o nefesdeyik, o nefesler de bizdedir. 

        Biz içimizin nefesini alırık—içimizde vatan ve şehit nefes alır.

        Sarıkamışda can vermeğe gelenlerin nefesi yaşayır içimizde. 

        Hasretten içimiz sarardı, dışımız sarardı, dağımız sarardı, düzümüz sarardı.

        Sarşkamış-Yer üzünde indiyedek misli-beraberi olmayan bir Dastan oldu.

        Geleni var bu mukaddas yurdun, gideni var: doğulanlarla dünyadan göç edenlerden başka bir de şehit olup şehitlenen sakinleri var bu yurdun ve bir de sağ iken şehit olanları var: ve bir de şimdi Sarıkamış’ta şehit olmağa hazır olanlar var ve böylece Sarıkamış’ta yaşamakda olanlar da şehitlerdir.

        Biz Sarşkamış’ın her Mekanındayız–düzeninde, dağında, deresinde, yamacında, obasında, yaylasında keşik çekirik.

         Növbeni deyişmeye geldik Sarıkamış’a. Aslinde bütün növbetler bu yurtta can heykeline dönen Mehmetçiklerindir. 

        Yolunu gözleyenlerin var, mehmetçik kardeşim: anan gözlüyor yolunu, oğlun-kızın gözlüyor yolunu, bacın gözlüyor yolunu, sevgilin gözlüyor yolunu: gelinbacı gözlüyor yolunu.

         Şehit kardeşim, Ananın ağlar gözleri görür iken, hasretten görmez oldu; bacın sevgilisine ‘He’ demek için seni gözledi-bekledi; sevgilinin siyah gözlerine beyaz geldi, kalbinde dügünler yarandı, bağrına dağlar çekildi, sinesi çapraz dağlandı: halen yolunu gözlüyor. Anam yolunu gözleye-gözleye yollara döşendi, gelenden-gidenden seni haber alır, sesine ses verenmi var, sorğusunu duyanmı var? ‘Gedip-gelen yolçular’ ne söylesin, nasıl söylesin?

           

                                                Ben bir ördeğ olaydım, 

                                                Yol üstüne gonaydım,

                                                Gedip gelen yolçudan

                                                Ben balamı soraydım.

           

            Her gözlenen gelip çatar, her hasret öz  Makam’ını bular. 

            Sene Mekan ve Makam ne lazım? Mehmetçiyim benim! 

            Sen ele Mekan ve Makamın ta kendisisin; sen kendi yurt-yuvandasın;

      sen yurduna kovuşupsun- yurdun da sana. 

            Anamın ve gelinbacımın hasretinden dağlar da dondu, karlar da. 

            Dağlar dondusa-seni kendinde saklamak için dondu.

            Dağlar da dondu, anaların kalbi de.

                   Soğanlı dağı nasıl, haber verirmi? Haberi kendinde besleyir Soğanlı dağı. Donan tekce Soğanlı dağı degildi. Hasret de dondu,  hasreti besleyen kalpler de:                                   

                                                Soğanlıda soğan olur,

                                                Kar tipisi boran olur,

                                                Urusu bozgun görenler

                                                Anasından doğan olur.

          

        Soğanlı yaylağı da dondu. Soğanlıda soğan olur, ama tepesindeki karlardan, borandan neler kurtula biler?  Dağın dağ korumasından bütün canlılar da dondu. Duşman bağrını yaran ele oğullar oldu ki, urusu bozğuna saldı. Şehit olan dağın-daşın her yönünde bir şehit oylağı var. Bu şehitlik- Vatan’ın döyüşe yetişen oğullarına yeni güc verdi ve bu gücden mağlup olan urus bozğuna uğradı.

         Böylece, sert kışın dondurucu nefesinden de güc alan Mehmetçik duşman karşısında siper oldu, can koydu. 

         Bardız  Deresi de hayretten kan ağladı. Bu nasıl bir vasfdır, söyledin, anam menim? Çil Horoz dağı salında nişanlı kızlar layla sesler–ağıt söğlerler:

                                               Bardız Deresi kan çağlar,

                                               Analar ciğerin dağlar,

                                               Çil Horoz dağı salında

                                               Nice nişanlılar ağlar.

             Analar ağladı, dağlar ağladı: nişanlı kızlar ağladı, ağ duvaklı gelinler ağladı.

             Donmak- daş olamak oldu dağlar için: dağın daşı arttı, kayası artdı, sengeri artdı, sengerinde tüfengi sinesinde açılmağa hazır olan keşikçinin nefesinde buz dondu. Nasıl mahrem bir don’uş idi- bütün  kalblerde Vatan heykeli dikeldi. 

             Analar dondu, gelinler dondu, sevgili yarlar dondu. 

             Asker dondu-daş oldu, dağ oldu. Allahuekber dağı bir az da ucaldı, büyüdü.

                                              Çadırlar dağa kuruldu,

                                              Hücum borusu vuruldu,

                                              Bir Sarıkamış uğruna

                                              Doksan bin fidan kırıldı.

        

          Tekce 90 bin Mehmetçik donmadı: 90 bin ana da dondu, doksan bin gelin de dondu, doksan bin hasretli nişanlı da dondu, doksan bin bacı da dondu, 90 bin kardeş de. 

          Bes karlar neden dondu?  Karlar dondusa-dağlara, yurt-yuvalara beyaz-ağ geğindirmek için dondu. Sene ağ ışığı getirdi karlar. 

         Karların başka renkleri de var: karların kırmızı renkleri de var.

         Ağdan üstün renkin de varmış: kırmızıya büründün. Kırmızı reng canımızın rengidir: senin aşkından canımıza kırmızı-kırmızı ışıklar da aktı. 

         Bes bu sarı renklerin nedendir?  Sarı renklerin  Ağıt renkidir: hasretin yanan renkidir, nisgilin talaş renkidir

        Şehit kardeşim, Pes ananın sana goştuğu-söylediyi ağıt’ın ne rengidir? Senin ağıtın Vatan rengidir: Vatan renginin sayı-hesabımı var? Vatan renginin üç bin rengi var: her rengine de üç bin şehit can koydu. 

          Türk için Vatan rengi hem de Kefen rengidir.   

          Mehmetçiğim benim, Sana kefen ne lazım? Sen ele kefenin özüsün- toprağı, taşı bürüdün. 

         Yurduna kovuşupsun:Yurdun mübarek, şehit kardaşim! 

         Şehitliğe kovuşupsan: şehitliyin mübarek!

         Ağıt deyirsen- ağıt söyleyelim, övgü deyirsen- övgü söyleyelim. 

        En iyisi, Vatanın müdafiesine Seferberlik için, Sarıkamış Harekatı için söylenmiş ağıtlı övgülerden bir düzüm söylüyelim: 

                                        

                                            Gadanı alayım eşe,

                                           Tekerim dayandı taşa,

                                           Seferberlik ilan etmiş,

                                           Elini öpüyüm, paşa.

            

          Bu, Vatana sadakat ve can sadakası övgüsüdür: ana ona göre eşe’nin gadasın alır ki, eşe Vatanı korumağa gedir; 

         tekeri daşa dayandı: yani dinc hayatı dayandı.

         Paşa ne güzel paşadır: seferbeylik ilan etmiştir: bunun için ‘elini öpüyüm paşa’ söylüyor.

      Çünki Vatanın ve milletin müdafası için mukaddas-kutsal Savaş başlamıştı: bu, ölüm-kalım savaşı demek idi. Zafer ölümle gelecekse-ölümün mübarek olsun, Mehmetçiğim benim! Zafer yalnız seninledir. Senin zaferin için-Vatanın zaferi için Padişah V. Mehmed Reşad 14 Kasım 1914-te –savaşın ilk gününden halka, askerlere müracaat etti. Müracaatta neler değilirdi? Müracaatta “Padişah eskerlerden “Dinimize ve vatanımıza kasteden düşmanlara açtığımız bu mübarek gaza ve cihat yolunda bir an azim ve sebattan, fedakarlıktan ayrılmamalarını” istiyordu.  

        Bütün Müslüman dünyası cihada çağırıldı: bu çağırış Osmanlı Devletinin  Müslüman ölkelerinde ne kadar büyük etimada, nüfüza malik olduğunu da gösteriyordu.      

        Padişah emin idi: ona emin idi ki, büyük Türk-müslüman dünyası ona karşı kaldırılan bu haçlı savaşından zaferle çıkacak. Saferber edilenlere ve bütün Osmanlı askerlerine bu etimat tesadüfi değildi. Padişah V. Mehmed Reşad Osmanlı ordusunun dövüşçülerini “dünyanın en sebatlı, fedakar askeri” adlandırırdı. Ve sözsüz ki, devletin ve cihada davet edilen “300 milyon Müslüman halkın hayat ve bekası onların ( dünyanın en sebatlı, fedakar türk askerlerinin-E.E) muzafferiyetine”(Bak: Genel Türk Tarihi. C. 7. Ankara, 2002,seh.425) bağlıydı.        

         Seferberlikle bağlı koşulan kokçularda inam, güc, sarsılmaz irade ifade edilir:

         Ananın söğlediyi şu övgüde ne kadar güclüdür zafer inamı: 

                                                  

                                                    Çantasın alan savuşsun,

                                                    Hasreti olan kavuşsun,

                                                    Burda oğlumu eğleme,

                                                    Sefer ağzında döğüşsün.

        

          Bu söylem hem de Ana’nın mükaddas savaş çağırışıdır:  döğüş çantasını alan dayanmasın- yola düşsün. Kimin ki hasreti var- kovuşsun hasretine. Vatanın yurt-yuvalarının hasretine kovuşmak için yola çıktılar mehmetçikler. Ana söyleyir: ‘burada oğlumu eğleme’: goy gidip ‘sefer ağzında döğüşsün’: bu adi çağırış degil, ‘Cihad-i Ekber’ seslenişi, zafer çağırışıdır– zafer uğruna mücadile çağırışıdır. 

        Ana dörd oğlunun dördünü de döğüşe yola saldı: zafer kazanacak dörd oğlun anası Vatan kahrine qoşku koştu: 

                                                   Elif bekar Cennet bekar,

                                                   Acemim talime çıkar,

                                                   Dört oğlum sefer ağzında,

                                                   Topalım kahrımı çeker.

        

          Burada ananın dörd oğlunun zafer seferine çıktığını duyuruk.

          Vatan’ın zafer Vatenidir: Türk vatanı esir olmuyup hiçbir zaman. Canında Vatan sevgisi olanların toprakları asarette kala bilmez.  zafer bayrağını  

         Ey Büyük Türkün Büyük Şehiti, Sene söylenen ağıtlar  adi sızıltılar söylemi değil, sene söylenen ağıtlar kahramanlık koşkusudur. 

         Koşku dedim, beni çekip aparan koşun koşkusu geldi gözümün önüne: koşkuya kafile de deye bilerik: kafile  bölük-bölük koşulanıp gitmedir: turnalar  nasıl koşkulanıp gediyorsa, Sarıkamış’da döyüş koşkusu üstinde olan alaylar da o cür koşulup giderler. Ve o döğüş alayları gittikce kendine bağlı olan bir ışığa belenerler: kar ışığı da o ışığa benzer: her teref aydın ve çıraklı, her teref donmuş ve buzlaşmış: nasıl da yaraşır bu donmuş karlar Sarıkamışa.

         Aynen Sarıkamış da karlara, dağlara yaraşır.

         Yüz yıl önce idi…Güzey Anadolu illerimize kara-kara yağmurlar geldi. 1914-cü yılın kışı daha soğuk ve dondurucu oldu.

          Sarıkamış… Sarıkamış: har tarafi bela sardı-elem sardı. Gönüllerin al kanları da sarardı: ağıtlar da sarardı, ağappağ karlar da sarardı; askerlerin nefesleri de sarardı; kalplerdeki hasret de sarardı: hasretin sesi de gelmedi, sözü de. 

          Analrın sesleri de boğuldu, nafesleri de. Ağıt söylediler-nafes-nafese, ses sese, söz söze. Sözler de sarardı, nafesler de, sesler de. Har taraf bağlandı-kapandı: tekce anaların kalbine sızılıp giden ağıtlar ağıtlandı. Ağıtla hasretine taskinlik verdi analar: anaya mahrem oldu ana ağıtları; ağıta ağıt kattı anaların laylası: oyle bir layla ki, oğul harada uyuyurr-uyusun, koşup gelecek anasının ninnisine, seslemesine, sözlemesine. Anaların kalplerinden şırımlar açıldı: donmuş kanların akıp gelmesi için.

       Ağıtlarla kapanan yollar da açıldı: gönüllerin kubarı da. Neye bağlandısa-ışıklandı, neye sığınmışsa-kendini gördü Ana. Anam Tanrının Rahmetine sığındı: asker balasının — kar üstünde ve kar altında daşa dönüp kalan döğüşçü oğlunun şanına vasflar söğledi.  

        Nenelerin, Anaların, Gelinlerin söylediği Ağıtlar dağlara ses saldı, ormanlara ün saldı, gönüllerin gögnetti:

                                              Sarıkamış al kan oldu,

                                              Zalım Urus murat aldı,

                                              Kimsesiz kız, dul gelinler

                                               Kara giyip saçın yoldu.

        

        Facienin en kara-siyah renkidir bu söğlem: Sarıkamış’da o kadar kanlar akıp ki, her taraf al-kan içindedir: demek ki, döğüşler en sert bir hal alıp: duşmanla  vuruşun al kan renkine bürünmesi  de bir vasıftır. Mehmetçikler duşmanla ölüm-dirim savaçına girip, duşmana kan uddurub, kendi al kanını akıdıp.                                                 

        Türk askeri tarihen en yüksek keyfiyetlera malik olan asker olup, şimdi de bu ali gücdedir. Sarıkamış çihadı döneminde de bu böyle idi.

        O zamanlar Alman Askeri heyeti’ne mensup subayların raporunda türk askerinin şücaetli bir tavıra malik olduğu gösterilirdi. Karargahta kurmay görevi yapan Alman Albay Von Kressentein  böyle yazıyordu: ‘Türk ordusunun erleri haddızatında mükemmeldi. Tab’an bir çok askeri meziyete sahip olan Anadolulu, mükemmel, cesur, kanaatkar, gözürek, dayanıklı, itaatli, mütevekkil ve sadık bir asker idi” (Genel Türk Tarihi. C. 7., 2002, seh.427)

         Lakin hoş olmayan vaziyetler de vardı.

         Bununla birlikte, hemin raporda Alman Albay Von Kressentein ülkenin genel durumu ile alakalı eksiklikleri de dikkat çekir ve böyle yazırdı: “Türk halkının çoğu ve dolayısıyla askerleri iyi beslenmemişti. Bundan dolayıdır ki:  vücutca iş  görme kabiliyetleri ve hastalıklara mükavimeti, bir kuzey memleketlisine nazaran çok daha azdı” (Genel Türk Tarihi. C. 7., 2002, seh.427).

        Sarıkamış’a ölüm kar renginde geldi:kar rengi beyaz rengdir; demek: Sarıkamış’a ölüm beyaz rengde geldi: beyaz reng genglerin en ışıklısıdır: beyaz rengli ölüm–Cennet ölümüdür; Cennet ölümün mübarek, asker kardeşim. 

         Bir de bir siyah ölüm var: siyah ölüm-Cehennem ölümüdür: kafirin ölümüdür; Türk vatanlarına hücum edenlerin ölümüdür-Cehennem ölümü. 

          Sarıkamış’ta karların da rengi sarardı, taşların, çöllerin de; benizi sapsarı oldu- balasını itiren ananın solmuş benizi gibi oldu bütün düzenlerin, derelerin, tepelerin rengi. Bu akar rengdir, aktı-aktı bütün Güney ve Guzey Anadolu ellerine yayıldı, Kafkazı- bütün Şimali Azerbaycan’ı bürüdü; Araz nehrinden, Ağrıdağ’dan aştı -Cenubi Azerbaycan’a- İraki-Ecem’e –Kerkük’e yayıldı. 

         Anam yollara çıkıb: nenem yollara çıkıp: bacım yollara çıkıp  yolunu gözleyir Sarıkamış’ta senger alıp sengerlenen  askerinin, asker nevesinin, asker balasının, asker kardaşının, asker yarının yolunu. 

         Anam yolları süpürür ki, balası gelecek:                                                                              

                                         Sarıkamış yolları, 

                                         Eğri -büyrü golları, 

                                         Mendil alim süpürüm

                                         Balam gelen yolları (Kars bayatısı).   

         Vatan Dağlarını koyup oğlun nasıl gelsin, yigit Anam? Anam, karların altında keşik çeken eskerin de gerek olsun- düşman ayak açıp o dağların üstüne yürüğe bilmesin.

         Daha neler söğledi anam?:

                                            

                                              Yazı yazdım garadan,

                                              Dağlar galhsın aradan,

                                              Ya rebbim, sen kovuşdur-

                                              Yeri-göğü yaradan.  

        

       Bu, mehmetçiği bekleğen  ananın, gelinin Allah-Teala’dan hasretli isteğidir:  bu sıdk yürekle söğlenen hasret duasıdır: ve bu öğle bir istektir ki, onun çağırışından,  ahenginden – sesinden dağlar-taşlar da rahme geler. 

         Hasret gidenlerin dualarında bembeyez dağların ağaçları da öz yeşil renkine döner.

         Yazı kara-siyah renklidir.

         Bu nasıl sözdür: dağlar nasıl kalksın aradan? 

          Dağlar kalkmaz—onun  eli var, obası var, yurt-yuvası var, yeri var-gögü var, deresi var- yokuşu var, yaylası  var, dereye akıp giden ayna bulakların suları var.

        Daha neler söylemedi anam? Sesli söyledi, sessiz söyledi; sözlü söğledi-sözsüz söğledi; hıçkırıklarla söğledi, feryadla söğledi: içinde sesini boğdu, içinde sözünü boğdu: ağladıkca içinden-kalbinden kara-kara kanlar aktı: kurumuş kalpden kanlı yaşlar süzüldü, sızıltıya aktı: kurumuş budakları kurumuş ağaçlara benzedi ananın halı. 

             

                                           Mektup yazım bilesin,

                                           Ohuyasın, gülesin,

                                           Bu mehtubun üstüne

                                           Durmuyasın, gelesin.

            Kanların da donan vaktı idi bin dokuz yüz on dördüncü yılın aralık, bin dokuz yüz on beşinci yılın ocak  ayı. Dünyanın azğınlaşmış yırtıcıları Anadolunu parçalamak, asaret altına salmak için bütün kuvvelerini saferber etmişler: ama Türk saferberliğinin karşısında tap getire bilmediler: ölenleri öldü, kaçanları kaçtı.

            Adeten kış tez geler Erzurum, Kars, Sarıkamış, Ardahan illerine. Sarıkamışın bu kışı da böylece erken geldi- Vatanı korumak için geldi: Vatan üzerine kafir duşman ayak açmıştır. Duşmanla dövüşe hazır vaziyete gelmiştir Sarıkamış düzleri, dağları ve dereleri. Dağların sinesinde siper olan yigit döyüşçülerin şehid olma zamanları idi o zamanlar. Duşmanın canına velvele, vahime saldı bu cür ölüm. Türkler için bütün zamanlarda dövüşlerde şehid olmak bir fahır olup, yigitlik simvolu olup. Sarıkamış döyüşü başka döğüşlere benzemedi. 

          Kışın da rengi değişdi Sarıkamışta: payız rengine belendi kar altında kalan otlar, çiçekler de. Şehitlerin yürüşünden, düşmen önüne  sef-sef  harekatından her tarafda şafaklar saçılırdı.  Buralarda sarı-sarı nefesler karları da eritti, erinmiş karların akar suları Sarıkamış dağlarından yamaclara, yokuşlara, enişlere yayıldı-aktı; aktı -derelere karıştı ve bütün suların rengini değişti. 

          Ana sonrakı vasıflarında ne diyor? Anam daha neler demedi:          

                                              

                                              Pencereden kuş uşdu,

                                              Mendilim suya düşdü,

                                              Ağla, gözlerim ağla,

                                              Ayrılıh bize düşdü.

 

           Bacın neler söyledi? Mektubunu aldınmı? Aldınsa, cavab niye yollamadın? Ne kendin geldin ne de cavap mektubun. Bu dağ o dağlara benzemez, bu dağın ardı haş-haştır: yaz gelip-bahar renkleri dağü bürüyüp: ancak bu renklerin alt renginde de bir renk var: gözleyen gözlerin renkidir: hasretin sararmış ağıt rengidir:

 

                                              Bu dağın ardı haş-haş,

                                              Haberin alım, gardaş,

                                              Mehtub yazdım, yolladım,

                                              Geldi deydimi, gardaş.

    

        Sözüne kurban, hasretli bekleyişine kurban, bacım! Kana-kan döyüşünde kardeşinin macalımı vardı sene cavap yazıp göndersin. Döğüşçü kardeşin canını sizlere tapşırdı, Vatana feda etti.

                                              Gardaş benim neliğim,

                                              Yahamda iyneliğim,

                                              Köçende köçüm gardaş,

                                              Gonanda kölgeliğim.

         

               (Söyleyen Günnaz- Kars, Aynalı köyü. Bak: Caferoğlu, A. -1995.  seh. 153-154).

         Sarıkamış’da döyüşen kardaşa ne güzel vasf söyleyir Bacısının deyanet de kalbe ferah getirir                                      

        Anamın döyişçü oğluna gönderdiği mektublardan da haber tutamadı dağların-derelerin akar suları. 

        Anam oğlunun özünü göremeyeceğini anladı… umudu mazarı görmeğe kaldı:

                                                

                                                  Ben bir ördeğ olaydım, 

                                                  Yol üstüne gonaydım,

                                                  Gedip gelen yolçudan

                                                  Ben balamı soraydım.

        (Yazıya alan Hasan Günbüz: bak. Aydın, Nurhan. Sarıkamış harekatı. İstanbul, 2002: seh.108).

         Balan gele bilmezdi, anam benim: Vatana mazar oldu- yazıldı Sarıkamış dağlarının uca-uca karlı tepelerine. Mazarın übarek, Mehmetçik kardeşimiz! 

         Mazarmı isteğirsen, mazlum anam? Dağ mazar- dere mazar, eniş mazar- yokuş mazar, yaylak mazar-oylak mezar, bütün toprak mezar; yer-gök mazar. Bilirim, şunlar yetmez sana, menim anam. Anam, biz mazar değilmiyik? Mazar ele bizim içimiz değimli? -besleyirik içimizi—şehit içimizi: içimizin sesidir, sözümüzün sözüdür Sarıkamış şehitleri. 

          Uca Allah’ımızın rahmetine kovuşdular, İnşallah!  

          Döyüşcü oğlunun halından habersiz oldu Ana.  Canım Anam, Gözüm Anam…  

Mehmetin canını can sevgilisi Vatana verdi…Canım Vatan, gözüm Vatan…

Canım Anam, gözüm anam.

        

                                   ÖNCE’ĞE DAHA BİR ÖNCE

      

      Sarıkamış  mahalına çatar-çatmaz bizi kalın-kalın karlar, lal ve sakitce gökneden dondurucu şahtalar karşıladı: bu karlar sanki Sarıkamışın yorğanı idi- şehitlerin üstüne çekilmiş-örtülmüşdür.

      Sarıkamış menzereleri sanki sakit ve en eminli bir cennet menzereleri idi. Bene  öyle geldi ki, ruhlar uçuşur- çünki sakit ve sessiz bir halı var bu yerlerin- ruhlara yaraşan bir sakitlik ve eminlik.

      Biz Saarıkamışa çatar-çatmaz bizi yamyaşıl, gömgök çam (şam) ağaçları karşıladı: ele bildim şehitlerin ruhlardır böylece mağrur ve vugarlı durup, keşik çekirler.

Çam ağacları yüz yıl bundan öncesi aekerler ve cocuklar-uşaklar nasıl növbede durmuşlarsa,- indi de o ağaçlar elece növbede idiler.

Bu ağaclar şehit olan mehmetçıklerden kalan nişanelerdir- keşık çekirler…  

            Sarıkamış!  Cihat  ve Şehadet mekanlarından biri.

            Sarıkamış! Vatan’ın en pak ve mukaddes anma yurdu.      

            Rengimiz -Sarıkamış rengi; sözümüz- Sarıkamış sözü…                                              

                 

                                            Kaynakça

            1.http://www.webilgi.com/kars/10329-karsin-gelenek-ve-gorenekleri-manileri. html#ixzz28sutm1ze 

            2. Caferoğlu A. “Doğu  İllerimiz  Ağızlarından Toplamalar”. Türk Dil Kurumu Yayınları-62.  II Baskı, Ankara: 1995.

            3. Genel Türk Tarihi. C. 7. Ankara: 2002:

            4. Aydın, Nurhan. Sarıkamış harekatı. İstanbul, 2002: seh.108.

 

                                                    

 

 

Yazar
Ebülfez EZİMLİ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen