Zaho/ Dohuk: “Bir Fail-i Meçhul mü, Yoksa Meçhul-ü Fail mi?” 

Şekspir’in sokaktaki insana kadar yansıyan ünlü tiradıdır, unutmak ne mümkün: “Olmak ya da Olmamak, İşte Bütün Mesele Bu (To be or not to be). Sanıldığının aksine uzun süre kafatasına bakarken değil de Hamlet’in kendi halinde coşarken söylemiş olduğu ünlü tiradın giriş cümlesidir, bu güzel tümce. Hamlet, Ophelia ile karşı karşıyayken, kafatası sahnesi, Ophelia’nın cenazesinden hemen öncedir ve aralarında sadece 2 perde vardır. Hamlet oyun içerisinde kafatasına bakıp alas poor Yorick(ne yazık ki, zavallı Yorick!) çıkışını yaptıktan sonra, o bildiğimiz, dillere pelesenk olan meşhur, “to be or not to be”’yi patlatmıştır. Hâlâ da patlatmaya devam etmktedir. İşte o bakış, işte o an, yaşamın tınısı, bir an da “Olmak ya da Olmamak” tan “Ölmek ya da Ölmemek” e evrilir. Evet Sevgili Okurlar, “İşte bütün mesele budur”, hayatın acılarına göğüs germek mi, yoksa hepsini bırakıp gitmek mi? Ya da-ya da ne bileyim, “Her şeyi bırakıp kaçıp gitmek mi?” Yani? Yanisi şu: Bu dünyadan mutluluk ummaktansa bildiğimiz dünyanın acılarını tercih etmemiz hep bu mechuliyet yüzündendir … Herkesin bildiği ama bir türlü konduramadığı yalın gerçek de bu değil mi? Bütün bunları ne için söylüyorum, Sevgili Okurlar, Kuzey Irak’ın Dohuk kentinde Zaho ilçesinde yaşanan bizleri benzer düşüncelere sevk eden nedeni bilinmez bir eylemden dolayı.  Bu kadar sanatsal derinliği bir kenara bırakıyorum. Bir başka deyişle “Zaho/Dohuk Olayı” “Bir Fail-i Meçhul mü, Yoksa Meçhul-ü Fail mi? Irak’ın Dohuk vilayetinin Zaho ilçesinde 20 Temmuz 2022 Çarşamba günü bir dere kenarına yapılan saldırıda 2’si çocuk, üçü kadın toplam 9 kişinin hayatını kaybetmesi ve 23 kişinin de yaralanması olayı. (1) Hemen arkasından Bağdat’taki Türk Büyükelçiliği ve Musul’daki Türk Başkonsolosluğu önünde toplanan protestocular Irak’ın kuzeyindeki saldırıyı kınamanın ötesinde açıkça Türkiye’yi hedef göstererek, Türk bayrakları yakarak nümayişlerinin şiddetini arttırmıştır. Hele Kerbela kentinde sadece Türkiye protesto edilmeyip, göstericiler Türk bayrağını ateşe verdikleri gibi, Türk şirketlerinin kapatılacağını da öfke bulutları içerisinde haykırmışlardır. Türkiye içerisinden de ateşe odun atmaya devam eden odaklar olayların bir türlü durulmamasından birinci derecede sorumludurlar.  Bu cümleden olmak üzere Halkların Demokratik Partisi (HDP) ‘nden yapılan açıklamada yangına benzinle müdahale edici aşağıdaki ifadelere yer verildiği görülmektedir:

“Sivil yerleşim alanlarını bombalamak insanlık ve savaş suçudur. Türkiye, bunu yasaklayan uluslararası sözleşmelere de doğrudan taraftır. Tarihe ikinci Roboski katliamı olarak geçecek olan bu katliamdan iktidar siyasi ve hukuki olarak sorumludur. Bu katliam aynı zamanda başka bir ülkenin egemenlik alanına da saldırı anlamına gelmektedir.”

“Birinci Roboski Olayı” 29 Aralık 2011 tarihinde şimdilerde FETÖ tarafından yapıldığı ayan beyan anlaşılan Uludere’de yaşanan o hazin olayı anımsadınız sanırım. Bu arada söyleyelim, Uludere denilen yerin karşısı PeKaKa’nın“Haftanin” kampıdır. Hendek olaylarında, görülmüştür ki, PeKaKa ön sıralarda hep çocukları kullanmış, “Suriye PeKaKası” PeKaKa/KaCeKa’nın kaçırıp, kamplarda yetiştirdiği binlerce çocuğu kendi kirli amaçları için kullanmaktadır. 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme 18 yaşından küçükleri çocuk olarak tanımlamaktadır. ABD’nin Haziran 2016 yılında yayımladığı İnsan Ticareti Raporu’nda da terör örgütü PeKaKa’nın Suriye kolu PYD/YPG’nin 15 yaş altı çocuklar dâhil erkek ve kız çocuklarını örgüte eleman olarak temin etmeye, kullanmaya ve onları eğitim kamplarına götürmeye devam ettiği kaydedilmiştir. ABD’nin Temmuz 2015 yılında yayımladığı İnsan Ticareti Raporu’nda, Türkiye ve ABD’nin terör örgütü olarak kabul ettiği PeKaKa’ya çocukların katıldığı belirtilmiş; ayrıca, Kürt kökenli çocukların kaçırıldığı veya PeKaKa’ya katılmaya zorlandıkları ifade edilmiştir. (2) Bunları unutmayalım, sevgili okurlar. Bütün bunlardan sonra demem odur ki, Zaho/Dohuk doğrudan Türkiye’yi hedeflemiş bir provokasyondur. Kapalı kapılar arkasında, örgütlendirilmiş, yer ve zaman bakımdan enjekte edilen bir servis işidir. Stratejinin kuvvet, zaman ve mekân unsurları hinlikle kullanan bir dolaylı tutumdur.  Bir önemli noktanın da altını çizelim, “Bir bölgenin uluslararası hukukta savaş bölgesi olarak tanınması için orada iki devletin savaşıyor olması şart değildir.” Evet bölge tam anlamıyla bir savaş bölgesidir. Öte yandan bu durumda yurt içerisinden çıkan çatlak seslere ne buyrulur. Her şeyden önce Diyarbakır Barosunun Türk Silahlı Kuvvetlerini suçlayan açıklamasıdır. Diyarbakır Barosu sosyal medya hesabından yaptığı aşağıdaki skandal paylaşım açıkça göstermektedir ki, kendisine verilen rolü bihakkın oynamayı üstlenmiştir, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliği ile yakından uzaktan hiçbir bağlantısı yoktur:  

“Kürdistan Federal Bölgesinin Zaho ilçesinde TSK’nın bombardımanıyla, içlerinde çocukların da olduğu siviller hayatını kaybetmiştir. Roboski’de olduğu gibi söz konusu Kürtler olunca insancıl hukuk değersizleşiyor. Yaşamını yitirenlerin ailelerine ve Kürdistan’a başsağlığı diliyoruz.”(3) ifadeleri başta Diyarbakır anneleri olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan hemen herkesi derinden yaralamış, sırtından hançerlendiğini derinlemesine hissetmiştir. 

Zaho / Duhok’taki saldırının ardından oyunu kuralına göre oynayan, Ankara merkezli politikalar üretme konusunda oldukça mahir Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada sivillerin hayatını yitirdiği saldırı kınanmıştır. Açıklamada, Türkiye’nin sivilleri hedef alan her türlü saldırının karşısında olduğu belirtilerek “Terör örgütü kaynaklı olduğu değerlendirilen bu gibi saldırılarla ülkemizin terörle mücadeledeki haklı ve kararlı tutumunun hedef alındığı kıymetlendirilmektedir.” ifadelerine yer verilmiştir. (4)

Saldırı sonrası Ankara’ya sert tepki gösteren Irak hükümeti, maslahatgüzarını geri çağırmış, Türkiye’ye de Irak topraklarındaki güçlerini çekmesi çağrısında bulunmuş olmasıdır. Irak Başbakanı Mustafa El Kazımi, Kuzey Irak’taki topçu saldırısından Türkiye’yi sorumlu tutmasıdır. Saldırı sonrası Irak’ta ulusal yas ilan edildi, Türkiye’yi suçlayan Başbakan Mustafa El Kazımi karşılık verme hakkını saklı tuttuklarını da söylemeden edememiştir. Bağdat Rejimi, daha doğrusu Bağdat Rejimi içindeki İran paralel devleti ise saldırıyla ilgili olarak hemen Türkiye’yi suçlamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ve Reisi’nin buluştuğu Tahran Zirvesi’nin hemen ertesinde şunları söylemek zorunda kalmıştır. “Madem Türk Ordusu bizim topraklarımızda bulunmasın” diyorsunuz, o zaman ülkeniz sınırları içinde PeKaKa’nın barınmasına engel olun, devlet olmanın gereğini yapın. Bunu da yıllardır yapmıyorsunuz, bu filmi defaatle gördük. Gelişmeler üzerine Türk Dışişleri Bakanlığının yapmış olduğu açıklamasında Iraklı yetkililere, “terör örgütünün söylem ve propagandasının etkisi altında kalarak açıklamalar yapmama” çağrısında bulunulmuştur. (5)

Provakatif olduğu açıkça belli olan bu saldırıyla Türkiye açıkça suçlanmıştır, medyanın tüm kirli oyunlarıyla karalanmaya çalışılmıştır. Türkiye bilinçle ve net bir biçimde hedef gösterilmiştir. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Türkiye’nin elinde provakatif bu olayı yalanlamaktan başka geçerli dokümante edici herhangi bir kart bulunmamaktadır. Evet, Sevgili Okurlar, Türkiye’nin elinde şartlanmış kötü bir Avrupa kamuoyunu ikna edecek, inandıracak bir belge olmamakla birlikte, kamuoyunun sağduyusu göstermektedir ki, belki şimdilerde belgelerden ziyade, herkes tarafından kabul gören bulgular bunları açıkça ortaya koymaktadır. Bütün yerküre bilmektedir ki, Türkiye hiçbir zaman sivillere yönelik böyle bir saldırı gerçekleştiremeyeceği gibi, tam bir Mevlâna yaklaşımı ile sığınmacılara kucak açan, tüm olumsuzlara karşın onları bünyesine alması gerek Latin Amerika gerekse Pasifik ve Uzak Doğu Ülkeleri tarafından takdirle karşılanmaktadır. Ezcümle Türkiye’ye ve Türk halkına karşı bilenmiş, şartlandırılmış Avrupa kamuoyu hariç tüm dünya Yunanistan’ın Adalar Denizindeki sığınmacı teknelerini iten batıran insanlık dışı suç teşkil eden tavırları çerçevesinde Türkiye’ye olumlu bir biçimde takdir etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası hukuka uygun bir şekilde terörle mücadelesini sürdürdüğü gibi, provakatif bu eylem karşısında Türk Silahlı Kuvvetlerinin insancıl duruşu, bugüne kadar sivillere yönelik herhangi bir saldırı yapmadığı gibi yapanları da adaletin önüne çıkarmasını bilmiştir. Bir gerçeği bütün çıplaklığıyla ifade edelim, birçok saldırının hedefi olmasına karşın ne MİT’in ne de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sivillere yönelik bir saldırısı olmamıştır. Eğer öyle olsaydı, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ordumuzun bu kadar uzun süre kalabilmesi mümkün değildi. Yani Türkiye doğru yoldadır. Irak savaş içinde savaşı yaşamaktadır. ABD, Irak’ı işgal ettiğinden bu yana Güneydoğu komşumuz Irak bir türlü istikrara kavuşamamıştır. Irak’ta maalesef Şiiler bir tarafta, Sünniler diğer tarafta Kürtler ise lider kadronun ABD’ye yakın duruşları nedeniyle oportünist tavırları bölge insanını çileden çıkarır bir durumdadır. O kadar ki, eğer durum “böyle giderse”, yaşanacak şey, salt bir “ayrılık” değil, aynı zamanda çok kanlı, çok karanlık dehşetli bir katliamlar silsilesi, bir boğazlaşma, etnik temizlik endişe ve kaygısı kendini belli etmektedir. Bölgenin karşı karşıya olduğu tehlike, aynı toprağı, aynı kültürü ve dini yüzyıllardır paylaşmaktan gelen derin bağları böylesi korkunç bir sona doğru gidişidir. Bugüne dek dökülen binlerce insanın kanı ve yaşanan büyük ruhsal savrulmalar çatırdamaya başlayan bu bağı büyük bir tahribata uğratmaya başlatmıştır. İşte tehlikenin boyutu bu raddelerdedir. 

Bütün bunlardan sonra söylenilenebilir ki, olasılığı yüksek üç seçenek irdelenmelidir. Bunlardan birincisi İran etmeni, ikincisi İran’daki güçlü Astana çıkışı karşısında PeKaKa’nın harekete geçirilmesi faktörü ve üçüncüsü de olası bir kaza ihtimalinin olasılığıdır. 

Tahran buluşması hem Rusya lideri Vladimir Putin hem de İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile bir konsolidasyon, ilişkilerin sağlamlaştırılması ve pekiştirilmesi zirvesi olmuştur. İran’a karşı güven erozyonu bu toplantıyla durmuş, ilişkiler güçlü bir biçimde perçinlenmeye başlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında Elburz Dağı eteklerindeki Tahran Zirvesi kötü gidişata dur demesini bilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Ukrayna’da arabuluculuk girişimi çerçevesinde Putin’i Türkiye’de ağırlamak için defalarca girişimde bulunmuş, Tahran’da kendisiyle baş başa bir görüşme gerçekleştirmiştir. Tahıl koridoru konusunda dörtlü mekanizmada sağlanan ön mutabakat bu buluşmanın zeminini oluşturmuştur.  Erdoğan’ın geçen Aralıktan beri gündemde olan iki kez ertelenen Tahran ziyaret faydalı ve verimli olmuştur.  Irak faslında Türkiye ile İran arasındaki duyarlı durum çekinmeden masaya yatırılmıştır. Bunlardan birincisi Türkiye-İran arasındaki Kerkük-Musul-Tel Afer hattındaki nüfuz savaşıdır. İkincisi Tahran’ın Irak’taki askeri operasyonlarına karşı tutumu, üçüncüsü Haşd el Şaabi’ye bağlı güçlerin Türk Başika Üssü’nü bombalaması meselesinin vuzuha kavuşturulmasıdır. Dördüncüsü ise mutasavver bir İran Koridorunun simge ismi  Sincar’da (Şengal) PeKaKa’yla ilintili Ezidi güçlere destek verilmesi tam anlamıyla Türkiye-İran arasındaki ayrışma konuları olarak öne çıkmaktadır. İlaveten Kürdistan gazının Türkiye üzerinden taşınması planıyla ilgili de örtülü bir kavganın şekillenmesinin yanı sıra Karabağ savaşından sonra İran ulaşım koridorları planıyla Ermenistan’la bağlantısının kopacağı endişesini yaşayan İran’ın durumudur. Yine Tahran Aras, Dicle ve Fırat nehirleri üzerindeki barajların su kıtlığı ve kuraklığa yol açtığı iddialarıyla Ankara’ya seçenekler sunmuştur. Ayrıca Tahran’ı Afgan sığınmacılara yol vermekle eleştiren Türkiye’nin sınıra duvar örmesi rahatsızlık yaratılması da dile getirilmiştir. Ankara’nın İsrail-Arap eksenine İran karşıtı bir zeminde yakınlaştığı algısı ve İsraillilere suikast komplolarıyla ilgili Mossad-MİT işbirliği gerilimi arttırıcı bir faktör olarak masadaki konuları teşkil etmiştir. (6) Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. İran hiçbir vakit Türkiye’ye karşı samimi olmamış, PeKaKa’nın İran uzantısı PJAK konusunda Türkiye’yle sınırsız, koşulsuz terörle mücadele işbirliğine gitmemiştir. Terörle mücadeleyi de hep kendi işlerine geldiği gibi yapagelmişlerdir. Ancak görülmektedir ki, Zaho/ Dohuk provokasyonu İran’a dair birçok emareler bulundursa da örgütlenme sistematiği bakımından bütünüyle İranî olmadığı görülmektedir. Kuşkusuz bu işin içinde sadece İran olduğu savını tam anlamıyla güçlendirmemektedir. PeKaKa ve İran’ın yurt dışındaki operasyonlarından sorumlu Devrim Muhafızları (Pastaran) güçleri ve onların kontrolündeki örgütler bu saldırıda olağan şüpheli durumundadırlar.  

Irak Meclisi’ndeki en büyük Sünni koalisyonu olan Sünni es-Siyade Koalisyonu’nun Başkanı Hamis Hançer, sivilleri hedef alan Zaho/Dohuk saldırısının PeKaKa terör örgütü saldırısı olduğunu belirtmesi ve bu saldırıların önüne geçilmesini istemesi bakışları Kandil’e çevirmiştir. Ancak eldeki bulgular, saldırının olağan şüphelisinin PeKaKa ile Irak devlet yapısı içindeki İran yanlısı unsurlar olduğunu göstermektedir. Her şeyden önce söylemek gerekirse saldırının gerçekleştirildiği silahların Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinde bulunmaması, ancak saldırı silahlarının, PeKaKa ve Şii DAİŞ’ı olarak nitelendirilen Haşdi Şaabi’de bulunmasıdır. Unutmamak gerekir ki, kusursuz cinayet yoktur.

Bir diğer konu ise bir kaza olma olasılığıdır. Bu durum olabilir mi? Evet olabilir. Ancak ölen siviller üzerinde yapılan kriminolojik araştırmalar Türk Silahlı Kuvvetlerinin suçsuzluğunu ortaya koymaktadır. Saldırının sebebi ise açık seçik görülebilmektedir. Türkiye’nin son üç yıldır Kuzey Irak’ta yürüttüğü operasyonların terör örgütü ‘PeKaKa’nın belini bükmesi ve terörle mücadeledeki başarıyla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak topraklarında kalma süresinin geçmiş operasyonlarla mukayeseli olarak düşünüldüğünde uzamış olmasıdır. Türk Hava Kuvvetleri, TİHA ve SİHA’lar PeKaKa’ya kırsal kesimi özellikle de Kandil’i dar etmiş, terör örgütünün kentlere kaçışı hızlanmıştır. Türkiye’nin başarılı savunma modernizasyonu ile kazandığı TİHA ve SİHA’lar PeKaKa’nın yurt içindeki eylem yeteneğini sınırlamıştır.Türkiye, son dönemde insansız askerî sistemler alanında, özellikle MALE (medium altitude / long endurance) ve taktik segmentlerde dünyanın en önemli aktörlerinden bir haline gelmiştir. Özellikle Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarında Bayraktar TB-2 başta olmak üzere TİHA / İHA-SİHA sistemlerinin gösterdiği üstün başarılar, bu sistemlerin envanterdeki sayılarını ciddi şekilde artırmıştır. (7)

Biden’ın Kudüs ve Cidde’den Astana Sürecini hedefe koyan meydan okuyan provakatif açıklamaları Astana Sürecini daha da yakınlaştırmış ve güçlendirmiştir. ABD’nin, Rusya’nın işgali altındaki Ukrayna’ya desteğe ve Çin ile stratejik rekabete devam ederken Uzak Doğu ve Pasifiğe açılım öncesi Ortadoğu’yu da dış politikalarında öncelikleri arasında tutmaya devam etme girişimi iki kutuplu bir dünyanın kapılarını aralar mahiyettedir, sevgili okurlar.

Dipnotlar

(1) Ferhat Ünlü, Dohuk Provokasyonunun Perde Arkası, 22 Temmuz 2022;  https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ferhat-unlu/2022/07/22/dohuk-provokasyonunun-perde-arkasi/Erişim Tarihi 31.07.2022/

(2) https://www.icisleri.gov.tr/kurumlar/icisleri.gov.tr/IcSite/strateji/deneme/YAYINLAR/%C4%B0%C3%87ER%C4%B0K/PKK_COCUK_almanca.pdf/Erişim Tarihi 31.07.2022/

(3)https://tr.euronews.com/2022/07/21/kuzey-irakta-saldiri-turkiye-pkkyi-isaret-etti-bagdat-ankarayi-sucladi/ Erişim Tarihi 31.07.2022/

(4) https://www.sabah.com.tr/gundem/2022/07/22/son-dakika-haberi-diyarbakir-barosunun-duhok-saldirisi-provokasyonuna-bassavciliktan-inceleme?paging=4/ Erişim Tarihi 31.07.2022/

(5) https://tr.euronews.com/2022/07/21…, age,/Erişim Tarihi 31.07.2022/

(6) Fehim Taştekin, Zaho’da Katliam, Diplomaside Felaket, Medyascope Tv., 21Temmuz 2022; https://medyascope.tv/2022/07/21/fehim-tastekin-yorumluyor-zahoda-katliam-diplomaside-felaket%EF%BF%BC/ Erişim Tarihi 31.07.2022/

(7) Anadolu Ajansı, İHA ve SİHA’lar PKK’nın eylem kabiliyetini sınırladı, 08.02.2019; https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/iha-ve-sihalar-pkknin-eylem-kabiliyetini-sinirladi/1387228/ Erişim Tarihi 31.07.2022/

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen