Köyüme Hasret

Çok sevdiğim Ragıp Akyavaş Hoca “Köyüme Tahassür” der. O’da benim gibi yıllar yıllara eklendikçe “Köyüm” dediği   Kadıköyü’ne  hasret çekenlerdendir. Hasret tabii olarak hüznü de beraberinde getirir ve Hoca’nın kaleminden bu satırlar dökülür.

“Bizans’tan daha eski bir tarihe sahip ve şöyle böyle yirmi beş asırlık bir ömür süren Kadıköyü’mü bilmem etraflıca tanır mısınız?  Diye de sorar. Bu sualin cevabını da kendisi verir: “ İnsan o şirin köyde mizacına göre bir şeyler bulur, gezintilerini, seyranlarını kolaylıkla yapabilir. Uzun uzun yürümek mi istersiniz, Bağdat caddesini tutturursunuz. Ömrünüz tükenir o cadde tükenmez” der. Çayırları, kırları sevenleri de unutmaz, onlara da “ Uzun uzun yürüyüp de yorulmaya hacet yok” diyerek müjdeyi verir: “Altıyol ağzı’ndan çıkın, aşağıya ininiz Kuşdili’ne, Yoğurtçu çayırı’na çıkarsınız. Biraz öteye giderseniz Kurbağlıdere çiftliği, Fikirtepesi ve Uzun çayır… Başınızı şöyle bir kaldırın, Çamlıca bütün haşmetiyle size bakar. Bu çayırlarda benzerlerine hiçbir bahçede tesadüf edemeyeceğiniz böğürtlenlere, benekli papatyalara, yabani mor sümbüllere rastlarsınız. Hemen kucak kucak toplayın….”  Bitmedi diyerek de devam eder: “Deniz merakınız varsa Kalamış, Fenerbahçe… Hem akıntısız hem anaforsuz, hem de kazasız belâsız…” diyerek daha neler anlatır neler…

Hocamız çok da romantiktir.  Köyünün yıllar sonrasının duyguları gevşemiş, manevî lezzetten yoksun halkını bilemediği için “Mehtap görmek istiyorsanız yallah Moda burnu’na” der. Bu satırlar ise gelecekteki Kadıköy insanı hakkındaki yanılışının ilânıdır: “ Kadıköy ahalisi çok sıcakkanlıdırlar ama şurasını da hemen söyleyeyim ki” diyerek bir parantez açar: “Sonradan yanaşmalar değil sütbe süt Kadıköylüler… Kızlarının güzelliği, şuhluğu, havasından mıdır, suyundan mıdır nedir, aşk-ı sâfi ile bakanları büyüler, suyundan bir içtiniz mi içinizden bir hoplamaktır gelir. Kadın orada en eski karanlık günlerde dahi hürriyetine sahipti. Umacı gibi kara çarşafa girmez, ihtişamlı endamıyla ipekli maşlahlara, yeldirmelere bürünürdü. Kadıköyü’nün havası insanı mesheder hele Kalamış’ın asırlar görmüş çınarlarının altında bir lâhza huzur almak yorgun kafalarda engin ve renkli hayaller yaratır. Başbaşa kalıp bir tenha yere mi çekilmek istiyorsunuz Fikirtepesi’ne gidersiniz. İsmi bile ne kadar şairane seçilmiş” 

Kadıköyü’mü daima hasretle anan Ragıp Akyavaş Hoca’yı tanımadım. Allah razı olsun saygı değer kızları Prof. Beynun Akyavaş’ın babasının gazetelerde çıkan yazılarını toplayıp ihtimamla iki ciltlik bir kitap hâline getirmesi sayesinde tanıdım ve çok istifade ettim, yerine göre gülerek, yerine göre de çok üzülerek okudum. Açıkçası tiryakisi oldum. Kadıköylü  tarihçimiz Rahmetli Adnan Giz Bey ise üvey babamın arkadaşıydı. Tarihçi olduğunu biliyordum ama onun “Bir zamanlar Kadıköy” adını taşıyan kitabını okuduktan sonra kendisine geç de olsa doğma büyüme bir Kadıköylü olarak hayranlık ve yakınlık duydum. “Kadıköylü Yıllarım” adını taşıyan kitabımı da Kadıköyü’mün yıllar önceki havasını yaşamış, o günlerin beyefendilerini hanımefendilerini ve genç kızlarını görmüş bir yaşlı kadının duyduğu  bir büyük acı ve hasretle yazdım. 

Zamanımızda ise o acının bin misli bir acı ve isyan içindeyim Kadıköyüm şikâyet ettiğimiz yakın geçmişine rahmet okuturcasına  utanmazlığın zirvesine çıkmış bir kalabalığın işgali altında. Artık karşımızda hem manâ hem de madde olarak dökülen bir Kadıköy var. Bir zamanların seçkin, ruhen asil insanlarının oturduğu sokaklarını barlarla, meyhânelerle doldurmuş  bir Kadıköy… Bir zamanların Kadıköylü hanımları ve beyefendileri nerede? Hele hele hayânın edebin bin kat daha güzelleştirdiği genç kızları nerede?  Nereye gittiler?  Artık sokağa çıkmak değil, evimin  penceresinden  dahi bakmak istemiyorum. Fingirfiş Deve hörgüçlülerle, bir sütyen bir de külotla dolaşan ruh hastası teşhirciler…  İşin tuhafı bazen ikisi de kolkola… Sanki bu teşhirci kadınlara, kızlara özenmiş gibi eski tulumbacılara rahmet okutan kıllısıyla, eğrisiyle, döğmelisi döğmesiziyle  baldırı çıplak, her yaştan bir erkekler ordusu… Kadıköyümün edeble hayâ ile yıkanmış sokakları artık su ile temizlenemeyecek kadar pis… Marsık gibi kararmışından, döğme denilen eskinin aşağı tabakasının rağbet ettiği  şeyle zulme uğramış zavallı insan ciltleri…

En iyisi günümüzden uzaklaşıp Kadıköyümüzün o anlı şanlı günlerine dönelim, Ben fakirin de içinde yaşamak bahtiyarlığını tattığı o günlere… Ve Kadıköylü kıymetli tarihçimiz  Adnan Giz Beyefendi’yi okuyalım:

“Kadıköy ve Karaköy arasında işleyen vapurlar bilhassa öğleden sonra gözlere bayram yaptıran bir defile salonu gibiydi. Kadıköy yolcuları yalnız davranışları ile değil kıyafetlerinin temizliği ve şıklığı ile de dikkat çekerdi. Semtin şık ve güzel hanımefendileri 14.25 vapuru ile İstanbul’a geçer,  mevsimin en yeni modelleri bu vapurda sergilenirdi. Nüfus patlaması,  İstanbul’a akın, rastgele çoğalmanın yarattığı itiş kakış dönemi eski Kadıköy yolcularının o düzenli, dost ve geleneksel efendiliğini bilinmeyen bir tarihte sürdü götürdü.”

Kıymetli tarihçimizin Kadıköy’ünde yaşamış, o havayı koklamış bir insan olarak yazdığı bu satırlar da  Kadıköyü’mün çok da uzak olmayan geçmişine duyduğu özlem değil midir? 

“Olgun kadınları vardı ki kitaplıkları okunmuş kitaplarla dolu, sohbetleri şiir ve san’atla zengindi. Genç kızları vardı ki yalnız varolanı değil, gönülden ve hayalden geçeni de anlar ve konuşabilirdi. Ahmet Haşim’in “ Hepsi hemşiredir veyahut yâr” diye övdüğü  “O belde”nin kadınlarında acaba Kadıköylü kadınların hiç mi etkisi yok?”

Adnan Giz Kadıköyü’nün futbolcularını da hasretle yâdeder. Bu satırlarla: “… Burada bir hâtıra olarak şunu da belirtmek isterim, eski Türkçe gazetelerde futbol takımları verilirken oyuncu adları Zeki Bey, Nihad Bey diye yazılırdı ve devrin oyuncuları büyük çoğunlukla bu sıfata lâyık insarlardı”diyerek… Ya edebiyatçıları… Kadıköyüm’e âşık Ahmet Haşim… Onu Kadıköy’e götürecek vapuru heyecanla beklerdi. Vapuru nasılsa kaçırdığı zamanlar ise öfkeden kızarmış bir yüzle Galata’da o zamanın meşhur Cenyo gazinosunde gelecek vapuru beklerdi. “Kadıköy vapuruna binince, sanki terliklerimi ve gecelik entarimi giymiş gibi rahatlar, ferahlık duymaya başlarım” dediğini bütün yakın arkadaşları bilirdi. Rahmetli, bende çok emeği olan anneannem de aynı Ahmet Haşim gibiydi. Bir sene kadar süren bir Taksim macerâsında Kadıköy’ün hasretiyle yataklara düşmüş, köyüne kavuşunca iyileşivermişti.   Kadıköyü’nde geçen günlerini unutamamış, “Nur Baba” romanı’nın unutulmaz yazarı Yakup Kadri ve Yahyâ Kemal de uzun zaman Kadıköyü’nde yaşayanlardandı. Büyük şâirimiz Kadıköyü’ne hayranlığını ve sevgisini bu mısralarla ilân etmişti:                                     

                                       

“Lâkin bu ikinci varlığımda,                                         

Son devrede ihtiyarlığımda,                                         

Artık çekilince söz ve sazdan,                                         

Ömrüm İçerenköyü’nde geçsin”

Ve  Ömer Seyfeddin… Kıymetli tarihçimiz Adnan Giz’in “Özdili, özgeçmişi ve içinde bulunduğu ağır sorunlarla Türk’e Türk’ü anlatmak, hem de hiçbir uydurma kelimenin yardımına ihtiyaç duymadan” yapacak, Türkçede yepyeni bir çığırı açacak” diye yazarak andığı Ömer Seyfeddin de Kadıköylü. “Bir zamanların Kadıköyü’nde Edebiyatçılar ve Aşkları”adını taşıyan kitabımda yazdığım gibi büyük bir dram olan hayâtını Kadıköyü’nde yaşamıştı.   Şâir, tiyatro yazarı, mütercim öğretmen, aruz veznine bir şiir yazarak vedâ ettiğini ilân ederek dostu Süleyman Nazif’i çok kızdıran Halid Fahri Ozansoy da “Kadıköyü’nde mesken tutanlardan…  Faruk Nafiz Çamlıbel de Kadıköylü  “Kuşdili deresinin ikinci bir Göksu devri yaşadığı yıllarda ağaçlar arasına gizlenmiş bir evde oturmuş. Bütün Kadıköylü sanatkârların sık sık toplandığı aç karınlarını da doyurduğu bir evde… Ama kısa bir zaman sonra o ev de açlığı tadacaktı.     

Faruk Nafiz’e duyduğu aşk ile, sona doğru ise büyük bir drama dönüşen hayatıyla aşk şâiri diyebileceğim Şükûfe Nihal’i de unutamayız.  Kadıköy’ümün kendine has terbiyesiyle yıkadığı sokaklarında  “Kadıköy’ün vefalı şairi” diye anılan, köyümün bütün kadınlarına aşık Parsefon Şâiri Salih Zeki Aktay’ı da unutmuyorum. Haşim’in kendine has huysuzluğunun çok kahrını çekmiş ama gene de ona küsmemiş gel deyince gelmiş, git deyince gitmiş Salih Zeki Aktayı da…  Hacıbekir’in müdavimlerindendi.  Kadıköy sokaklarında kendisine hep rastlardım. Kolalı gömleği, kravatı ve çok şık, kusursuz dikilmiş kostümü ile… Ya yüzelliliklerden Rıza Tevfik… Şiirlerine hayran olduğum Rıza Tevfik… Filozof olarak değil şâir olarak sevdiğim Rıza Tevfik… Yüzünde büyük hatasının, daha doğrusu günahının pişmanlığını taşıyan Rıza Tevfik’i  de yanında çilesinin ortağı Nazlısı ile Kadıköyü’mün sokaklarında sık sık rastlardım. Çok pişmandı. Şiirlerinin okul kitaplarına girdiğini öğrendiğinde ise, “Nasıl olur şiirlerim evlâdımın yurdunda- Hâlâ seviliyor, hâlâ okunuyor öyle mi?- Hicrânımı bestelerken ben şimdi – Kırık sesim gönüllere dokunuyor öyle mi” diyerek sevinçten ağlamıştı. Ve Refik Halit Karay… Kurtuluş Savaşını bir ittihatçı başkaldırısı zannederek, ısrarla karşı çıkarak yüzellilikler arasına katılan ve sürgünde yirmi sene bu yanılışının acısını çeken büyük yazar ve romancı Refik Hâlit Karay… Atatürk’ün, onun sürgünde yazdığı “Deli” adında bir tiyatro eserini okuyup, kahkahalarla güldükten sonra “yazık oldu şuna” diyerek bağışladığı Refik Hâlit Karay da Kadıköylü.  Bu olayın sonucu ise çok hayırlı olmuş, Millet Meclisi’nce bütün yüzelliliklere şâmil bir “Af kanunu” çıkarılmış hepsi Refik Hâlit’in sayesinde memleketlerine  kavuşmuşlardı.      

Kadıköyü’ nün  meşhur romancısı ve romancılığından çok donjuanlığıyla ve yakışıklılığıyla da ünlü Esat Mahmut Karakurt’u da unutmak olmaz. Köyümün geçmişini zenginleştiren bir çok  kıymetli edebiyatçımızı anlatarak sizleri yorduğumun farkındayım. Kadıköy’üme efendiliğiyle, kibarlığıyla çok yakışan, ilkokul yıllarında tanıdığım, sonra da çok sevdiğim, oturduğumuz Reşit Efendi sokağına komşu, Misâkımillî sokağı’nda oturan Ziya Osman Sabâ’yı da unutmuyor, yazıma onun bir şiiriyle son veriyor, Kurban Bayramınızı da daima hayırlara karşı olmanızı dua ederek kutluyorum efendim.

                                         

“Sen, her gece nefesi nefesime karışmış,                         

Birlikte bütün ömür, mesut yaz, tasalı kış.

                         

Sen bir sabah Allah’ın karşıma çıkardığı,                         

Senden ayrı düşünce anlarım ayrılığı. 

                         

Döktüğümüz gözyaşı, bölüştüğümüz ekmek.                         

Sen dünyâda teselli bahar günü sevişmek.

                         

Bâzen yüzüne dalar kalırım, nemsin diye,                         

Dizlerine yatarım bâzen, annemsin diye.

                          

Öylerken düşünürüm doğacak çocuğumu,                         

Bütün ölmüşlerimi, kendi yolculuğumu,

                          

Allahım! Bilen sensin, buyruğunca yaşarım:                          

Giymiş bayramlığını, yanıbaşımda karım.

 

Yazar
Hicran GÖZE

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen