Eğitimin, Dolayısıyla Üniversitelerimizin Kalitesini Yükseltmeden Nitelikli İnsan İhtiyacımızı Gideremeyiz 

 

TBMM’de bütçe görüşmeleri sırasında milletvekilleri arasında yaşanan arbedede Bursa Milletvekili Zafer Işık’ın yumrukladığı Trabzon Milletvekili Hüseyin Örs’ün kalp rahatsızlığı geçirerek yoğun bakıma kaldırılması, elektroşok uygulanarak hayatının kurtarılması ülkemizdeki siyasi gerginliklerin, kutuplaşmanın boyutunu gösteren müessif bir olaydır; ülkemizin geleceği açısından bu tablonun siyasi tercihlerin dışına çıkılarak, bütün yönleriyle, serinkanlılıkla düşünülmesi gerekiyor. 

Olayın ardından yapılan yorumlardan birinde prof. sıfatını taşıyan Ebubekir Sofuoğlu’nun yayınladığı mesaj bu kutuplaşmanın yol açabileceği gelişmeleri göstermesi bakımından önemlidir; şöyle diyor: “Adamın dibiymiş. Anlayana anladığı dilden konuşmuş. Bu bir ecdat geleneğidir. Elleri dert görmesin”.

Darp edilen vekilin hayati tehlikesinin yüksek olduğu açıklamasının yapıldığı ilk günde, bu mesajı yayınlayan kişi Sakarya Üniversitesi’ne mensup bir prof. olmasaydı, öğrencilerle konuşma imkânı bulunmasaydı ahlâk ve vicdan fukarası birinin hezeyanı deyip geçilebilirdi, ama bu sözü eden kişi külhanbeyliğine özenen, sokakta nara atarak dikkat çekmeye kalkışan herhangi biri değil, üniversite öğretim üyeliği dolayısıyla entelektüel niteliğinin olması gereken profesör unvanı olan biri. Üstelik bu onun ilk vukuatı değil. Yakın geçmişte Türk tarihçiliğinin zirvesindeki bir isim olan rahmetli Halil İnalcık hocamıza sataşmaya yeltenmiş, çok tepki toplamıştı. Google’ı bulanın Sultan Abdülhamid Han olduğu iddiasıyla herkesi güldürmüştü. Dahası bir TV programında üniversitelerin fuhuş yuvası haline geldiğini söylerken, hem bu kurumlara, tüm öğretim üyelerine ve yöneticilere hem de 7 milyon 800 bin öğrenciye ve ailelerine en ağır hakareti yaparken yüzü bile kızarmamıştı.

Bu seviyedeki birinin prof. olmasına karar veren yetkili kurulların buna nasıl olup da karar verdiklerini çok merak ediyorum.  Akademik kariyerin her kademesi normalde belirli birer ilmi seviyenin bulunmasını gerektirir. Fakat pek çok şey gibi ilmi kariyer yapmak da giderek sulandırılıyor; doktoradan doçentliğe oradan profesörlüğe yükselmenin önünü açan düzenlemelerle himayeye layık görülen birilerine imkân sağlamak maksadıyla ilmi kriterler gevşetilebiliyor. Yetmişten fazla rektörün uluslararası atıf yapılan ilmi makalelerinin bulunmayışı tercihlerin neye göre yapıldığını açıkça gösteriyor.

Bu yapılanlar sonuçta büyük bir haksızlığa yol açıyor. Büyük emek vererek, fedakârlıklar yaparak ilmi kariyer yapan, bütün kademeleri hak ederek aşıp prof., doçent unvanını kazanan saygıdeğer hocalarımızla, bu unvanları adeta paraşütle inerek edinenler aynı statüye sahip kılınıyorlar. Bir yanda İlber Ortaylı, Ahmet Yaşar Ocak, Şükrü Hanioğlu vb. gerçek bilim insanlarımız, hocalarımız, bir yanda Ebubekir Sofuoğlu gibiler… Bunların tarihçi sıfatıyla aynı kefeye konulup anılmaları utanç verici bir haksızlık değilse nedir? Bu durumun sorumlusu kimlerdir, YÖK yetkilileri bu manzaradan gurur duyuyorlar mı?

Türkiye’de 208 üniversitenin, 7,8 milyon öğrencinin bulunmasının başarı olduğunu sıkça söyleyip öğünenler ilmî verileri neden dikkate almıyorlar? Dünyada atıf yapılan, saygın ilmi dergilerde yer alabilen makale sayımız giderek azalıyor; alt sıralarda yer alabiliyoruz. Hindistan, Nijerya ve Türkiye’deki yayınlanan, bilimsel oldukları öne sürülen dergiler uluslararası bilimsel çevrelerde ciddiye alınmıyorlar. Çünkü yayınlanan makaleler istenen standarda uygun değiller. 16. asırdan başlayarak medreselerin eğitim/öğretim kaliteleri zayıflayıp çökerken Batı Avrupa bilimsel alanda başlayan ve hızla yükselen gelişmelere paralel olarak eğitimin kalitesi yükseldi. Yeni üniversiteler kuruldu. Avrupa’da sanayi ve teknoloji alanındaki gelişmelerin kaliteli eğitimden kaynaklandığını göremediğimizden, medreseleri fen bilimlerine kapalı skolastik yapısının dışına ısrarla çıkarmadık. Sonuçta aramızdaki makas giderek açıldı; Avrupalılar zenginleşip her alanda güçlenirken art arda uğradığımız yenilgilerle birlikte tarihimizin zeval dönemine girmiş olduk. 19. asırda durumu görsek de önlem almakta gecikmiştik. Devleti Aliyye’nin çöküşü aslında bilim ve eğitim alanındaki geri kalmışlığımızdan kaynaklanan doğal bir “sonuç”tur.  Anaokullarından üniversiteye kadar eğitimin bütün alanlarındaki mevcut sorunları görmezlikten gelmeye devam edersek, bugün ekonomik, teknolojik, siyasal, sosyal ve askeri alanlardaki sorunlarımızın daha da ağırlaşması korkarım ki kaçınılmaz hale gelir. Ebubekir Sofuoğlu kalitesindeki, zihniyetindeki kişilerin düşünce hayatımıza maliyetlerinin ne olacağını 17.asırda Kadızadeliler adı verilen güruh ortaya koymuştu. Geçmişinde yaşadıklarından ders alamayan, tecrübeyi önemsemeyen toplumların sağlıklı bir gelecek inşası elbette kolay olmaz.

[i] Türk Ocakları Eski Genel Başkanı, ATO Meclisi Eski Başkanı, yazar-mütefekkîr, işadamı

Yazar
Nuri GÜRGÜR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen