Başkanlık Sistemi ve Türk Devlet Geleneği

 

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, kendilerini “Muhafazakâr Devrimci” olarak tanımlayanların eleştirdiği önemli devrimler yapıldı… Devrimleri gerçekleştiren Atatürk ve kurucu kadro, devrimciydi ama yıkıcı değildi. Binlerce yıldır süren Türk devlet geleneğini ve yapılanmasını bozmadılar… O devlet geleneğinin temel taşlarıyla oynamadılar… Çünkü Türk Devletinin devamlılığına inanıyorlardı…

Türk devlet geleneğinin temel taşları nelerdi? Sıralamaya çalışayım:

Göktürklerden bu yana süregelen, yönetim erkini oluşturan; devlet başkanı (hakan, padişah, cumhurbaşkanı), hükümet başkanı (veziriazam, sadrazam, başvekil, başbakan) ve icra vekilleri (vezirler, nazırlar, bakanlar) şeklindeki sacayağı aynen muhafaza edildi…

Bürokratik yapıya dokunulmadı: Başbakanlığın ve bakanlıkların en üst bürokratik makamı olan yapı, müsteşarlık unvanı da aynı kalacak şekilde korundu…

Bakanlıkların yalnızca bürokratik yapılanması değil adı bile Cumhuriyete olduğu gibi taşındı; Dahiliye, Harbiye, Maliye, Evkaf, Adliye, Nafia, Ticaret ve Ziraat ile Maarif vekillikleri…

Meclisin yapısını oluştururken bile İstanbul Meclisi Mebusanı’nın yapısı esas alındı. İki meclisin içtüzüğü birbirine çok yakındı. İki meclisin de hükümeti denetleme yetkisi vardı…

Şurayı Devlet (Danıştay), Divan-ı Muhâsebât (Sayıştay) yapıları aynen korundu…

Askeri kurumlara hiç dokunulmadı.  Harbiye Nezareti, Bahriye Nezareti aynı isimlerle Cumhuriyet’te de devam etti. 1927’de Bahriye Vekâletinde gerçekleşen bir yolsuzluk nedeniyle iki bakanlık birleştirildi… Keza Erkan-ı Harbiye Reisliği (Genel Kurmay Başkanlığı) Askeri liseler, Harp okulu, Gülhane Askeri Tıp Akademisi aynı isim ve görevlerle faaliyete devam etti…

PTT, OGM, TKGM Vergi Daireleri, Ziraat Bankası gibi Osmanlı’dan devralınan kurumlar varlıklarını sürdürdü…

Laiklik ilkesinin bir gereği olarak Şeriye Vekâleti, Diyanet İşleri Başkanlığına dönüştü. Bir de Osmanlıda olmayan iki özerk kurum kuruldu: Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu… Bu da yeni Cumhuriyetin dayandığı Milliyetçilik ilkesinin bir gereğiydi…

Pekiyi ana hatlarıyla İslam öncesi Türk Devletlerinden Selçukluya, Selçukludan Osmanlıya, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçen ve her geçişte toplumsal değişmelere göre yeniden güncellenen devlet sistemi ne zaman yara aldı… Veya “Muhafazakâr Devrimci”lerin deyimiyle, binlerce yıllık devlet geleneğini koruyan setler ne zaman yıkıldı?

Cevap net: Adında bile mutabık kalınmayan, kimilerinin başkanlık sistemi dediği, akademik çevrelerin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye tanımladıkları, tek adam rejiminin kurulmasıyla… Bu setleri yıkan kadro, kendilerini “Muhafazakâr Devrimci” diye tanımlayan kadroydu…

Tek adam rejimine geçilmesiyle;

Devleti yöneten üçlü yapının (Devlet Başkanı, Hükümet Başkanı, Bakanlar) yerini yalnızca Cumhurbaşkanının yetkili olduğu bir yapı aldı. Bazıları “Bakanlar var ya” diyebilir… Ama mevcut bakanlar, bakan değil sekreterdir. Yani memur… Siyasi güçleri yoktur. Eski uygulamalarda olduğu gibi TBMM’nin seçimi veya güvenoyu ile göreve gelmezler. Görev süreleri cumhurbaşkanının iki dudağı arasındadır. TBMM tarafından denetlenemezler…

1800’lerin başından beri tüm bakanlıklarda ve başbakanlıkta olan müsteşarlık ve müsteşar yardımcılığı makamları lağvedildi. Memur bakan ile alt düzey kadroların arasında, sayıları bakanlıklara göre değişen siyasi nitelikte “Bakan Yardımcılıkları” ihdas edildi… Bu makamlara genellikle eski milletvekilleri atandı… Atandıkları bakanlıklarla ilgili bir bilgisi olmayan birbirleri ile güç ve yetki dalaşına giren siyasi kökenli bakan yardımcıları, konusunda yıllarca pişmiş, deneyimli ve bilgili müsteşarların görevlerini yürütemediler.

Bakanlıkların, adları, yapısı, işleyişi değişti. Daha önce hiç görülmemiş bir şekilde, özel okul sahibi Milli Eğitim, turizm tesisi sahibi Kültür ve Turizm, hastane sahibi Sağlık, ticari faaliyetini devam ettiren Ticaret Bakanı oldu… Yüce Divana konu olması gereken hiçbir konu Yüce Divana taşınmadı, taşınamadı…

Meclisin yetkileri, özellikle denetim yetkisi sınırlandı. Anayasadan TBMM yetkileri arasındaki Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek yetkisi çıkarıldı, birinci ve ikinci meşrutiyette bile olan gensoru yetkisi kaldırıldı, meclisin Cumhurbaşkanının hazırladığı bütçeyi değiştirerek onama yetkisi elinden alındı.

Askeri Kurumlar alt üst edildi. Harp okulları, askeri liseler, askeri hastaneler, askeri tıp fakülteleri kapatıldı. TSK’ya subay yetiştirme görevi, başında sivil yöneticilerin bulunduğu bir üniversiteye verildi.

Yargının özellikle yüksek yargının işleyişinde önemli değişiklik yapıldı. Daha önce siyasi partilerde yöneticilik yapmış avukatlar hâkimliğe atanarak yargının güvenirliği sarsıldı…

DPT kapatıldı. Merkez Bankası özerk yapısını kaybetti. TUİK Güvenirliğini yitirdi… Kamu kurumlarının yapısı değiştirildi, birleştirildi, ayrıldı, kurumsal hafızalar yok edildi… Diyanet işleri Başkanlığı siyasallaştı…

Tüm bunların sonucunda da Türk devlet geleneği büyük darbe aldı…

Tüm bu tespitlerden sonra, Devrimci Muhafazakâr Mahir Ünal’ın harf devrimi ile ilgili sözlerinden hareketle; “Ak Parti, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlıdan devraldığı Türk devlet geleneklerine ve devletin hayatiyetini koruma ve varlığını sürdürme setlerine darbe indirmiştir.” dersek, yanlış mı söylemiş oluruz?

Fazlı KÖKSAL

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen