Fuzûlî Ve Seyahat

 

Eski şairler ilmî, dinî ve bazı sosyal sebepler yüzünden uzun yolculuklara, zorlu seyahatlere çıkarlar ve tahsil yolunda bazen bir ömür geçirirlerdi. Böylece şiirin, ilmin ve kültürün mekândan mekâna yayılmasında aktif rol oynarlardı. Bu seyahatler çeşitli sebeplerle gerçekleşebilirdi. Bazen şairler, şiirin hakikaten takdir gördüğü, şairlerin bol caize ve ihsan alabildiği, kısaca şiirin ve şairin sevildiği memleketlere giderlerdi. Bilginin, şiirin, sanatın hakikaten takdir gördüğü memleketler özellikle İslâm medeniyetinin yükseliş dönemlerinde marifet sahiplerinin akınına uğruyordu. Bu yerlerden birisi yükselen Osmanlı Devleti’nin merkezi İstanbul’du. İstanbul, fetihten sonra sanatkârların ve bilim adamlarının akın akın geldiği bir payitaht idi. Âlimler ve sanatkârlar burada itibar görüyor ve hünerlerini takdir eden bir çevre bulabiliyordu. Hayatının büyük bir kısmını Bağdat’ta ve Kerbela’da geçiren Fuzûlî bir şiirinde bunu şöyle ifade eder:

Ey Fuzûlî ister isen izdiyad-ı rütbe-i fazl

Diyar-ı Rûm’u gözet terk-i diyar-ı Bağdat et

Öyle anlaşılıyor ki Fuzûlî, Bağdat’ta çok fazla iltifat görmemiştir. Sanatının takdir göreceği bir diyarı özlemesi, Anadolu’ya gitmek istemesi bu yüzden olmalıdır. Kaynakların belirttiğine göre Fuzûlî, hayatı boyunca bu düşünceyle yaşamış, fakat Anadolu’ya gitmek kendisine nasip olmamıştır. Anadolu’ya gitme düşüncesinin 16. yy.’da yaygın bir kanaat hâlinde yaşadığını, bir Yesevî dervişi olan Hazînî’nin şu sözleri de gösteriyor: “Ey Hazinî, Cenâb-ı Hakk’a kavuşarak mutlu olmak istiyorsan Hisar’ı terk et ve Anadolu’ya gitmeyi dile.”[1]

Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn mesnevisinde Kanunî’nin Bağdat seferinde şehre gelen şairlerle görüşmesini anlatırken Anadolu’daki zenginliğe, ihtişama ve insanların zarafetine gıbta ediyor gibidir. Rum diyarından yani Anadolu’dan “kaziyye malum” diyerek zariflerin yaşadığı yer diye söz etmesi biraz da bunu gösterir:

Bir nice zarif-i hıtta-i Rûm

Rûmî ki dedik kaziyye ma’lûm

Bu mısraların arka planında onun Anadolu’ya gitmeyi istediğini okuyabiliriz. Nitekim bunu yukarıdaki bir beytinde ifade etmişti. Hâlbuki Anadolu’ya gitmek kendisine nasip olmamıştır. Şair, Türkçe Divan mukaddimesinde bundan yer yer şikâyet etmekle birlikte bunun çok önemli bir eksiklik olmadığını da sözlerine eklemektedir:

“Ümidim şudur ki; fesahat ve belâgat sahipleri iyi düşünüp araştırarak doğduğum ve yetiştiğim yerin Irak-ı Arab olduğunu ve bütün ömrüm boyunca başka ülkelere seyahat etmediğimi öğrendiklerinde, bu illeti itibar düşürücü bir şey bilmesinler ve yerime yurduma göre kabiliyetimin derecesine hakaretle bakmasınlar. Zira vatanın itibarı kişinin itibarına tesir etmez ve toprakda yatmakla altının parlaklığı gitmez; ne şehirli olmakla bilgisiz kişi makbul biri olur, ne de bilgili kişi çöllerde durduğu için vahşi sayılır.”[2]

Burada şu husus dikkatimizi çekiyor. Şair, yukarıda sadeleştirilmiş hâlini okuduğumuz satırlarda, “temâmî-i ömrümde gayrı memleketlere seyâhat kılmadığıma vâkıf oldukta bu illeti mûcib-i sükût-ı i’tibâr bilmeyeler” demektedir. Bu ifadeler çok ilgi çekicidir. Anlıyoruz ki, şiirde ve ilimde kudretiyle temayüz etmiş insanlar seyahat etmeyi çok önemli görüyorlar. Hatta seyahat etmeyenleri, başka memleketlere gitmeyenleri ayıplıyorlar. Fuzûlî “illet” kelimesiyle buna işaret ediyor ki, bu bize zamanın seyahat algısıyla ilgili çok şey söylemektedir. Fuzûlî, Farsça Divanının mukaddimesinde de bu bahsi sürdürür. Ona göre şiir sanatının birçok vasıtası ve âleti bulunmaktadır. Bunlar olmadan şiir sanatını başarmak zordur. Bu sanatla uğraşan insanlar iyi huylu sultanların ilgisine mazhar olmuşlardır. Onların meclislerinde vakit geçirmişler ve böylece sanatlarının zirvesine erişmişlerdir. Hâlbuki şairimizin yaşadığı yer hiç de öyle değildir:

“Benim gibi aşkın hışmına uğramış zavallı birinden şiir beklemek çok şaşırtıcıdır. Çünkü benim doğduğum ve yaşadığım yer Irak-ı Arab’dır. Burası sultanların gölgesinden uzaktır ve ahalisinin şuursuzluğu yüzünden harap kalmış bir yerdir. Burası öyle bir bahçedir ki; salınan servileri, sam yeli kasırgasının hortumları; açılmamış goncaları ise, mazlum şehitlerin mezar kubbeleridir. Burası öyle bir meclistir ki; şarabı, parça parça olmuş ciğerlerin kanı; musikisi ise, âvâre gariplerin iniltileridir. Ne mihnet (sıkıntı, meşakkat) artıran sahrâsına bir rahatlık esintisi uğramış ve ne de belâlarla dolu çölünde şefkat bulutunun gam tozunu yatıştırma ümidi kalmıştır. Böyle bir çile ve riyazet bahçesinde gönül goncası nasıl açar ve dil bülbülü ne terennüm eder?”[3]

Fuzûlî diğer eserlerinde de seyahat bahsine önemli bir yer ayırır. Rind ile Zahid isimli eserinde babayla oğulun, yani Zahid ile Rind’in konuşmalarını işlemiştir. Konuşma bir yerde “sefer” bahsine gelir. Rind, babası Zahid’e sefer için lazım gelen şeyleri sorar. Zahid oğluna seferin zorluklarından bahseder. Rind sonunda babasına şöyle der:

“Ey Zâhid! Bu ayrılığa niyet etmek ve bu yolculuğa yönelmekte iki fayda hatırıma geliyor; iki çeşit yararlanmayı düşünüyorum: İlki odur ki, benimle ilgin kesilince, vakitlerinin tamamını Tanrı’ya kulluğa sarfedeceksin, bu da senin için Tanrı’ya yakınlık demektir. İkincisi odur ki, benim için de senin sevgine yaslanma kalmayınca ve gurbet ceza zehiri(ni) tattırınca; belki yaradılışımın dik başlılığı, bilim öğrenmeye razı olur. Kocalmış gönlüm belki bilim kazanma yolunu tamamlar. Bu da bana devlet sermayesi olur.”[4]

Zâhid de ona şöyle cevap verir:

“Ey Rind, mademki dönmek üzere yola çıkma bayrağını çektin, tek başına yolculuğa karar verdin, dikkatli ol! Gurbette pek çok belalar önüne çıkar. Yalnızlık vadisinde sayısız sıkıntılar yüz gösterir. Her adımda bir yankesici, saf kimseleri avlamağa hile tuzağı kurmuştur. Her tarafa bir kurnaz, habersizleri aldatmak için hile döşeği sermiştir.”[5]

Bunun üzerine Rind, Zâhid’e sefere çıkarken alınacak tedbirleri, kimlerden korunmak ve sakınmak gerektiğini, gurbet belalarının çeşitlerini ve kimlerle konuşması gerektiğini sorar. Bu arada verilen bir kıta ile yolculukta en değerli şeye de işaret edilmiş olur: “Yolculuk görmemiş bir kimse, memleket görmek sevdasıyla gurbete düşerse, yolda şefkatli, iyi bir arkadaşı da yoksa ona bilginlerden cihan görmüş birinin öğüdü, arkadaş olarak yeter!”[6] Bu kıtanın devamında Zahid, Rind’in ömrü boyunca başına dert olabilecek durumlardan bahseder. Bunlar çocukluk devresi, güzel kadınlar, gençlik gururu ve yaşlılık zamanıdır. Dolayısıyla Rind’in bu dört şeye dikkat etmesi gerekir. Bunlardan hareketle eserde kastedilen yolculuğun ömürden kinaye olduğunu anlayabiliriz.

Fuzûlî, divanı dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, sadece maddî seferle ilgilenmemiştir. O mânevî seyahat, yani seyr ü sülûkla da ilgilenen bir aşk eridir. Divanı baştan sona aşkın ve hikmetin izlenebildiği bir eser olarak okunabilir. Bu yüzden onun divanı benzerleri arasında müstesna bir yere sahiptir. Bu divanda insanın iç yolculuğu, hakikati tahsil etmesi, kendini tanıyıp bilmesi gibi konuları işleyen beyitler az değildir. Bir beytinde şöyle der:

Gelin ey ehl-i hakîkat çıkalım dünyâdan

Gayrı yerler gezelim özge safâlar görelim[7]

Fuzûlî’ye göre feragatin olmadığı yerde sefer, ikametten daha faydalıdır. Böyle yerlerde selâmet köşesinden çıkmak ve sabrı bir kenara bırakmak gerekir:

Fuzûlî geç selâmet kûşesinden sabr kûyundan

Ferâgat olmayan yerde sefer yeğdir ikâmetden

Hele, sevgiliyi ağyâr ile görmeye tahammül edemeyeceğini söyleyen şair kendisinde sabır olsaydı gurbeti terk edip kendi diyarına gideceğini söylemektedir:

Yâr ile ağyârı hem-dem görmeğe olsaydı sabr

Terk-i gurbet eyleyip azm-i diyâr etmez miydim

Fuzûlî, seyahat konusunu şiirlerinde de işler. Su Kasidesi’nde geçen şu beytinde şair, suyun Hz. Peygamber’in ayağının tozuna erişmek için sürekli ve başını taştan taşa vurarak gezdiğini söylemektedir.

Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl

Başını taştan taşa urup gezer âvâre su

Fuzûlî’ye göre aşk da bir seferdir:

Serseri basma kadem ışk tarikine Fuzulî

İhtiyât eyle ki gâyette hatar-nâk seferdir

Fuzûlî bir başka beytinde sıhhat için yolculuğa çıkmakla ilgili, hâlâ geçerli olan bir düşünceyi işler:

Mekân tağyîri sıhhat mucibidir n’ola nakl etse

Tabîb-i hikmet-i Hak mülkden mülke bu bîmârı

Bu beyitler, Türk şairlerinin seyahat konusundaki tipik yakalaşımlarını destekler niteliktedir. Fuzûlî, diğer şairler gibi sanatının takdir göreceği bir diyara gitmeyi istemekte ve seyahat etmemenin bir eksiklik olduğuna inanmaktadır. Bunun yanında Fuzûlî diğer bazı eserlerinde de seyahati işlemektedir. Leylâ ve Mecnûn ile Rind ü Zâhid bu eserlerinin başında gelir.

Dipnotlar

[1] Hazînî, Cevâhirü’l-Ebrâr min Emvâc-ı Bihâr İyilerin Dalgalı Denizlerden Çıkardığı İnciler, Yesevîlik Âdâbı ve Menâkıbnâmesi, Haz.: Cihan Okuyucu-Mücahit Kaçar, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul 2014, s. 143.

[2] M. Nur Doğan, Fuzûlî’nin Poetikası, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997, s. 31.

[3] M. Nur Doğan, a. g. e., s. 122.

[4] Fuzulî, Rind ile Zahid, Çeviren: Hüseyin Ayan, MEB Yayınları, Ankara 2001, s. 57.

[5] Fuzulî, a. g. e., s. 58.

[6] Fuzulî, a. g. e., s. 58.

[7] Beyitler şu kaynaktan alınmıştır: Kenan Akyüz vd., Fuzûlî Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara 1992.

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen