Söylem ve Eylemde Ortak Bir Din Dili Oluşturmanın Zorunluluğu Üzerine

“Bugün din eğitiminde temel sorun nedir?

Fiziksel gerçeklikten bihaber, soyut düşünebilme becerisinden yoksun kişilerin dini sahada söz sahibi olmasıdır.”

Prof. Dr. Aygün Akyol

 

Söylem ve Eylemde Ortak Bir Din Dili Oluşturmanın Zorunluluğu Üzerine1

Ahmet ARIN

Giriş

Yüce Allah inanç ve sorumluluğu, akıl-irade başta olmak üzere bir takım fıtrî melekelerle donattığı insanın bireysel tercihine bırakmıştır. Bununla birlikte her birey mükellef olma çağına gelene dek ailesinin ve toplumun etkisi altındadır. Dünyaya geldiği aile ve yaşadığı toplumun dili, dini, örf ve adetleri, kültürü vb. bireyi kuşatır. Ailenin ve toplumun din ile ilgili bilgileri, kutsal kitabını okuması ve anlaması, dini söylem ve eylemleri bireyi de etkiler. Örnek aldığı kişiler, rol model gördüğü yakın çevresindeki insanların özellikle dini alandaki söylem ve eylemleri arasındaki çelişkiler, tutarsızlıklar, insan fıtratına aykırı uygulamalar bireyde bazı sorular ve sorunlar oluşturur.

Diğer yandan iletişimin çok yönlü ve her an ulaşılabilir bir düzeye ulaşması bireyleri olumlu/olumsuz etkileyen başka bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazılı-görsel basın ve sosyal medyada yapılan paylaşımlar, köşe yazıları, makaleler ve tv söyleşileri de bireyin din konusundaki düşüncelerinde son derece etkili olan unsurlardır.

Son günlerde/yıllarda yapılan tartışmalara bakıldığında bugüne kadar “din” alanında ortak bir “dil” bulamamanın ve bu dili kapsayıcı kuşatıcı bir şekilde kullanamamanın sıkıntıları açığa çıkıyor. Gerçi toplumumuzun bir kısmında her alanda dinleme, anlama, anlayış gösterme, gerekli yerlerde yapıcı eleştiri/itiraz ve ortak noktalarda buluşma kısaca iletişim becerilerimizin bir hayli zayıfladığını itiraf etmek gerekiyor. Anlaşılması zor bir kutuplaşma, bulunulan yer ve konumu ölesiye savunma içselleştirilmiş durumda, tam bir akıl tutulması yaşanıyor ülkede.

Bu durumun özellikle anlam arayışında olan genç kuşağı fazlasıyla etkilediğini söylemek mümkün. Bu sebeple bilerek ya da bilmeyerek kavramların yanlış anlaşılmasına yol açacak tarzdaki kullanımlar, özellikle dinî düşünce alanında birçok problemin doğmasına neden olmakla kalmayıp bilgi, varlık ve değer ilişkileri arasında hem düşünce açısından hem de inanç açısından birtakım gelgitlerin yaşanmasına yol açmaktadır.

1.    “Ortak Din Dili” İfadesinden Ne Kastedilmektedir?

Bu yazıda konu edilen “ortak bir din dili” ifadesinden, herkes aynı şeyi söylesin, farklı söylemlere ve farklılıklara izin verilmesin, ifade özgürlüğü olmasın şeklinde bir iddiada bulunulmamaktadır. Ancak Yüce Allah’a, O’nun kutlu elçisine ve Mübin (anlaşılır, apaçık) Kitabımıza uygun olmayan delilsiz söylem ve eylemlerin, iftiraların dini kurumlar, akademiler ve toplumun önde gelenleri (ulu’l el-bab) tarafından delilleriyle çürütülüp bir daha bu tür söylem ve eylemlere de izin verilmemesi kastedilmektedir. Zira gençlerimiz bu tür söylem ve eylemler sonucunda Hak dinden soğutulmakta, dini duyarlılıkları yok edilmektedir.

Zira gençlerimiz yaşlarının bulunduğu dönemin doğal bir sonucu olarak her konuda olduğu gibi özellikle din alanında da sorgulayıcı olabilmektedir. Gençlerin dini konularda birtakım şüpheleri olması, bu şüphe ve sorgulamalarına tatmin edici cevaplar aramaları gayet doğal bir durumdur. Asıl sıkıntılı durumun sorgulamadan araştırmadan kabul etmek olduğunu Kur’an ayetleri vurgulamaktadır. Değerli iman, bilgiyle taçlandırılmış ve kuvvetlendirilmiş imandır. Gençlerin soru ve sorunlara cevap aradıkları yerlerdeki tenakuzlar, tutarsızlıklar hatta zaman zaman akıl ve bilim dışı cevaplar, tarihsel süreçte ana anlayışa eklemlenmiş dinin aslından olmayan inanç ve kabuller gençleri daha da çıkmaza sokmakta ve dini inançlarını yok etmese de dini inanç ve yaşantıyı hayatın dışında bırakarak dinin emir, tavsiye ve yasaklarını önemsememelerine yol açmaktadır. Dolayısıyla gençlerin küçüklükten itibaren rol model olarak gördükleri aile bireyleri ve örnek aldıkları çevresindeki insanlara büyük görevler düşmektedir.

1.1.      Ortak Bir Din Dili Oluşturmanın Önündeki Engeller

Ortak bir din dili mümkün müdür? Bu sorunun cevabı elbette tamamen mümkündür şeklinde olmayacaktır. Ancak geleceğimizi oluşturacak gençlerimize önem veriyorsak -ki vermeliyiz- bu sorunun en alt düzeye inmesi için tüm toplum olarak harekete geçmemiz gerekmektedir. Elimizde buna imkân sağlayacak çok önemli bir kaynak bulunmakta: Kur’an-ı Kerim. Ayetlerin hayata nasıl uyarlanacağını bizzat bize gösteren rahmet peygamberi, en güzel örnek (usve-i hasene), Hz. Aişe’nin ifadesiyle “yürüyen Kur’an” olan bir elçiye (sas) sahibiz. Gençlerimiz Kur’an’ı anlamaya ve Hz. Peygamberi örnek almaya yönlendirildiği zaman pek çok sorun da kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Peki, ortak bir din söylemine ve eylemine engel olan nedir? Bu engellere kısa başlıklarla bakmaya çalışalım.

1-Din hakkında konuşanlar ve yazanların öncelikle kendi dünya görüşünü ya da bağlı bulunduğu grubunu, tarikatını, cemaatini, lobisini, siyasi bakışını veya benimsediği bir ideolojiyi temele almaları ortak bir din dili oluşturmada en büyük engeli oluşturuyor. Zira neredeyse her grup kendi inanç ve düşüncelerini İslam’ın mutlak doğruları imiş gibi kabul edip bağlılarını da sorgusuz sualsiz buna itaate mecbur bırakmaktadır. Bundan daha da kötüsü her grup kendisini dini en iyi anlayan olarak konumlandırmakta karşısındakileri ise ötekileştirip sapkın ilan edebilmektedir. Sosyal medyada ve televizyonlarda bu grupların mensupları tarafından kutuplaştırıcı ve kendi doğruları olarak paylaşılan her bilgi gençlerde onulmaz yaralar açmaktadır.

2-Ana-babaların dolayısıyla toplumun genelinin dinin temel konularındaki ciddi bilgi yetersizliği. Yüce Allah’ın yol gösterici ve apaçık kitap olarak zikrettiği kitabımızın tamamını, Türkiye’de anlamak için okuyanların oranının %7 civarında olması bu bilgi yetersizliğinin de ispatı durumunda. İslam dinini kendisi yeterince bilmeyen ana-babalar, bu eksikliklerini kendilerini eğiterek gidermek yerine; çocuklarının dini eğitimlerini başkalarına emanet ederek gidermeyi çözüm olarak görmekteler. Çoğu zaman bu durum bırakın çözümü, dini konuda ehliyetsiz insanlara çocukların emanet edilmesi gibi korkunç bir soruna neden olmaktadır. İnandığı dinin kitabını anlamayan, onu tebliğ eden Hz. Peygamberin örnekliğini fark edemeyen, ibadetlerin yapılışındaki temel prensipleri öğrenmemiş mümin ana-babaların dini konuda çocuklarına verebilecekleri bir şey de yoktur.

3-Dinin kendisiyle dini yorumların birbirine karışması da ortak din dili oluşturmaya fırsat tanımamaktadır. Konunun uzmanlarını bir tarafa bırakırsak -ki bu durum onlarda da zaman zaman görülüyor- pek çok kişi tarihsel süreçte oluşmuş olan ve dinin yorum alanına dâhil olan tartışmaları mutlak doğrular olarak almak yanlışına düşmektedir. Mezhepsel her yorum, bağlıları tarafından mutlak doğrular olarak kabul edilince bunu şiddetle savunmak, kabul etmeyenleri tekfir etmek ya da sapkın ilan etmek yanlışına düşmekte İslam’ın asla tasvip etmediği bir yola savrulmaktadır. Zira bir grubun mutlak helal dediğine bir başka grup haram diyebilmektedir (Örneğin midye yemek). Bu duruma şahit olan genç bireyler ise bunları anlamlandırmada ve zihninde oluşan sorulara cevap bulmakta zorlanmaktadır. Sonuç dinden soğuma ve uzaklaşma olarak kendisini göstermektedir.

4-Akademik olarak tartışılması gereken hususların halkın önünde tartışmaya açılmasını da ortak din dilini oluşturmada en büyük engellerden birisi olarak düşünebiliriz. “Bu sebeple yaşadığımız toplumda din hakkında konuşanlar, fetva verenler ve karar açıklayıcıların da din diline ve üsluplarına dikkat etmeleri gerekir. Nasıl bir dil? Zanna, vehme, rüyaya dayalı bilgi ile örülmüş bir din dili değil; ölçülebilen, rasyonel, kesin, delile dayalı sahih bilgiyi besleyici ve toplumu birleştirici, bütünleştirici bir dil.  Sadece gönüllere hitap eden bir din dili de yeterli değildir. Bu dilin hem gönüllere hem duygulara hitap edici boyutlarıyla beraber; ikna edici, makul, mantıklı ve akla hitap eden bir içeriğinin de bulunması gerekmektedir. Diğer bir ifade ile kullanılan din dili, aklı duyguya, duyguyu da akla feda etmemelidir.” Gençlerimizi kazanmanın, ikna etmenin, sorunlarına çözüm bulabilmenin en önemli yolu da budur.2

5-Dini anlatımlarda üslup sorunu da başlı başına bir problem oluşturmaktadır. “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır” (Bakara, 2/256). Bu ayete göre insanları dini kabul etmeleri için zorlamak, baskı yapmak, tehdit ve şantajla bir şeyi kabul ettirmeye kalkışmak İslami bir yöntem değildir. İman, tamamen hür irade ile gönülden gelen bir kabullenmeye dayalı sevgi işidir. Çünkü temelinde sevgi olmayan hiçbir eğitim ve davet modeli başarıya ulaşamayacağı gibi sevgiyi esas almayan hiçbir din de geniş halk kitleleri arasında yaygınlaşma ve benimsenme imkânına sahip olamaz.3 Dolayısıyla tekfir (din dışı ilan etme) dilini değil tefkir (fikri tartışma) dilini kullanmak en doğru yol olarak gözükmektedir.

“De ki: Hak, Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…” (Kehf, 18/29) ayeti de kişinin aklı ve kalbiyle kendisinin samimiyetle inanmasına vurgu yapar, inanıp inanmamak kişinin tercihidir, hesabını da kişi kendisi verecektir. Durum böyleyken mümin olduğunu ifade eden bir kimseyi tekfir etmenin sonucunun ne olacağını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Düşünmeyi, aklı kullanmayı, sorgulamayı ve cevaplar aramayı (tahkik) bizzat Yüce Allah istediğine göre buna karşı gelmek, aklı, düşünmeyi, sorgulamayı kötülemek ne kazandıracaktır ne kaybettirecektir? Yüce Allah, inananlardan her sözü dinlemelerini ama en güzeline uymalarını istemektedir (Zümer, 39/18). Müminler hem kendi aralarında konuşurken hem de diğer din mensuplarıyla iletişimde güzel söz ve üslup ile emrolunmuşlardır (Bakara, 2/83; Nisa, 4/5, 63 ve 94; Nahl, 16/125; İsra, 17/23, 28 ve 53; Ta-Ha, 20/42-44).

İslam’a davette de diğer zamanlarda da temel ölçümüz: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.” İlkesidir (Buhari, İlim, 7). “Bu sebeple dinî tebliğde kullanacağımız dil ve üslup; öteleyici ve ötekileştirici değil, birleştirici; dışlayıcı değil, yaklaştırıcı; daraltıcı değil, kapsayıcı; suçlayıcı değil, affedici; alaycı değil, değer verici; intikamcı değil, bağışlayıcı olmalıdır.” 4 Zira ötekileştirerek, ayrıştırarak insanları kazanmayı ve kardeşliği değil onları kaybetmeyi ve düşmanlığı körükler.

6-Din dilinin istismar aracı olarak kullanılması da ortak bir söylem ve eyleme engel olmaktadır. Ne yazık ki geçmişte kullanıldığı gibi günümüzde de zaman zaman din ve din dili, birey ve toplumu yönlendirmede ve dönüştürmede istismar aracı olarak kullanılabilmektedir. Bu durumun güç elde etme ile birlikte siyasal, ekonomik, kültürel ve ideolojik sebeplerinin bulunduğunu özellikle vurgulamak gerekmektedir. Akyol da; düşünme ve sorgulamadan uzak bir ahlâk tasavvuru bina ederek bir takım insanların başkalarının yaşam alanlarına müdahil olmak, onları yönlendirmek, kendi istediği düzlemde hareket ettirmek gibi bir takım gayelerinin olduğunu ifade etmektedir. Bu gayeler, kimi zaman cehaletten, kimi zaman da kişiyi kullanma amaçlı ortaya çıkmaktadır. Bu talepte bulunanlar ister aileden olsun ister çevreden olsun insanların kendileri olmalarına müsaade etmeyen, dayatmacı ve baskın karakterli kişilerdir. Bunların karşısındakine olan tahakküm isteği karşıdaki insanın kişilik ve karakter gelişimini felce uğratmakta, sağlıklı kararlar alamamasına sebebiyet vermektedir.5

7-Dinin teoriği ile pratiği arasındaki uyumsuzluk yanında dini pratiklerin yaşantılarla uyumsuzluğu da ortak söylem ve eyleme en büyük engeller arasındadır. Çevresinde dini hükümleri, inanç düzeyinde kabul eden yani Allah’ın varlığını kabul eden ama O yokmuş gibi davranan insanları gören gözlemleyen bir gencin inanç dünyasındaki çelişkileri tahayyül edelim. Yine namaz kılan, oruç tutan, dilinden dini argümanları düşürmeyen ancak yalan söyleyen, insanları aldatan, hakaret eden, gönül kıran vb. insanları gören ve gözlemleyen bir gencin İslam hakkındaki düşünceleri nasıl tezahür eder? Gençlerin deist, ateist, agnostik vb. akımlara kapıldığını iddia edenler de bu kapsamdaki insanlar olması tesadüf müdür? Neden hiç kimse acaba bendeki eksiklikler nelerdir diye düşünmez?

8-Belirli bir metodolojinin olmaması da ortak din diline engel bir başka husus. Hala yüzyıllar öncesi oluşturulan metodolojileri kullanarak bugünün sorunlarına çare üretebilmeyi beklemek safdillik olur. Zira İslam’ın her alanında ama özellikle fıkıh ve hukuk alanında ortak bir metodolojiyi bulmak ve uygulamak zorunlu hale gelmiştir. Yeni bir fıkhi bakışa ve fıkıh malzemesini insanlığa iletme diline ihtiyaç vardır. Bu konuda çabalar ve üretilmiş çalışmalar da bulunmaktadır.6

9-Okullarda verilen din eğitimi ve bu eğitimin içeriği yani müfredatlar. İlkokul 4’ten başlayarak lise 12. Sınıfa kadar verilen din eğitiminin bireylerde ne kadar sadra şifa olduğunu yaşadığımız toplumu gözlemleyerek çözmek mümkündür. Gerek ders içi ölçme değerlendirme ve gerekse ülke sınavları gerektiği bir din eğitimi verilmesinin önünde en büyük engellerden birisi. Gençlerimiz bu derslerde kendilerini rahat hissetmeli, duygularını, düşüncelerini paylaşabilmeli, soruları sorabilmeli, sorunlarını dile getirebilmeli ve en nihayetinde bunlara bir çözüm yolu bulunabilmeli. Aynı zamanda bir rehberlik ya da rehabilitasyon dersi olmalı din dersleri. Öğrencinin sınav kaygısından uzak, dersin öğretmenine zihnini açabileceği bir ders. Diğer sorun ise müfredat yani öğrencilere verilecek konu içerikleri. Zaman zaman güncelleme gelmesine rağmen hala konular içerisinde sıkıntılı cümleler ve yargılar var. Konular güncel değil hayatla bağı yok.

2. Sorun; Tebliğ de mi; Temsil de mi?

Şaban Ali Düzgün, dinin kültürel yorumu ile orijinal yorumu arasında büyük bir makas açtığımızı, çocuklarımıza sunduğumuz dini kültüre gençlerin itiraz ettiğini ifade ediyor. Tebliğ sorunundan ziyade, temsil sorunumuz olduğunu belirten Düzgün, gençlerin etiketlenip deist diye bir tarafa bırakılmaları değil, argümanlarının derlenip toplanıp değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Dindar camianın dinin kültürel yorumu ile otantik, orijinal yorumu arasında büyük bir makas açtıklarını, büyük bir uçurum yarattıklarını görmemiz lazım.

Çocuklarımıza sunduğumuz dini kültürün aslında dinin kendisi olmadığını, her bir farklı coğrafyanın giyimiyle, kuşamıyla, pratikleriyle aslında bir kültürün ürünü olduklarını görmeliyiz. Gençlerin itiraz ettiği uygulamalar var. Kadın konusundaki algımıza bakın. Türkiye’de farklı dini grupların birbirleri ile olan ilişkilerini, ahlaki olarak bu kadar erdemi vazeden, bu kadar erdemin altını çizen dinin içinde olan insanların nasıl olup da bu erdemlerin çok uzağında durduğunu gözlemliyor gençler. Bir tebliğ sorunundan ziyade bir temsil sorunumuz olduğu çok açık.

Çocukların etiketlenip deist yahut dine karşı ilgisiz diye bir tarafa bırakılmaları değil, argümanlarının derlenip toplanıp değerlendirilmesi gerekiyor. Dindar olan ve kendilerince çocuklara dini eğitim vermek üzere bir misyon üstlenen aileler çocuklarını yorduklarında, çocukların bu aileye protesto cümlesi “Ben deist oldum ya da ben ateist oldum”dur. Deist ya da ateist olmaktan ziyade, bu bir intikam cümlesidir. Dindar bir aileye kurulabilecek en ağır cümle budur. Ailelerin kendi söylemlerine dikkat etmeleri gerek. Çocuklarla aralarında din üzerinden kurdukları ilişkiyi yeniden ele almaları lazım. Buna İmam Hatipler, bizim çocuklara anlattığımız müfredat dâhil. Hepsi gözden geçirilmeli. Bu tartışmalar daha iyiye evrilmeye bir vesile olabilir.7

2.1. Söylem-Eylem Birliği

Şu bir gerçektir ki, muhataba tesir eden şeylerin başında en çok söylem-eylem birliği gelmektedir. Yâni dâvet eden kimse içten ve samimi olmalı, bunu da amellerine yansıtmalıdır. “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”8 İnsan psikolojik olarak, soyut anlatımlardan ziyade somut olana, gördüklerine daha çabuk inanır.9

O halde toplumsal düzeyde dini alanda top yekûn bir formatlanmaya ihtiyacımız var. Önce aileden başlayarak çok iyi bir dini eğitime ihtiyacımız var. Toplumumuzun kendilerini örnek alan gençler için doğru söz ve doğru davranış birlikteliğine özen göstermesine ihtiyaç var. Okullarımızdaki din eğitiminin, -hiçbir mâzeretin arkasına sığınmadan- ön yargısız bir şekilde, samimiyetle gözden geçirilip düzeltilmeye ihtiyacı var.

Din uzmanlarımızın her türlü etiketlerini, bağlılıklarını, mensubiyetlerini bir kenara bırakarak birlik olup bu millete yön göstermelerine ihtiyaç var. Gençlerimizin hakikate, doğrulara, adalete ihtiyacı var. Özde olanın dile, dilde olanın eyleme yansıdığı bir dine ihtiyaçları var. Hak ve hakikatin dinine, Mübin olana, dosdoğru yola, gerçek İslam’a ihtiyaçları var. Zaman geçmeden ve eyvah demeden hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaya ihtiyacımız var.

Sonuç Yerine

Söylem ve eylem birlikteliği içerisinde ortak bir din oluşturmanın ana yolu İslam âlimlerince doğru bilginin kaynağı olarak kabul edilen akıl-vahiy-duyular(bilim) üçlüsüne uymaktan geçmektedir. Ortak bir metodoloji oluşturmanın formüllerini de burada bulmak mümkündür. Sorunların çözümünde aile ve toplumun söylem ve eylemleri yanında din eğitiminin kalitesi etkili olacaktır. Yüce Allah’ın ilahi hitaplarından birkaçını sonuç olarak sunmak sanırım yeterli olacaktır:

“Siz insanlara iyiliği emrettiğiniz halde, kendinizi unutuyor musunuz? (Yoksa kendinizi sorumsuz mu sanıyorsunuz?) Hâlbuki siz, üstelik Kitabı (ve Kur’an’ı) da okuyor (Allah’ın emirlerini de biliyor)sunuz. (Buna rağmen) Hâlâ akıllanmayacak (ve yanlışınızı anlamayacak) mısınız?”10

“Hep birlikte asla ayrılığa düşmeden, Allah’ın ipi (olan Kur’an’a İslâm’a)ne sımsıkı sarılın ve Allah’ın bu nimetini sakın unutmayın. Zira Allah, o nimetiyle kalplerinizi uzlaştırarak sizi, bir zamanlar birbirinize düşman iken kardeş yaptı. Hatta siz, bir ateş çukurunun tam kenarındayken O, sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah size, en doğru yola ulaşasınız diye ayetlerini işte böyle açıklıyor.”11

“Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?”12

Kaynakça;

1 Makalenin oluşmasında katkılarını esirgemeyen Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol ve Ömer Müftüoğlu hocalarıma

şükranlarımı sunuyorum.

2 Ramazan Altıntaş, Dini Tebliğde Dil ve Üslup Nasıl Olmalıdır? https://webdosya.diyanet.gov.tr, ET:24.01.2023

3 Mustafa Öcal, Din Eğitim ve Öğretiminde Metotlar, Ankara 1999, s. 59.

4 Ramazan Altıntaş, Dini Tebliğde Dil ve Üslup Nasıl Olmalıdır? https://webdosya.diyanet.gov.tr, ET:24.01.2023

5 Aygün Akyol, http://isamveri.org/pdfdrg/D02431/2017_36/2017_36_AKYOLA.pdf

6 Ahmet Bayraktar, Yeniden Fıkıh İçin Kavramlar, Post Yayınevi, 2021; Ahmet Bayraktar, Fıkıh Felsefesi-Yeni Bir

Disiplin Teklifi, Maarif Mektepleri Yayınları, 2021; Ali Bardakoğlu, İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, Kuramer, 2020

7 http://www.gercekhayat.com.tr/dosya/din-dilini-yeniden-kurmak-zorundayiz/ ET:24.01.2023

8 Saff, 61/2

9Ali Çelik,  https://yenidunyadergisi.com/blog/dini-iletisimde-uslup ET:23.01.2023

10 Bakara, 2/44

11 Al-i İmran, 3/103

12 Bakara, 2/170

Yazar
Ahmet ARIN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen