Dış politikanın ayarlarını gözden geçirmek zamanı

Öncelikle belirtelim ki, 2019’da hem ABD, hem de AB ile ilişkilerde, daha doğrusu bir bütün olarak Batı dünyası ile ilişkilerinde Türkiye’nin ciddi zemin kaybettiği bir yılı geride bıraktık. Tek bir örnek durumun ciddiyet derecesini açıklamak bakımından yeterlidir. 2019 yılında Kongre’nin her iki kanadında da ‘Ermeni soykırımı’ tasarıları geçti. Daha önce olmayan bir şeyin neden 2019 yılında meydana gelebildiği sorusuna gerçekçi bir yanıt bulunması gerekiyor.

*****

Sedat ERGİN

GERİDE bıraktığımız dört gün boyunca Türk dış politikasının 2019’daki seyrine dönük gözlemlerimi ve 2020’ye dönük öngörülerimi sırasıyla ABD, Rusya ve AB ile ilişkiler ve son olarak Libya’ya asker sevki başlıklarında analiz etmeye çalıştım.

Bugün bu kategorilerin dışına çıkıp dış politikanın bütünü, temel dengeleriyle ilgili genel bir değerlendirme yaparak diziyi noktalamak istiyorum.

Öncelikle, son yıllarda gözlediğimiz bir yönelişin giderek kuvvetlendiğini belirtmeliyiz. Dış siyasetin yürütülmesinde askeri araç ve yöntemlerin payının giderek genişlediği bir dönemden geçiyoruz. Yapılan tartışmalarda da dış politika kavramları ile askeri terminolojinin artan ölçüde iç içe geçmesi gibi bir durum yaşanıyor.

Kuşkusuz, her bir tarafınız krizlerle, savaşlarla çevrili ise ve ayrıca çok temel hak ve çıkarlarınız açısından önemli meydan okumalarla karşılaşıyorsanız, naif bir yaklaşımla olan bitenleri kabullenmek, sineye çekmek gibi bir lüksünüz olamaz.

Buradaki temel mesele, askeri araçlara başvurulurken diplomasinin imkânlarından ne ölçüde istifade edildiği sorusudur. Aynı soruyu, meselelerin askeri yöntemlere ihtiyaç bırakmadan çözümü için diplomasiye ne ölçüde alan açıldığı, dış politikaya ne ölçüde bunu sağlayacak doğru bir rota çizildiği şeklinde de açabiliriz.

Türkiye’nin dünyayla ilişkilerinde artan bir özgüvenle ve bağımsız bir şekilde hareket etmesi her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının alkışlayarak karşılayacağı bir durumdur. Ancak genel tabloya baktığımızda Türkiye’nin dış politikasında her şeyin ideal bir çerçevede yol aldığını söylemek gerçeklik sınırlarının dışına çıkmak olur.

***

Öncelikle belirtelim ki, 2019’da hem ABD, hem de AB ile ilişkilerde, daha doğrusu bir bütün olarak Batı dünyası ile ilişkilerinde Türkiye’nin ciddi zemin kaybettiği bir yılı geride bıraktık. Tek bir örnek durumun ciddiyet derecesini açıklamak bakımından yeterlidir. 2019 yılında Kongre’nin her iki kanadında da ‘Ermeni soykırımı’ tasarıları geçti. Daha önce olmayan bir şeyin neden 2019 yılında meydana gelebildiği sorusuna gerçekçi bir yanıt bulunması gerekiyor.

Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye ile Batı arasındaki mesafenin açılması genel bir yöneliş şeklinde hem ABD hem de Avrupa cephelerinde 2020’de de muhtemelen devam edecektir.

Tabii, Türkiye’nin kendi içinde özellikle ifade özgürlüğü ve yargı alanlarında yaşadığı sorunların bir türlü aşılamaması, reform yönünde sahici, inandırıcı bir iklimin bir türlü belirmemesi, bir kısırdöngü halinde Türkiye’yi her geçen gün Batı’dan daha da uzaklaştıran bir etki yaratıyor.

***

Buna karşılık Batı ile yaşanan uzaklaşmayla doğru orantılı bir şekilde Türkiye’nin istikrarlı bir çizgide Rusya ile yakınlaştığını gözlüyoruz. Gelgelelim bünyesinde ciddi çelişkiler barındıran bir ilişkiyle karşılaşıyoruz bu başlıkta. Örneğin, iki ülke Suriye’de hem işbirliği yapıyor, hem de İdlib’de kafa kafaya gelebiliyorlar.

En çok hassasiyet gösterilmesi gereken konu burada beliriyor. Çünkü, Türkiye’nin sürekli Batı ile çatışmasının etkisiyle Rusya’ya yaklaşmasının bu ülke ile ilişkilerin yapısında asimetrik bir durum yaratması ihtimali göz ardı edilemez. Bununla, ilişkide zamanla dengenin karşı tarafın lehine şekillendiği, muhatabın kendi pozisyonlarını öne sürmek bakımından daha kuvvetli bir zemine çıktığı bir durumu kastediyoruz. Bir başka anlatımla, Türkiye’nin geçmişte Batı ile ilişkilerinde haklı olarak şikâyetçi olduğu ‘eşitliksiz’ ilişki yapısının bir benzerinin Rusya ile ilişkilerde ortaya çıkmaması gerekir.

Rusya’nın İdlib’de -Ankara’nın bütün beklentileri hilafına- nasıl bildiğini okuyarak hareket ettiğini gözlemek, Türkiye açısından yeterince göz açıcı olmalıdır. Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasının yaratabileceği bu gibi riskleri dengeleyebilecek karşı ağırlıkların ihmal edilmemesi şarttır. Bunun yolu dış politikanın ağırlık merkezlerinin çeşitlendirilmiş olmasından, yani çok yönlülükten geçer.

Unutmayalım ki, Türkiye’nin Batı’ya dönük yönelimi yalnızca güvenlik ihtiyaçları, ekonomik çıkarlar, teknolojiye ulaşma arayışları değil, aynı zamanda demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi değerleri hedefleyen, yücelten temel bir tercihin de ifadesi olmuştur. Bu noktada daha önce vurguladığımız bir hususu tekrarlamalıyız. Türkiye, Rusya ile her alanda ilişkileri geliştirmeli, daha da ileri götürmelidir. Ancak bu ilişkilerin siyasi ve ekonomik alanlardaki bütün getirilerine karşılık, demokrasi perspektifini desteklemediğini akıldan çıkarmamalıyız.

***

İkinci sorunlu alan, Türkiye’nin bugün Ortadoğu’da bütün bölgeyi kaplamış olan bir kamplaşmada açıkça çatışan taraflardan biri konuma gelmiş olmasıdır. Bir cephede Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin oluşturduğu blok var… Türkiye, Katar’la ve Libya’daki iç savaşta ayakta kalmaya çalışan Ulusal Uzlaşı Hükümeti ile bu bloku dengelemeye çalışıyor. Geçmişte Ortadoğu’da herkesle kanalları açık olan, hatta bölge ülkelerinin aralarındaki anlaşmazlıklarda yapıcı bir rol oynamaya çalışan Türkiye bugün bundan çok farklı bir konuma savrulmuş durumdadır.

İşi daha da karmaşık hale getiren bir gelişmeye dikkat çekelim. İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz petrol kaynaklarıyla ilgili meselelerde Türkiye’ye karşı tam bir ittifak içinde hareket ederken, bu bloktaki Mısır da ittifakı tamamlıyor. Ne yazık ki,  Türkiye’nin Batı ile ilişkilerindeki gerilemenin de bir uzantısı olarak ABD ve AB,  Doğu Akdeniz’de şekillenen bu cepheye açıkça destek çıkıyor.

Özellikle Mısır ve İsrail ile ilişkilerinin dibe vurmuş olması, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerinin paylaşımı üzerindeki büyük çekişmede Türkiye’nin bölgedeki manevra kabiliyetini sınırlandırmaktadır. Diplomasi ve müzakere dili olması gereken ağırlığı almayınca, aradaki açığı kapatabilmek için Türkiye artan ölçüde sahada gambot diplomasisine ve askeri bir söyleme yönelmek durumunda kalmaktadır.

Bugünden 2020’li yıllara bakarken, Türkiye’nin artık bazı ilişkilerini onarmaya, dostlarının sayısını arttırmaya, Batı’ya dönük ana yönelimini göz ardı etmeden dış dünyayla ilişkilerini çeşitlilik ve denge içinde yürütmeye ihtiyacı vardır.

————————————————–

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/2019dan-2020ye-dis-politika-5-dis-politikanin-ayarlarini-gozden-gecirmek-zamani-41412095

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen