Koronavirüs (Covid-19) sonrası küreselleşme bitti mi, yeni süreci Çin mi yönetecek?

Gerek 2008 mali krizinden sonra Çin’in hızlı yükselişine ve dünyadaki ekonomik siyasi etkisinin artışına referansla, gerekse de Covid-19 krizine müdahale ederken gösterdiği başarıdan dolayı, Çin modelinin daha etkili olduğuna ilişkin bir kanı, yalnızca Çin’e ekonomik ve siyasi olarak bağımlı ülkelerde değil, Batı ülkelerinde, çeşitli çevre ülkelerin yönetici seçkinleri, entelijensiyası arasında da giderek güçleniyor. Yale Üniversitesi’nden Prof. Nicholas Christakis’in “kamu sağlığı açısından şaşırtıcı bir başarı” sözleri bu algıyı çok iyi yansıtıyor.

*****

Ergin YILDIZOĞLU[i]

Gittikçe artan sayıda gözlemci, koronavirüs (Covid-19) salgınının, 2008’den bu yana hızlanarak tersine dönmeye başlayan küreselleşme sürecinin “tabutuna son çiviyi” çaktığına inanıyor. Bu inanç, uluslararası düzende, Çin’in küresel lider ülke konumuna yükselme olasılığına ilişkin tartışmaları da gündeme getiriyor. Bu yorumlarda, tartışmalarda büyük doğruluk payı var ama gerçeklik biraz daha karmaşık.

Koronavirüs salgını dünya ekonomisinin ve siyasi ilişkilerinin tüm kırılganlıklarını sergiledi, hatta derinleştirdi. Salgın başlarken, 2020’de bir resesyon olasılığı konuşuluyordu. Buna karşılık Merkez Bankalarının yeni bir resesyona müdahale edecek araçlara hâlâ sahip olduğu konusunda ciddi kuşkular vardı.

Covid-19 vurunca, küresel tedarik zincirleri koptu, hava taşımacılığı adeta durdu. Ülkeler sınırlarını kapatmaya, vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini kısıtlamaya, askeri ve polisi sokağa indirmeye; hükümetler parlamentoları “bypass” ederek karar almaya başladılar. Dünya ekonomisinin kan damarları olan finansal piyasalarda on yıllardır görülmeyen şiddette dalgalanmalar başladı. Petrol piyasalarında başlayan fiyat savaşları finans piyasalarında, belirsizlikleri daha da arttırdı.

Devletler virüsle mücadele önlemlerini devreye sokmaya başlayınca, yalnızca sınırlar değil, iş yerleri de kapanmaya başladı. Fabrikaların yanı sıra lokanta, kafe, “fast food” restoranlar, cep telefon dükkânları zincirleri on binlerce çalışanı işten çıkartmaya başladılar. İşsizlik, ailesine bakamama, evinin kirasını, konut kredisi taksidini, kredi kartı taksidini ödeyememe riskiyle yüz yüze bir nüfus aniden ve büyük bir hızla artmaya başladı.

Kısacası, bir taraftan tedarik zincirleri fabrikaları durduruyor ve ekonomide bir arz sorunu yaratıyor, diğer taraftan salgına karşı alınmaya başlanan önlemler özellikle küçük işletmeleri iflasa sürüklüyor, işsizlik artarken ekonomide ciddi bir talep sorunu oluşmaya başlıyor. Bu arz ve talep yetersizliği sorunları birleşirken, kredi piyasaları sıkışıyor ve bir borç krizi olasılığı güçleniyor.

Morgan Stanley ve Standard & Poor’s ekonomistlerine göre dünya ekonomisinde bir süredir beklenen resesyon Covid-19’un etkisiyle başlamış. Morgan Stanley ve Standard&Poor’s analistlerinin yorumlarına ek olarak hızla artmaya başlayan işsizliğin, bir borç krizi olasılığının, en azından gelişmiş ülkelerde bir depresyon tehlikesini gündeme getirdiği söylenebilir.

‘Oyunun kuralları’ değişiyor

Merkez Bankaları ve hükümetler Covid-19’un tetiklediği, ağırlaştırdığı sorunlara karşı faizleri indirmeye, trilyon dolarlık kurtarma paketlerini gündeme getirmeye başladı. Ancak para politikalarının yeterli olmayacağı hemen anlaşıldı. Bu kez “oyunun kuralları” da değişmeye başladı. Neo-liberalizmin merkezlerinden İngiltere’de Muhafazakâr Parti hükümeti büyük borçlanma, harcama, yatırım, talep yönetimi politikaları içeren Keynesyen bir ekonomi programı açıkladı ve salgının ilerlemesine paralel olarak programı genişletmeye başladı.

Covid-19 yalnızca neoliberal politikaları arka plana atmakla kalmadı. Sınırların kapanma eğilimi milliyetçiliği, ırkçılığı, küreselleşmenin adeta bir prototipi olarak Avrupa Birliği’nin geleceği üzerinde soru işareti oluşturdu.

Kısaca özetlediğim bu manzara, küreselleşmenin temel bileşenlerindeki kırılmanın hızlandığını, küreselleşmeyi destekleyen neo-liberal ekonomi politikalarının değişmeye başladığını, küreselleşme karşıtı eğilimlerin, duyguların daha da güçlendiğini gösteriyor.

Depresyon tehlikesi, devreye girmeye başlayan maliye politikaları, devletlerin ulusal ekonomileri koruma reflekslerini, ticaret ve sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamalarla ulusal kaynaklar içerde tutmaya yönelik önlemleri, güçlendirme olasılığını arttırıyor.

Küreselleşme bitti mi?

Bu sorunun cevabı hangi küreselleşmeden söz ettiğimize bağlı. Küreselleşme, “gezegenin yüzeyini, bir küre gibi pürüzsüz, erişime açık biçimde yeniden düzenlemek” anlamına geliyor. Buradan hareketle insanlık tarihinde farklı küreselleşme düzeylerinden, dönemlerinden söz edilebilir.

Örneğin, tarihsel olarak en önemli küreselleşme sürecinin, birbirleriyle kültürel, ekonomik, askeri, hatta klanlar arası evlenmelerle cinsel/genetik iletişimi geliştirerek dünyanın yüzeyini insan etkinliğine uygun biçimde düzenleyen ilk topluluklarla başladığını söyleyebiliriz. Bu düzeyde küreselleşme insan uygarlığıyla eş anlamlı. Bu uygarlık boyunca dünyanın yüzeyinin erişime, kullanıma nasıl açıldığını; nasıl ekonomik, siyasi ve askeri (imparatorluklar), kültürel (dil ve din) networklerle, gittikçe genişleyen çapta bütünleştiğini sanırım örneklemeye gerek yok. Bittiğinden söz edilen besbelli ki bu [K]üreselleşme değil.

Bugün, bitip bitmediği tartışılan, yukardaki [K]üreselleşmenin, kapitalizm altında ilerlerken aldığı biçim içindeki belli bir ana ilişkin küreselleşme.

Kapitalizmin tarihinde 100 yıl geriye gidersek, İngiltere liderliğinde şekillenen bir küreselleşme sürecinin ekonomik ve siyasi krizlerle dağılmaya başladığını, ABD’nin ve ekonomisinin yeni bir küreselleştirici güç olarak ortaya çıkmaya başladığını görürüz. Burada küreselleşme karşımıza, çok daha sınırlı bir anlamda, malların ve sermayenin dolaşımını hızlandıran, yeni coğrafyaları açan bir dönem olarak çıkıyor.

Bu küreselleşme dağılır ve coğrafyalar arası ekonomik ve siyasi bağlar koparken, uygarlık olarak küreselleşme sürecinin hem sermayenin şirket yapısındaki, hem de ulaşım ve haberleşme alanlarındaki teknolojik gelişmelerle, dünyayı bütünleştirmeye devam ettiğini görüyoruz.

Bugün sözü edilen küreselleşme, yine bir değişim döneminin gündeme geldiğini ima eden bir tartışmaya ait: Bir ekonomik kriz içinde şekillenen küreselleşmenin dağılmaya başlaması onu örgütleyen, düzenleyen devletin yerini bir başka devlete, bir başka küreselleşme sürecine bırakma olasılığına ilişkin.

Şimdi sıra Çin’de mi?

Küreselleşme süreci içinde, kapitalist toplumda yeni bir küreselleşme sürecini örgütleyecek yeni ülke Çin mi olacak?

Yaklaşık 30 yıldır Çin’in dünya ekonomisi içindeki ağırlığının nasıl arttığını; dünyanın ikinci, hatta kimi ölçülerle bakıldığında birinci ekonomisi, en büyük ticaret merkezi olduğunu; Afrika’dan Latin Amerika’ya, Orta Doğu’dan Avrupa’ya ekonomik siyasi etkisini ya da ‘network’lerini yaydığını; birçok ülkeyi ticaret ve kredi verme yoluyla kendisine bağlamaya başladığını vurgulamaya sanırım gerek yok.

“Tek Yol, Tek Kuşak” projesi de bunlara ek olarak, Çin’in Pasifik kıyısından Avrupa’nın Atlantik kıyısına kadar uzanan bir coğrafyayı ulaşım ağlarıyla yeniden düzenleyen bir “küreselleştirme” projesi. Trump yönetiminde ABD dış ticarette korumacılığa giderken, Foreign Affairs’ten Prof. Henry Farrel ve Prof. Abraham Newman’in işaret ettiği gibi, “Çin bu krizi kullanarak liderlik etme arzusunu sergiliyor.”

Çin’in küreselleşmenin savunucusu lider konuma yükselmesi, yeni bir küreselleşme süreci/olasılığı açısından son derecede önemli. Ancak her küreselleşme süreci, bir önceki liderin devletinden çok daha büyük ölçekli bir devlet, yeni lider ekonominin ve ülkenin kültürel siyasi özellikleri altında şekilleniyor. Bu da bugün tartışmayı, gerilemeye başlayan küreselleşmenin temsilcisi ABD ve liberal demokrasi ile olası yeni küreselleşmenin, potansiyel lideri Çin’in totaliter eğilimleri güçlü tek parti rejimi arasındaki farklara getiriyor.

Gerek 2008 mali krizinden sonra Çin’in hızlı yükselişine ve dünyadaki ekonomik siyasi etkisinin artışına referansla, gerekse de Covid-19 krizine müdahale ederken gösterdiği başarıdan dolayı, Çin modelinin daha etkili olduğuna ilişkin bir kanı, yalnızca Çin’e ekonomik ve siyasi olarak bağımlı ülkelerde değil, Batı ülkelerinde, çeşitli çevre ülkelerin yönetici seçkinleri, entelijensiyası arasında da giderek güçleniyor. Yale Üniversitesi’nden Prof. Nicholas Christakis’in “kamu sağlığı açısından şaşırtıcı bir başarı” sözleri bu algıyı çok iyi yansıtıyor.

ABD ve en yakın ortağı İngiltere, neo-liberal demokratik yönetim modeli altında, Covid-19’a karşı önlem almakta gecikirken, totaliter eğilimleri güçlü tek partili Çin devletinin Covid-19 krizini kısa sürede denetim aldığı, geriletmeye başladığı görülüyor. Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Tedros Adhonom, virüsün ilk kez Vuhan kentinde ortaya çıktığını ve bu bilginin en az iki ay saklandığını unutarak, başarılarından dolayı Çin’i hararetle tebrik ediyor.

Dahası, Çin salgınla mücadele ederken tıbbi malzeme ve doktor sıkıntısı çeken zengin ve gelişmiş Batı ülkelerine, acil tıbbi malzeme yardımı yapıyor, doktor gönderiyor. Böylece, her lider adayı ülke gibi, kredi ve mali yardım dağıtan Çin, diğer ülkelere bir “kamu hizmeti” sunmaya, sorun çözmeye yardımcı olmaya, koronavirüsle küresel mücadelenin lideri olarak belirmeye başlıyor.

Amerikan Washington Post gazetesinde aktarılan Çin kaynaklarından derlenmiş bir rapora göre Çin, başlayan resesyonu, daha fazla doğrudan yatırımlarla, kritik endüstrilerde daha büyük piyasa payı edinerek, ABD’nin etkisini kırmak için kullanmaya hazırlanıyor. Wall Street Journal gazetesinin köşe yazarlarından Walter Russell Mead, “Eğer Batı içine kapanırsa, Çin pandeminin yarattığı kaosu kullanmaya devam edecektir” diyor.

Gerçekten de Çin virüsle mücadele alanında elde etmeye başladığı saygınlığı (yumuşak gücü), ABD’nin politikalarını eleştirmek, jeopolitik etkisini kırmak için kullanmaya başlıyor. Örneğin, Çin, Covid-19’un baskısı altında ezilen Orta Doğu ülkelerine yardım yapmakla kalmıyor, ABD’yi uyguladığı yaptırımlarla, örneğin İran’da salgın hastalık kriziyle mücadeleyi zorlaştırmakla, felaketi derinleştirmekle suçluyor. Çin, İran’a insani yardım gönderirken ABD’ye yaptırımları kaldırması için çağrı yapıyor.

ABD ve Batı, Covid-19’la mücadele ederken kendi içine kapanıyor. Avrupa ülkeleri Çin’in disiplinli kitle kontrolü yöntemlerini, ulusal egemenlik modelini benimseyerek kentleri, ülke sınırlarını kapatarak AB’nin geleceğini tehlikeye atıyor, küreselleşmenin çözülmesini hızlandırıyor. Bu sırada Çin insani ve ekonomik yardımlarla dışa açılmaya devam ediyor; liderlik konumuna yükselme şansını, totaliter eğilimleri yeni teknolojilerle güçlendiriyor.

Çin’in siyasi ve ekonomik modelinin; toplumsal hiyerarşiyi ve eşitsizliği, lider kültünü olağan kabul eden bir modelin çekiciliği artıyor.

————————————————

Kaynak:

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51955474

 

[i] İktisatçı

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen