Üzüntü ve hayal kırıklığı

Gelgelelim işlenen suçların niteliğinden suçun soruşturulmasına ve yargının verdiği kararlara kadar her işte belirleyici olan ‘rüzgar’, “İstanbul Sözleşmesi iptal” cümlesinden olumsuz etkilenecek. Kadın dövenler bu kararı zalimlikleri için referans olarak görecek. İnfaz makamları ise “Hava döndü” diyerek ürkek davranacak.

*****

Nihal Bengisu KARACA

 

Çok üzgünüm.

İstanbul Sözleşmesi’ne imza attığı için yıllarca övünmüş olan AK Parti’nin ve kadın haklarını defalarca savunduğuna şahit olduğumuz Erdoğan’ın sırf Saadet Partisi tabanı mutlu olsun da ittifaka gelsinler diye sözleşmeden imza çekme kararı alması büyük hayal kırıklığı.

Kadınların kaderinin ancak siyasi sonuç elde etmek için sallanan sopaların ucuna takılmış havuç kadar değerli olduğunu gördük.

Bir kez daha.

Sayın Emine Erdoğan, Sayın Sümeyye Erdoğan bu işe ne diyor, nasıl rıza gösterdiler, anlamıyorum. Özellikle KADEM yönetim kurulunda olan Sümeyye Erdoğan’ın kadına karşı şiddetle mücadeleye inandığına şahidim, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulamada kalmasını istediğini biliyorum.

Çok üzgünüm.

Kadınlar üzerinde dilediği her tasarrufu herhangi bir dirence toslamadan gerçekleştirmek isteyenler kazandı.

Mütedeyyin muhafazakâr erkek ve kadınların, Ahmet Şimşirgil, Sema Maraşlı, Abdurrahman Dilipak gibilerin peşine takılarak hükümeti İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeye sevk etmesi büyük hayal kırıklığı.

Çok üzgünüm.

Dini bütün bir akademisyen, samimi bir Müslüman olduğunu bildiğim Mehmet Boynukalın gibi bir ismin, Ayasofya gibi önemli bir makamı, “Kadın cinayetlerini çok da fazla öne çıkarmamak lazım” gibi cümlelere basamak yapması büyük hayal kırıklığı.

Mehmet Boynukalın şimdi mutlu mu?

Bilsin ki şimdi kendisinin mutluluğu ülkede şiddet gören, şiddet görme tehlikesi altında yaşayan, din adına baskılanan ve potansiyelini gerçekleştiremeyen bütün kadınların umutsuzluğu rağmınadır.

Kadın değil insan demek lazım diyordu. İyi de, insan muamelesi görebilmek için haklarını savunuyordu kadınlar.

Kadınla erkeğin arasına hasımlık, düşmanlık yerleştirmemek lazım diyordu.

Buyrun, sebep olduğunuz sonuç, kaçındığınız sonuçtur artık.

Çok üzgünüm.

“Kadınlar öldürülüyor da erkekler öldürülmüyor mu?” gibi ancak bir moronun kurabileceği cümlelerin önünü kesmeyi başaramayan vicdanlı herkes adına üzgünüm.

Zannettik ki, böyle bir aptallığı kimse satın almaz. Oysa seküler erkekler bile sakız yaptı.

Erkekler cinsiyet rolleri dışına çıktıkları için öldürülmüyor.

Sözgelimi “Erkek adam ağlamaz” erkeğe dayatılmış bir toplumsal rol kalıbıdır. “Evi geçindirmek erkeğin görevidir” de öyle. Ama hiçbir erkek “Ağladı” ya da “Eve ekmek getiremedi” diye bir kadın tarafından öldürülmez.

Öte yandan “Kadın dediğin kocasının bir dediğini iki etmez, kocası ne derse itaat eder” kadına dayatılmış bir cinsiyet kalıbıdır.

Ve kadınlar bu kalıba riayet etmediklerinde, şiddet görebilir, öldürülebilirler.

Mesele bu kadar basitti.

‘Kadın cinayeti’ deme nedenimiz buydu. Demeye de devam edeceğiz.

Kadın olduğu için öldürülenleri sizin müphem muğlak gevşek ve yavşak “Ama şiddet genel olarak bir soruuun” tekerlemelerinize yem etmeyeceğiz.

Çok üzgünüm.

Çünkü Batılı liberal demokrasilerde bile tepki çekebilen marjinal konu başlıklarını, ‘İstanbul Sözleşmesi’ başlığını kalkan yaparak savunanların bu kadar kör ve basiretsiz olması da büyük hayal kırıklığı.

% 99’u Müslüman olan bir ahaliye “Çocuğum cinsel yönelimini kendisi tayin edebilir, bu normaldir” gibi hiç de normal olmayan içerikleri dayattığınız için, dayak yiyen kadınlar dayak yemeye ve öldürülmeye devam edecek şimdi.

Size de soruyorum: Şimdi mutlu musunuz?

Daha önce de yazmış anlatmaya çalışmıştım. Gayet kabul edilebilir gerekçelerle milyonlarca kadının mağduriyetini giderecek tedbir ve önlemler, toplumun ancak %0008’ini filan mutlu edecek ama çoğunluğu öfkelendirecek marjinal taleplerle aynı torbaya eklenirse, çoğunluk kazanır.

Kadınlar adına hak mücadelesi veren herkese saygım büyük. Ancak sonuç ortada.

Sosyoloji bilmeden, içinde yaşadığı halkı tanımadan, yeni yönetim sisteminin tam olarak ne olduğunu kavramadan yapılan hak mücadeleleri kaşıkla kazarak aldığı mevziyi başına kürek yiyerek kaybetti.

ŞİMDİ NE OLACAK?

Anayasa’nın 90. Maddesine göre bir uluslararası antlaşma hangi usulle yürürlüğe girdiyse o usulle yürürlükten kaldırılır.

Yasama organı tarafından kabul edilmiş bir sözleşme Cumhurbaşkanının tek taraflı olarak imzaladığı bir kararname ile yürürlükten kaldırılamaz.

Önce TBMM tarafından bir kanunla geri alınması, ardından Cumhurbaşkanının işlem yapması gerekiyor. Bu işlem tamamlandıktan sonra İstanbul Sözleşmesi’nin ‘Fesih’ başlıklı 80. Maddesinin uygulanması gerekiyor.

80. Madde hükmü şöyle: “Her taraf istediği zaman Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirimle bu sözleşmeyi feshedebilir. Bu tür fesihler bildirimin Genel Sekreter tarafından alınmasından sonraki üç aylık sürenin sonunu izleyen ayın ilk gününde yürürlüğe girer.”

Hukuken hali hazırda İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmış değiliz.

Ayrıca İstanbul Sözleşmesi aslında bir çerçeve.

Asıl önemli olan, İstanbul Sözleşmesi çerçevesine uygun olarak yapılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi kanunu.

Gelgelelim işlenen suçların niteliğinden suçun soruşturulmasına ve yargının verdiği kararlara kadar her işte belirleyici olan ‘rüzgar’, “İstanbul Sözleşmesi iptal” cümlesinden olumsuz etkilenecek. Kadın dövenler bu kararı zalimlikleri için referans olarak görecek. İnfaz makamları ise “Hava döndü” diyerek ürkek davranacak.

İşin doğrusu 6284 sayılı yasa, bütüncül bir tazyik oluşturma noktasında zaten yetersiz kalıyordu.

Şiddet mağduruna barınma imkânı, tedbir nafakası uygulanması lazım ama uygulamada yetersizlik diz boyuydu.

Aleyhinde uzaklaştırma tedbiri kararı alınmış erkek, bu kararı ihlal ederse kanuna göre hapis cezası almalıydı ama almıyordu.

Bu yüzden de uzaklaştırma kararı olmasına ve defalarca ihlal söz konusu olmasına rağmen erkekler gidip o süreçte eşlerini ya da boşandıkları eski eşlerini öldürebiliyordu.

Misal kadına karşı şiddet ve boşanma gibi davalara bakan avukatlar ne kadar zamandır normalde 4-6 ay olarak verilen uzaklaştırma tedbirlerinin “İstanbul Sözleşmesi aleyhtarlığı başladığından beri” 15 gün gibi kısa süreler için verilmeye başlandığını, söylüyorlardı.

Anlayacağınız kanunların uygulanması, hâkimlerin bir irade ve niyet göstermesine bağlı. Hâkimlerin irade ve niyetleri de ülkedeki hava değişiminden etkileniyor.

İstanbul Sözleşmesi rüzgârları eserken abarttıkları oluyordu. İstanbul Sözleşmesi aleyhtarlığından sonra cimri davranır olmuşlardı.

Bundan sonra hiç uygulamazlar.

—————————————————–

Kaynak:

https://www.haberturk.com/yazarlar/nihal-bengisu-karaca/3012727-uzuntu-ve-hayal-kirikligi

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen