Küresel ticarette ulus ötesi tehditlerin dayattığı yeni kurallar dönemine giriyoruz

Bir nevi, küresel ticaret rejiminde “çömlek patladı” dönemindeyiz şimdi. Eskiden mahallede oyun oynarken biri kurala uymazsa böyle olurdu, çömlek patladı diye herkes saklandığı yerden çıkardı. Alıştığımız kurallı ticaret sistemi bu asırda belirginleşen ulus ötesi tehditler nedeniyle yeni kuralları gerektirir oldu.

*****

Prof.Dr. Güven SAK

Aralık ayı doğrusu ya dopdolu geçiyor. Hele son bir haftadır yeni uluslararası ekonomik düzenin olası biçimi konusunda çok alametler belirdi. Öyle anlaşılıyor ki, Ankara, hareketi bereket zannederken, iklim politikası gündemi giderek şekilleniyor. Biraz daha bu “bereketsiz hareket” tuzağında, böyle sessiz sedasız beklersek, yakında “göçtü kervan kaldık dağlar başında” diye yakınmaya başlayacağız. Neden? İklim değişikliği gündemi harekete geçti ve Türkiye doğru değil yanlış hareketlere odaklanmış durumda. Bereketsiz hareket dediğim bu.

Doğru hareket, geçen Kasım ayında Şarm El Şeyh’te toplanan COP 27’de iddialı bir karbon salımı azaltım patikası açıklamaktı. Fos çıktı. Doğru hareket, 2021 Eylülünde Cumhurbaşkanımızın açıkladığı 2053 Net Sıfır Yılı hedefini destekleyecek bir niyet belgesi üzerine odaklanmaktı. Beceremedik. Doğru hareket, Enerji Bakanlığımızın Avrupa Birliği ile uyumlu bir Emisyon Ticaret Sistemi için “kömürden çıkış tarihi”ni açıklaması ve buna uygun bir niyet belgesinin önemini vurgulamasıydı. Yoksa şurasından burasından doğal gaz fışkırıyor Türkiye’nin diye açıklamalar yapmak değildi. Hata işte.

Öyle anlaşılıyor ki, dünya yirmi birinci yüzyılı kurgularken, Türkiye yirminci yüzyıldan kalma önyargılara odaklanarak enerjisini israf edecek. Hidrokarbon üreticilerinin önemini kaybedeceği bir asırda, hidrokarbon üreticisi olduk izlenimini vermeye çalışıyoruz. Hakikaten Hoppala paşam, Malkara, Keşan. Geçti canım, artık o işler. “Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Bak şimdi “Türk’ün Türk’e propagandası” için bile yeni bir şeyler bulmanız lazım. Yoksa çok komiksiniz. Ben size şimdiden söylemiş olayım.

Bakın daha bu hafta neler gördük. Avrupa Parlamentosu “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” (SKDM) (Carbon Border Adjustment Mechanism-CBAM) üzerine de anlaşmaya vardı. Artık ithal ettikleri malların karbon vergisi üretildikleri ülkede ödenmemişse, onu sınırda tahsil edecekler. 2024’e kalmaz başlar bu iş. Türkiye’nin ihracatının yarısı oraya.

Bu yetmezmiş gibi bu Cuma değil, geçen Cuma (9 Aralık), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün kurduğu bir anlaşmazlığı giderme paneli Amerika’nın Trump döneminde “ulusal güvenlik” gerekçesiyle çelik ve alüminyum ithalatına konulan gümrük vergilerini uluslararası ticaret kurallarına aykırı buldu. Kaldırılmasını istedi. Düzenleme Türkiye’yi de olumsuz etkiliyordu. Amerika 2018’de yapılan düzenlemeye sahip çıkarak, DTÖ’ye “hadi canım sende” dedi. Yok artık.

Çok alametler belirdi. Bir halden ötekine doğru geçmekte olduğumuz kesinleşti. Yeni asır, eski asır gibi olmayacak. Ama gelin de bunu Ankara’nın geçen asırdan kalma yaşlı siyasetine anlatın bakalım. Yine de, gelin ben size bir anlatayım.

Küresel ticarette ulus ötesi tehditlerin dayattığı yeni kurallar dönemine giriyoruz

2015 yılında Türkiye daha önemli bir ülkeyken, böyle “değerli yalnızlık” filan gibi geyiklere dalmamışken, G20 dönem başkanlığını üstlenmişti. O zaman idarecilerimiz Bosna’nın batısını da daha sık ziyaret edebiliyorlardı. İşte o dönemde, Richard Baldwin T20 toplantıları çerçevesinde küresel ticaret sisteminin evrimini anlatırken aklımda kaldı.

Önce malların sınırları aştığı bir dünyadaydık. Sanayi devrimini tamamlayan ülkeler mallarını satmak için başka ülkelere giderlerdi. O dönemde, küresel ticaret bayrağı takip ederdi. Bayrağınızı diktiğiniz yerlere mallarınız da girerdi. Birinci savaşa kadar dünya işte böyleydi.

Sonra fabrikaların sınırları aştığı bir döneme girdik. İletişim teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte fabrikaları parçalara ayırmak ve üretim sürecini ülkelere bölmek mümkün hale geldi. Ticaretin yatırımları takip ettiği bir dönemdi geçen asır. Şimdi bitti.

Şimdi artık ticaretin ulus ötesi tehditlerin bize dayattığı yeni kuralları, yeni yönetişim modelini takip edeceği bir yeni asrı tasarlıyoruz. Bu da kurallı bir küresel ticaret sistemi olacak ama şimdi kurallar değişiyor.

DTÖ’nün işi zor tabii. DTÖ malların sınırları aştığı bir dünyanın kurallarında kaldı. Dün çektiği sıkıntıların kaynağında fabrikaların sınırları aştığı bir dünyanın kurallarına intibak zorluğu vardı. Şimdi ulus ötesi küresel tehditlerin dayattığı bir yeni kurallar dizisi şekilleniyor. Amerika’nın kendi kurduğu küresel ticaret rejiminin kurallarına  “milli güvenlik” gerekçesiyle uymayı reddetmesi, geçen haftaki DTÖ panel kararına açıktan “hadi canım sende” çekmesi bundan işte.

Çömlek neden patladı?

Bir nevi, küresel ticaret rejiminde “çömlek patladı” dönemindeyiz şimdi. Eskiden mahallede oyun oynarken biri kurala uymazsa böyle olurdu, çömlek patladı diye herkes saklandığı yerden çıkardı. Alıştığımız kurallı ticaret sistemi bu asırda belirginleşen ulus ötesi tehditler nedeniyle yeni kuralları gerektirir oldu.

Öncelikle iklim değişikliği gündemi hayatımızı tehdit eden ani iklim hareketleri giderek belirginleşince harekete geçti. Gündemi harekete geçiren, dünün varsıllarının dünyayı giderek daha fazla kirletmeleri değildi. Yarının varsıllarının astronomik sayıda olma olasılığı, yoksulluğun küremizin her tarafında gerileme ihtimali aslında gündemi harekete geçirdi. Çin, Hindistan, Bangladeş ve mesela Nijerya’da Batılı tüketim sepetinin yoğunluk kazanması ihtimali aslında iklim değişikliği gündemini harekete geçiren.

İkinci ulus ötesi tehdit Pandemi oldu doğrusu. Pandemi ile mücadelenin de aynı iklim değişikliği gibi tek bir ülkede yapılabilmesi mümkün değil. Üstelik bu mücadelenin her ülkede farklı kurallarla değil, her ülkede aynı kurallarla yapılması gerektiğini de tedarik zincirindeki kırılmalarla tecrübe ettik. Çin’in kafasına göre geçen asırdan kalma teknolojilerle ürettiği kendi aşıları ve kendi yöntemi ile Pandemi ile mücadele etmeye çalışması tedarik zinciri krizini yarattı.

Üçüncüsü ise bu gidişle kaybedenlerin öfkesinin ve bütün bir geçiş sürecinin yönetimi olacak gibi duruyor doğrusu. Türkiye gibi kaybedenler kulübünün ortasındaki bir ülkenin işi giderek daha zor olacak gibi duruyor. Ülke içlerinde küreselleşme ile artan bölgesel dengesizlikler, işini kaybedecek olanlar, buradan kaynaklanan siyasi polarizasyon artık küresel bir mesele doğrusu. COP27’de konu o nedenle “Hasar ve kayıpların tazmini” idi. Bu, dönemin en önemli meselesi doğrusu. Hem iklim değişikliği kaynaklı hasar ve kaybın hem de iklim değişikliği ile mücadelenin getirdiği hasar ve kaybın tazmini. Adil geçiş artık küresel bir mesele ve milli bir çözümü de yok.

Almanya hata mı yaptı?

Şimdi değişeni görebiliyor musunuz? Atlantik’in iki yanında şekillenmekte olan bir yeni üretim ve ticaret bölgesi var artık. Ve bu yeşil ve dijital dönüşüm süreci tüm sektörlerde iş yapma biçimini ve bu çerçevede küresel değer zincirlerinin örgütlenme biçimini değiştirecek. Çin’i sevmiyoruz, demokratik diye değil, değişmeyecek. Değer zincirlerini organize ettiğimiz öncüller değiştiği için değişecek.

Eskiden Kore’de, Türkiye’de, Japonya’da, Almanya’da enerji yoğun bir sürü ürünü üretmek için tesis kurduk. Neden? Sanayi devrimine yol açan, fabrikaların sınırları aşmasına imkân veren kömür ve petrolün kolay ve ucuza bir yerden diğerine aktarılabilen enerji kaynakları olduğu için. Ama artık o dönemin sonunda geldik. Şimdi burada “Almanya dün Rusya’ya çok güvenmekle hata yaptı” demek mümkün mü? Değil.

Dün hepimiz enerji açığı olan ülkelerde enerji yoğun üretim yapılmasını normal karşılıyorduk. Enerji ithalatını nasıl olsa yapacağımızı düşünüyorduk. Şimdi o iş değişti. Artık bir ülkede bütün bu üretim hattını o mekânın enerji sağlama kabiliyetine dayalı olarak nasıl işletebiliriz diye düşüneceğimiz bir yeni dönemin başındayız. Artık üretim mekânla, mekânın imkânları ile yakından alakalı olarak düşünülecek, teknolojik değişim bu çerçevede gerçekleşecek.

Aynı biçimde küresel değer zincirlerinin geçtiği ülkenin su rezervuarı dikkate alınmadan tekstil ve boyama bir yerdeyse yeniden düşüneceğiz. Mekânın su kaynakları ve gezegenin su ihtiyacını bir bütün olarak düşünerek o mekânda su yoğun hangi üretimi nasıl yapacağımızı bir daha düşüneceğiz.

SKDM Yeşil Mutabakatın canlılığına delildir

Peki, Rusya-Ukrayna savaşı bu durumu değiştirdi mi? Hayır. Gerek Rusya-Ukrayna savaşı gerekse de bu savaş öncesi belirginleşen tedarik zinciri problemleri bu asırda geçiş döneminin yönetiminin ne kadar önemli olduğunu gösterdi bize. Mekâna dayalı yeni büyüme ve istihdam politikalarının tasarımı elbette bir geçiş süreci gerektirecek. Ama mesela Almanya’nın kapattığı kömür, Fransa’nın kapattığı nükleer enerji santrallerini yeniden açmayı planlaması ne gösteriyor? Geçiş dönemini düşünmeden atılan adımların etkilerini pragmatik bir biçimde yönetme hazırlığını gösteriyor bana sorarsanız.

SKDM ile ilgili karar ihracat fiyatlarımızı yükseltecek. Sırada ise ürün standartları düzenlemesi var. SKDM ihraç mallarımızı pahalılaştıracak, standartlar ise ihracatı doğrudan sıfıra indirecek. Hâlbuki ihracatımızın yarısı oraya. Alın size kocaman bir Türkiye riski.

1 Ekim 2023 itibariyle ilgili sektörlere raporlama zorunluğu getiren mekanizmanın, 2026’da veya 2027’de tamamen uygulanmaya başlayacağı da AB Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) tartışmalarıyla birlikte önümüzdeki günlerde karara bağlanacak. Uygulamanın daha erken yürürlüğe girmesi de mümkün.

SKDM kapsamında şimdilik demir & çelik, çimento, gübre, alüminyum ve elektrik olmak üzere beş sektör ile belirli durum ve ürünlerdeki hidrojen var. Avrupa Parlamentosu, gri hidrojeni de kapsama ekletmeyi başardı. Geçiş dönemi sonunda ise cam, seramik ile organik kimyasallar ve plastikler gibi farklı sektörlerin de kapsama dâhil edilmesi mümkün.

Hadiseye yalnızca demir & çelik, çimento ve alüminyum ihracatımız ne olur diye bakmamak lazım. Türk demir & çeliği kullanan beyaz eşya üreticilerinin ihracatı, otomotiv ihracatı, boru ihracatı hep kapsama dâhil olacak sonunda. Başka bir deyişle bu düzenleme, zaman içerisinde değer zincirinin tümünü içerecek.

Mesela beyaz eşya ihracatımızın yüzde 70’ten fazlası AB pazarına, Türk malları otomatik olarak daha pahalı olacak. Etki dalga dalga tüm sektörlere yayılacak. Kötü işte.

YAZININ TAMÂMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen