SUS – Ayşegül Demir YILMAZ

 

 

Ayşegül Demir YILMAZ

‘Ağrı sancı kalmadı” dedi kadın. 

Adam anlamsız bakışlar fırlattı öfke dolu hırıltılı bir sese karışık. 

”Korkuyorsun” dedi adama. 

”Korkuyorsun çaresizce ölümden ve hesap gününden. En sevdiğini teslim ettiğinden beri Azrail’e, hayatın er ya da geç son bulacağından eminsin. İçinde ukdeler birikmiş. Başına taç olanı omzuna yük görmenin pişmanlığı eziyor seni. Yasayamadıkların geçit töreninde her an. Hayattan alınacak intikamların ertelenmiş sevinçlerin ve yerine getiremediğin görevlerin var. Ve sen…” 

”Sus” dedi adam. Elleri meşguldü adamın. Pek de keskin olmayan çakısıyla eline geçirdiği dal parçasını yontuyordu. İleri geri tüm konuşmaların, yaptığı hataların, yapmaya devam ettiği tüm yanlışların can evine saplamak istediği çakısıyla. 

Beyaza boyanmış semada yalın ses çınladı: “Sus”. 

Yalvarır gibi değildi ses. Öfke ve merhamet de yoktu bu seste. Ölü bir beden dile gelse ancak bu kadar etkili olurdu. Soğuk ve çıplak. Aynı zamanda umutsuz. 

Tüm hesapları kapatır nitelikte. Kadın sustu. Söylenecek söz kalmadığı içindi bu susuş. Ağlamakla somurtmak arasında bocaladı bir süre. Sonra gülümsemeyi seçti kendine. Biliyordu artık insan denilen varlığın ne memem bir şey olduğunu. Kabuksuz korunaksız hatta omurgasız da yasayabilen fakat sanki evrende bir tek kendisi varmış gibi tükete tükete tükenen varlık değil miydi insan? 

Avaz avaz bağırdığında duyulması gerekeni duymayan kulaklar, suskunlukta bir şey duyardı belki: ” Geçmiş, geçmiş”… 

Kulakları çınlatan baykuş çığlığı kadar keskin olması gereken ses, bu kadar bitik çıkardı iki dudak arasından. Adam neden hırıldadığını düşündü bir süre, ne dediğini hırıldarken. Sonra kadına baktı uzun uzun. Ne kadar da yabancıydı kendine. Ne kadar da yaşama heveslisi görünüyordu. Cazip yanı bu muydu yoksa? Yok canım, sıradan alelade bir kadın dı işte. Öyle cazip falan da değildi üstelik. Uydurulmuş bir masalın çakma perisi. Her yanı karışık, karışık olduğu kadarda basit bir kadın. Öyleyse neydi. Onu vazgeçilmez kılan, işittiği onca söze, yaşadığı onca hayal kırıklığına rağmen canına canan yapan neydi?

Baktı baktı.. 

Gözleri, gözlerine takıldı kadının. Ordaydı. Kadının gözlerinin karasından çıkıp görünmez bir halat gibi yüreğine kan pompalayan o gizli damar. Her koptuğunda öldüren, her baktığında İsrafil in sur a üflemesi gibi yeniden dirilten ruhunu, o efsun ordaydı. Tüm olanı biteni unutsa ne vardı. Ya da geri dönüp silebilse tüm yanlışlarını. Hayal ettiği gibi dimdik durabilse eğrisine doğrusuna şu hayatın. Beynini, belleğini, erkekliğini bile esir ettiği dumandan vazgeçebilse. Hatta her şeye herkese rağmen tutup elinden “yürü” dese “gidelim” dese kadına. Diyebilse. Kadın gözlerini hışımla çekti gözlerinden adamın. 

Kucağında kuzucuğu, kıvırcığı, ahu gözlüsünün melekler diyarına göçtüğü gün kefenle değiştirilmiş elbiseleri, yüreğinde göz göz kanayan yarası dilinde yarım kalmış sözler ve sağ eli ile, bıraktığında onu da melekler diyarına göndermekten korktuğu için sımsıkı kavradığı minik bir el ile… Her bir saniyede, her bir adımda daha da ağırlaşan bedenini sürükleyip çıktı kapıdan. ………………..

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen