Çağdaş Zamanların Çözümlemelerinde Bir Güç Faktörü Olarak Mâturîdî

Yrd. Doç. Dr. Halis Adnan ARSLANTAŞ

Bu çalışmada Mâturîdî hakkındaki verili birtakım yargılar desteklenmemiş veya sabitleştirilmiş görüş­lere ideolojik renkler katılmamış, hatta bu tutum en baştan reddedilmiştir. Ayrıca Mâturîdî’nin ne kişiliği, ne kitaplarındaki görüşleri, ne Türk fikir hayatındaki yeri ve bu yerin yönetimi, ne yaşadığı dönemin koşul­ları, ne de eserlerinin edebi değeri üzerinde bu an­lamda durulmamıştır. Bu çalışmada örtülü bilgiden hareketle Mâturîdî düşüncesinin günümüz toplum­sal yaşantısının temel konu, kavram ve problemle­rinden birisi olan güç kavramına dair kazandırıcılığı-nın olup olmadığının ortaya konulması ve böylelikle Mâturîdî’ye yönelik düşüncelerin geliştirilmesine kü­çük te olsa bir katkıda bulunulması amaçlanmıştır.

Ehl-i Sünnet kelâmını sistemleştiren imamlardan biri Ebu Hasan el-Eş’arî ise diğeri de Ebu Mansur el-Mâturîdî’dir. Bu nedenle Mâturîdî, olay, olgu, se­bep ve sonuç açısından dünkü kültür dünyamız için olduğu gibi bu günkü kültür dünyamız için de son derece önemli bir karakteristik özelliğe sahiptir.

Bu özellik sonucu itibariyle günümüzle ilişkilendiri-lebilecek bir kurgu biçimidir. Bu kurgunun anlaşı­labilmesi için de mevcut faktörler arasındaki ilişkiyi incelemek gerekmektedir. Bu sosyal realiteyi ortaya çıkarmanın yollarından birisidir.

Böylelikle toplumun günümüzdeki organizasyon ve kurumsallaşmasının şeması incelenmiş olur. Örne­ğin Hanefi-Mâturîdîlik ile Şafii-Eş’arilik arasındaki teolojik tartışmalar, bugünün Müslüman toplumla­rının sosyolojik yapısını deşifre edebilme özelliğine sahiptir. İslam tarihinin ilk üç-dört asrı, hatta yaşa­dığımız şu günler, bu anlamda önemli bir örnektir. Bu örneği çözümleyebilmek için güç kavramının an­lamına göz atmak yeterlidir.

Güç kavramının sosyolojideki anlamı Weber’e göre Sosyal ilişkiler içindeki bir aktörün direnmelere rağ­men kendi isteklerini (iradesini) uygulayabilecek bir konumda bulunma olasılığıdır. Bu olasılığın dayan­dığı temeller önemli değildir. Gibbs’e göre kavramsal bir bataktır (Gibbs 1990: 10). Siyaset biliminde Kin-dermann’a göre de ilkesel olarak genellikle kaçınıl­maz ve çeşitli formlarda vuku bulan bir hayatta kalma ve savunma veya saldırı yönelimli bir kendi kendini gerçekleştirme aracıdır (Gottfried-Karl Kindermann 1991: 19, Akt. Çaman 2006: 46-48).

Çıkar kavramını güç kavramından ayrı olarak ele al­mak mümkün değildir. Güç de çıkarlar bağlamında uluslararası aksiyon sistemlerinin davranışlarında önemli role sahiptir. Çıkarların oluşmasında reel ya da potansiyel güç durumu ile aksiyon sistemleri ara­sındaki güç ilişkisi belirleyicidir. Güç kavramı po­litik, ekonomik, askeri ve ideolojik bağlamlarda ele alınabilir ve aslında tüm bu bağlamlarda ortaya çı­kan ve şekillenen bir toplamdır (Çaman 2006: 46-48)

Çağımızın acımasız rekabet koşulları altında kalıcı güçler elde etmemiz her geçen gün biraz daha zorlaş­maktadır. Birçok yeni düşünce gücünün doğduğu ve onların iddialı ürünlerinin hızla boy gösterdiği gü­nümüz dünyasında bir rekabet avantajı oluşturabil­mek, hem birey hem de kurumsal yapıya has bilgi dizisine sahip olabilmek uzak geleceği görebilmemiz adına ayrı bir anlama sahiptir. Bu bağlamda kültürel değerlerimizin farkına varabilmek ve bunları zama­nın anlayış, algılayış ve olanaklarıyla sentezleyerek yeniden yansıtabilmek, taklidi ve transferi son derece güç olan rekabet üstünlüklerinin kurulabilmesi için kaçınılmazdır. Bunun için de bir güç faktörü olarak yorumlayabileceğimiz Mâturîdî’nin örtülü bilgisin­den faydalanmak gerekmektedir. Dolayısıyla kültü­rel bir miras olarak örneklerine İslam âleminin her bir köşesinde sıkça rastladığımız Mâturîdî gibi ör­tülü bilgiye sahip kaynakları hem sosyolojik hem de stratejik bir bakış açısıyla bir daha incelemek artık bir zorunluluktur.

Bilginin Güç’e Dönüşümü: Metodoloji

Günümüz dünyasında din içerikli konular olarak ele alınırken sadece teolojik değil, aynı zamanda sosyolo­jik olarak ta ele alınmalı, bunun tersini yapmak “an-lam”ın önündeki en büyük engel olarak görülmeli­dir. Çünkü bilimsel olaylar incelenirken yaygın olarak birisi görünen diğeri de görünenlerin arkasında olan şeklinde iki ayrı hareket noktası seçilmektedir. Birin­cisinde “görünen” alan hareket noktasıdır. Bu poziti-vist bir tavırdır. Zira pozitivizm ancak görünenlerin arkasındaki düzenli ilişkileri gözlemleyebileceğimizi, görünenlerin arkasında bir başka gerçeklik varsa bile gözlemleyemediğimiz sürece o gerçekliği bilimsel in­celemenin dışında bırakmamız gerektiğini ileri sürer.

İkinci hareket noktası pozitivizmin tam tersidir. Bu sefer görüntülerin görüntülerinin altında yatan bir takım yapı ve mekanizmaların bir tezahürü olarak meydana geldiği ileri sürülür. Bu yaklaşıma göre gö­rüntüler her zaman doğruyu ifade etmeyebilir. Bu nedenle araştırılması gereken şey işte bu altta yatan gerçekliktir. Bu da realist bir tavırdır (Çelebi 2001: 45). Bu iki yaklaşım farklılığı arasında Mâturîdî’nin çok önemli bir yeri vardır. Çünkü o dini ve ona bağlı günlük bilginin sosyal yapılanması konularında araş­tırmalar yaparken hem akılcı geleneği oluşturan di­rayet tefsir geleneği içinde yer almış (Özdeş 2003: 244-246) hem de İslam düşüncesinde anlam bilim ve yorum bilme kapı aralamıştır (Kutlu 2003: 9). Örne­ğin Mâturîdî’ye göre işitilen her ayetin zahirine göre itikat olunmaz, onun hikmet yönüne de bakılmalı­dır (Koçoğlu 2005: 11-13). Görüldüğü gibi Mâturîdî, İslam inancının bir kısmını akıl yoluyla ortaya ko­nan kat’i delillerle ele almış ve diğer bir kısmını “ha-ber”le elde edilen delillerle ilişkilendirmiştir. Yani bir realite ve bir görüntü ayrımı yaparak ancak pozitivist olmadan realiteyi görüntüden ayırmıştır. Bu özellik Mevlana için de geçerlidir (Çelebi 2001: 45 vd.). Kı­saca “görüntü ve realiteye birbirini nakzedici değil, birbirini açıklayıcı roller vermiş ve böylelikle aklın egemen (İzmirli 1339/1341: 17-22) ve tarafsız bir hâ­kim olabilmesini sağlayan uzlaştırıcı idari kurallar” oluşturmuştur. Bunu biraz daha derinlemesine bir analizle şöyle açıklayabiliriz.

Mâturîdî dönemine göre kendisini orjinalleştiren bir sistematik metot kullan­mıştır (Özdeş 2003: 244). Te’vilat’ül-kur’an isimli ese­rinin başında tefsir ve te’vil arasında bir ayrım yap­mış ve bu iki kavrama kendisinden önce yüklenmeyen anlamalar yüklemiştir. Örneğin tefsir’i Allah’ın mak­sadının ne olduğu konusunda kesin bir fikir beyan etmek, te’vil’i ise kesin hüküm vermeksizin muhte­mel olanlardan sadece birisini tercih etmek olarak tanımlamıştır (Kutlu 2003: 24-25). Bu Mâturîdî’nin görüntü ve realiteye bir birlerini nakzedici değil bir birlerini açıklayıcı bir rol verişi olarak yorumlanabi­lir. Burada dikkat edilmesi gereken şey Mâturîdî’nin bilgi kaynakları arasında ilham, kalbe doğma (keşf) ve sezgiyi mutlak bilgi olarak görmemesi ve bunları bilgi kaynağı olarak kabul edenleri şiddetle eleştirdi­ğinin bilinmesidir (el-Mâturîdî 2003: 11).

Aklı, bilgiye ulaşmada araç olarak gören Mâturîdî’ye göre bilgiye ulaşmanın çeşitli yolları vardır. Bunlar: haber (nakil), duyuların bilgisi ve akıl yürütmedir. Akıl bilgiye ulaşmada çok önemli olmasına rağmen, gücü mutlak ve sınırsız değildir. Çünkü akıl ilk etapta duyu organlarının vereceği bilgilere muhtaçtır. Tefek­kürü sınırlayan kötü düşünceler insanların duyu or­ganlarını ve akıllarını sağlıklı kullanmalarını engeller. Bu anlamda Mâturîdî insanın inanç ve duygu dün­yasını ifade eden “kalb” kavramıyla akıl arasında da bir ilişki kurmuştur. Ona göre, kalp kötü düşünce­lerden temizlenmiş akıldan kinayedir (Özdeş 2003: 246). Gerekli şartları taşıdıkları sürece, bu üç yoldan birisiyle veya üçüyle birlikte elde edilen bilgi, kesin bilgi olup inkârı imkânsızdır. Bu bilgi araçlarının, her birinin kendine ait ayrı bir nesne grubu vardır. Bununla birlikte, bazen aynı nesne grubu, iki farklı bilgi kaynağının konusu da olabilir. Örneğin “ıyan ve havas” kavramları “duyu”lara karşılık olarak kulla­nılmışsa da “ıyan”, “havas”tan daha geniş bir içeriğe sahiptir. Havas sadece beş duyuya karşılık kullanı­lırken, “ıyan” hem insanlardaki beş duyu, iç duyu ve iç gözlemi hem de hayvanların duyu ve içgüdülerini ifade eden kavram olarak anlamlandırmıştır.

Mâturîdî bilgi kuramını Kurandaki “siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi” ayetinden sentezlemiştir. Kitabut-tevhid’deki açıkla­malarından nesnelerin bilgisini elde etmeye yarayan görmeyi duyulara, işitmeyi habere, kalbi akla, ha­berle ilgili bilginin doğruluğunu da işitme duyusuyla ilişkilendirmiştir (Kutlu 2003: 30-31). Mâturîdî’nin bu yaklaşımı ona hem görüneni, hem de anlam ve yo­rum bilimi birlikte kullandığı için bir rehber ve dü­şünce haritası olma özelliği yüklediği gibi onun ör­tülü bilgi sahibi olmasını da sağlamıştır.

Postmodern Zamanların İdeolojik Çözüm Arayışında Mâturîdîlik

Doksanlı yılların sonlarından itibaren Türk düşünce hayatında Mâturîdi ve Mâturîdîlik toplumsal ve si­yasal görüşlerin kurucu unsuru olarak yeniden kur­gulanmaya çalışılmıştır. Çünkü kimilerine göre Şâ-fiî-Eş’arî ekolün baskınlığı içselleştirilen bir ‘kültür koduna’ dönüşmüş ve bu dönüşüm bu günkü top­lumumuzun sosyolojik açmazlarının temelini oluş­turmuştur. Bu sosyolojik açmazlardan kurtulmanın yolu Sünni İslam düşüncesinde son bin yıldır hâkim olan Eş’arî’nin yerine önümüzdeki bin yılda Mâturî-di’yi koymaktan geçmektedir. Hatta bu bir hayat me­mat meselesidir. Toplumsal-siyasal görüşlerin teolojik yeniden inşasının zemini Mâturîdî’ye göre inşa edil­melidir. Çünkü Mâturîdi, toplumun din konusunda bireye baskı yapmasını kabul etmez. Bu nedenle onun teolojisi tümüyle demokratik ve laik bir topluma uyar.

Mâturîdî’nin din siyaset ayrımı konusundaki görü­şünü Nesefî, Tabsiratu’l-Edille adlı eserinde ‘İmam­lar Kureyşten’dir’ rivayeti çerçevesinde vermektedir. Nesefî bu konuyu Maturîdî’nin Makalat adlı eserin­den aktarmaktadır. Alıntıya göre Maturîdî’nin ko­nuyla ilgili görüşleri şöyledir: imamet melikliğe ait siyasi bir iştir. Siyaset meliklerin elindedir. Din ise nebilerin elindedir. Kur’an’da da nübüvvet ve me-likliğin tek bir kişide toplanmadığı ifade edilmiştir. (Aktan 2004: Akt. İşcan: 2-48).

Postmodern Zamanların Ekonomik Çözüm Arayışında Mâturîdîlik

Mâturîdî sadece dini ve ideolojik yorum dünyasında aranması gereken bir kişilik olarak karşımızda dur­mamaktadır. O aynı zamanda bilgi ve gücü tem­sil eden ekonomik faktör ışığında da değerlendiri­lebilecek olay, olgu, sebep veya sonuçlara sahip bir kurgu gücüne sahiptir. Bu kurgu gücünde yer alan zihniyet analizlerini dikkate aldığımızda Mâturîdî-liğin günümüz Müslüman toplumlarının güç yapı­sının durumunu deşifre edebilecek içeriğe sahip ol­duğunu söyleyebiliriz.

Şöyle ki bir toplumun sosyal ve kültürel yapısının dini değerlerden ve inanç sistemlerinden etkilen­diğini ortaya koyabilmenin yollarından bir tanesi Avrupa iktisadı için Protestanlık, Anadolu Türkleri için de Eş’arî ve Mâturîdîliktir. Eş’arî ve Mâturîdîliği iktisadi kalkınmanın dinamiklerinde aramak de­mek finansal ve kültürel yapıya ek olarak dinde de incelemeler yapmak demektir. Çünkü bir toplumun kalkınma programı oluşturulurken o toplumun sa­hip olduğu maddi faktörleri gibi sosyal ve beşeri ya­pısı da dikkate alınmalıdır. Bunun nedeni beşeri ve sosyal değerlerle ekonomik kalkınma arasında teo­rik ve tarihsel bir bağ olduğu gerçeğinde aranmalıdır.

Bu durum dini inanç ile ekonomik davranış arasın­daki ilişkinin bilincinde olan Max Weber’in dikkatini çekmiştir. Kısaca, iktisat teorisi çerçevesinde kültür ve din bağlamındaki çalışmalarda dinin, insan davranış­larını etkilemede sahip olduğu gücün, dolaylı olarak insanların ekonomik davranışlarını da etkilediği ve buna bağlı olarak din ve iktisadi kalkınma arasında kuvvetli bir nedensellik olduğu sonucuna ulaşılmış­tır (Bottomore 1977: Akt. Karagül ve Açıkgöz: 472).

Günümüzde beşeri ve sosyal alana sahip olan şeyler de artık sermaye kavramıyla birlikte ifade edilir ol­muş ve sermaye kavramının anlam hinterlandı daha fazla geliştirilmiştir. Örneğin finansal sermaye deni­lince maddi unsurlar kast edilirken, beşeri sermaye denilince bilgi, beceri ve beyin gücünün üretimi art­tırıcı etkisi, sosyal sermaye denilince de insani de­ğerler ve davranış şekilleri ile güven düzeyinin kas­tedildiği yaygın olarak bilinmektedir. Yani ekonomi denilince belki de akla gelen ilk kavramlardan birisi olan sermaye kavramı modern zamanlarda artık sa­dece maddi unsurlar ve mali imkânlarla bir tutul­mamaktadır. Artık sermayenin ifade ettiği anlamın içine üretime olumlu anlamda katkı sağlayan maddi ve manevi tüm unsurlar katılmaktadır.

Bu dile getirilen sermaye türleri içinde sosyal ser­maye, diğer sermaye türlerine göre ülke menfaati için daha verimli bir şekilde kullanılma imkânına sahiptir. Çünkü sosyolojik yapı, kültürel değerler ve bu değerlerin oluşumunda etken olan dini inançlar, sosyal sermayenin birikimine katkı yapmakta, bu da ekonomik kalkınmayı pozitif yönde tetiklemek-tedir. İnsanlarının birbirlerine “güven” derecesi yük­sek olan toplumlarda fedakârlık ve paylaşım gibi sos­yal sorumlulukların düzeyi artmakta, toplumun her türlü yaşam maliyeti buna paralel olarak düşmekte ve insanlar daha fazla çalışarak gelecek için yatırım yapmaya daha istekli olabilmektedir. Bu bağlamda sosyal sermayenin iktisadi büyüme ile olan pozitif iliş­kisi çeşitli çalışmalarla ortaya konulmuştur. İktisadi kalkınma ile kuvvetli ilişkisi olan sosyal sermayenin dini inançlarla olan kuvvetli ilişkisi de yadsınamaz. Bir toplumda sosyal sermaye kaybına dayalı güven düzeyinin azalması o toplumda gönüllülük esasına dayalı sosyal ve dini faaliyetlerin de azalmasına yol açmaktadır (Bourdieu 1998, Akt. Karagül ve Açık­göz: 472-73).

Sosyal Sermayenin İnşa Temeli; Bilgi ve Kültürel Bir Miras Olarak Örtülü Bilgi

Bilgi

Bilgi üretimine etki eden faktör bilginin etkin kulla­nımıdır. Bilgi rekabette üstünlük sağlayan ve önemi gittikçe artan kurumsal ve stratejik bir kaynaktır. Bu nedenle 21. yüzyılın en önemli iki kavramından biri teknoloji ise diğeri de teknolojinin kendisine hayat bağıyla bağlı olduğu bilgidir. Çünkü bilgi, kurumlar için sermaye kadar önemli bir üretim faktörü, tek­noloji için de tamamlayıcıdır. Bu özellik bilgiyi geç­mişten günümüze sayısız teori ya da ampirik çalış­manın en önemli konusu yapmıştır.

Günümüzde bilgi görünmez varlıklar ya da değer zinciri gibi yaklaşımların tek temel bileşeni olmak­tan çıkmış, özellikle bilgi teknolojilerinde ortak bir payda haline gelmiştir. Bu nedenle çağımız bilgi çağı, toplumumuz bilgi toplumu, insanımız da bilgi çalı­şanı olarak adlandırılmıştır.

Geçmişten günümüze tüm dinlerin, felsefenin ve po­zitif bilimlerin yakından ilgilendiği bir kavram olan bilginin tanımına yönelik farklı yaklaşımlar söz ko­nusudur. (Özdemir 2008: 61). Gürak’a (2005) göre bilgi, bir olgu hakkında bir şeyler bilmenin ötesinde, olgunun bilişsel bir süreçten geçirilerek yargıya dö­nüşmesini sağlayan öznel bir süreçtir. Barutçugil’e göre ise bilgi, düşünceler, öngörüler, sezgiler, fikirler, alınan dersler, uygulamalar ve yaşanan deneyimlerin bütünüdür (Barutçugil 2002: 340). Bu bütünün yapı­lanma sürecinde veri ve enformasyon kavramlarının önemli bir etkisi söz konusudur. Örneğin veri, çeşitli sembol, harf, rakam veya işaretlerle temsil edilen yo­rumlanmamış gözlemlere dayanır. Enformasyon ise verilerin karar alma sürecine destek sunacak şekilde anlamlandırılmasıdır.

Enformasyon, veriden daha ge­niş bir içeriğe sahip olan yazlı, sözlü veya görsel bir mesaj niteliğidir. Örneğin buğday, tek başına hiçbir şey ifade etmeyen bir simge veya sembol olarak gö­rülmektedir. Çünkü yapısı itibariyle sert, tadı olma­yan bir nesnedir ve bu haliyle pek bir anlam ifade et­memektedir. Ama buğday, öğütüldüğünde karşımıza bir enformasyon, yani un olarak çıkmaktadır. Enfor­masyon halinde olan un, buğdaya göre daha geniş bir anlam içermektedir. Ancak bu haliyle de insan ihti­yaçlarına tam olarak cevap verir durumda değildir. Bundan sonraki aşama ise, unun makarnaya dönüş­türülmesidir. Daha açık bir ifadeyle, unun insan ih­tiyaçları ve damak tadı için cazip hale getirilmesidir. Akıl ise, bilginin özümsenmesi, sindirilmesi yanında bilginin faydalı kullanılma sürecini göstermektedir. Bu yönüyle akıl, bilginin hangi amaçla kullanılaca­ğının bilinmesi anlamına gelmektedir. Akıl, bilgi sü­recine yön veren ve ona kılavuzluk eden bir kaynak niteliğindedir. Onu gerektiği gibi kullanamayan bi­rey, mevcut bilgiden de tam olarak yararlanamaya­caktır. Örneğin makarna bilgi ise, bu onu her an her şekilde kullanmak anlamına gelmeyecektir. Önemli olan onu gerektiği kadar kullanabilmek, hatta zorunlu durumlarda ondan fedakârlık yapıp, diyet uygulaya­bilmektir. Kısaca akıl, bilgiyi doğru kullanabilmenin ön koşuludur (Barutçugil: 340-41).

Örtülü Bilgi

Mâturîdî uzmanları birazdan dile getirilecek olan örtülü bilgi ile ilgili tüm özelliklerin bizzat Mâturîdî bilgi potansiyelinde bulunduğunu kolayca görebilir­ler. Örtülü bilgi bireysel bilgi potansiyelinin görün­meyen kısmına, yani, deneyime dayanır. Tecrübe, ey­lem veya davranışla açığa çıkmaktadır. Örtülü bilgi kelime ve sembollere kolayca yansıtılabilen açık bil­gilerin de dayanak noktasıdır. Ya da şöyle açıklamaya çalışalım; bir şeyin sembolize edilmesi güç ise, uygu­lamalı olup deneyimle öğrenilebiliyorsa, bireye özgü olmasıyla birlikte sonuçları, kalite, güvenilirlik, sü­reklilik ve üretim maliyeti gibi değişik ölçütler açı­sından sınanabiliyor ve kontrol edilebiliyorsa o şey örtülü bilgidir (Koskinen 2000: 41-42, Akt. Doğan: 2). Dolayısıyla bu bilgi türü bir anda kazanılmadığı gibi, anında aktarılıp paylaşılamaz. Buna göre bir an­latıyı dinleyerek ya da bir kitaptan okuyarak öğre­nilen ve diğer bireylere kolayca aktarılabilen bilgiler açık bilgi olarak nitelendirilirken, daha çok yaşana­rak ve denenerek öğrenilen ve bir şekilde kelimelere dökülmesinde zorluk çekilen bilgiler örtülü bilgi ola­rak isimlendirilmektedir. Örtülü bilgi oldukça kişi­sel ve özgül bağlamlı bir yapıya sahiptir. Deneyim sonucu biçimlenen profesyonel bir yetenek, ustalık veya kavrayıştır. Çevresel, kültürel, yöresel ve tarihi olmak üzere farklı şekillerde de karşımıza çıktığı için rekabetin özü, avantajın temeli, üstünlüğün kaynağı­dır (Bolat 2009: 340).

Küreselleşme sürecini tüm derinliklerine kadar yaşa­dığımız tarihin bu günleri, düşünce ve eylemlere ko­layca çevrilemeyen örtülü bilgiyi çözümleyen ve kul­lanabilen toplumların stratejik üstünlük kazandığı bir dönemidir. Çağdaş toplumların örtülü bilgi çözüm­lemeleri ve o örtülü bilgiyi somutlaştırmaları onlara rekabet avantajı yaratacak bir güç vermiştir. Bu güç canlı ve enerjik bir kültürün yine ancak yaşayarak ve yaşatarak ayakta kalabileceğini, diğer nesillere bu şe­kilde aktarılabileceğini de gösterir.

Örtülü bilgi deneyime dayalıdır. Çünkü örtülü bilgi “ne”yi değil “nasıl”ı (knowing-how) bilmektir (Doğan: 3). Bu açıdan ulaşılan sonuç belge üzerinde ifade edi­len ilke ya da prensip kadar, onu çözümleyecek uz­manın bireysel tecrübesine yansıyan birikiminden de beslenmektedir. Uzman deneyimi kaliteye gidişin ad­resi, test ve kontrolün şifresidir. Bu sempozyum işte tam olarak böyle bir şeydir. Özetle hem örtülü bilgi­nin algılanabilmesi, hem de sahip olduğumuz nice ör­tülü bilgi kaynaklarının keşfedilmesi ve uluslararası akademiye yansıtılabilmesi açısından güzel bir örnek, önemli bir kaynak özelliği taşımaktadır.

Örtülü bilgi usta-çırak ilişkisi yoluyla elde edilir ve yayılır. Bu tür bilgi ve becerilerin paylaşımı, kendisi ve düşünceleri rehber alınacak bir önder ve bu ön­dere sabır ve sadakatle bağlanacak öğrenciler gerek­tirir. Tarihi geçmişi çok eskilere dayanan sayısız kül­türel zenginliğe model oluşturan bu geleneğin önemi ve etkisi günümüzde hoca -öğrenci ilişkisine dayanan bilimsel bir faaliyet ve kültürel bir zenginlik olmak­tan öte, daha çok ekonomik kaygıya sahip yönetim ve işletmecilik anlayışı içerisinde devam etmektedir. Unutulmamalıdır ki sadece iş ve ticaret değil, bilim ve sanat alanındaki birçok kültürel zenginlik te bu gelenekle, yani usta çırak ilişkisiyle bugünlere kadar aktarılabilmiştir.

Örtülü bilgi rakiplerce kolay kolay görülemez. Bu ne­denle çözümlenmesi ya da taklit edilebilmesi de güç­tür. Ya da şöyle söyleyelim örtülü bilginin sonuçları ve etkisi görülse de ona sahip olmak ve ona yön vere-mek pek kolay değildir. Alan araştırmaları bu nedenle önemlidir. Ya da yurt dışında kendi kültürünüzle il­gili yapılan çalışmalar yine bu nedenle çok kıymetlidir.

Örtülü bilgiye sahip olabilmek ve ona yön verebil­mek için önce ışık saçabilmek, etrafı aydınlatabil­mek ve başkalarına rehber olabilmek gerekmekte­dir. Bunun için de uzun süreli bir deneyim ve sabır süreci içerisinde pişmek ve olgunlaşmak gerekir. Sa­hip olmak istenilen örtülü bilgi, kökleri yüzlerce yıl ötelere giden bir birikim ise bunu özümseyebilmek, hazmedebilmek, kolayca taklit edebilmek hiç te kolay değildir (Grant 1991: 125-128, Akt. Doğan: 4; Bolat: 352). Bu zorluğu aşarak örtülü bilginin birikim sto­kuna dayalı rekabet avantajı elde etmek ve buna yeni değerler katabilmek bu stokun üst düzey değerlerine sahip olmakla kolaylaşır. Bu kolaylık rakiplere karşı daha büyük bir güç elde ediş anlamına gelmektedir.

Örtülü bilgi oluşurken de gelişirken de merkezinde daima birey ve çevresi vardır. Birey çevresinden al­mış olduğu girdileri kendi beceri ve düşünce dün­yasında yeniden şekillendirir. Bu şekillendirme ne­ticesinde ruh ve düşünce yapısından çevresine bilgi saçar. Örtülü bilginin hayat bulduğu bu derya çev­resine sunduğu imkânlar arttıkça daha da zengin­leşir, derinleşir. Dolayısıyla bireye ve kurumlara dü­şen görev, bu deryaya katkılar yapabilmenin yanında bunların dışa vurumuna olanak sağlayacak yapılar oluşturmaktır.

Örtülü Bilgi ile ilgili kavramlar Din ve Kültür

Örtülü bilgiye sahip birisinin bilgi kazanım sürecini bilimsel analiz ve testlerle ölçümleyebilmek ya da kı­yaslayabilmek pek mümkün değildir. Ancak bu du­rum örtülü bilgi türünün objektif test ve kontrollere imkân tanımadığı anlamına gelmemektedir. Birçok insanın hep aynı ustayı tercih etmesindeki en önemli etken budur (Doğan 2004: 90).

Kurumsal bilgi bireysel bilgiye, bireysel bilgi de ku­rumsal bilgiye dönüşebilmektedir. Bu bir döngü ola­rak varlığını daima korur. Bu nedenle de örtülü bilgi­nin dışa vurumu mümkündür. Ancak bu bilgi türünü somutlaştıran araçlar belirlenirken çok dikkat edil­melidir. Örtülü bilgi kaynaklarının belirlenmesinde, kültürel, tarihi, fizik ve manevi-dini inanış gibi birçok etken önemlidir. Çünkü bu kavramlar sadece belli bir toplumsal yapıya ya da bir davranış kalıbına ait de­ğildir. Hayatın bütün ilişkilerine kendilerince yansı­yan bir davranışlar ya da inanışlar bütünüdür. Bun­lar insanı toplumsal bir varlık haline getirmiştir. Bu nedenle söz konusu bu kavramları sürekli olarak in­sanla birlikte düşünmek gerekmektedir.

Kültür

Kültür, maddi unsurların yanı sıra manevi unsurları da içine alan hem maddi hem de manevi bir bütün­dür. Bir yaşam biçimidir. Hayatı anlamlandırmanın kodları onda saklıdır. Bu nedenle bir yöredeki me­deniyetin ve yaşam kodlarının temelini kültür, kül­türün temelini ise, insan düşüncesi oluşturmaktadır.

Kültürün insanidir ve aktarılabilme özelliği vardır. Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşak­tan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özel­liklerin bütününe kültür denir. Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kı­lar. Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Bu tarz, genel olarak iki öğeden oluşur: a) maddi kültür öğeleri: binalar, her türlü araç-gereç, giysiler vb. b) ma­nevi kültür öğeleri: din/inançlar, gelenekler, normlar, düşünce biçimleri vb.

Başlangıcı insanlık tarihi kadar eskilere uzanan din, tarihin her döneminde bireyleri ve toplumları etki­leyen en önemli faktörlerden birisidir. Öyle ki, tarih­sel süreçte dinsiz bir topluma rastlanmamıştır. İn­sanlık tarihinde bu derece önemli bir konuma sahip olan dinin toplumsal hayatta meydana getirdiği et­kiler, günümüzde Din sosyolojisinin esas konusunu teşkil etmektedir. Din Sosyolojisi çalışmaları, din ile toplum arasındaki ilişkilerin karşılıklı etkileşim ha­linde olduğunu ortaya koymuştur. Bu sunumun or­taya koymaya çalıştığı şey bu etkileşimin sonucunu göstermektir.

Söz konu etkileşimin en yoğun göründüğü alan kül­türdür. Kültürün maddi ve manevi öğeleri arasında sürekli bir etkileşim vardır. Birinde meydana gelen bir değişim diğerini de etkiler. Her toplumun ken­dine özgü bir kültürü olması nedeniyle kültür gö­relidir. İnsanlar hem kültürü oluştururlar hem de kültürden etkilenirler. Kültür durağan değildir. Za­man içinde değişir. Maddi öğeler daha hızlı değişir. Ayrıca her toplumda kültürel değişim hızı birbirin­den farklıdır.

Birey davranışlarını yönlendirerek toplumsal düzeni sağlar. Topluma kimlik kazandırır. Toplumu diğer toplumlardan farklı kılar. Toplumsal dayanışma ve birlik duygusu, kısaca, “biz bilinci” verir. Toplum­sal kişiliğin oluşmasını ve sosyalleşmeyi sağlayan da kültürdür. Bu kültürün işleyişidir. Yani kültür böyle işler. İnsanlar farklı toplumlarda yaşasalar da ya da farklı biyolojik yapılara sahip olsalar da birbirlerine benzerler. Ancak, inanç, düşünce, tutum ve olayları algılayış tarzı farklıdır. Bunun nedeni kültürel yapı­dır. Çünkü bireyler, kültürü içinde yaşadıkları top­lumun sosyalleştiriciliğiyle kazanırlar. Sosyalizasyon: bireyin içine doğduğu kültürel ortamının özellik­lerinden, ana-babasından, yakınlarından, arkadaş­larından, okuldan, sokaktan ve iş ortamından öğ­renilir. Birey sosyalleşme süreciyle içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olur. Olayları algılayış tarzından giyim tarzına, düşünüş tarzından davranış biçimine kadar her konu bu süreç ve kültürden etkilenir. Bu genel bir benzeyiştir.

Kültür, insan gereksinimleri çerçevesinde gelişir. Top­lumun kültürel aktarımı nesiller boyu devam ettiği için canlılık, akıcılık ve etkinlik elbette var olacaktır. Bir topluma kalıcılık kazandıran şey fiziki öğeler de­ğil, düşünsel yeteneklerdir. Düşünsel yetenekler zen­ginleştikçe fiziki kültür şekillenir ve gelişir. Günü­müzde fiziki öğelerin kopyalanması oldukça kolaydır. Ancak beceri ve yetenek kişi ya da bölgeye özgüdür. Çünkü maharet, sarf edilen emek ve duygu, üretim unsurlarına sirayet eder. Üstünlük yapılan işe ruhu, becerileri ve işlevselliği katmakla ortaya çıkar. Kül­tür, insanla ortaya çıkan ve yaşayışla biçimlenen bir şeydir. Farklı toplumlarda farklı özellikler sergilediği için yaşayış biçimini, tarihi, insana ait unsurları, bo-zulmamışlığı ve her şeyden önemlisi “özel olanı” yan­sıtır. Manevi kültürün örtülü bilgiyle kesiştiği nokta burasıdır. Ekonomik, sosyal ve politik yapılar kültür ve teknolojik gelişmelere kendi özelliklerince cevap­lar verdikleri ve örtülü bilginin de bizzat kendisi kül­türde saklı olduğu için yerel örtülü bilgi alanları ra­kiplere bir çekim merkezi haline gelmektedir. Saklı bir bilgi olduğu için hem ulusal hem de uluslararası önemli bir güçtür (Watson 2002: 924; Gertler 2003: 80; Hughes ve Ailen 2005: 175-176; Cano ve Mysyk 2004: 879-898, Akt. Bolat: 343-344). Taklit edilemez­liğin yarattığı üstünlük rekabet kabiliyetini kuvvet­lendirirken örtülü kaynakları sürekli incelenmesi ge­reken şey haline getirmektedir.

Tarihsel zenginliklere sahip ülkeler çeşitli inanışlara sahiplik yapmışlardır. Bunda manevi unsurlar önemli bir yere sahiptir. Çünkü farklı inanışların bir bütün olarak yaşayabilmesi, hem ibadet hem de dini yapılar bakımından insanlarda onu görme, onun içini bilme merakını uyandırır Bunun nedeni değerlerin özün­deki örtülü bilgidir. Dini duygulara dayalı inanç ey­lemleri de bir çeşit örtülü bir bilgidir. Bu tür örtülü bilgiler bir duygu yoğunluğuna sahiptir. Duygu yo­ğunluğu örtülü bilgiyi özünde taşır. Bu türden tu­tumlar deneyim ve birikimlerin iyi bir şekilde açığa çıkartılmasına katkı sağladığı için örtülü unsurların daha da zengin hale gelmesine yol açmaktadır. Mev­cut bu durum açık bilginin yanı sıra son derece soyut ancak bir o kadar da stratejik bir kültürün varlığına işaret etmektedir. Dolayısıyla bu kültürü stratejik ya­pan unsurlar aynı zamanda da o kültürün özellikle­ridir (Taggart 2002: 7-17, Akt. Bolat: 344).

Örtülü bilgiyi uluslararası rekabette öne çıkaran kav­ram küreselleşmedir. Küreselleşme, sosyal ve kültü­rel düzenlemelerle coğrafi sınırların ortadan kaldıran bir süreçtir. İnsanlar ya da toplumlar benzer şekilde düşünebilirler. İnsanların ya da toplumların sır dolu incelikleri, mutluluk ve başarıları, farklı olabilmeleri ve bu farklılığı sunabilmelerinde saklıdır. Söz konusu bu farklılığın çekici özellikleri vardır. Çünkü hangi kimlikte olursa olsun bireye ve topluma özgü bilgi ve beceri birikimleri benzerlikler ve taklitler arttıkça o kimlik daha çok değer kazanmaktadır. Temel sorun örtülü bilginin değerlerini herhangi bir rekabet sü­recinde uygulama ya da yansıtma güç ve becerisine sahip olmak ya da olmamaktır.

Küreselleşme süreci bir homojenleşme sürecidir. Kü­reselleşme süreci dünyada tek bir pazar yapısı oluş­turmaya çalışmaktadır. Bu pazar yapısına göre bireye özgü istek ve beklentiler genel anlamda geri plana itil­mekte, verimlilik ve etkililik bu pazar yapısına göre belirlenmektedir. Ancak bu pazar anlayışı, yaşamı ve çalışma hayatını monotonlaştırmakta, yoğunlaş­tırmakta yoğunlaşan iş ve yaşam koşullarıyla bir­likte, artık günümüzde zamanı daha verimli kullan­mak isteyen ve kendi bireysel özelliklerinin farkına varılmasını bekleyen insan tipi ortaya çıkmaktadır. Bu profildeki müşteri istek ve beklentileri müşteriye özgü isteklerle dillendirilmektedir. Daha heterojen bir pazar yapısının oluşumu anlamına gelen bu eğilim, aynı zamanda zengin ve köklü bir örtülü bilgi potan­siyeline duyulan ihtiyacın da göstergesidir.

Küreselleşme süreciyle birlikte hızla artan bir reka­bet ortamına doğru gidilmektedir. Günümüz dün­yasında rekabet gün geçtikçe acımasızlaşmakta ve kendisini her alanda hissettirmektedir. Öyle ki gü­nümüzde her üretilen şey saatler içerisinde taklit edi­lebilmektedir. Böylesi bir durumda başarı yenilik ve yaratıcılığa temel oluşturacak unsurları keşfedebilme ve bunları en etkin şekilde kurum hedeflerine yansı-tabilme becerisinde yatmaktadır. Böylesi bir durum göz önüne alındığında, örtülü bilginin değişim ve ye­niliği yakalama adına büyük bir potansiyel oluştur­duğu rahatlıkla söylenebilir. Böyle bir süreçte tek­noloji ve iletişimdeki gelişmeler çok önemlidir. Son yıllarda yaşanan bilgi teknolojilerindeki değişimler bilgi erişim ve paylaşımını herkes için oldukça ko­laylaştırmaktadır. Özellikle bu durum açık bilgi için geçerlidir. Açık bilgi artık kolayca işlenebilmekte, üretilebilmekte, depolanabilmekte ve ağlar içinde ko­layca iletilebilmektedir. Yaşanılan süreçteki taklit ve transfer, örtülü bilgi ve kaynaklarını, rekabet avan­tajı yaratımında stratejik bir potansiyel konumuna yükseltmektedir. Çünkü rekabette üstünlük patent alımından daha çok takım çalışması, güven, dost­luk, bağlılık ve örgüt kültürü gibi sosyal açıdan ol­dukça karmaşık olan bilgi ve beceri türlerini içinde barındıran örtülü bilgiye dayanmaktadır (Doğan 2004: 87 vd.).

Sonuç

Günümüz koşulları rakip bilgisini edinebilmeyi ve hatta onların sahip oldukları tüm açık bilgi olanak­larını görme, kontrol etme ve denetlemeyi kolaylaştır­mıştır. Gelişen iletişim ve bilgi teknolojileri sayesinde açık bilgi türüne ulaşmak son derece kolaylaşmıştır. Artık günümüz rekabet avantajı yaratımında dikkat­ler fiziksel unsurlardan öte, onların arkasındaki bilgi ve beceri potansiyeline yoğunlaşmaktadır. Bu bilgi ve beceri potansiyelinin başında ise kontrol ve de­netlenmesi zor olan örtülü bilgi gelmektedir. Örtülü bilgi yüzlerce yıllık bir kültürel miras olarak aktarı-labilirse çok daha stratejik bir önem arz etmektedir. Bu nedenle sahip olduğumuz Mâturîdî örtülü bilgi kaynaklarımızın tam anlamıyla farkına varabilmeli ve gerek yerel, gerek kurumsal yapılanma ve gerekse de birey olarak bu potansiyelin uluslararası arenada bir rekabet avantajı olarak lehimize dönüştürülebil-mesinin imkânları araştırılmalıdır.

 

Yukarıdaki pasaj “Çağdaş Zamanların Çözümlemelerinde Bir Güç Faktörü Olaraka Mâturîdî / Sayfa 150 Yrd.Doç.Dr. Halis Adnan ARSLANTAŞ. “Uluğ Bir Çınar İmam Maturidi Uluslararası Sempozyum Tebliğler Kitabı, Ahmet Kartal, 28-30 Nisan 2014, Eskişehir, Doğu Araştırmaları Merkezi Yayınları.” isimli izinle eserden alınmıştır. Tam metin ve kaynaklar için bu esere müracaat edilmesi, atıf yapılacağı zaman da bu eserin dikkate alınması önemle rica olunur.

 

Kaynakça

AKTAN, Gündüz “Kuruluş ideolojimiz ve İslam (2)” Radikal, 12.10.2004, Aktaran, M. Zeki İşcan, (Kış 2008), “İslam Düşün­cesinin Entelektüel Temellerinin Yeniden Yorumlanmasında Mâturîdî’nin Katklsı”, Ekev Akademi Dergisi Yıl: 12 Sayı: 34.s.2-48

BARUTÇUGİL İsmet; (2002), Bilgi Yönetimi, Kariyer Yayıncılık, İstanbul.

BOLAT, Süleyman (2009), “Örtülü Bilgi Kaynaklarının Keşfi ve Somutlaştırılması: Şirince Örneği”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Dergisi, (34), ss.339-359

Bottomore, 1977: 121-122), Aktaran, Mehmet KARAGÜL – Ömer AÇIKGÖZ, “İktisat Tarihi Perspektifinde İktisadi Kalkın­ma Ve Din İlişkisi”, s. 472, ss.472-486, www.iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/881348078245.pdf, (14/2/2014).

BOURDİEU, Pier (1986) “The Forms of Capital,” From J. E. Richardson (ed.), Handbook of Theory of Research for the Soci-ology of Education, translated by Richard Nice. Greenword Pres. New York.

ÇAMAN, Efe ( 2007), Uluslararası İlişkilerde (Neo) Realist Paradigmanın Almanya’daki Gelişimi ve Evrimi, Kindermann ve Münih Okulu, Hukuk ve Politika (2),(8), USAK, ss.36-52.

CANO, Lucero Morales ve Avis MYSYK; (2004), “Cultural Tourism, The State and The Day of The Dead, Annals of Tourism Research, 31(4), ss. 879-898.

DOĞAN, Hulusi (2004), “Kültürel bir miras olan örtülü bilginin Soyolojik ve Stratejik Analizi ve Bunun Uluslararası Pazarlara

Yansıtılma Stratejileri”, Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, (1), ss., 84-96. el-MÂTURÎDÎ (2003), Kitâbu’t-Tevhîd (tah. B. Topaloğlu, M. Aruçi), İsam Yayınları, Ankara.

ERKAN, Hüsnü (1998), Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş Bankas Kültür Yayınları, Genel No: 326, Ankara. GERTLER, Meric S. (2003), “Tacit Knowledge and The Economic Geography of Context, or The Undefinable Tacitness of

Being (there)”, Journal of Economic Geography 3(1), ss. 75-99. GİBBS, J.P. (1990) Control as Sociology’s Central Notion. The Social Science Journal. Vol. 27, Number 1, pp. 1-27. Gottfried-Karl Kindermann, (1991), ‘Zum Selbstverstândnis des neorealistischen Ansatzes – Einleitung zur dritten Auflage’,München.

GRANT, Robert M. (1991), “The Resource-Based Theory of Competitive Advantage: Implications for Strategy Formulation”

California Management Review (Spring ). HUGHES, Howard ve Danielle ALLEN; (2005), “Cultural Tourism In Central And Eastern Europe: The Views of Induced

Image Formation Agents, Tourism Management, 26(2), ss. 173-183. İZMİRLİ, Yeni İlmi Kelâm, C. 1, 1339/1341, İstanbul.

JOHANNESSEN, Jon-Arild; Bjorn OLSEN ve Johan OLAISEN; (1999), “Aspects of Innovation Theory Based on Knowledge

Management”, International Journal of Information Management, 19 (2), ss. 121-139. KOÇOĞLU, Kıyasettin (2005), Mâturîdî’nin Mutezile’ye Bakışı, (Basılmamış Doktora Tezi), AÜ Sosyal Bilimler Enst., Ankara, 2005.

KOSKINEN, Kaj U. (2000), “Tacit Knowledge as a Promoter of Project Success”, European Journal of Purchasing and Supply Management, Vol. 6: 4147.

KUTLU, (2003), “Bilinmeyen Yönleriyle Türk Din Bilgini İmâm Mâturîdî”, Dini Araştırmalar, (5): (1):1:15, 0cak-Nisan. Mehmet KARAGÜL – Ömer AÇIKGÖZ, “İktisat Tarihi Perspektifinde İktisadi Kalkınma ve Din İlişkisi” , s. 472, ss.472-486,

www.iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/881348078245.pdf, (14/2/2014). NİLGÜN Çelebi (2001), Sosyoloji ve Metodoloji Yazıları, s. 45, Anı, Ankara.

ÖZDEŞ Talip (2003) “Mâturîdî’nin Te’vil Anlayışında Aklın Yeri”, İmâm Mâturîdî ve Mâturîdîlik” içinde, Haz., Sönmez Kutlu, s. 246.

TAGGART, Geoff; (2002), “Spiritual Literacy And Tacit Knowledge”, Journal of Beliefs & Values, 23(1), ss. 7-17.

WATSON, John; Steven LYSONSKI, Tamara GILLAN ve Leslie RAYMORE; (2002), “Cultural Values And Important Posses-sions: A Cultural Analysis, Journal of Business Research, 55 (11), ss. 923-931.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazar
Halis Adnan ARSLANTAŞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen