Bir Köy Hikayesi

 
Ablam yazın genellikle köyde durur.
Canım köye gitmek, biraz dağları seyretmek istedi.
Telefon ettim “gızılcık sıyıryon, bi de hasılatlamı toplayom” dedi. Kızılcık ağaçları zaten var. Hasılat dediği de dört tana domates altı tane biberdir. “Gelcesen çay yapam” dedi ardından ama çayı da enişte Yunus yapar zaten. Yanıma arkadaş bulursam geleceğimi söyledim.
Mesut’u aradım, hanımının bir işi varmış onu yapıyormuş. Ahmet elindeki listeleri almaya çalışıyormuş. Vaz geçmiştim ablam aradı “hadi gel çay yapyoz” diye.
Baktım bir araba, üzerinde de “Selam olsun Turan ülkesinde uyanılacak sabahlara” yazıyor. Sahibini sordum falan kişi imiş, bekledim göremedim. Benim araba bundan kirli ama tembih ettim arabayı yıkatsın da yazı daha iyi görünsün diye.
Yola çıktım. TRT Türkü içinde eskiden kullandığımız eşyalar geçen türküleri söylüyor. “Kalbur” dan başladı;
İlimonum kalburda,
Bu gece de kal burda,
Bana dünür yollama,
Benim gönlüm nalburda.
Sonra “Yenice yolları bükülür gider.”
Kırmızı gül olsan, har olamazsın
Azrail olsan da can alamazsın
Dünyayı kalbura koysan elesen
Sen de benim gibi yar bulamazsın.
Sonra bir Afyon türküsü “Dam ardına asa da koymuş kalburu.”
Kalburun küçüğü elek, büyüğüne de “gözer” denirdi.
Elemek de elenmek de güzeldi. Bazen elek üstünde kalmak daha önemsiz olurdu. Kepeğin üstte kalması undan değerli olduğunu göstermezdi.
Sonra içinde “kazan” geçen türküler başladı;
Ocağa koydum kazan,
Yak altını kaynasın,
Yarim çıktı horona,
Kemikleri oynasın.
Bir başka türkü;
Sıra sıra kazanlar,
Kara yazı yazanlar,
Cennet yüzü görmesin,
Aramızı bozanlar.
Bir Bilecik türküsü;
“Yol üstüne kura da koymuş kazanı.”
Atalarımız demişti “İçi ak olan kazanın dışından kara bulaşır” diye. Bir şiirin iki mısraı da şöyleydi;
“Ne tez geldi yiğidim genç yaşta sana hazan.
Şehide su ısıttı ak taşlı kara kazan.”
Kara kazanların ağzı dili olsa da konuşsaydı bir neler duyardık neler.
Tarlaya varmadan önce babamın mezarına uğradım. Dua ederken arkamdan bir ses “Napyon?” Baktım bizim Ahmet. Elinde bir su kabı. Mezarlara, ağaçlara su vermeye gelmiş. “Akrabalarının mezarına mı su döküyorsun?” dedim. “Kim susadıysa una veryon” dedi. Zaten biraz önce de dağlardan kekik toplayıp gelmiş, çorbasına koyuyormuş.
Ahmet uzaktaki, yakındaki, yol üstündeki, dağdaki ağaçları sular, aşı yapar, fidan diker. Onları budar, bakımlarını yapar.
Bir gün dağa gittik Ahmet’le. Zar zor bir yere tırmandı, çalılıkların arasında bir ağaç buldu. Sevinerek “bak gördün mü, tutmuş” dedi.
Ahmet’e dedim ki “Ahmet bura dağ başı, yol yok, iz yok. Bak kendin bile aşı yaptığın ağacı zor buldun, bunu kim bulup da yiyecek?” Cevabı şu oldu” Gurt, kuş yir.”
Mezarlığa da diktiği ağaçlardan biri iki tane elma vermiş, onu gösterdi. Lavanta da dikmiş bir müddet önce.
Sonra tarlada çayımızı içtik, sohbetimizi yaptık.
Dönüşte baktım Adile Kurt Karatepe söylüyor;
Karşıda kıza kurban,
Terlemiş yüze kurban,
Bezenmiş toya gelmiş,
Kara kaş göze kurban.
Değirmen boş dolanır,
Suyu sarhoş dolanır,
Yardan bir kuşak gelmiş,
Belime beş dolanır.
Ablamın bir senelik hasılatı da ancak bir aileye bir hafta yeter edendim.

Yazar
Mehmet Ali KALKAN

Eskişehir'de doğdu. Eskişehir Gazi İlkokulunu, Tunalı Ortaokulunu, Motor Sanat Enstitüsünü ve Çukurova Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirdi (1980). Bir müddet Eskişehir Belediyesinde ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen