Entellektüel Kimdir?

 

Ali AYÇİL[1]

I

Hem Cemil Meriç hem de Edward Said, ‘entellektüel’ üzerine kaleme aldıkları uzunca metinlerde konuya aynı soruyu irdeleyerek başlarlar. Entellektüel kimdir? Üzerinde uzlaşılmamış her kavram gibi ‘entellektüel’in tarifi de tarif edilen ülkeye, ideolojiye ve tanımlayanın konumuna göre değişiyor. Entellektüel, kah burjuvazinin yanında, sermayenin açık fikirliliğinin bir kanıtı olarak yerini alıyor; kah burjuvaziye karşı Sosyalizm’i destekliyor; Rusya’da Nihilizme bulaşmış bir ‘baba – gelenek’ düşmanı Bazarov rolünü oynuyor; Türkiye gibi toplumlarda devlet merkezli ulusçu aydınlanmanın bazen sevgi bazen nefret kanadında yer tutuyor; bazen de yükselmekte olan yeni muhafazakarlıkların görücüye çıkmasını sağlayan ‘bilge adam’ oluveriyor. Çantasında yeri geldiğinde otoriteye karşı söylevler taşıyan yeri geldiğinde de otoritenin seveceği türden tezler bulunduran bir ‘mesleği’ tarif etmek gerçekten de kolay değil. Ve işte bir soru daha: ‘Entellektüellik bir meslek midir yoksa her türden meslekte ortaya çıkabilen bir kafa işçiliği mi?’ Bu tartışma da henüz neticelenmiş değil! 

II

Entellektüelin kim olduğu tartışıla dursun, sözcük, günlük hayat içerisinde çoktan kendine yer buldu bile. Mesleki bilgisinin sınırlarını aşarak farklı sözler söyleyen birini tarif ederken, ‘o entellektüel biri’ deyiveriyoruz. Hanımlar, arkadaşları olan beyefendileri çevrelerine tanıtırken ‘onun entellektüel biri olduğunu’ eklemekten ayrı bir zevk alıyor. Biraz daha havai durumlarda ise ‘entel’ kelimesini kullanıyoruz. Belli ki entel, entellektüeli andıran ama o olamamış birini ifade ediyor. İdeolojik söylemlerde ise her iki kelimenin de başka başka gön-dermeleri var. En iyisi Edward Said’e kulak kesilmek! Said, 1948 yılında Bertrand Russell tarafından başlatılan ve BBC’nin her yıl farklı düşünürlerle sürdürdüğü Reith Konferansları’nın konuğu olarak 1993 yılında Londra’da ağırlandı. Altı hafta süreyle BBC’den yayınlanan her biri yarım saatlik konferanslarının ana başlığı, ‘Entellektüelin Temas Ettikleri’ydi. Daha önce Oryantalizm konusundaki çalışmalarıyla Sosyal Bilimler dünyasında saygın bir yer edinmiş bulunan Filistin kökenli düşünür, ‘entellektüel’ler meselesini de Avrupa merkezli tariflerin dışına çıkarak başka türden yorumlara açık hale getirmeyi denedi. Ancak onun da, sözlerine yol açmak için bir ‘tanım’ ihtiyacı vardı. Garmsci, Julien Benda gibi birbirine zıt düşünürlerin entellektüellik üzerine görüşlerini aktardıktan sonra, kendi tarifini şöyle yaptı: “Entellektüel, belli bir kamu için ve o kamu adına bir mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi ya da kanıyı temsil etme, cisimleştirme, ifade etme yetisine sahip olan bireydir.” Kuşkusuz bu ancak bağımsız kalınarak yapılabilecek bir iştir ve entellektüelin bağımsızlığa düşkünlüğü onun başına işler de açacaktır!

III

Düşüncelerinin üzerinde ‘yersiz – yurt- suzluğun’, başka bir deyişle göçmenliğinin gölgeleri gezinen Edward Said, entellektüel üzerine konuşurken, çalışkan ama kovanı olmayan bir arıya benzer. Topladığı çiçek tozlarını nereye götüreceğini bilemediği için, onları bir bilgi ormanının üzerine serperek yoluna devam eder. Oysa Cemil Meriç öyle değildir! Pergelinin bir ayağını, bir coğrafyaya, bir tarihe sabitlemiş olmanın rahatlığıyla konuşur. Entellektüeller üzerine yapılmış sayısız tarifin alacakaranlığında dolaşmaya çıkarken, söze, doğunun hikaye anlatıcıları gibi başlar: “Dreyfus’u hatırlarsınız…” Meriç’in bu özgüveni boşuna değildir; yazdıklarını okudukça, Said’in yıllar sonra entellektüel meselesine değinirken yaptığı alıntıların bir çoğunun gözden geçirilip analiz edildiğini görürsünüz. Cemil Meriç’in, kavramı bir sohbet havası içinde aktarması ve ‘biz’le de ilişkilendirmesi de, sırtımızı bir duvara yaslayarak fotoğrafa bakmamızı mümkün hale getirir. Üstat’a göre entellektüel tipi, 19. yy’ın sonunda Fransa’da belirginlik kazanmıştır. Sürmekte olan Dreyfus Davası’nda, Zola’nın başını çektiği bir grup aydın, 14 Ocak 1893’te LAurore gazetesinde ‘Entellektüellerin Beyannamesi’ni yayınlayarak, sanığın yanında yer almışlardır. Kalemin savaşı başlamıştır artık! Said gibi Meriç’de tarifler arasında bir zihin gezintisi yapar ama ondan farklı olarak, tarif yerine entellektüellerin vasıflarına işaret eden iki maddelik bir ‘taslak’ çıkarır:

“1- Entellektüel, zamanının irfanına sahip olacaktır. Ülkesinin dilini, edebiyatını, tarihini bilecek, dünyadaki belli başlı düşünce akımlarına yabancı olmayacaktır.

2- Peşin hükümlere iltifat etmeyecek, olayları kendi kafasıyla inceleyip değerlendirecektir. “

Cemil Meriç, çıkardığı iki maddelik taslağa şunu eklemeyi de ihmal etmez: “Biz de Schumpeter gibi düşünüyoruz. Entellektüel, tariflere hapsedilemez. Mefhumu dalgalanışları içinde kavramak, tarihe başvurmakla kabil.”

19. yy’ın sonundan başlayarak varlığını güçlü bir biçimde hissettiren ve olaylar hakkında ‘kendi kendini görevlendirmiş bir fikir işçisi’ olarak beyanat veren entellektüelin Greko – Romen uygarlıktaki en uzak atası Sofistlerdir. Antik Yunan’ın bu ‘zeki’ adamları, geçimlerini paralı öğretmenlik yaparak sağlamaktaydılar. Dönemin oturmuş felsefi görüşlerine (doğa filozoflarına) karşı yaptıkları eleştiriler doğal olarak filozoflar cephesinde tepkiyle karşılanmış, Platon onları ‘bilgi çerçisi’ diye tarif etmişti. Aristo’nun gözündeyse onlar, sahte bilgilerini pazara çıkarıp satan tacirlerdi. Bu ilk tartışmaya noktayı tarih koydu. Ortaçağ’da ise bilginin kullanıcısı ve yorumlayıcısı rahiplerdi. Eğitim büyük oranda kiliselerde yapıldığı için, hemen her türden katibin, bürokratın mektebi de kiliseydi. Rönesans ve Reform’un ardından rahibin yerini bu kez filozof almaya başladı. Ortaçağın kapılarını kapatan burjuvazi, kiliseden kopardığı kitabi alanı, sofistlerin işlerini de mesleklerine dahil etmiş bulunan yeni filozofa devretti. Ancak Sofizmin ruhu, şu sistem filozoflarının ağırlığına dayanacak bir tabiatta değildi. 19. yy’ın sonunda, Dreyfus Olayı ile sembolleşen Entellektüeller Bildirisi, bir bakıma Sofizmin modern çağda yeni bir adla ortaya çıkmasından ibaretti. Bu kez parasını sıkça karşı karşıya geldiği burjuvadan alacaktı. Kurnaz burjuva, bir noktaya kadar onun haşarılıklarına, eleştirilerine katlanabilirdi pekala! Zaten 20. yy’da entellektüellerle iktidarlar arasındaki danışıklı dövüşle geçti.

V

Doğu ile Batı arasında hem bilginin kaynağı hem de kullanılışı arasında başından beri ciddi bir fark vardır. Doğulu zihin, bilgiyi kaynağından kopuk bir ‘ürün’ olarak görmez. Akıl, yaratılıştaki hikmeti kavra-makta bir aracıdır ve bilgi de bu hikmetin görünmeyi arzuladığı cephelerden sadece biridir. Çin’de, Hint’te, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da Tao’yu, Buda’yı, Mezopotamya yaratılış efsanelerini ve Şamanları birbirine akraba yapan bir başka zihin evreni vardır. Bu evren Peygamberler aracılığı ile de belli bir sistem içinde aktarılmıştır. Kendine özgü bir inanç ve düşünce tarihi olan Doğu’nun Batılılaşması, bu coğrafyalara batıdan gelmiş kimi kavramları tartışırken, ironik sonuçlar da doğurmaktadır. Örneğin Türk entellektüellerinin tarihini anlatırken nasıl bir yol izleyeceğimiz halen çözülebilmiş değildir. Yola Antik Yunan’dan mı yoksa kadim Doğu’dan mı çıkacağız? Kim olacak bizim atamız: Sofistler mi, hikmet sahibi bilgeler mi? Doğrusu bu, entellektüelin kim olduğu tartışmasından çok daha karmaşık bir durumdur. Meseleyi kolaylıkla geçiştirmek işin başvurulan yola biz de başvuralım en iyisi: Müderris, Mütefekkir, Münevver, Aydın ve nihayet Entellektüel. Osmanlı’dan bu güne ‘düşünen adam’ların menzillerini anlatan kelimeler bunlar. İçlerinden biri, yani Aydın, bir zamandan ötekine geçerken eşiğe konulmuş bir soyunma kabinine benziyor. İçine münevver girilip entellektüel çıkılan bu kabin, sürmekte olan siyasi – zihinsel karmaşamızın bir ‘Minia Türk’üne de benziyor.

VI

Modern Türk entellektüelinin atası, Tanzimat Dönemi bürokrasisi içinde ortaya çıkmaya başlayan devlet görevlisi münevverlerdir. Aslında kendilerine ‘Genç Osmanlılar’ dediğimiz Jön Türkler, bir kaç istisna dışında Bab-ı Ali’deki kalemlerde çalışan insanlardan oluşmaktaydı. Bu bürokrat aydınlar, bir yandan sınırları yasalarla belirlenmiş mesleki fonksiyonlarını icra ederken öte yandan çıkardıkları dergi ve gazeteler yoluyla İmparatorluğun gidişatı hakkında fikirler beyan ediyorlardı. Henüz bağımsız bir aydın tipinin ortaya çıkmadığı ilk dönemde, aynı zamanda devlet görevlisi de olan münevverlerin ikili pozisyonları onları zora sokmuştur. Namık Kemal’in sürgüne gönderilmesinin sebebi yalnızca düşünceleri değildi; bu sürgünde, bir devlet görevlisinin sınırlarının dışına çıkmasından kaynaklanan mahzurların da önemli bir rolü vardı. İlk dönem aydın bürokratları içerisinde, Ali Suavi gibi ender de olsa cesaretini uç noktalarda sınayanlar da rastlarız. Suavi, bir saray darbesine yeltenmiş ve canından olmuştur. Genç Osmanlılar, kendilerinden önceki ulema – müderris – mütefekkirlerinden farklı bir karakterle karşımıza çıkarlar. Elbette bir yanlarıyla o büyük geleneğin parçasıdırlar, ancak Batı uygarlığıyla kurdukları ilişki, muhalefet etme biçimleri ve düşüncelerini yaymak için seçtikleri yöntemler Mustafa Ali, Koçi Bey gibi klasik Osmanlı aydınının çizgisinden olabildiğince uzaktır. Onlar, selefleriyle kıyası kabil olmayan bambaşka bir zamanda ve bambaşka şartlar içerisinde ortaya çıkmışlardır. Öyle ki Namık Kemal sürgüne gönderilirken bile, Fransa da Kral’ı tahtından eden Marsilya Taburu’nun marşı La Marseillaise’i söylemekteydi!

VII

Batı kültürü ve Batı’daki siyasi hareketlerle yakından ilgili olan yeni Osmanlı aydını, 30 yılı aşkın saltanatı boyunca Abdülhamit’e muhalefet etti. Bürokrat aydınlarla Sultan arasındaki ilişki, babayla isyankar oğul arasındaki gerilimli ilişkiyi çağrıştırır. Baba kah affeder, kah tekdir eder, kah cezalandırır. Ancak cezalandırması da hep ölçülüdür! Genç Osmanlılar’ın halefi olan İttihat ve Terakki mensupları, ‘istibdat kurmak’la suçladıkları Sultan’ı tahttan uzaklaştırınca, Abdulhamit Döneminde benzerine rastlanmayan sertlikte uygulamalara girişmişlerdir. Türk aydınının en azından bir kanadında karakter halini almış ‘aydın despotizmi’nin temeli bu devirde atılmıştır. Bu tavır, yaklaşık 100 yıl boyunca, devletçi aydının vasıflarından biri olacaktır. 1908’de Meşrutiyet’in ilanını sağlayan askeri – sivil bürokrasinin tanınan isimlerinin aynı zamanda dönemin aydınları olduğunu hatırlatmakta yarar var. Ancak Tanzimat’tan sonra ortaya çıkan yeni aydın tek tip değildir; farklı görüşlere, bakış açılarına sahip kafalar da sahnede görünmeye başlayacaklardır. 20. yy’ın başındaki Osmanlı aydın sınıfı, Abdülhamit Döneminde yaygınlaştırılan eğitime de çok şey borçludur. Büyük çoğunluğu hem bu okullarda yetişmiş, hem de bu okullar sayesinde eğitimli muhataplar bulabilmişlerdir.

VIII

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte saflar yeniden düzenlenmiştir. Ancak çok partili seçimlerin yapılacağı 1950’li yıllara kadar ‘aydın’ sınıf, istisnaları dışında yönetimin yanında konum-lanmış, yeni ülkenin inşasında önemli bir rol üstlenmiştir. Dönemin aydınlarının büyük çoğunluğunun yolunun öğretmenlikten geçmiş olmasının bir sebebi okur – yazarların sayısının sınırlı olması, bir diğer sebebi de bu sınırlı sayıdaki okur – yazarlara yüklenen ödevlerdir. Çok partili dönemde aydınlarımız bir örnek olmaktan çıkmaya başlamış, bürokrat aydınların yanında geçimini devletten sağlamayan bağımsız aydınların sayısında da ciddi bir artış olmuştur. Özellikle 70’li yıllardan sonra kullanılmaya başlanan ‘entellektüel’ kavramı, aydının devlet karşısındaki göreceli bağımsızlığının da başka bir isim altında yeniden tanımlanmasına olanak sağlamıştır. Kuşkusuz entellektüellik yalnızca siyasi bir bilince işaret etmez; o aynı zamanda eğitimli bireyin dünyayı, ülkesini, tarihi, geleceği, toplumu ve kendisini kavrayışının da bir işaretidir. Bu cepheden bakıldığında, bir ülkenin her meslekten entellektüele muhtaç olduğu söylenebilir. Öğretmenler, bu meslekler içerisinde konumları gereği, özel bir yere sahiptir!

 

————————————————-

İstanbul Eğitim ve Kültür Dergisi, 11. Sayı, Haziran – 2015

 

 

[1] Şair, Yazar

Yazar
Ali AYÇİL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen