Mehmet Kaplan ve Nurettin Topçuya Göre Yarınki Büyük Türkiye

 
Harun CEYLAN

“İki yazarın ayrıldığı noktalar ise, ikisinin batı’ya ve batılı değerlere bakışlarının yanı sıra Anadolu’da olması gereken iktisadi ve sosyal yapının kurgulanmasında düğümlenmektedir.”

*****

Bu yazı, Kaplan ve Topçu hakkındaki çalışmalardan faydalanılarak hazırlanacak olan kapsamlı bir başka makalenin öncüsü kabul edilmesi umularak, iki fikir adamının Türkiye’nin geleceği üzerine kafa yordukları yazılarının bir arada toplandığı iki kitabını kısmen karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Burada kastedilen kitaplar, Kaplan’ın Büyük Türkiye Rüyası ve Topçu’nun Yarınki Türkiye adlı eserleridir. Bu yazılar değerlendirildiğinde, iki şahsiyetin milliyetçi gaye ve programlar gütmelerine rağmen yetişme şartları ve eğitimlerinin bir sonucu olarak farklı derinlikte ve kapsamda yazılar kaleme aldıkları görülür. Örneğin Topçu, felsefe bilgisi daha geniş olduğundan felsefî altyapıya daha çok önem verir, Avrupa’da aldığı eğitimden de istifade ederek varlık ve hareket kavramlarından yola çıkar ve Anadolu’da daha önce kurulmuş olan tasavvufî altyapıya benzer şekilde çerçevesi çizilecek felsefi bir yol haritasının sınırlarını belirlemeye gayret eder. Kaplan’da öne çıkan kişilik ise edebiyatçı ve eğitimci bir kişiliktir. Kendisi de bunun farkında olarak ülkenin demokrasi, ilim ve teknik alanlarında gelişmesi fikri üzerinde, özellikle eğitimin ve gençlerin yetişmesinin önemli olduğuna vurgu yaparak bazı tekliflerde bulunur.

Mehmet KAPLAN

Kaplan ve Topçu’nun Türk milletinin bir kez daha ayağa kalkması için sundukları bazı tekliflere geçmeden önce, iki yazarın geçmişte hangi hatalar yapıldığı ve tarihte bırakmamız, geleceğe taşımamamız gereken bazı hususlar üzerine düşüncelerini aktarmak faydalı olacaktır. Kaplan’a göre, “Bugün ne hilafeti, ne padişahlık müessesesini, ne şeriatı geri getirmek mümkündür”[1]. Kaplan’a göre hilafet, bir zamanlar dünyanın sömürgeci olmayan en büyük imparatorluklarından birisi olan Osmanlı’nın elinde dinî hoşgörünün bir örneğini yaşatmışsa da, devlet çatısı altındaki milletlerin ihanetleriyle parçalanmış bir kurum hâlini almıştır:

“Türkler, daima hürriyet ve istiklâli sevmekle beraber, zihniyet itibariyle imparatorluk sistemine alıştıkları için kavmî manada milliyetçilik fikrine diğer kavimlerin ihaneti yüzünden adeta zorla sürüklenmişlerdir”[2].

Bu anlamda, modem dünyada Cumhuriyet’in kazanımlarından sayılan demokrasi kavramıyla birlikte bu eski siyasî müesseselerin yeri yoktur. Topçu ise, rejimin niteliğinden çok idarenin millîliği yansıtıp yansıtmadığıyla ilgilidir. Genel olarak taklitçi Batılılaşma anlayışlarının hâkim olmasından dolayı millî kimliğimiz demokrasi ile de olsa idareye yansımamıştır. Topçu’ya göre, Osmanlı’daki idare sistemi, eksiğiyle fazlasıyla bizim ortaya koyduğumuz bir eserdir. Bugün demokratik sisteme, millî bir düzen ve birlik anlayışı yansıtılamamıştır:

“Hükümdarlık rejimimiz Divaniyle, Kanunname-i Muhammedi’siyle bizim eserimizdi. Bizim tarafımızdan yaratılan, bizim olan özelliklerine sahipti. XX. asırda, demokrasiyi benimsedikten sonra, ona kendi hususiyetlerimizi veremedik”[3].

Kaplan’m “şeriat” kavramını, Topçu gibi şekilcilik ve geleneksel bağnazlık manasında kullandığı görülmektedir. Kaplan, “Yakın tarihe gelinceye kadar Türklerin bütün sosyal hayatına, hukuk nizamına, ordusuna, sanatına İslamiyet şekil vermiştir”[4] dedikten sonra, İslamiyet’i Türk milletinin üçüncü medeniyet devrine (İslam öncesi-İslam devri-Batılılaşma devri) girişinde tekrar parlak bir medeniyet kurabilmesi adına en önemli kalkış noktası ve enerji kaynağı olarak gördüğünü ifade eder:

“…İlmî bir şekilde ele alınırsa ve aydınlık bir kafa ile tefsir edilirse, millî tarih ve İslamiyet, bizi bugün de ileriye götüren bir enerji kaynağı hâline gelebilir”[5].

Kaplan, bu anlamda gelenekçi İslamiyet anlayışı yerine İslam’da yer alan temel ve evrensel kavramlara vurgu yapmaktadır: “İslamiyet’in temeli olan hak (adalet), iyilik ve merhamet fikirleri ile neler yapılmaz? İslamiyet’i âtıl ve bâtıl bir müessese hâline koyan, onun üzerinde kafa yormayış, onu eski kalıplar içinde dondurmadır. Gelenekçi, kaplumbağanın kabuğuna sımsıkı sarılması gibi, eski şekillere sığınır”[6]. Topçu, “şeriat’i dinle eş değer bir kavram olarak değil, ondan bir cüz olarak görür: “Şeriat, din değildir; ancak ruhun emrinde olan bedeni dine götürücü yoldur. Şeriatı yalnız ve kendine yeter olarak ele aldığımız zaman ruhsuz bir iskelet kalır”[7]. Topçu, geçmişte Arap softalığı yaşandığını iddia eder. Dinî hayat, ibadetlerin kalıp davranışlara dönüştürülmesi ile akıl ve kalp süzgecinden geçirilmeyen bazı hükümler yüzünden topluma sınırlı bir hareket alanı bırakmış, toplum asıl dinden alması gereken ruhsal ilhamı Osmanlı’nın son devirlerinden itibaren alamamıştır:

“Ruha ilhamlar, aşkımıza kanatlar verecek yerde, vücudumuza emirler veren tamamen hatalı bir dinî gelişme, yaşayan kültürünün bütün kaynağı din olan bir cemiyette insanları, hayat basamaklarında canlıların aşağı tabakalarına doğru adım adım indirdi”[8].

Nurettin TOPÇU
 
“Millî Rönesans”

Bu bilgiler ışığında, Kaplan’m demokrasiye olan vurgusu, onu yarının “Büyük Türkiye”sini kuracak okul ve teknik yanında “üç yeni ve yaratıcı kuvvet”ten biri olarak sayması[9] karşısında Topçu’nun demokrasiye faydacı bir bakış açısı vardır. Topçu, demokrasinin şu an için insanları birbirine düşürdüğüne ve particilik davası güdülmesi yüzünden cemiyetin birliğine zarar verdiğine inanmaktadır[10]. “Önce şahsiyet” fikri etrafında kafa yoran Topçu, devletin bir aygıt olarak millî kültürden ayrı bir yola sapanların hürriyet kavramını yozlaştırmalarına müsaade etmemesi gerektiğine inanır. Devletin otoriter ve merkeziyetçi bir düzene sahip olması, zararlı fikirlerin ve karmaşanın önüne geçecektir. Ancak her şeyden önce Anadolu topraklarında fert ve cemiyet planında bir Rönesans’m yaşanması adına ruhî ve sosyal bir inkılâp için çalışılmalıdır.

Millî Rönesans için Kaplan’m ve Topçu’nun işaret ettikleri birikim, Türk milletinin özellikle Anadolu’da yerleşik düzene geçildikten sonra kazandığı kültürel birikimdir. Her iki yazar da bu kültürel mirasa sahip çıkılması gerektiğine inanır. Topçu, Rönesans’m kaynaklan olarak kendi kültürümüzün kaynaklarına gönderme yapar: “Rönesansımızı yapmak için, kültürümüzün kaynaklarına inmek lazım gelecek. Bu millet, büyük bir hayat aşkına yeniden kavuşmak için bir romantizm devrini her halde yaşatmahdır”[11]. Kaplan da aynı fikirdedir. Kültürel kaynaklarımız bugünkü nesle aktarılmadan medeniyette diriliş mümkün gözükmemektedir: “Bizim dirilmemiz için millî varlığın kaynağı olan millî kültür eserleriyle beslenmemiz lâzımdır”[12].

Millî kültür ve eğitim

Topçu, eğitim sistemimizdeki yabancılaşmanın millî kültürden mahrum gençler yetişmesine sebep olduğunu düşünür. Topçu, Türk tarihinde Türk olmadıkları hâlde İslam’ı kullanarak devletin idaresinde ve çeşitli kademelerinde yer almış yabancıların devletin sonunu getirdiğine ve bugün de aynı durumun yaşanmaya devam ettiğine inanmaktadır. Bu tür kişiler ve kökü dışarıda olan bu zihniyet, Anadolu’yu tarih boyunca sömürmüş, onun emeğini ve askerî gücünü sonuna kadar kullanmıştır. Topçu, Anadolu kalesinin içeriden fethedilmesi amacıyla okullarda verilen eğitimin bu zihniyeti devam ettirmeye matuf olduğuna ve millî okullarımızın yetersiz olduğuna işaret eder: “Yeni Haçlılar, yalnız bizden olmayan şeyler, bütün yabancı unsurları millî bünyemize aşılamak suretiyle Türk-İslam kalesini içinden yıkıyorlar. Yabancı okul, azar azar millî okulların yerini tutuyor. Yabancı kelimeler yavaş yavaş millî dilimizi istila ediyorlar. Yabancı örfler, güzel ve şerefli mazimizi hafızalardan silip süpürmektedir”[13]. Kaplan da, o gün için üniversitelerde Türk kültürü ve medeniyeti haricindeki medeniyetler üzerinde çok daha fazla durulduğuna ve onlara daha fazla önem atfedildiğine dikkat çeker: “Türk üniversitesinde Türk kültürünün değer ve ehemmiyeti diğer sahalara nazaran çok azdır. O kadar ki Yunan, Roma ve Bizans medeniyetlerine Türk medeniyetinden daha çok önem ve para verilir”[14]. Kaplan’m ve Topçu’nun eğitimde değişimin şart olduğuna ve öğretmenlere büyük görevler düştüğüne dair kanıları ortaktır. Topçu, geleceğin öğretmenlerin elinde şekilleneceğini ve kaybetmiş olduğumuz değerlere, fazilet ve ilmi birleştiren öğretmenlerin sayesinde kavuşacağımızı düşünmektedir: “Vatanın âtisi, ilimle faziletin yayıcısı olacak zümrenin, öğretmenlerin elinde bulunuyor. Kaybettiğimiz bütün değerleri bize yeniden kazandıracak olan onlardır. Bizim kurtuluşumuz ne kaba kuvvetin, ne ağır sanayiin ve Batı tekniğinin daima artan gücüne teslim olmanın eseri olacaktır. Teknikte ilerleyiş, planlı iktisat, demokrasi denemeleri, Anadolu’nun hayatî gücünü harcamaktan başka bir şey yapmayacaktır. …Anadolu’nun beklenen kurtarıcısı silahsız, servetsiz, hem de partisiz ve garazsız, yalnız faziletle ilmin havarisi olacak öğretmenlerdir”[15]. Kaplan da çocukların okulda edindikleri kültürel eğitimin sorgulanması gerektiğini şu şekilde ifade eder: “Yarının Türkiye’sinin ne olacağı hakkında bir fikir mi edinmek istiyorsunuz? Çocuklarınızın okuldan her gün getirdiği ve oraya götürdüğü şeye dikkat edin.”[16]

Büyük Türkiye Özlemi

Topçu’nun, “milliyetçiliğimizin dayandığı esaslar” olarak belirttiği maddelerden birisi şudur: “İktisadî sistemimiz, halkın bütün İçtimaî ihtiyaçlarım karşılayan ve her ferdi iş ahlâkıyla seferber eden asrın geçer deyimiyle ruhçu sosyalist sistemdir”[17]. Kaplan, Topçu gibi sosyalist ifadesini kullanımsa da bir milliyetçinin sosyalist mantıktan çok farklı olsa da toplumsal duyarlılık sahibi olması gerektiğim şu şekilde ifade eder: “Milliyetçilerin sosyalist veya komünistlerin iddialarına yaklaşan bazı sosyal davaları vardır. Mesela bir milliyetçi, Türk milletinin büyük çoğunluğunu teşkil eden köylülerin cehalet ve sefaletlerine karşı ilgisiz kalamaz”[18]. Topçu ve Kaplan, köylünün kendi topraklarındaki sorunlarına veya büyükşehirde yaşadıkları sorunlara yazılarında yer vermişlerdir. Kaplan, Büyük Türkiye’nin sanayileşmiş bir Türkiye’den geçtiğini düşünmektedir. Bu yüzden şehirlerdeki iş gücünün artması için köylünün eğitimden geçerek şehir hayatına kazandırılmasının olumlu sonuçlar doğuracağına inanır. Bu şekilde olursa, köyde azalan nüfusun herkese yetecek kadar ürün ortaya koyabilmesi için tarımda verimliliğin modern âletler ve yöntemler yardımıyla arttırılması gerekmektedir: “Türkiye’de nüfusun büyük bir kısmı, hemen hemen dörtte üçü, köylüdür. İleri bir memleket hâline gelmemiz için, bu nisbetin tersine dönmesi, yani nüfusun dörtte üçünün sanayide çalışması, ancak dörtte birinin toprak işleri ile uğraşması lâzımdır. Fakat, bu dörtte birin, dörtte üçe yetecek kadar gıda istihsal edebilmesi toprağın, toprak işi ile uğraşanların ve âletlerin değişmesine bağlıdır. Yoksa sanayi sektöründe çalışan nüfus artar, köy iptidaî bir durumda kalırsa, kıtlık ve açlık baş gösterir”[19]. Topçu ise, Kaplan’m aksine fabrika işçilerine ve teknik üretime dayanan bir sistem değil, toprağa dayak bir sistem öngörmektedir. Bunun için devletin inisiyatif alması gerekmektedir: “Bizim kendi bünyemiz için dokuyacağımız yeni İktisadî nizam, şu vasıfları taşıyacaktır: Devlet programı, devlet teşebbüsü ve devlet kontrolüne dayanan; devletin ortak işleteceği mahallî kooperatiflerin sermayesini kullanan, köylünün emeği ile çalışan, kârına köylüyü ortak yapan sosyalist sistem. Bu sosyalizm, ana unsur olarak fabrika amelesini değil, işlettiği toprağın asıl sahibi olan toprak işçisini, yani köylüyü alacaktır. Ticaret hayatında ise loncaların yeni görüş ve ihtiyaçlara uygun olarak canlandırılması lâzımdır”[20].

Madde mi mana mı?

Kaplan, Batı’yla yarışacak teknik gelişmenin sağlanması adına şehrin gelişmesi yarımda köyün de gelişmesi gerektiğini ifade eder. Topçu’nun tekniğe bakışı ise genel anlamda olumsuzdur. Topçu, bizde tekniğin şahsî menfaatler için kullanıldığı için faydalarının cemiyet sathına yayılamadığını düşünmektedir: “Avrupalılardan farklı olarak, bizim hayatımızı tekniğin istilası, bizde ferdimizden çıkarak cemiyet için yaşama idealinin, nefsini cemaatin hizmetine bağışlama duygusunun yüzde yüz iflas ettiği bir devirde meydana geldi. Batı’da bazen İçtimaî menfaatler uğrunda kullanılan teknik, memleketimizde daha ilk görünüşünde ferdî menfaat hırslarımızın aleti oldu. Kâinat nizamının cinsler ve cemiyetler arasında tertiplediği hayat kavgası, aynı cins ve cemiyetin fertleri arasında boğuşma halinde tabiat âleminde görülmemiş şeklini aldı”[21]. Topçu, yine eşya bilgisinden ziyade gençlerin manevî yönünün geliştirilmesi gerektiğini, bu yönü kuvvetli olan gençlerin teknikten olması gerektiği gibi istifade edeceklerini düşünmektedir: “Anadolu’da mektep bugün teşekkül çağını geçirmiş olan Avrupa’da olduğu gibi yalnız teknik bilgi vermekle kendi işini asla yapmış olmaz. Anadolu çocuğuna kendi millî tarihinin ruhunu sindirerek, bir ahlak ülküsü ve kendi içinde birlik fikrini aşılamalıdır”[22]. Kaplan ise, Topçu’dan farklı olarak tekniğe büyük önem vermektedir. Bugünün insan tipini çizerken Topçu’nun üzerinde önemle durduğu mistik karakteri tarihte yer edinmiş bir figür hâline sokar: “Bugün, dünyayı değiştiren üç büyük kuvvet vardır: İlim, teknik ve bunları ilerleten organizasyon. Yeni insan tipi, ne akıncı, ne ekinci, ne asker, ne de mistiktir. Âlim, teknisyen ve organizatördür. Türkiye’nin değişmesi, bol sayıda bu nevi insanları yetiştirebilmesine bağlıdır”[23].

Yeni insan tipi

Kaplan, Batılılaşmanın gerekli olduğunu, modern bir ülke olmanın ve yeni bir medeniyet kurmanın Batılı değerler olan demokrasi, ilim ve teknikle mümkün olacağını şu şekilde ifade eder: “Batı’da olan her şey bizi ilgilendirmez. Onlar alınmasa da olur. Fakat demokrasisiz, ilimsiz ve tekniksiz Batılı olunamaz. Kendisini bize ‘Batı’ diye satan her şeye bu üç prensibi tatbik edersek yolumuzu şaşırmayız”[24]. Topçu’nun Rönesans fikri ise Batılılaşmadan ziyade, Batıkların yaptığı gibi kendi tarihimize dayanmaya matuftur. Batı’dan ve insanlığın ortak kültüründen faydalanmak tabiidir. Fakat Topçu’ya göre Batı’nm metotlarım kendi kültürel değerlerimizle yoğurmazsak taklitçilikten kurtulamayız: “Kendi mazimizin, kendi kaynaklarımızın mahsulü olan kültürü, Garbın ve bütün insanlığın büyük eseri olan metodlarla yoğuracağız….Biz garbın, değerim takdir ettiğimiz metodlarını kullanarak onunla kendi ilim zihniyetimizi meydana getireceğiz. …Düşünmeye başlarken Dekart’tan değil, kendi fikir tarihimizden faraza millî tarihimizin değilse de düşünce tarihimizin bir şahsiyeti olan Gazalî’den işe başlamalıyız.”[25]

Sonuç olarak, Kaplan ve Topçu’nun fikirleri üzerine kısmen yaptığımız tahlil ve karşılaştırmalardan sonra, iki fikir adamının düşüncelerini şöyle hülasa edebiliriz: İki fikir adamının ortak düşüncesi, millî-dinî değerler çerçevesinde Anadolu’dan neşet etmiş kültürel mirasın ve yetişmiş büyük şahsiyetlerin genç nesle tanıtılması gerektiğidir. Bu yüzden öğretmenlere büyük görev düşmektedir. Ayrıca millî kültürün okullarda ve üniversitelerde daha fazla işlenmesi icap eder.

İki yazarın ayrıldığı noktalar ise, ikisinin Batı’ya ve Batılı değerlere bakışlarının yanı sıra Anadolu’da olması gereken iktisadî ve sosyal yapının kurgulanmasında düğümlenmektedir.

Kaplan, Batı’dan gelen her şeyi kabul etmemekle birlikte modem hayatın öne çıkan değerleri olan demokrasi, ilim ve tekniğin Büyük Türkiye’nin kurulmasında en önemli kavramlar olduğunu iddia eder.

Topçu, demokratik kültürün geçmişte kendi kodlarımızla gerçekleştirdiğimiz yönetim biçiminin aksine henüz yerine oturmadığını düşünür. Onun devlet aygıtını bir araç olarak gördüğü söylenebilir. Önemli olan bu aygıtın, yabancı zihniyetler tarafından değil, Anadolu mistisizmiyle ve ahlâki değerleriyle yetişmiş kişilerin kontrolünde olmasıdır.

Kaplan ve Topçu, köyün kalkınmasına büyük önem verirler. Kaplan, köylü nüfusun eğitimli bir şekilde şehirlerde istihdamını arzularken, Topçu köylünün devletten teşvik görerek toprağına sahip çıkması taraftarıdır.

Topçu, tekniğin insan şahsiyetinde gerçekleştirdiği tahribata dikkat çekerken, Kaplan bugünün ideal insan tipinin modern tekniklerle donatılmasının “…dağları ve taşlan çağdaş ilmin mucizeli tesiri ile yemyeşil, köyleri ve kasabaları temiz ve güzel binalarla yeniden inşa edilmiş, yeraltı ve yerüstü servetleri altın nehirleri gibi akan, sıhhatli, aydın, mesut, müreffeh, yaratıcı bir Türkiye”[26] meydana getireceği fikrini taşımaktadır.
————————————————–
Türk Edebiyatı Dergisi, 501. Sayı, Temmuz – 2015

[1] Mehmet Kaplan, Büyiik Türkiye Rü-yası, Dergâh Yayınlan, İstanbul 1976, s.26.
[2] Kaplan, age., s.17.
[3] Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınlan, İstanbul 2011, s.14
[4] Kaplan, age., s.25.
[5] Kaplan, age., s.27.
[6] Kaplan, age., s.27
[7] Topçu, age., s.299
[8] Topçu, age., s.100
[9] Kaplan, age., s. 13.
[10] Topçu, age., s.262, 280
[11] Topçu, age., s.14
[12] Kaplan, age., s. 19
[13] Topçu, age., s. 153
[14] Kaplan, age., s.20
[15] Topçu, age., s.286
[16] Kaplan, age., s.37
[17] Topçu, age., s.161
[18] Kaplan, age, s.198
[19] Kaplan, age., s.82
[20] Topçu, age., s.159-160
[21] Topçu, age., s.212
[22] Topçu, age., s. 139
[23] Kaplan, age., s.91
[24] Kaplan, age., s.24
[25] Topçu, age., s.168
[26] Kaplan, age., s. 13
Yazar
Harun CEYLAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen