Devlet Kapasitesi ve Umumi Müfettişlikler Altyapısal İktidarın Yerelde İnşası

Devlet Kapasitesi ve Umumi Müfettişlikler Altyapısal İktidarın Yerelde İnşası[i]

kirmizilar.com

Ayfer GENÇ YILMAZ[ii]

Özet

Bu çalışma, Tek-parti Dönemi devlet-toplum ilişkilerine farklı bir bakış açısı getirme­yi hedeflemektedir. Tek-parti rejimini, devletin toplum üzerinde kurmaya çalıştığı tek yönlü despotik bir iktidar ilişkisi temelinde irdeleyen çalışmaların boş bıraktığı bir alanı; yapacağı altyapısal iktidar analizi temelinde doldurma gayretindeki bu çalışma, Mann’ın altyapısal ik­tidar kavramsallaştırması temelinde ilerlemektedir. Bu bağlamda, Tek-parti Dönemi kapsa­mında devletin yerelde altyapısal iktidar arayışlarının bir sonucu olarak vücut bulan Umumi Müfettişlik kurumu üzerinden bir analiz çerçevesi sunulmaktadır. Buna göre; devletin yerelde inşa etmeye çalıştığı yollar ve iletişim ağları gibi lojistik teknikler, devletin kurumları aracı­lığıyla kurmaya çalıştığı iktidar yapılandırmasını örneklemesi açısından önem taşımaktadır. Devlet, taşradaki görünürlüğünü ve ulaşılabilirliğini arttırmak; toplumun gündelik hayatına dair bilgi, gözlem ve tecrübesini kurumları aracılığıyla çoğaltmak istemektedir. Taşranın eği­timinden ekonomik kalkınmasına; karayollarının genişletilmesinden sulama sorunlarına; sıt­ma ölüm oranlarından doğumun teşvikine kadar gündelik hayatın çok farklı alanlarına temas eden bir yeni kurumsal alan olarak Umumi Müfettişlikler, bu bağlamda, devletin altyapısal iktidarının kurumsallaşmasına dair önemli bir işlevsellik kazanmaktadır.

Devlet-toplum karşılaşmasının gündelik hayatın büyük bir bölümüne yayılan örnekleri, Trakya Umumi Müfettişlik Raporları ve Umumi Müfettişlik Toplantı Tutanakları üzerinden çalışma kapsamında analiz edilmektedir. Bu sayede, Türkiye tarihinin çok önemli bir kesiti olan Tek-parti rejimini ve bu dönemin çok önemli bir kurumsal parçası olan Umumi Müfet­tişlikleri siyaset sosyolojisinin ana meselelerinden devlet kapasitesi üzerinden yeniden anla­maya çalışarak tarihsel olan ile siyasal olanın bir araya getirilmesi hedeflenmektedir.
 

Anahtar kelimeler: Altyapısal iktidar, Umumi Müfettişlik, devlet, toplum, devlet kapa­sitesi, Tek-parti Rejimi, Michael Mann

Giriş

“Devlet nedir?” sorusu, siyaset sosyolojisinin temel ama cevaplanamayan sorunsalı olarak akademik tartışmaların merkezinde yer alırken devlet iktidarı, Weber’in mirasını devralan devlet merkezci kuramcılar (Mann, 1993; Migdal, 2001; Tilly, 1990) tarafından devlet kapa­sitesi kavramsallaştırması üzerinden analiz edilir (Seabrooke, 2002). Devletin neo-Weberyen teoriler nezdinde tanımı, devlet kapasitesi sorunsalından hareketle, onun kurumsal ve teritor- yal merkezileşmiş doğası üzerinde yoğunlaşır (Mann, 1984). Diğer bir deyişle devlet, kurum- ları aracılığıyla, merkezden kapladığı teritoryal alana doğru iktidarını yayar. Bu noktada ise Mann’ın altyapısal iktidar kavramı devreye girer. Bir mekân dâhilinde idari merkezileşmeyi mümkün kılan ve onu, kapladığı bölgesel coğrafi alan dâhilinde hâkim kılan temel etkenler­den en önemlisi o devletin sahip olduğu altyapısal iktidarıdır (Mann, 1984).

Mann’ın (1984: 113-114) yukarıda sözü edilen altyapısal iktidar kavramsallaştırması “dev­letin sivil toplumu çevreleyebilme ve lojistik olarak siyasal kararları uygulayabilme yeteneği” şeklinde tanımlanır. Bu bağlamda, altyapısal anlamda güçlü bir devletten bahsedebilmek için, öncelikle, devletin toplumsal kontrol mekanizmalarına sahip olması ve aynı mekanizmaların toplumun gündelik hayatının en ücra köşelerine işleyebiliyor olması gerekmektedir. Diğer bir deyişle devletin, toplumsal faaliyetleri kurumları aracılığı ile merkezden kontrol edebiliyor olması gerekir.

Devletin kurumları aracılığıyla vücuda getirdiği yerelde altyapısal iktidar arayışları yol yapımı, iletişim ağlarının güçlendirilmesi, kurumsal iş bölümü gibi temel toplumsal mühen­dislik alanları üzerinde yoğunlaşırken; söz konusu arayış sadece ekonomik ve teknik anla­mıyla değil, özellikle devlet kapasitesini genişlettiği ve merkezin yerel üzerindeki iktidarını kuvvetlendirdiği ölçüde siyasal anlamıyla da önem kazanır.

Yukarıda özetlenen teorik analize bağlı kalacak bu çalışma, Tek-parti dönemini, ağırlıklı olarak devletin toplum üzerinde hukuk ve polis aracılığıyla kurmaya çalıştığı otoriter/despo- tik iktidar analizleri üzerinden ele alan ve toplumu dışarıda bırakan çalışmaların boş bıraktığı bir alanı doldurmayı hedeflemektedir. Bu çalışma kapsamında, devletin toplum aracılığıyla altyapısal iktidar yaratma arayışı analiz edilmek istenmektedir. Tek-parti dönemi altyapısal ik­tidar projelendirmelerinin bir kurumu olarak Umumi Müfettişlikler, bu bağlamda, çalışmanın merkezinde yer alacak ve devletin yereldeki siyasal iktidar arayışları temelinde irdelenecektir.

Buna göre; Tek-parti rejimi merkezden atadığı müfettişleri aracılığıyla yerel halkın gün­delik hayatında kendi varlığını görünür kılmayı ve iktidarını toplumsal ilişkiler üzerinden yeniden üretmeyi hedeflemektedir. Bunu yaparken teftiş raporları aracılığıyla toplumsal olan­da neler olup bittiğine kayıtsız kalmamakta; toplumdan edindikleri ile karar alma süreçlerini yeniden şekillendirmektedir. Amaç, devletin tüm kurumsal mimarisi ile farklı boyutlarda top­lumun bütününe temasını sağlamak ve bu uğurda devlet kapasitesini arttırmak olarak belir­ginleşmiştir. Türk tarih yazımının devlet merkezci geleneği ve onun öngördüğü devlet-toplum monolitik bütünsel kavrayışı karşısında bu çalışma, toplumu bir aktör olarak analiz çerçeve­sine eklemlemeyi hedeflemektedir. Bu bağlamda Umumi Müfettişliklerin, devlet ve toplum arasında kurulacak ilişkide üstlenecekleri rol ve bu sayede altyapısal iktidarı sağlamak adına işlevselleştirilmeleri süreci bu çalışmanın devamında incelenecektir.

Bu bağlamda devlet kapasitesi analizine Türkiye tarihi bağlamında çok tartışılan Tek-parti rejimi ve Umumi Müfettişlikler üzerinden yapılacak katkı, hem tarihi neo-Weberyen analize geri getirmeyi hem de Tek-parti rejiminin ulus devlet inşa sürecini ve siyasal iktidarını yerelde yeniden üretme çabasını yeniden düşünmeyi hedeflemektedir. Bu anlamda da bugüne kadar ağırlıklı olarak Kürt Sorunu (Yeğen, 2006) ve Türkçülük (Bali, 2008) eksenlerinde ele alınan ve tartışılan Umumi Müfettişliklerin, devlet kapasitesinin önemli bir idari mekanizması olarak tartışılması hedeflenmektedir. Bu açıdan Umumi Müfettişlikler, sivil toplumda egemen siyasal toplumun kendini yeniden üretme arayışının önemli bir kurumsal aracı olarak ele alınacaktır.

Bu amaçla ilk olarak Mann’ın altyapısal iktidar analizi merkezinde devlet kapasitesi kav- ramsallaştırması teorik olarak ele alınacaktır. Çalışmanın asıl konusunu oluşturan toplum aracılığıyla iktidar analizi, meşruiyet kavramının da tartışılmasını gerekli kılacağından ilk bö­lümün ikinci kısmında bu sorunsal üzerinde durulacaktır. Ardından Umumi Müfettişlikler ve devlet kapasitesi ilişkisi Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine süreklilik gösteren bir yönetim zihniyeti (Koçak, 2010) olarak ele alınacaktır. Son olarak Trakya Umumi Müfettişlik raporları ve Umumi Müfettişlik toplantı tutanakları üzerinden altyapısal iktidarın Tek-parti örneğinde yerelde nasıl kurulmaya çalışıldığı somut örnekler üzerinden irdelenecektir.

Devlet Kapasitesi:

Altyapısal İktidar ve Meşruiyet Temelinde Bir Analiz

“(Modern) devlet, herhangi bir tarihsel devletten daha fazla günlük yaşamın içine sızar. Altyapısal gücü devasa şekilde artmıştır. Eğer bugün bir Kızıl Kraliçe olsaydı, sarf edeceği kelimelerden hepimizin korkması gerekirdi – Alaskadan Florida’ya, Shetlandsdan Cornwall’a, artık modern devletin altyapısal menzilinden saklana­cak hiçbir yer yok” (Mann, 1984:114).

Devlet kapasitesinin üzerinde uzlaşılmış net bir tanımı bulunmamaktadır. Egemenlik, vergi toplama, askeri güç ya da Mann’ın çalışmanın konusunu oluşturan altyapısal iktidarına atıfla tanımlanabilen devlet kapasitesi, çok genel anlamıyla devlet bürokrasinin temel fonk­siyonu olarak devletin toplumsal aktörler ile ilişkilerini ve onun mekânsal ve toplumsal etki alanını ifade eder (Mann, 1984: 114).

Devlet kapasitesi en genel ifadesiyle bu şekilde devletin sınırları dâhilinde topluma hâkim olabilme ve onu yönetebilme becerisiyle ifade edilirken aslında ortaya çıkan, Vom Hau’nun (2007) vurguladığı gibi, Mann’ın altyapısal iktidarından başka bir şey değildir. Bu çalışma nez- dinde devlet kapasitesi, merkezi devletin kurumsal kapasitesine referansla ve onun kapladığı bölgesel alanı çevreleme ve lojistik olarak kararlarını, aynı bölgesel alanda, uygulayabilme yeteneği üzerinden ele alınacaktır (Mann, 1984: 113). Bununla birlikte, Seabrooke’un (2002) “meşruiyeti devlet analizlerine geri getirme” önerisine istinaden devletin altyapısal iktidarını uygulanabilir kılan önemli bir etken olarak sembolik iktidar ya da meşruiyet arayışı da ihmal edilmeyecektir.

Mann’ın Devlet Teorisi ve Altyapısal İktidar

Mann’ın bu çalışmanın konusunu teşkil eden altyapısal iktidar kavramı onun devleti anlamakta kullandığı Weberyen yanına tekabül eder (Soifer, 2008: 233). Bu açıdan Mann’ı, Weber’in mirasçısı ve “Devleti Geri Getirme Ekolü”nün (Skocpol vd., 1985) bir üyesi olarak tanımlayarak konuya başlamak takip edecek altyapısal iktidar kavramsallaştırması açısından öncelikli görünmektedir.

Neo-Weberyen olarak adlandıracağımız devlet kuramcıları, devleti sadece sınıf çatışması (Miliband, 1977), kapitalist işlevselcilik (Poulantzas, 2000) ya da çoğulcu çıkar grupları (Dahl, 1971) üzerinden açıklamayı reddederek liberal ve Marksist teorilerden farklı olarak devlete derecesi farklı seviyelerde öngörülmek ile birlikte bir otonomi atfeder (Seabrooke, 2002: 4).

Yukarıda sözü edilen otonomi her şeyden önce devlet-toplum arasında, birincinin ikin­ciden bağımsızlığının dereceleri üzerinden bir analize girişir. Mann (1984), söz konusu oto­nomi tartışması ekseninde, devleti toplumdan tam olarak bağımsız görmemekle birlikte onun toplum karşısında göreceli bir bağımsızlığı olduğu gerçeğini sıklıkla vurgular. Ona göre dev­let, diğer toplumsal iktidarlardan farklı olarak merkezi ve bölgesel karakteri ile ayrılır. Hâkim olduğu bölgesel alan dâhilinde, onu diğer iktidar odaklarından farklı ve özgün kılan yegâne faktör ise meşru şiddet kullanım tekeline sahip olmasıdır (Weber, 1983: 111). Weber’in meş­hur devlet tanımından yola çıkan Mann, devletin kendine özgü personeli, merkezden idare ettiği siyasal ilişkileri, teritoryal alanı ve sahip olduğu şiddet tekelinden hareketle Weber tara­fından sistematize edilen otonom devlet anlayışını yeniden formüle eder.

Devlet ve toplum arasındaki ilişkiyi bu şekilde kurgulayan Mann’ın teorisinde devlet elit­leri, toplum ve birincisinin ikincisi üzerinde kontrolünü sağlayan aracı kurumlar olmak üzere üçlü bir ilişkisel yapı dikkati çeker (Soifer, 2008: 233). İşte Mann’ın altyapısal iktidar ve despo- tik iktidar ayrımı da bu üçlü ilişki ve devlete atfedilen otonomi temelinde ifadesini bulur.

Despotik iktidar, çok genel olarak, devletin baskıcı kapasitesine atıfla devlet elitlerinin sivil toplum üzerinde kurduğu tek yönlü bir ilişki ile tanımlanırken; altyapısal iktidar merkezi devletin kurumsal bütünlüğüne atıfla onun kapladığı bölgesel alanın içine işleyerek kararları­nı uygulayabilme yeteneği ile ifade edilir (Lucas, 1998). Diğer bir deyişle despotik iktidar top­lum üzerinden işleyen bir iktidarken; altyapısal iktidar toplum aracılığıyla işleyen bir iktidara işaret eder (Lucas, 1998: 91). Bu bağlamda denilebilir ki despotik iktidar tek taraflı bir ilişki ve yalıtık karakteri üzerinden tanımlanırken; altyapısal iktidar, toplum ile karşılıklı ilişkiselliği sayesinde anlamını bulur.

Mann’ın giriş bölümünde önemle ifade edilen Weberyen yanı onun temel ilgisini dev­letin merkezileşmiş yapısı ile birlikte devlet elitlerine yöneltir (Jacoby, 2010: 21). Bu da bizi yukarıda bahsedilen altyapısal iktidarı ile despotik iktidarı arasındaki iki farklı iktidar türü arasındaki ayrıma götürür.[1] Altyapısal iktidar, lojistik teknikleri aracılığı ile topluma nüfuz etme ve politik kararları uygulama arayışındayken despotik iktidar, elitlerin sivil toplum grup­larıyla rutin ve kurumsallaşmış pazarlıklara girişmeden gerçekleştirmeye muktedir oldukları eylemler dizisi olarak anlam kazanır (Mann, 1984). Bu ikisi arasındaki farklılık ve geçirgenliği anlamak adına Soifer (2008), Tocqeville’in The Old Regime and The French Revolution adlı yapıtından bir örnekten hareket eder. Buna göre; egemen, tanık olduğu veya farkına vardığı her suçu cezalandırmalıdır; ancak cezalandırması gereken her suçu fark ettiği yanılgısına da kapılmamalıdır. Bu analojiden hareketle düşünüldüğünde altyapısal iktidar, her şeyden önemlisi, hükümdarın yanılmasını engelleyecek gözetleme ve bilgi edinme yeteneği ile anlamını bulur.

Yukarıda sözü edilen iktidarın gözetleme ve bilgi edinme yeteneği, Foucault’nun Bent- ham’dan ödünç alarak iktidar kuramını üzerine inşa ettiği mimari hapishane tasarımı ‘pa- noptikon’u anımsatır. Bentham’ın panoptikonunda kendi kendini kontrol eden ve gözeten bir topluluk tahayyül edilmiştir. Bentham’ın mirasını devralan Foucault’da (1977) panoptisizm, toplumu düzenlemeyi ve sürekli kontrol altında tutmayı başaran iktidarın toplumsal kontrol tekniklerine işaret eder. Bu bağlamda, modern devlet iktidarının önemli bir boyutunu oluştu­ran altyapısal iktidar; bilgi edinme, gözetleme ve kayıt altına alma yöntemleriyle toplumu çev­relerken aslında bireyi sistematik bir biçimde kontrol altında gözetlenebilir kılan ve bu sayede de bireyin kendi kendini yönetebilir kılmasını öngören panoptisizm ile de ciddi bir biçimde eklemlenir. Bu bağlamda devletin altyapısal iktidar mekanizmaları genişledikçe, toplum dâhi­linde bireylerin kendi kendilerini denetleme pratikleri de o oranda gelişir.

Mann (1993), despotik iktidarların tarih boyunca çok farklı düzeylerde düzensiz bir ge­lişim izlediğini belirtirken; altyapısal iktidar mekanizmaları alanında devletlerin dünden bu­güne sürekli aşama kaydederek söz konusu mekanizmaları sürekli geliştirdiğinden bahseder. Dolayısıyla tek başına var olan despotik iktidarın kısa süreli kalmaya mahkûm olduğunu; alt­yapısal iktidarın ise günümüz kapitalist demokrasilerinde görüldüğü üzere bugün modern devletin temeline oturduğunu ve sürekli karmaşıklaşarak geliştiğini savunur.

Lucas’ın (1998) önerisiyle altyapısal iktidarı, Weber’in kolektif iktidar/distribütif iktidar üzerinden yaptığı tartışma ekseninde değerlendirmek de mümkündür. Buna göre; altyapısal iktidar devlet ve toplum arasında ortak bir amacı gerçekleştirmeye; deyim yerindeyse bir or­taklığa işaret eder. Bunun için bazen bir üçüncü aktör gerekebilirken bazen de ortak bir çıkar yeterli olabilir (Lucas, 1998: 92). Bu, bir sonraki bölümde ayrıntılarıyla ele alınacağı üzere, Umumi Müfettişlik kurumunun bir üçüncü aktör olarak devlet ve toplum arasında yer aldığı ve ekonomik kalkınma, toplumsal istikrar ve ulusal bütünleşme gibi ortak çıkarlar ekseninde Tek-parti rejimi ile toplumun girdikleri karşılıklı etkileşim ve ilişkiyle Türkiye tarihinde de somutlanır.

Bu amaçla, çalışma boyunca devletin altyapısal iktidarının yukarıda belirtilen karşılıklı ilişkiselliği üzerinden bir analizi gerçekleştirilecektir. Öyle ki devletin mekânı içinde yer alan vatandaşlarının toplumsallaştırılmasında müdahale alanı ancak altyapısal iktidarının genişle­diği ölçüde mümkün kılınır ve bu iktidar tarzı her durumda devlet ve toplum arasında kar­şılıklı bir etkileşimi gerekli kılar. Tek-parti rejiminin sivil topluma bilfiil girebilme ve politik kararları geniş kesimlerde lojistik olarak uygulama kapasitesi altyapısal iktidarı üzerinden açıklanır (Jacoby, 2010: 21). Bu bağlamda, Soifer’in (2008) önerdiği şekliyle Mann’ın altyapı­sal iktidarı her şeyden önce bir kurumlar bütünü olarak devletin sınırları üzerinde kontrolü ve toplumsal ilişkileri düzenleyebilme yeteneği ile ifade edilir. Gündelik hayata müdahalede bulunabilme yeteneğine sahip olan devlet, bu sayede duygusal bağlılığı kendi temsilinde sağ­layabilir (Vom Hau, 2007).

Bu noktada akla şu soru gelmektedir: Devlete, bireylerin gündelik hayatına müdahale hakkını veren ya da bu duruma toplumun rıza göstermesini sağlayan nedir? Devlet iktida­rının kendini bu şekilde toplumda görünür kılma eğilimi, aslında, her devletin iktidarının sürekliliğini sağlamak adına toplumda rıza oluşturma gayesine işaret eder. Bu, siyasal egemen sınıfın toplum üzerinde hegemonya tesis etmesi (Gramsci, 2007) veya siyasal elitlerin siyasal bir formül oluşturması (Mosca, 1939) şeklinde gerçekleşebilir. Diğer yandan, iktidarın var­lığını rasyonel kılabileceği bir söylemsel alan yaratarak; diğer bir deyişle problemler ortaya atıp sonradan bunlara çözüm bulmak amacıyla müdahale etme arayışına girmesi de benzer bir amaçla açıklanabilir (Foucault, 1972). Burada söz konusu olan, iktidarın toplumsal olanda kendine yer edinebilme arayışıdır. Bunu çeşitli teoriler üzerinden analiz etmek farklı boyutla­ra işaret etse de aslında hepsi, aynı rıza ve kabul görme niyetine ve iktidarın sürekli kılınma­sına yönelik hamlelerdir.

İktidarın gündelik hayata bu şekilde müdahil olması, onu, hayata dair anlamlandırma­larımız üzerinde hâkim kılar. Örneğin; Habermas’ın (1981) yaşam dünyası ve sistem olmak üzere ikili ayrım temelinde ilerleyen kuramında, birincinin ikinci tarafından kolonileştirilme- si süreci de bu çerçevede anlamını bulur. Yaşam dünyasını; kültür, sembol, anlam ve kişilik ekseninde algılayan Habermas, diğer yandan, sistem olarak da devlet ve ekonomiyi kasteder. Birincinin ikincisi tarafından kolonileştirilmesi, yaşam dünyasına dâhil olan kendi istek ve anlamlandırmalarımızın aslında sistemin öngörüleri doğrultusunda ve sosyo-kültürel olarak belirlenebildiği gerçeğini ortaya çıkarır. İletişime dair olanın bu şekilde belirlenebilir olması, Habermas’ın gündelik hayatın sömürgeleştirilmesi olarak adlandırdığı sürece işaret ederken sistem ve yaşam dünyası arasında sürekli bir gerilimi öngörür.

Yukarıda ifade edildiği şekliyle devlet ve toplum arasında ortak çıkarları sağlayacak ve devletin toplumun gündelik hayatında görünür kılınmasını mümkün kılacak olan teknikler olarak ise siyasal kontrol lojistiği teknikleri (Mann, 1984) ön plana çıkar. Devletin altyapısal iktidarının gelişimi ancak siyasal kontrol lojistiği tekniklerinin uygulanması ile mümkün gö­rünmektedir (Jacoby, 2010: 22-23). Bu teknikler sayesindedir ki devlet toplumsal hayata nüfuz edebilme imkânını bulabilmekte ve gündelik hayatın içine girebilmektedir. Bu dört tip lojistik teknik aşağıdaki gibi sıralanmaktadır (Jacoby, 2010: 23) :

•   Devletin merkezi olarak koordine ettiği, başlıca faaliyetleri arasında gelen kurumsal işbölümü

•  Sabit mesajların devletin amilleri yoluyla ülke toprakları boyunca iletilmesini ve yasal sorumlulukların kodlanıp saklanmasını sağlayan okuma-yazma kültürü

•   Devlet tarafından en üst değer garantisi altında meta değişimine imkân veren para basma, ağırlıklar ve değerler

•   İyileştirilmiş yollar, gemiler, telgraf sistemi vs. yoluyla kaynak ve insan taşınmasının ve mesajların iletişiminin hızı

Yukarıdaki lojistik teknikler yoluyla devlet, Tek-parti rejimi ve Umumi Müfettişlikler öze­linde inceleneceği üzere, içinde özerkleştiği teritoryal sınırlarına egemen olabilmekte ve yine aynı teknikler sayesinde merkeziyetçi yapısını koruyabilmektedir. Özetle devlet, oluşturduğu kurumsal mimarisi aracılığıyla merkezden kapladığı teritoryal alana doğru yayılarak toplu­mun içine işleyebilmektedir. Bunu ise ağırlıklı olarak iletişim, ulaşım, eğitim ve idari vasıtalar aracılığıyla sağlamaktadır (Vom Hau, 2007).

Lojistik teknikler, devlet aygıtını ait olduğu teritoryal alanda hâkim kılar. Bu şekilde fizik­sel anlamda elinde gerekli araçları bulunduran devlet aygıtı, artık, Foucault’nun (2007, 2008) yönetimsellik kavramsallaştırması ile ifade edildiği şekliyle söz konusu bölgesel alandaki nü­fusu yönetmeye başlar. Bu bağlamda; sınırları dâhilinde yönetmek niyetinde olduğu nüfusun farkında olan devlet, artık, idari kapasitesini bu nüfusun kontrol altında tutulmasına ve aynı nüfusun kendi kendini kontrol edip gözetebilecek bir tutumu alışkanlık edinmesini amaç edi­nir. Foucault’nun, nüfusu siyasal bir özne olarak ortaya çıkaran yönetimsellik kavramsallaş- tırması özneleştirme süreci ile devlet aygıtının kurumsallaşması arasında kurduğu doğrudan ilişki çerçevesinde önem kazanır (Lemke, 2007). Bu bağlamda yönetimsellik, nüfusunu yö­netmek niyetinde olan Tek-parti iktidarı ve ona bu yolu açan kurumsal aygıt olarak Umumi Müfettişliklerin başta istatistiki raporlar olmak üzere çeşitli pratiklerinde ifadesini somut bir biçimde bulur. Doğum oranlarından iskân politikalarına veya hijyenden beslenmeye kadar insan hayatına dair olan her şey, böylece, iktidarın konusu haline gelir. Foucaultda yönetim­sellik, bu çerçevede, her zaman davranışların yönetilmesi sürecine işaret eder ve kendini yö­netmekten diğerlerini yönetmeye kadar geniş bir alanı kapsar. Bu haliyle, teritoryal alan ve nüfus ekseninde tanımlanan altyapısal iktidar ve yönetimsellik de devletin idari aygıtlarının özneleştirme teknikleri ile olan ilişkisi dâhilinde birbirlerine eklemlenir. Foucault’nun yöne­timsellik analizinin öngördüğü haliyle iktidarı; aygıtları, pratikleri ve teknolojileri üzerinden tanımlamak, ister istemez, bu çalışmanın konusunu oluşturan altyapısal iktidar analizini de zorunlu kılar.

Bu bağlamda çalışmanın asıl konusunu oluşturacak olan Tek-parti dönemi Umumi Mü­fettişlikleri, Mann’ın yukarıda genel hatlarıyla ve teorik olarak ifade edilmeye çalışılan altya­pısal iktidarının önemli bir örneğini oluşturmaktadır. Buna göre, Tek-parti iktidarı, sınırları dâhilinde Anadolu’nun ücra köşelerine de ulaşma gayretiyle, içinde hâkimiyetini pekiştirme­ye çalıştığı mekân ve sınırlar dâhilinde idari merkezileşme iddiası ile bir kurumsal yapı olarak Umumi Müfettişlikleri meydan getirir. Amaç, devletin idari kapasitesini genişletmek ve bu sa­yede topluma nüfuz ederek merkezde kurulmaya başlanan devlet oluşum sürecini yerele doğ­ru yaymaktır. Bu da her durumda taşrayı da hesaba katmak ve devlet kapasitesini yerelde inşa etmek ile mümkün görünmektedir. Bu amaçla erken Cumhuriyet dönemi Kemalist rejimin iktidarını kalıcı kılmak amacıyla taşraya yöneldiğini ve toplumsal olana nüfuz etmek derdinde olduğunu belirtmek yerinde bir tespit olacaktır. Ancak bu şekilde altyapısal olarak güçlendi­rilecek bir devlet iktidarı, toplumu hak ettiği merkezi ve teritoryal karaktere ulaştıracaktır.

Umumi Müfettişlikler, bu anlamda, devlet kapasitesinin yerelde inşa sürecinin önemli bir kurumsal mekanizması olarak devletin, sivil toplumun gündelik hayatında yeniden üretimini mümkün kılacaklardır. Bunu yaparken toplumu üretici kılarak entegrasyonunu sağlamayı, yollar yaparak ve iletişimi kuvvetlendirerek ulaşılabilir kılmayı, eğitim yoluyla da cumhuri­yet ideolojisini okullar ve eğitimin yaygınlaştırılması süreci ile birlikte Althusser’in (1971) de ifade ettiği şekliyle ideolojik aygıtlarında cisme büründürerek kurumsallaştırılmayı hedef biçerek devlet kapasitesini Anadolu taşrasına yayarak güçlendirmek üzere yola çıkacaklardır.

Bu anlamıyla Tek-parti rejiminin kurumsallaştırdığı Umumi Müfettişlikler, rejim için yönetim kapasitesini arttırma aracı olarak önemli bir rol üstlenmişlerdir. Bunu yaparken top­lumu kayıt altına almış ve sosyo-ekonomik ihtiyaçlarını belirleyerek gündelik yaşamlarına sızmayı başarmıştır. Bu sayededir ki altyapısal iktidarını hâkim olduğu bölgesel alanda geniş­letmeyi mümkün kılmıştır.

Devlet Kapasitesini Meşruiyet Ekseninde Düşünmek

Altyapısal iktidar devletin kapasitesini anlamak adına merkezi bir rol üstlenirken onu, toplumun gündelik yaşantısını biçimlendirmek ile meşgul iken neredeyse doğal bir güç gibi idrak edilmesini sağlayacak olan yegâne faktör olarak ise sembolik iktidar ya da meşruiyet arayışı ortaya çıkar (Loveman, 2005; Seabrooke, 2002). Devlet bir yandan altyapısal iktidarını genişletmek için meşruiyete ihtiyaç duyar; diğer yandan ise altyapısal iktidarını genişlettikçe sembolik iktidarını pekiştirir. Özetle bu ikisi arasındaki ilişki her şeyden önce karşılıklı bir ilişkiselliğe tekabül eder (Vom Hau ve Soifer, 2008). Ve bu ilişkisellik özünde devletin ve top­lumun birbirlerini şekillendirdiği ölçüde şekillenerek vücut bulduklarını bize gösterir. Seabrooke’un (2002) meşruiyeti devlet kapasitesi analizine katma çabası bu ilişkiselliği hatırlattığı ve görünür kıldığı şekilde anlam kazanır ve Mann’ın altyapısal iktidar kavramsallaştırmasına da eksik olan parçasını eklemleyerek devlet toplum ilişkiselliğini bütüncül kılar.

Bu açıdan Leonard Seabrooke (2002), “meşruiyeti neo-Weberyen devlet teorisine geri çağır­ma” hedefi ile yola çıktığı makalesinde, Mann ve Skocpol gibi teorinin en önemli kurucu figürle­rinde meşruiyet kavramının eksik olduğu yönünde tespitte bulunur. Ona göre eğer bir altyapısal iktidar, her şeyden önce, devlet ve toplum arasında bir ilişki üzerinden tanımlanıyorsa bu ilişki mutlak suretle karşılıklı bir ilişkidir. Toplumun, bu bağlamda, devlet oluşumundaki aktif rolü yadsınamaz ve eğer meşruiyet, bu haliyle devlet kapasitesinde hak ettiği yeri bulamıyorsa, o za­man “devletin tanımında toplum eksik ya da yeterince hesaba katılmamış demektir” (Seabrooke, 2002). Toplumsal normların değişimine paralel olarak devlet kapasitesinin toplumsal kaynakları da değişim gösteriyorsa, öyleyse, toplum devletin oluşum aşamasında önemli bir yere sahiptir ve bu açıdan da devlet kapasitesine hem aşağıdan bir bakış açısı hem de toplumsallık ve tarihsellik getirmek zaruri görünmektedir (Seabrooke, 2002).

Devletin altyapısal iktidarı üzerinden milliyetçiliği anlamaya çalıştığı makalesinde Matt­hias Vom Hau, önceki bölümde bahsedilen Mann’ın lojistik tekniklerinin devletin belirli sınır­ları içerisinde okuma oranını arttırarak veya ulaşımı kuvvetlendirerek vatandaşlarına nüfuz etmesiyle birlikte meşruiyetini kuvvetlendirip bu şekilde inşa etmeyi hedeflediği milliyetçiliğe hızla yaklaştığını ifade eder (Vom Hau, 2007: 337). Sağlık kliniklerinden vergi dairelerine, devlet okullarından kitle iletişimine, eğlence zamanlarından devlet seromonilerine her şey devletin topluma nüfuz ettiği alanı genişletir ve derinleştirir. Bu anlamda da, bir sonraki bö­lümde ele alınacağı gibi, devlet kapasitesini yerele ve toplumun geneline yaymaya çalışırken her şeyden önce bunu meşruiyetini arttırmak için yapar. Buna bağlı olarak da meşruiyetini arttırdığı ölçüde toplumun gündelik hayatına nüfuzu kolaylaşır ve kapasitesi sembolik an­lamda daha da fazla yoğunlaşır. Meşruiyet kavramı, bu açıdan, dâhil olduğu ve eklemlendiği ilişkisellikte birbirini besleyen karşılıklılığı görünür kılar.

Bu bağlamda bir sonraki bölüm, yukarıda teorik olarak ortaya konulmaya çalışılan dev­let kapasitesinin olmazsa olmazları altyapısal iktidar ve meşruiyet arayışını Tek-parti dönemi Umumi Müfettişlik kurumuna ve iktidarın bu kurum aracılığıyla uygulamaya çalıştığı çok farklı lojistik teknikler uyarınca hedeflediği kendisinin toplumda yeniden üretim süreçlerine odaklanacaktır.

Tek-parti rejimi, altyapısal iktidarını güçlendirdiği ölçüde meşruiyetini sağlayacak; meş­ruiyetini sağladığı ölçüde kapasitesini arttıracak daha başka boş alanlar bulacaktır. Bu anlam­da devlet kapasitesinin yerelde inşası meşruiyet aracılığıyla onun toplumun gündelik yaşantı­sındaki suretini her daim canlı tutacaktır.

Umumi Müfettişlikler ve Devlet Kapasitesi

Bu bölümde, Anadolu’nun farklı bölgelerinde uygulanan lojistik teknikler aracılığıyla merkezin yerele dokunarak iktidarım bu bölgelerde yayması amacıyla görevlendirilen ve dev­letin yereldeki suretini temsil eden Umumi Müfettişlerin Trakya Umumi Müfettişlik raporları ve toplantı tutanakları üzerinden detaylı incelemesi gerçekleştirilecektir. Çalışmanın sınırları düşünülerek, Umumi Müfettişlik raporları incelemesi Trakya Bölgesi ile sınırlı tutulmuştur. Diğer yandan; öteki bölgelerde kurulan Umumi Müfettişliklerin öncelikli olarak iktidarın Kürt siyaseti ile ilgili olarak kurulmuş olmaları ve raporların da ağırlıklı olarak bu mesele üzerinde yoğunlaşması, çalışmanın konusunu oluşturan devlet kapasitesi analizini bir hayli zorlaştırmaktadır.

Umumi Müfettişlik raporlarının incelemesine geçilmeden önce, ilk olarak, devlet kapa­sitesi arayışlarının Osmanlı’dan Tek-parti dönemine süreklilik arz eden bir yönetim zihniyeti olarak analizi gerçekleştirilecektir.

Osmanlı’da Merkezileşme ve Modernleşme Ekseninde Devlet Kapasitesi Arayış­ları ve Umumi Müfettişlikler

Turan’ın (2008: 149) belirttiği gibi devlet kapasitesi, “değişim isteyen iç dinamikleri dış faktörler ile ilişkili olarak düşünmeye yardımcı olan bir tarihsel sosyoloji çerçevesi sunmak­tadır” Bu açıdan bakıldığında kaynaklarında, uygulamalarında ve çerçevesinde dış faktörlere bağlı olarak değişimler yaşansa da devlet kapasitesi arayışı her devletin farklı süreçlerde farklı seviyelerde ama her daim ihtiyaç duyduğu bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.

Turan (2008), Osmanlı’da modernleşme sürecini hem iç hem de dış faktörler arasında bir denge düzeyinde incelediği makalesinde dönemin kapitalist sistemini ve gereklerini ih­mal etmeden, yerel sistem olarak Osmanlı Modernleşmesinin bir süreç olarak iç ve dış güçler arasında diyalektik ilişkiler nezdinde şekillendiğini belirtir. Ona göre yapılması gereken bu iç/dış dengeyi devlet kapasitesi üzerinden düşünmektir. Özetle, modernleşme sürecini devlet kapasitesini arttırmaya yönelik bir süreç olarak okumayı önerir. Bu bağlamda da Mann’ın lo­jistik teknikleri aracılığıyla, özellikle ilköğretim seviyesinde okullaşmanın yaygınlaştırılması, telgraf ve demiryolu ağlarında yaşanan gelişmeler, ilk milli bankanın kurulması örnekleri ile kendini gösteren devlet kapasitesini arttırma çalışmaları, Osmanlı modernleşme ve merkezi­leşmesinin temelinde yer alır.

Bu bağlamda makalenin konusunu oluşturan Umumi Müfettişliklere de Osmanlı’da ilk defa II. Abdülhamid döneminde rastlanmaktadır (Koçak, 2010). Bu açıdan devletin bekası ve iktidarının güçlendirilmesi temelinde devlet kapasitesinin arttırılması; yine bu eksende taşra da dâhil olmak üzere toplumun bütününe temas eden bir iktidarın varlığının mecburiyeti anlaşılmış; bu vesile ile taşrada neler olup bittiğine dair gözetleyen ve rapor eden müfettişlere görev verilmiştir. Bu açıdan, makalenin asıl konusunu oluşturan, erken Cumhuriyet dönemi Umumi Müfettişlikleri ile birlikte düşünüldüğünde Osmanlı’dan Cumhuriyete yönetim zih­niyetinde bir süreklilik göze çarpmaktadır: Devlet kapasitesini arttırma arayışı ve bu eksende toplumun bütününe nüfuz etme çabası.

Cemil Koçak’ın (2010) aktardığı bilgilere göre Osman Nuri Paşa’nın yazdığı Umumi Mü­fettişlik raporlarında rastlanan taşra vilayetlerine yönelik “asayişçi, nizamcı, medeniyetçi, terakkiyatçı” bakış açısı Cumhuriyet dönemi süresince de süreklilik göstererek devam etmiştir.

Döneme ait farklı müfettişlik raporlarına göz atıldığında dikkat çeken nokta gündelik hayata dair çok sayıda konuya geniş yer verildiği gerçeğidir. Buna göre; asayiş, iskân, devlet binaları, eğitim, ekonomi, yollar, geçitler gibi gündelik hayatın işleyişine dair birçok konu raporların konusunu oluşturmaktadır.

Bu bağlamda Umumi Müfettişliklerin, bu dönem boyunca, sorunlu bölgelere ıslahat hare­ketlerini yerleştirmek amacıyla gönderildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Makedonya Eya­leti ve sonrasında 1. Dünya Savaşı arifesinde Doğu Vilayetlerine atanması düşünülen Umumi Müfettişlerin görevleri çok geniş bir listeyi kapsamaktadır.

“…Umumi müfettişler yasaların uygulanmasını denetleyecekler, Valilerin de görü­şünü alarak gerekçesini de bildirerek bölgeleri için uygun görmedikleri yasalarda yapılması gereken değişiklikleri Babıali’ye bildirecekler ve bu konularda tasarılar hazırlayabileceklerdi… Umumi Müfettişler, memurların tayininde ve ıslahatla ilgili her türlü işte geniş yetkilere sahiptiler. Ayrıca bölgeleri içinde yasa ve nizamname­lerin uygulanması ile asayişten ve halkın refah ve huzurundan da sorumluydular. …Ayrıca umumi müfettişler, görev alanları içindeki orman, maden ve ziraat alan­larının işletilmesinden ve korunmasında da sorumluydular” (Koçak, 2010: 32-33).

Daha sonra Milli Mücadele Dönemi sırasında da Umumi Müfettişlikler hatırlanmış; 28 Nisan 1920 tarihinde Anadolu Olağanüstü Müfettişliği kurulmuştur. Sonrasında ise yapılan uzun tartışmaların ertesinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu çerçevesinde halkı kötü yönetimden kurtarmak gayesini birincil hedef olarak alan Umumi Müfettişliklerin kurulmasına dair tasa­rıya ilişkin mecliste çok sıkı tartışmalar olmuş; ancak tasarı pratiğe geçmeden askıya alınmış­tır. Ancak 1927 yılında Umumi Müfettişlikler Tek-parti yönetiminin kurulması ile gündeme tekrar gelebilmiştir (Koçak, 2010).

Cumhuriyet Dönemi Umumi Müfettişlikleri

Bir önceki bölümde Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki süreklilik üzerinden gösterilmeye çalışıldığı üzere devlet kapasitesini arttırma ve altyapısal iktidarını teritoryal alanının bütü­nünde kurma amacı, tarihselliği ihmal edilmeksizin, her devletin nihai hedefini oluşturmak­tadır. Osmanlı’nın yıkıldığı ve Cumhuriyet rejiminin meydana geldiği 1920’li yıllar ile birlikte artık Kurtuluş Savaşı ve Milli Mücadele ekseninden ayrılmış ve bu anlamıyla da savaş ve va­tanseverlik meşruiyet mekanizmalarından yavaş yavaş kopmaya başlayan Tek-parti iktidarı da selefi Osmanlı gibi devlet kapasitesini arttırma arayışına gecikmeden başlamıştır.

Cumhuriyet’in ilk yılları bu anlamda tam anlamıyla bir merkezileşme ve ulus devletleşme sürecine denk düşer. Mann’ın (1984, 1993) devleti her şeyden önce bir mekân olarak tanımla­dığından ve bu tanıma uygun olarak idari merkezileşmeye verdiği önemden yola çıkıldığında Umumi Müfettişliklerin kuruluşu Türkiye Cumhuriyeti açısından benzer bir aşamayı somut­lar. Özmen’in (1947: 238) de belirttiği gibi ‘Umumi Müfettişlikler bölgenin diğer bölgelerle bütünlüğünü sağlamak, merkeze olan uzaklığı ve ulaşım zorlukları göz önünde bulundurula­rak kurulmuş idari kurumlardır”

Bu amaçla birden fazla ili kapsayacak şekilde, 1927 yılında, Abidin Özmen’in ifadesiyle “hükümetin, idare mekanizmasından tam randıman alabilmesi” adına Birinci Umumi Müfet­tişlik 1164 sayılı kanun ile Elazığ, Urfa, Bitlis, Van, Hakkâri, Diyarbakır, Siirt ve Mardin illerini kapsayacak şekilde kurulur (Korhan, 2012).

Cemil Koçak’ın hatırlattığı üzere Umumi Müfettişliklerin aslında Ankara ve İstanbul merkezleri dışında tüm Anadolu’yu içine alacak ve on ayrı yerde tüm bölgesel alanı kapsa­yacak Olağanüstü Hal Bölge Valilikleri şeklinde kurulması öngörülmüş olsa da (Varlık, 2010: 14) daha sonra fiilen sadece üç yerde daha faaliyete geçebilmişlerdir. Umumi Müfettişlikler, Tek-parti döneminin neredeyse tamamında var olmuşlardır. Bu kurumsal yapının fiilen yirmi hukuken de yirmi beş yıl boyunca kesintisiz bir biçimde ve genişleyerek ayakta kaldığı düşü­nüldüğünde idari bir mekanizma olarak Umumi Müfettişliklerin önemi daha iyi anlaşılacaktır (Koçak, 2010).

Umumi Müfettişliklerin öngörülen bölgelerde kurulması ile müfettişlerin ve beraberindeki ekibin bu bölgelerde ‘Türk Hükümeti’nin gözü kulağı olarak, kamu düzenini ve asayişi koruya­rak ve bölgeyi geliştirmek için sıkı bir biçimde’ çalışmaları öngörülmüştür (Aydoğan, 2004: 1).

“Elyevm mevcut altmış üç vilayetimiz umumi bir nazarla tetkik edildiği takdirde, bu vilayetlerin iktisadi, içtimai ve coğrafi noktai nazardan, yekdiğerleriyle alakadar birtakım mıntıka münkasem olduğu ve bu mıntıkaları teşkil eden vilayetler arasın­da umumi müşterek bir takım menfaatlerin mevcut olduğu tezahür eder.

İşte işbu müşterek menfaat ve ihtiyaçları mahallelerinde şamil bir nazarla tetkik ve bunların temin ve tanzimi hususunda nazım olmak ve aynı zamanda vilayeti de sıkı bir teftiş ve murakebe altında bulundurarak, ihtiyacat idariyenin lüzum gös­terdiği hususatı icra etmek üzere Müfettişi Umumilik teşkilatının icrasına lüzum ve zaruret hâsıl olmuştur” (Koçak, 2010: 55).

Bu şekliyle önerilen kuruluş metninden anlaşılacağı üzere Umumi Müfettişliklerin kuru­luşu iktisadi ve sosyal bir temelde ele alınmış; kısa metnin takip eden cümlelerinde ise sıkı bir teftiş ve gözetimin gerekliliği belirtilmiştir. İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Sabri Çıtak’ın ifadesiy­le devletin kudret ve kuvvetini temsil edecek olan Umumi Müfettişlikler, yukarıdaki görev tanı­mının içeriğiyle uyumlu olarak 1936 yılına gelindiğinde taşranın özel bir röntgenini çıkartmış gibidir (Varlık, 2010: 13). Umumi Müfettişlikler her şeyden önce toplumu yerinde araştırmak, kayıt altına almak hedefini güdüyor; taşranın haritasını çıkardığı ölçüde merkezde toplumun tümüne ait sorunlar hakkında bir bakış açısı elde edilmesini sağlıyordu.

Bu konuda Üçüncü Müfettişliğe atanan Tahsin Üzer’in kendisine atama emrinin telgraf ile bildirilmesinden sonra Erzurum Gazetesi’ne 19 Eylül 1935 tarihinde söyledikleri Umumi Müfettişliklerin amaç ve görevini göstermesi açısından dikkat çekicidir (Aydoğan, 2004: 5) :

“Üçüncü Umumi Müfettişliğe tayin edildim. Başbakanın doğu illerindeki son seya­hatinde yüksek ve derin bakışlarıyla buldukları idari, mali, ekonomik, bayındırlık, tarım, sıhhat, iskan ve diğer umumi kıymetlerdeki noksanları ikmal etmek şimdi­lik müfettişliğin esas programını teşkil eder. Çalışma arkadaşlarımızla hep birlikte bu yolda yürüyeceğiz. Celadet ve mefahirle dopdolu kocaman bir Türk tarihini sinesinde taşıyan doğu illerinde kahramanlar diyarında çalışmak halk yaşayışını yükseltmek, genişletmek ve bunlar içinde kendilerine kayıtsız, huzur ve sükûn içinde bulundurmak daima göz önünde tutacağımız düsturlarımız olacaktır.”

Özetle, Cumhuriyetin merkezi olarak Ankara, taşrada kabul görmek ve benimsenmek istemektedir. Bunun yolu ise Anadolu’nun ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmasından eğitim seferberliğine ve oradan da ulaşım ağlarıyla ülkenin bütünleşmesinin sağlanmasına kadar bir­çok altyapısal iktidar mekanizmasının pratiğe geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Denilebilir ki merkez taşranın ihtiyaçlarını bilmek ve gidermek istemektedir. İnönü’nün Kürt Raporu’nda Umumi Müfettişliklere istinaden söylediği üzere ‘Doğu illeri verimli bir hale getirilmedikçe bütçenin ve devlet kudretinin artması beklenemez’ idi (Koca, 1998: 175). Bu bağlamda devlet, iktidarını sağlamlaştırmak adına yerelin altyapısal sorunlarının çözümünden hareket ediyor ve Mann’ın altyapısal iktidar kavramsallaştırmasında belirttiği üzere iktidarını kurumları ara­cılığıyla toplum üzerinde yeniden üretmek istiyordu.

İktidarın Anadolu’daki gündelik hayat içerisinde yeniden üretilmesi süreci bir altyapısal iktidar arayışı çerçevesinde merkezden yerele yayılan bir boyuta işaret etmektedir. Ve bu iliş­kide aracı rolünü üstlenen ve merkezi deyim yerindeyse taşraya taşıyan müfettişler, kuruluş amaçlarına uygun olarak merkezin yerelde temsilini sağladığı ölçüde devlet kapasitesini taş­rada yeniden üretebilmiştir.

Devlet adım adım toplumsal olanın içine işlemek niyetindeydi. Bu amaçla giriştiği top­lumsal mühendislik projeleri, bölgelerin su, kanalizasyon, elektrik, aydınlatma ihtiyaçların­dan hidrolik ve mekanik santrallerin kurulmasına kadar küçüğünden büyüğüne farklı proje­lerden meydana geliyordu.

Bundan sonraki bölüm Cumhuriyet rejiminin devlet kapasitesini altyapısal iktidarı ara­cılığıyla nasıl inşa etmeye çalıştığını Trakya Umumi Müfettişlik raporları üzerinden ayrıntıla­rıyla ele alacaktır. Çalışmanın sınırlı kapasitesine istinaden sadece Trakya Umumi Müfettişlik raporları ve Umumi Müfettişlik toplantı tutanaklarının Trakya’yı ilgilendiren kısımları üze­rinden ilerlenmesi uygun görünmektedir.

Trakya Umumi Müfettişliği ve Devletin Altyapısal İktidar Arayışı

Devlet, kurumları toplumun geneline ulaşamıyorsa o devletin bireylerin gündelik ha­yatlarını şekillendirmede deyim yerindeyse doğal bir güç olarak algılanmaları ve içselleştiril- meleri mümkün değildir. Buradan hareketle devletlerin kapasite arayışları altyapısal iktidar temelinde yerele taşınır. Trakya Umumi Müfettişliği bu açıdan merkezi idari mekanizmanın yerelde kapasite arttırma arayışlarının somut bir örneği olarak Cumhuriyetin altyapısal ikti­darının nüvelerini oluşturması bakımından incelenmeye değer görünmektedir

Çalışma kapsamında analiz edilecek olan Trakya Umumi Müfettişliği, 19 Şubat 1934 tarih ve 2/150 sayılı kararname ile “Edirne, Kırklareli, Çanakkale ve Tekirdağ illerini kapsayacak şekilde kurulmuştur (BCA 030.18.01/42.8.10). Kararnamenin üslubundan yeni kurulan bu müfettişliğin bayındırlık ve iskân sorunları ile ilgileneceği izlenimi edinilse de; daha sonra Trakya müfettişlerinin raporlarından da görüleceği üzere Umumi Müfettişlerin yöre halkının tarım sorunundan eğitimine; sağlık sorunlarından iletişim problemlerine gündelik hayatının her noktasına temas ettiği anlaşılmaktadır. Amaç, kalkınma ve güvenlik ekseninde Trakya halkını hem eğitmek hem de üretici hale getirmek gibi görünmektedir. Devlet, Trakya’nın ihtiyaçlarını karşılamak üzere halkın yanında olduğunu göstermek ve bu sayede iktidarını toplumsal olan üzerinde yeniden inşa etmeyi beklemektedir.

Bu amaçlarla Trakya Umumi Müfettişi olarak atanan İbrahim Tali Öngören, Trakya hal­kının her alandaki eksiklik ve memnuniyetsizliklerini yerinde görmek, araştırmak ve deyim yerindeyse yöre halkı ile merkez arasında bir köprü vazifesi oluşturabilmek niyeti ile göre­ve başlar. Bu görevi, daha sonra, 1935 yılında Atatürk ile Samsun’a çıkan grubun içinde yer alan Kazım Dirik devam ettirir (BCA 030.18.01/57.64.1). Bu bağlamda, Umumi Müfettişlerin Cumhuriyeti kuran kadrolar ile yakın ilişkilerini belirtmek altyapısal iktidarın merkezden ye­rele doğru yayılan ve işleyen karakterini vurgulamak açısından önemlidir.

Trakya Umumi Müfettişlik Raporlarının detaylı analizine ve toplantı tutanaklarının böl­geyi ilgilendiren kısımlarına geçmeden önce ilk olarak, takip eden bölümde, müfettişlik ra­porlarının yapısına, prosedürlerine ve işleyiş özelliklerine dair genel bilgi verilecektir.

Umumi Müfettişlik Raporları

Umumi Müfettişlik raporları, ilerleyen bölümlerde daha detaylı bir biçimde analiz edi­leceği üzere, müfettişlerin görevli kılındıkları bölgelerde çıktıkları tetkik ziyaretleri sırasında yöre halkıyla karşılaşmaları neticesinde kaleme alınmıştır. Söz konusu teftiş ziyaretleri; böl­geye dair ihtiyaçları, rejime bağlılığı, endişeleri, beklentileri tespit etmekte ve yöre halkının toplumsal ve gündelik hayatının bütününe dair çok ayrıntılı fikir vermektedir. Bu şekilde ha­zırlanan raporlar, yöreye dair detaylı gözlem ve deneyimleri içermektedir.

Buna göre, Umumi Müfettişler bölge ziyaretlerini ağırlıklı olarak görev yapmakta olduk­ları illere bağlı köylerde gerçekleştirmişlerdir. Kırsal alanlar raporların genel odağını oluş­turmuştur. Müfettişler, gerek bu köyleri yerinde dolaşarak gerekse görev bölgesinde bir süre yaşayarak elde ettikleri bilgileri periyodik olarak gönderdikleri raporlar ile merkez ile paylaş­mışlardır.

Raporlarda, kendi görev bölgelerinin sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi durumları hak­kında ayrıntılı gözlem ve istihbaratlar yer almaktadır. Halkın talebi, istekleri, maddi ve ma­nevi alanda çektikleri sorunlar, devlete olan bağlılıkları, sağlık ve eğitim alanında yaşadıkları sorunlar, iletişim problemleri hepsi toplum ile devlet yetkililerinin karşılıklı olarak bir araya gelmeleri ve paylaşımda bulunmaları ile tespit edilmiştir.

1936 yılı toplantısında umumi müfettişliklerin toplum nezdinde ne ifade ettiğine dair konuşulurken bahsedildiği üzere;

“… merkezin vilayetlerde ve halk nezdinde yüksek selahiyetli bir mümessili, halkın kendi yanında bir müracaat ve şikayet mercii olarak müsmir işler gördüğü rakam ve hakikatlere dayanan izahlardan anlaşılmakla…”(Varlık, 2010: 71)

Bu anlamda Umumi Müfettişlik raporlarının iki yönünden bahsetmek mümkün görün­mektedir. Raporlar bir yandan devletin sosyal, ekonomik veya kültürel alanda işleyip işle- yemediği alanları -deyim yerindeyse yönetim boşluklarını- tespit etmekte; diğer yandan ise toplumun beklenti ve istekleri üzerinden yeni toplumsal müdahale alanları meydana getir­mekte ve iktidarının bu alanlara eklemlenmesi için çabalamaktadır. İşte bu çaba Umumi Mü­fettişlikler tarafından yönetilmekte ve özellikle kamu hizmetlerine odaklanılarak altyapısal mekanizmalar ile tamamlanmaktadır.

Ayrıca raporlar, farklı bölgelerde görev yapan Umumi Müfettişlerin bir araya gelerek ül­kenin tümünü ilgilendiren ortak veya kendi bölgelerine özgü sorunları paylaştıkları toplan­tılarda farklı bir karaktere bürünüyordu. Bu sayede bölgesel olan ile ülke için ortak olanlar ayrıştırılıyor; tüm sorunlara el birliği ile çözüm aranıyordu. Buna ilaveten Bülent Varlık’ın yayına hazırladığı ve Umumi Müfettişliklerin 1934 yılında yaptıkları toplantının metinleri­ni sunan kitabı, Umumi Müfettişlik toplantıları kapsamında sadece Umumi Müfettişliklerin sorunlarının değil; ülkenin içinde bulunduğu bütün sorunların ayrıntılarıyla İçişleri Başkanı başkanlığında tam dokuz gün boyunca tartışıldığı ve brifingler ile masaya yatırıldığını göster­mektedir (Varlık, 2010: 13). Bu sayede merkezin yerele dair genel bir fikir edinmesi ve hepsini memleket meselesi olarak algılanacak şekilde aynı potada eritip genel bir kanı oluşturması mümkün kılınıyor; merkezi politika bölge ayırt etmeksizin uygulanabiliyordu. Devlet, bu sa­yede, nüfuz etmek istediği toplumu biliyor ve anlıyordu.

Yöreyi Bilmek: İstihbarat ve İstatistik Üzerinden Bölgenin Analizi

Umumi Müfettişliklerin genel kuruluş metni üzerinden bir önceki bölümde incelendiği üzere iktisadi ve modernleşme eksenli kurulduğu ifade edilse de bu kurumun, Trakya örne­ğinde de görüleceği üzere istihbarat ve bilgi toplama amaçlı girişimleri de gözden kaçırılma­malıdır. Öyle ki Trakya’ya atanan umumi müfettişin yanında derhal bir istatistik memuru ve bir istihbarat şefi atanması görüşülmeye başlanmıştır. Buna göre; umumi müfettişin yanın­da bir de istatistik bürosunun gerekliliği hükümetçe hazırlanan ve 18 Aralık 1935 tarihinde TBMM’ye sunulan tasarıda belirtilmektedir:

“Trakya’nın kalkınması işini yürütürken, bu ergeye gidiş yollarını her zaman iyice aydın bulunduracak, sistemli ve derlenmiş rakamların elde bulundurulmasında­ki kat’i zaruret, her işte noksanlığını göstermiş bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bölgenin rakamla statik bir tarifini yapmak ve nüfus, iskân, tarım, tecim, ekono­mi, bayındırlık, finans, köy ve köycülük, tüze, kültür, güven ve sair bakımlardan yürüyüş yollarını muayyen evreler içinde bilmeyi temin için de, bir istatistik bü­rosunun Umumi Müfettişlik kadrosuna ilavesine zaruret hâsıl olmuştur (Koçak, 2010: 136-137).

Bu bağlamda yöreyi bilebilmek adına Umumi Müfettişler, öncelikli olarak, Trakya bölge­sindeki tetkik seyahatleri ile ihtiyaçların tespit edilmesine yönelik girişimlerini başlatır. Umu­mi Müfettiş İbrahim Tali’nin 1934 tarihli raporunda belirttiği üzere “bu seyahat, münhasıran Mıntıkayı görüş ve ihtiyaçları, kabiliyetleri seziş seyahati olacak idi”(Bali, 2008: 387).

İşte bu tetkik seyahatleri, hazırlanan raporlar, istatistik memurları aracılığıyla kayıt altına alınan ve merkeze sunulan bilgiler, her daim canlı tutulmak ve bu şekilde de halkın nabzını tutmak niyetindeki istihbarat görevlileri, hepsi, merkezin taşrada neler olup bittiğini öğrenme ve ona göre politikalar üretmek amacına yönelik idari mekanizmalar idi.

Taşrada yukarıda bahsedilen kurumsal işbölümüne dayalı örgütlenme mekanizması ile elde edilen bilgiler İçişleri Bakanının da katıldığı ve Umumi Müfettişlerin tümünü bir araya getiren toplantılarda bilgi paylaşımı yoluyla tutanaklar halinde kayıt altına geçiriliyordu. Ce­mil Koçak, M. Bülent Varlık’ın yayına hazırladığı ve Umumi Müfettişlikler toplantı tutanak­larına yer veren eserin önsözünde söz konusu tutanakların “tam olarak” 1936 yılı sonundaki

Türkiye’nin fotoğrafım sunduğundan bahseder (Varlık, 2010: 12). Bu bağlamda yine Koçak’a göre:

“Bütün metin, genel olarak ülkenin ve özel olarak da çeşitli bölgelerinin ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel yönden olduğu kadar, sağlık, eğitim, yerel yönetimler, idare ve ticaret hayatı, bütçe, banka, kredi, tarım, ormancılık, hayvancılık, madencilik, sulama, ulaşım, haberleşme, adli işlerle hapishaneler, kaçakçılık, medeni kanun, örf ve adetler, askeriye, özellikle jandarma ve polis teşkilatı ve karakollar, güvenlik güçlerinin çalışma şartları ve eğitimi ile ülkenin demografik özelliklerini ve altyapı sorunlarını nakletmesi bakımından çok önemlidir. Taşranın özel bir röntgeni gibi­dir; özellikle taşranın içinde bulunduğu durum açıkça gözler önüne serilmektedir.” denilmektedir.

Bu sözlerde özenle dikkat çekilmesi gereken nokta raporların taşranın bir nevi röntgenini sunmasıdır. Diğer bir deyişle toplum tüm detayları ile kaydedilmiş, analiz edilmiştir. Devlet, oluşturduğu yeni idari mekanizması aracılığı ile iktidar boşluğunun olduğu alanlarda sosyal kontrolü sağlamak adına her şeyden önce bilgiye önem veriyordu. Altyapısal anlamda taşrada iktidarını var edebilmenin yegâne şartı eksiklikleri bilmek ve bu eksikleri devlet iktidarının elinin uzanabileceği farklı iktidar alanları ile doldurmak idi.

Devletin Trakya’da Altyapısal İktidar Arayışları: Lojistik Tekniklerin Bölgede Gelişimi

Umumi Müfettişlerin Trakya’da görev aldıkları süre boyunca yaptıkları gözlemler dair ha­zırladıkları öneriler; ulaşım ve iletişim olanaklarının genişletilmesi, halkın üretici hale getiri­lerek ülke ekonomisine dâhil edilmesi, sınır bölgesi olan Trakya’nın güvenliğinin sağlanması, özellikle ilköğretimin yaygınlaştırılması yolu ile Cumhuriyet ideolojisinin benimsetilmesi ve Türkçe konuşulmasının yaygınlaştırılması ile Türkleştirmenin ve ülkeye bağlılığın sağlan­ması konuları üzerinde yoğunlaşıyordu. Diğer bir deyişle Mann’ın siyasal kontrol lojistiğinin teknikleri olarak tanımlandığı okuma yazma kültürü, yollar ve iletişimin yaygınlaştırılarak coğrafi erişimin genişletilmesi ve devletin merkezden kontrol ettiği işbölümü çerçevesinde yönetimin düzenlenmesi Cumhuriyet devlet elitlerinin de kapasite artırımı için başvurduğu başlıca yollar ile birebir örtüşüyordu.

Yukarıda özetlenen lojistik teknikleri tamamlamak adına, Koçak’ın belirttiği üzere (2010) Umumi müfettişlerin raporlarında ayrıca Trakya bölgesinin sağlık sorunlarına, ziraatın genel durumuna, sulama sorununa, mali sorunlara, vergilerin tahsilatı sorunlarına, iskan sorunları­na dair ayrıntılı bilgiler, tespitler ve çözüm önerileri yer almaktadır. Amaç; devletin toplumsal hayatın her yönüne işleyecek şekilde varlığını tüm bu alanlarda genişletmesi gibi görünmek­tedir. Vatandaşların ihtiyacı olan her alanda devlet var olmayı talep etmektedir.

Devlet, okullar yoluyla ideolojik iktidarını, bireylerin üretici hale getirilip ekonomik ha­yata katılımları ile ekonomik iktidarını, sınırlarda güvenliğin sağlanması yolu ile askeri ikti­darını ve teritoryal merkezileşmiş idari yapılanması ile de siyasal iktidarını sağlar. Tim Jacoby (2010), bu iktidar kurumlarını kontrol mücadelesinin toplumsal gelişmenin merkezi dinamiği olduğunu söyler. Bu eksende; ona göre bu iktidarlar ideali yansıtırlar ve gündelik hayatta bir­birlerinden bağımsız varlıklara sahip değildirler. Diğer bir deyişle; devletler tarafından kulla­nılan bu iktidar araçları bunların bir birleşimidir (Jacoby, 2010: 24-25). İşte umumi müfettiş­likler tam da bu dört iktidarın temellendiği idari zemine oturur ve bu iktidarları birleştirerek kendini toplumsal olanda yeniden üretmeyi hedefler. Siyasal iktidar aşağıdaki örneklerde gösterileceği üzere ekonomik, ideolojik, askeri iktidarlar üzerinde yükselir ve egemen olur.

Bu bağlamda Trakya Bölgesinde umumi müfettişlikler görevlendirilirken ilk olarak halkın ekonomiye katılımının sağlanması ve bölgesel kalkınmanın gerçekleştirilmesi hedefleniyor­du. Bunun için; öncelikli olarak Trakya’nın bir hayvancılık ve ziraat memleketi olduğu tespiti yapılıyordu (Bali, 2008: 437). Buradan hareketle bölgenin en önemli sorunu ve ekonomik ge­lişmenin önündeki en önemli engellerden biri olarak susuzluk sorunu ele alınıyor ve Meriç ve Ergene nehirlerinden sulama alanında yararlanılması ve bentler inşa edilmesi öngörülüyordu.

İkinci Umumi Müfettiş Kazım Dirik’in, Umumi Müfettişler Konferansında köy kalkın­masına dair önemli ifadeleri merkezin yerelde güttüğü kalkınma hedefini tamamıyla yansıt­maktadır. “Zirai asayiş memleketin her tarafında muhtelif derecede acı tesirler bırakmaktadır.” diyerek başladığı söyleminde Dirik, tarımda susuzluk probleminden bahsetmekte ve artezyen kuyuların tarımsal kalkınma açısından önemine ısrarla vurgu yapmaktadır (Varlık, 2010).

Bu noktada önemli bir noktaya temas etmek yerinde olacaktır. Sulama konusu üzerinde, müfettişlik raporlarında, önemle durulması ilgi çekicidir. Bu bağlamda belirtilmesi gereken sulamanın nerede nasıl yapılacağını düzenleme niyetindeki merkez aslında ekonomik kal­kınmanın da sınırları ve yönünü belirliyordu. Sulamanın yönlendirileceği yerler ekonomik kalkınmanın da yaşanacağı yerler olarak beliriyordu. Ekonomik kalkınma ise nihayetinde devlete vergi geliri olarak yansıyacaktır. Söz konusu durum ise altyapısal iktidarın ekonomik temellerinin dahi politik olana nasıl temas ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Ekono­mik olanın politik boyutları, bu açıdan, kaçınılmazdır.

Buna ilaveten, raporlarda, benzer şekilde köy halkının traktörleri, bataryaları ve tankları için yol yapılmasının gerekliliğinden dem vurulmaktadır. Hem ekonomik kalkınmayı tamam­layacak hem de devletin toplumsal alana nüfuzunu kolaylaştıracak ulaşım sorunu raporlar­da ayrıntılarıyla ele alınmaktadır. En azından kurak havalarda ulaşımın sağlanması amacıyla köprü inşaatlarının yapılması İbrahim Tali tarafından merkeze öneriliyor; Trakya’nın kalkın­ması açısından ekonomik öneme sahip sebze ve meyvelerin nakliyatları için demiryollarının geliştirilmesinin gerekliliği yine aynı raporda önemle vurgulanıyordu (Bali, 2008). Devlet, ulaşımı hem ülke içi ürün nakliyatını teşvik ederek kalkınmayı hızlandıracak hem de demir­yolları sayesinde ihracatı tetikleyerek zenginleşmeyi sağlayacak bir araç olarak görüyordu. Bu sayede hem ekonomik kalkınmadan payına düşen vergi gelirlerine ulaşacak hem de yereli merkez için ulaşılabilir kılabilecekti.

Altyapısal iktidarın bir diğer önemli boyutu olarak iletişim sorunları da detayları ile tetkik ziyaretleri ertesi hazırlanan raporlarda inceleniyordu. Raporlarda köy telefonlarından isteni­len derecede yararlanılamadığı ve ülkenin asayişi açısından da önemli olan bu konu hakkında derhal iyileştirme çalışmalarının başlatılması isteniyordu (Bali, 2008). İletişim adına telefon­lardan halkın yararlanması sağlanarak özellikle köyler merkezin denetimine ve iletişimine açık hale getirilmek isteniyordu. Buna paralel olarak telgraf ağlarının genişletilmesi raporlar­da dikkat çeken bir diğer önemli konuydu. Telgraf sisteminin genişletilmesi ile merkez ve yerel arasındaki resmi yazışmaların hızlandırılması ve güvenilir kılınması amaçlanıyordu. Merkez yerele hızla ve güvenle ulaşmak istiyordu.

Diğer yandan merkezdeki kurumsal gelişim taşrada da gerçekleştirilmek isteniyordu. Mann’ın lojistik tekniklerinden olan kurumsal işbölümün gerçekleşebilmesi için idari aygıt­ların ayrı ayrı kurumsallaşması gerekiyordu. Yugoslavya ve Bulgaristan yerel yönetimlerin­den örnekler verilerek hükümet merkezinde açılmak suretiyle yerelde görev alacak vali ve kaymakamları yetiştirmek üzere kursların düzenlenmesi öneriliyordu (Bali, 2008: 196). Bu sayede merkezin yönetim usul ve geleneği ile eğitilecek görevliler bundan sonra yerelde görev alabileceklerdi. Bir nevi yönetim geleneğiydi oluşturulmak istenen.

Batı komşularından örnekle, benzer şekilde, muhtarların yanında bir tarım ustabaşı ol­masının gerekliliğine dikkat çekilmekteydi. Toprak, tohum, makine işleri ve haşerelerle mü­cadele konularında köy halkını eğitmekle görevli olacak bu ustabaşılarının ülkede de uygu­lanmasının gerekliliğinin aciliyetini belirtmektedir. Dirik’e göre, tarım dışında da, köylerden gençlerden marangoz, demirci ve sanatkârlar yetiştirilerek bunlar üretici haline gelmelidirler (Varlık, 2010).

İktisadi faaliyetlere ilişkin bu mekanizmaların işletilmesine ek olarak raporlarda dikkat çeken bir diğer vurgu da öz Türk iktisadiyatına yapılan vurguydu. Trakya’nın iktisadi faaliyet­lerindeki Yahudi hâkimiyeti eleştiriliyor; sermayenin birikim stratejisinin hızla Türklere yö­neltilmesinde ısrarcı davranılıyordu. Merkezin öngördüğü ekonominin millileştirilerek Türk sermayesi için yolun açılması taşrada uygulamaya dökülmek isteniyordu. Diğer bir deyişle merkezden gelen politikalar Umumi Müfettişlikler aracılığıyla yerele ulaşıyor ve toplumsal yaşama işleniyordu.

“Trakya Türkünü canlandırmak ve iktisadi kalkınmaya mahzar kılmak için ikti­sadi sahada yapılacak ilk teşebbüsün Trakya’nın kazanç ve hayat kaynaklarını sağ­lam tedbirlerle öz Türk çocuklarına intikal ettirmek ve bütün Trakya piyasalarını Musevi hâkimiyetinden kurtarmaktadır. Bu harekette yerli küçük sermayelerin birlikler yapmak suretiyle yapacağı vazife en müessiri ve en feyizlisi olacaktır an­cak öz Türk çocuğunun bu hareketini iktisadi hareketleri tanzim edici mütehassıs rehberler ve ihtiyaçları halinde onların bu hareketini besleyecek kredi kaynakları ile beslemek de öz Türk iktisat varlığına düşen en mühim ve vatani bir vazifedir” (Bali, 2008: 457).

Diğer yandan devlet, nüfusun arttırılması nihai hedefiyle varlığını sağlık hizmetleri adı altında yeniden üretmek niyetindedir. Doğum evlerinin ve ebe sayısının arttırılması, nüfus artışı hala istenilen düzeye erişmemiş olarak nitelendirilen Trakya Bölgesi için çok önemli görülmektedir. Trakya’nın ihtiyacı olan nüfusa ulaşması için devlet hizmeti ivedilikle yöreye götürülmek istenmektedir. Diğer yandan nüfus artışı isteği merkezin ordu için yeterli asker sayısına ulaşılabilmesi amacıyla da güvenlik açısından tavsiye edilmektedir. Bu bağlamda devletin nüfus artış hızı hem ekonomik kalkınma hem de ordu ve güvenlik açısından sık sık dile getirilmektedir. Diğer bir deyişle nüfus artışının sağlanması devlete bir yandan askeri ve ekonomik iktidarını birlikte geliştirme olanağını sağlayacak; diğer yandan ise sağlık hizmet­lerinin yaygınlaştırılması ve gelişmiş hale getirilmesiyle birlikte doğan çocukların, hastaların kayıt altına alınması sağlanacaktır.

Nüfus artışı ile bağlı olarak devletin yöre halkının sağlığı ile yakından ilgilendiğini umu­mi müfettişlik raporlarında net olarak görmekteyiz. Sıtma ve frengi hastalıklarının yöre hal­kında tespiti yapıldıktan sonra bunların iyileştirilmesi için su temizliğinin ivedilikle gerçek­leştirilmesi ve hastane ve dispanserlerin halka daha faydalı hale getirilmesi ön görülmektedir (Bali, 2008).

Raporlar, ayrıca bölgede yer alan azınlıklar hakkında da detaylı bilgi veriliyordu. Bu çer­çevede ise özellikle eğitim yoluyla Türkleştirme faaliyetlerine ağırlık verilmesi öneriliyordu. Buna göre bölgede Çerkezler, Pomaklar ve Yahudiler mevcut idi. Dirik merkeze ilettiği bir raporunda büyük Pomak köylerine okul açtıklarından bahsetmektedir. Yine aynı Pomakları ‘kültür ve terbiye hareketleri ile ıslah edilebilir’ olarak tanımlamaktadır (Taş, 1997: 97-105). Bu anlamda, devletin merkezi politikaları, eğitimin yaygınlaştırılması yolu ile gündelik haya­tın tümünde görünür kılınabilecekti. Bunun için belki de en etkin aygıt olan eğitim Mann’ın da altyapısal iktidarının önemli bir boyutunu oluşturmaktaydı.

Diğer yandan bizzat bölgede yer alan köylerde halka dağıtılmak üzere broşürler hazırlanı­yordu. Kültür alanında broşürlere dair saptanan konular arasında en dikkat çekici olanları şu başlıkları taşımaktadırlar: “Atatürk ve Devrim Ateşi; Altı ok”, Köylerde Türk dilinden başka dil konuşulmaz; buna göz yummanın zararları” ve Türklerin Asya kaynaklarından çıkış haritası: kutlu dalgalar” (BCA 030.10/72.475.5).

Rejimin halka temas etme arayışındaki en önemli araçlardan Halkevleri de umumi mü­fettişlik raporlarında yer alan önemli konulardan biriydi. Kazım Dirik’in Başbakan İsmet İnö­nü’ye ilettiği raporlarda Halkevlerinin çalışma tarzının vasıtasızlık nedeniyle köylere yeteri kadar ulaşamadığından şikâyet ediliyordu. Dirike göre Halkevleri, seyyar öğretici sinemalar ve bunun gibi köyleri gezebilecek ve burada halk ile temasa geçebilecek araba ve otomobil gibi ulaşım araçları ile desteklenmeliydi. Buna ilaveten yine Halkevleri verimli bir biçimde yerelde etki gösterebilmek için mali yardım ile de desteklenmeliydi (Koçak, 2010: 153-154).

Görüldüğü gibi devletin yerelde altyapısal iktidar arayışları yol yapımından sağlık hiz­metlerine kadar geniş bir alanı kapsıyordu. Devlet, Umumi Müfettişlikleri aracılığıyla eksik­leri tespit ettiği ölçüde bu boşluklara müdahil oluyor ve taşrayı da eksiksiz iktidar alanına katıp yönetmek istiyordu. Diğer bir deyişle iktidar kendini toplumu ile alakadar kılmak ve göstermek istiyordu.

“Asırların ihmali, su-i idare, harici tahrikât, coğrafi vaziyet, arazi darlığı, geçim ıstırabı gibi sebeplere dayanan hadiselerin kuvvetli, alakalı ve adil bir idare altın­da karakterini değiştirmeye başladığı görülmüştür”(Varlık, 2008: 72).

Buradan hareketle çalışmanın ilk bölümünde özetlenen teorik tartışmaya geri dönüldü­ğünde Vom Hau’nun yerinde tespiti ile devletin eğitim ve ulaşımda kapasite artırımı yolu ile meşruiyetini arttırmaya dönük beklentisi Tek Parti umumi müfettişlik uygulamasında da ortaya çıkmaktadır. Özellikle merkezden uzakta yer alan köylere yapılacak olan ulaşım ve eğitim yatırımları müfettişlerin yerinde tespiti ile halkın devlete bağlılığını arttıracak önemli mekanizmalar olarak önem kazanır. Bu da meşruiyet ve altyapısal iktidar arasındaki karşılıklı ilişkiselliği incelemeyi, bu aşamada, gerekli kılmaktadır.

Bir sonraki bölüm altyapısal iktidar arayışındaki devletin, yerelde meşruiyetini pekiştir­me hedefine ve meşruiyet ile altyapısal iktidar arasındaki birbirini güdümleyen karşılıklı iliş- kiselliğe Umumi Müfettişlik örneği üzerinden dikkat çekecektir.

Umumi Müfettişlikler ve Meşruiyet Sorunsalı

Çalışmanın ilk bölümünü oluşturan teorik tartışmada meşruiyet sorunsalının devlet ka­pasitesi analizinde yer almasının gerekliliği vurgulanmıştı. Buna göre; meşruiyet, devlet ve toplum arasındaki karşılıklı ilişkiyi ve toplumun da devlet kapasitesinin gelişimine etkisini göstermesiyle devlet kapasitesi analizine eksik olan tarihsel ve toplumsal karakterini geri ve­rebilirdi. İşte bu bağlamda, meşruiyet ve devlet kapasitesi, bu bölümde, Umumi Müfettişlik kurumu örneği üzerinden karşılıklı bir ilişkisellik temelinde ele alınacaktır. Bu anlamıyla da meşruiyet, devlet kapasitesinin salt bir ürünü olarak değil; tersine bizzat kendisi de kapasite üreticisi olmak üzere farklı iki boyut üzerinden analiz edilecektir (Vom Hau, 2012).

Dogan’ın (2003) meşruiyet üzerine çalışmalarında önemle vurguladığı üzere; en despotik iktidar dahi iktidarını haklı gösterme çabasına girer. Söz konusu haklı gösterme çabası ise ağır­lıklı olarak idari mekanizmaların yardımıyla gerçekleşir. Loveman’ın (2005) ifade ettiği gibi sembolik iktidar, ancak idari yapılar aracılığıyla meşru devlet pratiklerinin oluşturulmasıyla mümkün kılınır. Sembolik iktidar, bu bağlamda, Umumi Müfettişlikler örneğinde görüldüğü gibi çoğu zaman yeni bir idari yapının keşfi ile somutlanır. Yukarıda Umumi Müfettişlikler aracılığı ile gösterilmeye çalışıldığı şekliyle devlet bireylerin kayıt altına alınmasından doğum oranlarının takibine sosyal hayatın farklı alanlarına müdahalesi için yetkili kılınmaktadır. İşte bu haliyle bireyleri idari yapılar aracılığıyla devlet tarafından müdahale edilebilir kılan yegâne faktör devletin sembolik iktidarıdır.

Umumi Müfettişlikleri bir kurum olarak toplumun ihtiyaç ve eksiklerini belirleyen bir nevi müracaat merci olarak görevlendirirken devlet, nihai hedef olarak kendi meşruiyetini arttırmayı hedef biçer. 1935 yılında Umumi Müfettişlik tarafından merkeze yazılan bir rapor­da “Halk, devrimin ve Cumhuriyet prensiplerinin faydalarını daha iyi görmeye başladığından, kendi işleriyle daha yakından ilgili olan hükümete karşı sevgileri artmaktadır” diye not düşül- mektedir (Koçak, 2010: 140).

Devlet meşruiyeti açısından kilit önemde yer alan kamu hizmetinin tedariki (Vom Hau, 2012) Umumi Müfettişlik örneğinde net olarak görülür. Umumi Müfettişlik raporlarında topluma götürülmesi gereken öncelikli kamu hizmetleri olarak sağlık kliniklerinden devlet okullarına; yol yapımından iletişim alanındaki iyileştirmelere kadar her şey bir yandan meş­ruiyet arayışına tekabül ederken diğer yandan devletin topluma nüfuz ettiği alanı genişletir ve derinleştirir. Bu anlamda kapasitesini yerele ve toplumun geneline yaymaya çalışırken devlet, her şeyden önce bunu meşruiyetini arttırmak için yapar. Buna bağlı olarak da meşruiyetini arttırdığı ölçüde toplumun gündelik hayatına nüfuzu kolaylaşır ve kapasitesi sembolik anlam­da daha da fazla yoğunlaşır.

Meşruiyet yaratılması alanında önemli rol üstlenen bir diğer kanal devletin ideolojik iş­levidir. Diğer bir deyişle toplumsal kimlik yaratılması sürecinde devlet önemli bir rol üstle­nirken; bunu sağladığı ölçüde meşruiyetini üretir (Vom Hau, 2012). Umumi Müfettişliklerin raporlarında rastlanan bir diğer konu olarak vakıf eserlerinin ve eski eserlerin onarımı da yine milli bir hafıza oluşturma gayreti ekseninde toplumun gündelik yaşantısında devletin aksini her daim canlı tutan bir başka araçsallık olarak önem kazanır ve devletin meşruiyet arayışında önemli bir rol üstlenir.

Umumi müfettişlik kurumu, giriş bölümünde Seabrooke’un dikkat çektiği üzere, meşrui­yet sorunsalı açısından önemli görünen devlet-toplum karşılıklı ilişkiselliğini somut örnekler üzerinden ispatlamaktadır. Trakya Umumi Müfettişliği bir yandan “güvenlik” sorunsalını ve “kalkındırma” hedefini meşruiyet aracı olarak göstererek yöre halkının sağlığından eğitimine gündelik hayatının her noktasına temas ederken; diğer taraftan kendisi söz konusu güvenlik gerekçesiyle ve kalkınmayı ateşleyerek altyapısal iktidarını yukarıda ayrıntılarıyla ele alınan lojistik teknikler yardımıyla genişletir. Bu bağlamda da kendi sembolik iktidarını toplumsal olanda yeniden kurar. Bu açıdan her iki yön karşılıklı bir biçimde birbirini desteklemeye de­vam eder görünmektedir. Meşruiyet arayışı adına vücut bulan kurumsal idari yapılanmalar devlete kapasitesini arttıracak yeni ve farklı alanlar açarken; diğer yandan açtığı yeni alanlarda yepyeni meşruiyet alanları inşa etmesini sağlar. Bu haliyle devlet kapasitesi ve meşruiyet, kar­şılıklı olarak, devletin müdahil olabileceği toplumsal alanı genişletir.

Raporunda ‘yörenin en önemli ihtiyaçlarının insan, sermaye ve bilgi olduğunu’ belirten İbrahim Tali, bu üç unsurun sağlanması ile Trakya’nın yurdun hem güvenli hem de refaha sahip bir bölgesi haline gelebileceğini belirtir (Bali, 2008: 469). Bu bağlamda devletin rapor­larda da sık sık tekrarlandığı üzere Trakya’nın röntgenini çekerken hedeflediği temel gayeler olarak güvenlik ve ekonomik kalkınma ön plana çıkar. Devlet, bu ikisini sağlamak üzere yerele müdahale ederken kendine yeni kapasite alanları açar. Kalkınma ve güvenlik ekseninde ka­pasite artırımına giden devlet alt yapısal iktidarını özellikle ulaşım, iletişim ve eğitim yolu ile yaygınlaştırdığı ölçüde bu defa kendi meşruiyetini bu yollarla yeniden üreterek kapasitesini arttırmaya katkı sağlar.

Ekonomik kalkınma amacıyla yöre halkının mesleki eğitim almasını hedefleyen devlet eğitim alanında boy gösterdiği ölçüde kendine yeni bir meşruiyet zemini hazırlar ve Cum­huriyet ideolojisini okullar vasıtasıyla yeniden üretir. Yine ekonomik kalkınma hedefi ile uy­gulamaya çalıştığı milli sermaye birikim politikası ile de ulus devlet inşasının temel tutkalı milliyetçiliği Türkçülük adı altında yeniden üretir.

Bu anlamda sembolik olarak ifade edilen iktidar biçimi devletin idari pratiklerinin meşru uzantısının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Sembolik iktidar kazanma amacındaki devletin, her şeyden önce, idare edilecek yeni alanlar bulması gerekmektedir (Loveman, 2005: 1657­1658). İşte Umumi Müfettişlikler aracılığıyla gerçekleştirilen tam da budur. Devlet, doğum oranlarından telgraf/telefon gibi ulaşım tekniklerine kadar bireylerin hayatına müdahale ala­nını genişletir. Bunu da sembolik iktidarını meşruiyet üzerinden kurarak yapar. Bir kez bu alanlara doğru, kaçınılmaz ve haklı olarak müdahale etme hakkını bulmaya başladığında ise; buna paralel olarak iktidarının toplumsal olana müdahale alanını da genişletir.

Sonuç

Yukarıda, Tek-parti dönemi Umumi Müfettişlikleri ve onlar aracılığıyla devletin taşrada inşa etmeye çalıştığı altyapısal iktidar analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda Tek-parti re­jiminin, Umumi Müfettişlikleri kurumsal bir yeni yapı olarak işlevsel kılarak toplum nezdinde altyapısal iktidarını genişletme çabası içine girdiği ve toplumun gündelik hayatının en mühim noktalarına temas yollarını bu vesileyle aradığı görülmektedir.

Bu bağlamda köy kalkınmasından okur yazarlığına, karayollarından demiryollarına, sula­madan kozacılığa, sıtmadan doğum oranlarına her şeyin devlet tarafından takip edildiği, kayıt altına alındığı, yerinde teftiş edildiği ve tüm bu sorunlara cevap arandığı bir kurumsal alan olarak Umumi Müfettişlikler belki de devlet ve toplum karşılaşmasının Tek-parti döneminde en yakından yaşandığı önemli bir ilişkisel düzeye işaret etmektedir.

Bu çalışma, Türkiye tarihinin çok önemli bir kesitinin yine çok önemli bir kurumsal par­çası olan Umumi Müfettişlikleri siyaset sosyolojisinin başlıca sorunsalı olarak devlet kapasi­tesi üzerinden yeniden anlamaya çalışmıştır. Bu anlamıyla da tarihsel olan ile siyasal olanı bir araya getirmeyi hedeflemiştir.

Mann’ın despotik iktidar/altyapısal iktidar ayrımı bir ideali yansıtır. Gündelik pratiklerde bu ikisinin birbirinden yalıtılmış halde bulunması mümkün görünmemektedir. Tersine; bu iki­sini bir terazinin farklı iki yanına asılı ağırlıklar olarak düşünmek gerekir. Birinin ağır bastığı yerde diğeri hafif kalıp dengeyi bir noktada sağlamakta, ama terazinin bir yanı hiçbir zaman boş kalmamaktadır. Bu ikisi arasında birbirine alternatif olacak seçenekler yaratılması mümkün değildir. Despotik iktidarın, altyapısal iktidar yardımıyla totaliterleşme eğilimine girebileceği her zaman akılda tutulmalıdır. İkisi arasındaki dengenin nasıl şekilleneceği ise toplum ve devlet iktidarı arasındaki ilişkisellik temelinde tarihsel ve toplumsal olarak belirlenecektir.

Mann’ın da belirttiği gibi altyapısal iktidar iki sapaklı bir yoldur. Devletin toplum aracılı­ğıyla kurmaya çalıştığı iktidar aynı zamanda toplumun da devlete etkide bulunduğu bir ilişki- selliğe işaret ettiği ölçüde müphem bir alan bırakır. Bu durum her zaman devletin toplum ile karşılaştığı alanda ipleri devlet-dışı olanın iradesine bırakma tuzağını bünyesinde barındırır (Mann, 1993). Bu bağlamda Umumi Müfettişlikler aracılığıyla topluma nüfuz etme arayışında olan devletin toplum ile karşılaştığı alanlarda ortaya çıkan iktidar mücadelesinin nasıl sonuç­landığı bu çalışmanın konusu dışında kalmıştır.

Cemil Koçak’ın ilk kez 2003 yılında yayına hazırladığı kitabında belirttiği ve sonrasında 2010 yılında yapılan ikinci basımında yeniden hatırlattığı üzere Umumi Müfettişlik raporları halen hak ettiği önem düzeyinde araştırılmamış ve incelenmemiştir. Hâlbuki taşranın rönt­genini on yıllardan sonra bize sunan bu raporlar, bünyesinde çok sayıda sorulmamış soru ve tartışılmamış konu barındırmaktadır.

Müfettişlik raporları ekseninde yapılan değişiklikler, halkın bunlara verdiği cevap ve tep­kiler bundan sonraki çalışmaların konusu olarak bu çalışmanın eksik bıraktığı yerleri tamam­layarak devlet kapasitesi analizine gerçek kimliğini geri verebilir. Kim bilir belki de Türkiye tarih yazımında çok tartışılan güçlü devlet geleneği tezi açısından çok farklı tartışmalar bu sayede gizli kaldıkları yerden su yüzüne çıkarılabilir.

Kaynakça

ALTHUSSER, Louis (1971). Ideology and Ideological State Apparatuses, Louis Althusser, Lenin and Phi­losophy and Other States, New York, Monthly Review Press, 1-42.

AYDOĞAN, Erdal (2004). “Üçüncü Umumi Müfettişliği’nin Kurulması ve III. Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in Bazı Önemli Faaliyetleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 33-34, 1-14.

BALI, Rıfat N. (2008). 1934 Trakya Olayları, İstanbul, Kitabevi.

DOGAN, Mattei (2003). “Conceptions of Legitimacy”, in HAWKESWORTH, Mary ve KOGAN, Mau­rice. (der.), Encyclopedia of Government and Politics Volume II, London, Routledge, s. 116-219.

FOUCAULT, Michel (1972). The Archeology of Knowledge, New York, Pantheon Books

FOUCAULT, Michel, (1977). Discipline and Punishment: The Birth of the Prison, New York, Vintage Books.

FOUCAULT, Michel (2007). Security, Territory, Population Lectures at the Collège de France 1977-1978, New York, Palgrave MacMillan.

FOUCAULT, Michel (2008). The Birth of Biopolitics Lectures at Collège de France 1978-79, New York, Palgrave MacMillan.

GRAMSCI, Antonio (2007). Hapishane Defterleri Felsefe ve Politika Sorunları -Seçmeler-, İstanbul, Belge Yayınları.

HABERMAS, Jürgen (1981). The Theory of Communicative Action Volume One: Reason and Rationaliza­tion of Society, Boston, Beacon Press.

KOCA, Hüseyin (1998). Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Doğu-Güneydoğu Anadolu Politikala­rı, Konya, Mikro Yayınları.

JACOBY, Tim (2010). Sosyal İktidar ve Türk Devleti, Ankara, Birleşik.

KOÇAK, Cemil (1996). Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945) 2. Cilt, İstanbul, İletişim.

KOÇAK, Cemil (2010). Umumi Müfettişlikler 1927-1952, İstanbul, İletişim.

KORHAN, Tuğba (2012). “Cumhuriyet Döneminde Umum Müfettişlikleri İle İlgili Bir Değerlendirme”, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4, 7, 134-143.

LOVEMAN, Mara (2005). “The Modern State and the Primitive Accumulation Of Symbolic Power”, American Journal of Sociology, 110, 6, 1651-1683.

LUCAS, John (1998). “The Tension Between Despotic and Infrastructural Power: The Military and the Political Class in Nigeria”, Studies in Comparative International Development, 33, 3, 90-113.

MANN, Michael (1984). “The Autonomous Power of the State: Its Origins, Mechanisms and Results”, Archives Européennes de Sociologie, 25, 185-213.

MANN, Michael (1993). The Sources of Social Power Volume 2 The Rise of Classes and Nation States 1760­1914, Cambridge, Cambridge University Press.

METİNSOY, Murat (2006). “Erken Cumhuriyet Döneminde Bölgesel Mebusların “İntihab Bölgesi” ve “Teftiş Bölgesi” Raporları”, Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, 3, 103-169.

MOSCA, Gaetano (1939). The Ruling Class, New York, McGraw-Hill Book Company.

SKOCPOL, Theda, RUESCHEMEYER, Dietrich, EVANS, Peter B. (1985). Bringing the State Back in, Cambridge, Cambridge University Press.

SEABROOKE, Leonard (2002). “Bringing Legitimacy Back into Neo-Weberian State Theory and In­ternational Relations”, Working Paper Series, no 6, Canberra, Australian National University Department of International Relations.

SOIFER, Hillel (2008). “State Infrastructural Power: Approaches to Conceptualization and Measure­ment”, Studies in Comparative International Development, 43, 231-251.

SOIFER, Hillel, VOMHAU, Matthias (2008). “Unpacking the Strength of the State. The Utility of State Infrastructural Power”, Studies in Comparative International Development, 43, 3-4, 219-230.

TAŞ, Serap (1997). Umumi Müfettişlikler, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

TURAN, Ömer (2008). “Hasta Adam Metaforunu Aşmak: Osmanlı Modernleşmesi ve Devlet Kapasite­si”, Muhafazakâr Düşünce, 4, 16-17, 143-164.

VARLIK, M. Bülent (2010). Umumi Müfettişlikler Toplantı Tutanakları, Ankara, Dipnot.

VOMHAU, Matthias (2007). “State Infrastructural Power and Nationalism: Comparative Lessons From Mexico and Argentina”, BWPI WorkingPaper, 11, 1-17.

VOMHAU, Matthias (2012). “State Capacity and Inclusive Development: New Challanges and Direc­tions”, ESID Working Paper, 2, 1-39.

YEĞEN, Mesut (2006). Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa Cumhuriyet ve Kürtler, İstanbul, İletişim.

Arşiv Belgeleri

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 030.18.01/57.64.1. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 030.10/72.475.5. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 030.18.01/42.8.10.

————————————————————————–

Kaynak:

Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, Yıl 2013, Cilt I, Sayı I 


[1] Mann’ın altyapısal iktidar ve despotik iktidar arasında ortaya koymaya çalıştığı ayrım idealize bir kavramsallaştırmaya işaret eder. Buna göre altyapısal iktidar ve despotik iktidarın tarihsel ve toplumsal düzeyde birbirlerinden bağımsız bir biçimde var olduklarını düşünmemek gerekir. Her despotik iktidarın, altyapısal iktidara ihtiyaç duyacağı kaçınılmaz görünmekle birlikte altyapısal iktidarın da despotik iktidarın alternatifi olarak düşünülmesi yanılgısına düşmemek gerekir. Tersine, altyapısal açıdan kuvvetlenmiş bir iktidarın da pekâlâ totaliterleşme eğilimi gösterebileceği her daim akılda tutulmalıdır. Mann’ın bu şekilde ifade ettiği altyapısal ve despotik iktidar kavramları ideal tipolojilere işaret eder. Gündelik hayatta ise iki iktidar biçimi birbirlerine eklemlenmiş halde bulunurlar.



[i] Bu çalışma Yrd. Doç. Dr. İsmet Akça’nın Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Programında verdiği Türk Siyasal Hayatı Dersi kapsamında hazırlanmış bir ödevin yeniden düzenlenmiş halidir.

[ii] İstanbul Ticaret Üniversitesi Araştırma Görevlisi. Mail: [email protected]

Yazar
Ayfer GENÇ YILMAZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen