Din ve Şiddet

 

Doç. Dr. Ahmet BULUT

Özet

Şiddet, mazide olduğu gibi bugün de tüm toplumlar için önemli bir sorundur. Eğitimi ve ekonomisi güçlü olan toplumlar da daha az geri kalmış toplumlarda daha çok olmak üzere şiddet tüm dünyanın ortak sorunudur. Şiddet ile din ilişkisi önceden beri tartışılan bir konudur. Ayrıca şiddetle baş etme yolları araştırmacıların ilgisini çekmeye devam etmektedir. Konunun uzmanları eğitimde farklı yöntemler kullanarak sorunu çözmeye çalışmışlardır. Kanaatimizce insanı kalp, akıl ve irade bütünlüğü içerisinde ele almayan yaklaşımların insan eğitiminde başarılı olmaları mümkün görünmemektedir. Bu makale “Sağlıkta Şiddet” konulu sempozyumda yapılan irticali konuşmadan derlenmiştir. Muhtasar bir şekilde, İslam ve şiddet konusu üzerinde durulacaktır.

A- Giriş

Modern dünyanın en önemli sorunsallarından birisi şiddettir.[1] Eğitim seviyesinin nitelik ve nicelik olarak her geçen gün biraz daha artmasına rağmen insanla ilgili problemlerinde aynı oranda arttığına şahit olmaktayız. Bir toplum güdüleri itibarıyla tekâmül ettikçe o toplumun estetik duyguları da gelişir. Aynı şekilde toplumlar geliştikçe problemleri de bu gelişime paralel olarak çoğalır ve çeşitlenir. Mazi de hiç bilinmeyen yeni problemler ortaya çıkar. Geçmişte sorun olarak ele alınmayan konular günümüz dünyasında önemli bir problem olarak görülebilir. Problemler çoğalırken maddi ve manevi gelişimin sağladığı imkânların da arttığını unutmamak gerekiyor. Burada önemli olan sosyal yapının problem çözebilme kabiliyetidir.

Sorunsuz bir toplumu hayal etmek tabi ki hepimizin arzusu ama sorunsuz bir toplum hayal etmek hayalperestliktir,[2] realist bir yaklaşım değildir. Unutmayalım ki insanın olduğu yerde sorun olacaktır. Geçmişte olmuştur. Bu gün de olacaktır. Yarın da olacaktır. Bize düşen görev bu sorunları minimize etmektir. Problemlerle baş etmeyi bilen bir toplum oluşturmak sorunların değil çözümün parçası olan bireylerin yetişmesine katkı sağlamaktır.

Uzun zamandan beri sorunların önüne geçmek yerine sorunların arkasından koşmaya başladık. Bir üst geçit yapmak için illa da bir okul yolunda yavrumuzun ölmesini bekleriz; aile şiddetini gündeme almak için bir ruh hastasının karısını kırk bıçak darbesiyle öldürmesini bekleriz; hastane şiddetini gündeme almak için doktorlarımızın arka arkaya şiddete uğramasını bekleriz. Büyük Şair Mehmet Akif’in filozof Mahir İz hocaya yaptığı nükte bizim durumumuzu ne güzel anlatır. Mahir İz hoca Akif’i uzunca bir süre ihmal eder. Arayıp sormaz. Akif’in annesi vefat eder. Geç de olsa Mahir Hoca bir taziye mektubu yazar. Akif bu ihmali edibane ne güzel ifade eder. Ve der ki “dostum sizden ses seda çıkması için bizim evden bir cenazenin mi çıkması gerekiyor.” Ne yazık ki evimizden, okulumuzdan, hastanemizden cenazeler çıkmadıkça sesimiz çıkmıyor. Sorunları ciddiye almıyor de facto davranıyor ve çözüm aramıyoruz.

Biz ruhumuzla yaratıldık. Ama bedenimizle yaşamak istiyoruz. Bedenlerimizi hedonizmin prangalı kölesi yaparken terk ettiğimiz ruhlar bırakıldıkları yerde kokuşmaya başladılar. Kokuşan ruhlar kendi egoizmi dışındaki her şeyi ötekileştirdi. Sabrı, şükrü, vefa

Sevgi insani duyguların en masumu en ziyade hürmete layık olanıdır. Ona bir tutam şefkat bir ölçek merhamet kattığınızda melekleri imrendirecek kıvama gelir. Hak da ona bakar halk da onu arar.

Aslında bizim manevi anlamda beslenme kaynaklarımız şiddete kapalı. Birkaç anekdotla arz etmek isterim.

Asr-ı saadette bir çocuğun kedisi ölür. Sevgili peygamberimiz kedisi ölen çocuğun acısını paylaşmak için ona taziyeye gider. İşte biz kedisi ölen çocuğa taziyeye giden merhamet membaı bir kutlu elçinin ümmetiyiz.

Devr-i Osmaniye’de kışın Uludağ’ı kar kapladığı için kurtlar yiyecek bulamadıkları için açlıktan ölürlermiş ya da yakın köylere saldırırlarmış. Ecdadımız canavarlar açlıktan ölmesin diye bir vakıf kurmuşlar. Vakıfta görevli şahıslar haftanın belli günlerinde hayvanlar açlıklarını gidersin diye Uludağ’ın belli yerlerine et bırakırlarmış. Çünkü hayvanlar da insanlar gibidir. Şayet suç işleme imkânlarını ortadan kaldırırsanız suça engel olursunuz. Kurtların şehre saldırmasını bir suç olarak ele alırsak onları saldırgan yapan neden açlıktır. Kışın hayvanların açlık ihtiyacı giderildiğinde saldırganlık güdüleri edilgen olmaktadır.

Geçmişe öykünme kabilinden olacak ama Bursa’dan bir başka örnek vermek istiyorum. Havalar ısındığında biliyorsunuz leylekler Anadolu’ya gelirler. Bu göç yolculuğunda yaralanan, hastalanan leylekleri tedavi etmek için leylek hastanesi kuran bir ecdadın çocuklarıyız. Nasıl şiddete bulaştık?

A- DİNİMİZDE ŞİDDETİN ETİK DEĞERİ VE İSLAM TARİHİNDEN BAZI ÖRNEKLER

a- Şiddet Nedir:

Şiddet insanlık tarihinin ortak bir sorunudur. Toplumların tümüyle şiddetten azade bir hayat sürmeleri imkânsızdır. Her ne kadar bazı filozoflar ontolojik anlamda şiddeti maddenin ayrılmaz bir özü olarak görseler de bu gerçeklik şiddetin insanoğlunun kaderi olduğu anlamına da gelmemektedir. Tüm toplumlar şiddetle baş edebilmek için çaba harcamışlardır. Ne var ki şiddeti toplum hayatından silme de, şiddet algısı, gelenekler, yasalar ve toplumların eğitim seviyeleri etkili olmuştur.[3] Bu konuda her toplumun aynı seviyede olduğunu söylemek güçtür.

Şiddet Latince’de violentia’dan gelmektedir. İsim anlamı güç, sert ve acımasız kişilik anlamına gelmektedir fiil anlamı ise şiddet kullanarak davranmak, değer bilmemek ve kurallara karşı gelmek anlamını taşır.

Şiddetin tanımı konusunda çağdaş Fransızca sözlükleri; a) bir kişiye, güç veya baskı uygulayarak isteği dışında bir şey yapmak veya yaptırmak, b) şiddet uygulama eylemi, c) duyguların kabaca ifade edilmesi eğilimi, d) bir şeyin karşı konulmaz gücü, e) bir eylemin hoyrat yapısı, gibi tanımlar getirmektedir.[4]

Etimolojik yönden şiddet sözcüğünün dilimize Arapça’dan geçtiğini herkes bilir. Şiddet; sertlik, sert ve katı davranış, kaba kuvvet kullanma anlamındadır. “Şedit” ise sert katı ve şiddetli demektir. “Şeddat” da sertlik ve kızgınlığı ile tanınan ünlü eski Yemen hükümdarının adıdır. Şiddet sözcüğü günümüzde yeni anlamlar da kazanmıştır: karşıt durumda, görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma, sert davranma, sertlik; “şiddet olayları” ise insanları sindirmek, korkutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak tanımlanıyor.[5]

Şiddet kavramı sertlik, sert ve katı davranış, kaba kuvvet kullanma olarak tanımlanır. Şiddet olayları ise; insanları sindirmek, korkutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak tanımlanmaktadır.[6] Şiddetin toplum içinde, toplum tarafından nasıl sunulduğu, nasıl kabul gördüğü de önemlidir. Çünkü kabul gören şiddet de meşrudur. Hatta şiddet genellikle bir yaşam biçimi olarak benimseniyorsa sorun olarak görülmez ve sorun çözmenin bir aracı olarak onay görür.[7]

Türkçe’de de şiddet, karşıt görüşte olanlara, ikna etme ve uzlaştırma yerine kaba kuvvet kullanma, toplumda kargaşa ve kaos meydana getirme gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bu anlamıyla şiddet, daha çok Arapça kökenli “unf” ve İngilizce’deki violence kelimeleriyle eş anlamlıdır. Şiddet eğitilmemiş iradenin, şefkatten mahrum bir kalbin problem çözme biçimidir.

b- Şiddetin Kaynağı:

Şiddetin kaynağına ilişkin olarak, psikologlar çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimisi saldırganlığın canlıların temel içgüdülerinden biri olduğunu ve bu nedenle toplumsallaşma sürecinde çok az değiştiğini söylemişlerdir. Kimisi de şiddetin sadece çevre etkenlerinden kaynaklanan bir davranış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ferud de, şiddeti yıkıcı bir içgüdü olarak tanımlamakta ve onun sorgulanabilir ve dizginlenebilir olduğunu, ancak bunun kolay bir iş olmadığını söylemektedir. İslami terminoloji açısından şiddet: insana bir kısım faydalı amaçları gerçekleştirmek için verilmiş olan güdülerin terbiye edilmeksizin maksatları dışında insanın şahsına ve topluma zarar verecek şekilde istihdam edilmesidir. Bu açıdan baktığımızda sadece şiddet faydalı amaçları gerçekleştirmek kastıyla verilmiş güdülerin maksatları dışında kullanılmasıdır. Şiddetle ilgili İslam’ın getirdiği temel kaideler:

c- Etik açıdan İslam’ın Şiddete Yaklaşımı:

  • İslam’da Şiddet Yasaktır:

İslami kaynaklara göre şiddetin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. İlahi dinlerde insanın malı, canı, aklı, namusu ve nesli koruma altına alınmıştır. İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem’in oğlu Kabil, Kur’an’da şiddetin sembollerinden birisi olarak anlatılır. Zira o kardeşi Habil’e karşı şiddet uygulamış ve onu öldürmüştür. Onun bu durumunu yüce kitabımız şu şekilde tasvir eder: “Nihayet nefsi onu kardeşini öldürmeye itti ve böylece ziyan edenlerden oldu.”[8] Kabil kardeşine karşı şiddet kullanmış ve onun yaşama özgürlüğünü elinden almıştır. Ve dünya imtihanında kaybedenlerden olmuştur. Dinimiz bir insanı öldürmeyi tüm insanlığı öldürmek gibi telakki etmiştir.[9] Çünkü bir insanı öldürmeye kalkışan hastalıklı ruh başka bir ifade ile Neron tabiatlı kişi kendisi ile insanlık arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığında kendi keyfi için tüm insanlığı gözünü kırpmadan yok edebilir. Diğer bir husus şairin “hoşça bak zatına kim sen zübde-i alemsin”[10] dediği gibi adalet-i mahza açısından bir insanın hayatı insanlığın hayatı kadar kıymetlidir. Bu sebeple şiddet yasaktır.

  • Şiddete Şiddetle Karşılık Vermek Yasaktır:

İslam dinine göre ceza verme yetkisi dünyada devletin ahrette Allah’ın hakkıdır. Şiddete maruz kalan bir kimse öfkesi ne kadar kabarmış olursa olsun işi nefsine havale etme hakkına sahip değildir. Kardeşinin şiddetine maruz kalan Habil kardeşine şöyle diyor: Andolsun ki sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan( elini kana bularsan) ben seni öldürmek için elimi kana bulamam. Çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.[11]

Konuyla ilgili Hz. Peygamber’in hayatından çok sayıda misal bulmak mümkündür. İlk Müslümanlar müşriklerden sürekli olarak şiddete maruz kalıyorlardı.[12] Hz. Ömer bir sahabenin vücudundaki yanıkları görünce kendisine şöyle dedi: Senin vücudunu bu hale getiren nedir? Sahabe, ben İslam’a girdiğimde küçük bir çocuktum. Benim çok zalim bir dayım vardı. Beni hasırın içine sarar sonrada hasırı ateşe verirdi. Hasırın alevleri çoğu defa benim bedenimde sönerdi. Şiddet onları yakma boyutuna erişmişti. Nitekim Abdurrahman b. Avf ve bir grup arkadaşı Hz. Peygamber’e (as) gelerek: “Ey Allah’ın elçisi biz müşrik iken kimseye boyun eğmezdik fakat Müslüman olduktan sonra boynumuz büküldü.”[13] Hz. Peygamber ise “Ben affetmekle emir olundum” buyurarak şiddete şiddetle karşılık vermeyi yasaklamıştır.[14]

  • Sözlü Şiddet Yasaktır

Dinimiz insanları sözle taciz etmeyi yasaklamıştır. İnsanların kutsallarını tahrik edecek sözler kullanarak onları terörize etmek haram sayılmıştır. Hz. Peygamber (as) “Annelerinize sövmeyin” buyurdu. Sahabe ” İnsan hiç annesine söver mi! diyerek taaccüp edilince şu cevabı verir: Siz bir kardeşinizin annesine söversiniz o da sizin annenize söver. İşte o zaman siz kendi annenize sövmüş gibi olursunuz.[15] Sahabe ’den birisi müezzinlerin piri Hz. Bilal-i Habeş’e “Ey siyah kadının oğlu” diye hitap edince[16] sahabe buna çok üzüldü ve hemen Peygamber’e şikâyet etti. Hz. Peygamber o sahabeye “Sende hala cahiliye emaresi var” dedi.[17] İlgili sahabe bu sözleri duyar duymaz. Bilal-i Habeş’in evine gitti ve başını eşiğe koyarak “kardeşim sen siyah ayağınla benim beyaz tenime basıp geçmedikçe başımı eşikten kaldırmayacağım” dedi.

  • Faydalı Bir Amacı Gerçekleştirmek İçin Şiddet Kullanmak Yasaktır.

Aile içi şiddete başvuranlar ve öğrencisine şiddet uygulayan eğitimciler çoğu defa “Ben bunu onun iyiliği için yaptım” gibi bahanelerin arkasına saklanmaktadırlar. Hâlbuki şiddet eğitimin menfi yönde etkileyen bir husustur. Aile içi ve okul şiddetinin en olumsuz yanı şiddete maruz kalanlar şiddeti hayatın olmazsa olmaz bir gerçekliği olarak kanıksıyorlar ve ileriki yaşlarda onlarda problemlerin çözümünde şiddeti bir araç olarak kullanıyorlar. Yüce Yaratıcı Peygamberini şiddete başvurmama konusunda uyarıyor: “O vakit, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet Sen, kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duada bulun! (Umuma ait) işlerde onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah’a dayanıp güven! Çünkü Allah, kendisine tevekkül olanları sever.”[18]

  • Hayvanlara Şiddet uygulamak Yasaktır:

Halifey-i ruyi zemin olan insan varlık âleminde ki her şeyi Allah’ın bir emaneti olarak korumakla yükümlüdür. Güçlünün zayıf olanı ezmesi kabul edilemez. Zayıflar güçlülerin emaneti altındadır. Hz. Peygamber zayıfları çok gözetirdi. Hayvanlarda onun merhametinden müstefit olmuşlardır. Allah Resulü vücudu ateşle dağlanmış bir koyun görür. Zira köylüler kendi hayvanlarını başka hayvanlardan ayırmak için hayvanların üzerine bir kısım işaretler koyarlar. Durum karşısında çok üzülen peygamber ellerini açarak ” Kim ağzı dili olmayan şu hayvana bu eziyeti yani şiddeti uyguladıysa Allah’ın rahmetinden uzak kalsın”

  • Savaşta Bile Mecbur Kalınmadıkça Şiddet Yasaktır

İslam’a göre her şeyin bir ahlâkı vardır.[19] Savaşın da bir ahlâkı vardır.[20] Ve ilkeleri farklı olabilir ama herkesin ahlâka ihtiyacı vardır. Ne yazık ki yakın zamana kadar ahlâk sadece dindarlara has bir konu olarak ele alındı. Ve ahlâk yeterli ilgiyi görmedi. İnsanla ilgili her durumu dikkate alan İslam dini savaşların kaçınılmazlığı karşısında şiddeti yasaklayan bir kısım ilkeler getirmiştir. Savaşta şiddeti minimize etmiştir. Savaşta, kadınları, çocukları, hastaları, yaşlıları, din adamlarını öldürmek yasaktır. Mabetlere, yeşilliklere ve doğal kaynaklara zarar vermek yasaktır.[21] Hatta öldürmeye gelen düşman askerini öldürmeden bertaraf etmek mümkünse onu öldürmek de yasaktır.

B- GÜDÜLERİN YANLIŞ KULLANIMI VE ŞİDDET

İnsanla ilgili problemleri çözebilmek için insanı ve onun kainat içindeki yerini doğru kotlamak gerekir. Eflatun bir gün “insan iki ayaklı tüysüz bir hayvandır.” der. Rivayete göre Diojen bu tarife çok bozulur ve hemen pazara gider büyükçe bir horoz alır, tüylerini yolduktan sonra doğruca Eflatun’un okuluna gider. Talebelere “İşte bu hocanızın tarif ettiği insan” der, “hem iki ayaklı hem tüysüz hem de hayvan”.[22]

Problemi anlamak sorunun yarısını çözmek demektir. Tanımlamalar doğru yapılmadığı takdirde çözüm de doğru olmayan yerlerde aranacaktır. Şiddet, insan doğasında yerleşik öfke ve gazap gibi benzer duyguların fiiliyata dökülmüş şeklidir. Yüce yaratıcı insan doğasını birçok güdü ile adeta bir dantela gibi örmüştür. Sevgi, nefret, gazap, merhamet, inat, öfke bunlardan bazılarıdır. Biyolojik anlamda elimiz ayağımız veya ağzımız burnumuz bizim için ne kadar gerekli ise ruhsal yanımızda yerleşik güdüler de aynı nispette bizim için gereklidir. Nefret güdüsü olmasaydı biz kötülüklerden nefret edemezdik. Korku güdüsü olmasaydı kanun nizam tanımazdık. Gazap duygusu olmasaydı ülkemiz, bayrağımız, ezanımız, ırzımız namusumuz istilaya uğradığında onları korumak için aslanlar gibi mücadele edemezdik.

Biraz önce ifade ettiğim gibi biz ruhumuzla yaratıldık ama bedenimizle yaşamak istiyoruz. Hayatı bedene indirgemişiz. İnsan fiziğiyle değil ruhani yanıyla bir şahsiyettir. Çünkü insan şahsiyetinin kodları ruhsal bedende gizlidir. Bakın bankaya memur alacağız adayın fiziği, uçağa hostes alacağız, önce fiziği, orduya astsubay alacağız önce fizik, sanki mankenlik yapacaklar. İnsanın ruhsal yanını görmezden geldiğimiz için bu ülkede psikolojisi bozuk psikologlar, çocuk görünce kırmızı gören boğaya dönen öğretmenler kan görünce bayılan doktorlar hayatımızın bir parçası olmuş.

a- İç Güdüler Açısından Şiddet

Yukarıda kısaca izah edildiği gibi içgüdü olarak adlandırılan insanın ruhsal bedenindeki bir kısım kuvveler belli amaçlar için verilmiştir. Fizik organlarımız bizim için ne kadar gerekli ise bu güdüler de aynı şekilde bizim için gereklidirler. Genel özelliklerine baktığımızda güdüler:

  1. Hayatın anlamlı kılınması için lüzumludurlar.
  2. Güdüler[23] potansiyel olarak gelişime açıktırlar bu yönüyle eğitime muhtaçtırlar. Eğitim kurumlarının özellikle ilköğretim kurumlarının en önemli vazifesi güdü eğitimi olmalıdır. Sesi eğitiyoruz, zekayı eğitiyoruz ama öfke güdüsünü eğitmiyoruz. Sevgi güdüsünü eğitmiyoruz.
  3. Güdüleri yok etmek mümkün değildir. Bir güdü bireysel ya da sosyal hayatta bir boşluğu doldurmak için verilmiştir. Misal öfke duygusu şiddete neden oluyor diye onu yok edersek bu defa ülkemiz istilaya uğradığında emperyalizme öfke duyarak mücadele edecek insanları bulamayız.
  4. Güdüler ifrat tefrit ve vasat olmak üzere En genel anlamda üç boyutludurlar. Güdü eğitimi ile onları vasat sınıra taşımak gereklidir.

Doğruyu söylemek gerekirse bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyorum. Bir çocuğun kedisi ölür Hz. Peygamber çocuğun acısını paylaşmak için ona taziyeye gider. Başka bir örnek, Bursa’da Kurtbasan diye bir semt vardır. Kış olunca aç kalan kurtlar şehri basarmış. Ecdadımız Uludağ’da kışın aç kalan canavarları beslemek için vakıf kurmuş ve vakıf belli aralıklarla dağın belli bölgelerine et bırakırmış. Hem hayvanı koruyor hem de onların şehre saldırması önlenmiş oluyor. Ve burada durup düşünüyorum, kedisi ölen çocuğa taziyeye giden bir peygamberin ümmeti veya canavarlara bile şefkat eden bir ecdadın torunları olarak nasıl bu hale geldik.

Sonuç

İnsan eğitiminde ne yazık ki onu tüm yönleri ile kucaklayıcı bir model ortaya konulamadı. Öğretmen merkezli, öğrenci merkezli, aktif model ve pasif model derken yıllar ve asırlar geçip gitti. Eğitim kitaplarına bakıldığında eğitimin tarifi şu şekilde yapılır: “eğitim insan davranışlarında istendik dönüşümler meydana getiren bir etkinliktir.” Tanımda anahtar kavram değiştirmek ve dönüştürmektir. Değişim ve dönüşüm tabi ki şahsi ve sosyal hayatımız için önemlidir. Ancak hayata yeni başlayan bir çocuk için değişim mi, gelişim mi hangisi önemlidir? Eğitim genellikle önceki kuşakların sonraki kuşakları kendilerine dönüştürme, benzetme ameliyesi olarak görülmektedir. Eğitimi bu şekilde ele alan toplumlarda ilerleme durağandır. Oysa eğitimi yetenekleri geliştirme ameliyesi olarak gören toplumlarda ilerleme dinamiktir ve ileriye doğrudur.

Dersin kim tarafından sunulacağı yani aktif öğrenme başka bir tartışma konusudur. Vicdanı merkeze alan ve vicdanı besleyen farklı alanlar olarak akıl, kalp ve irade üçlüsünü birlikte ele alan bir yöntem ortaya koyulmadıkça sorunlar büyüyerek çoğalacaktır. Tabi ki hiçbir sistemin sorunları sıfırlama gücü yoktur. Daha iyi olan sistem belki de sorunları minimize eden sistemdir. İnsanı aklı, kalbi ve iradesiyle bir bütün olarak ele almadıkça çabalar hep güdük kalacaktır.

Kaynakça

Ahmed b. Şuayb. en-Nesâî, 56)

Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313, V, 158.

Buharî, Cihad, 112, 156;İman 22; Itk 15

Darimî, Seyr,25;

Durmuş, Mitat , Yunus Emre’nin Şiirlerinde İnsanin Algılanış Biçimleri ve Karşıt Değer Yaratlsı, X. Uluslararası Yunus Emre Sevgi Bilgi Şöleni 6-8 Mayıs 2010 S. 281-291 Ebû Davûd, Cihad, 89.

Erdoğan GÜL http://www.bilgiustam.com/gudu-nedir-ve-cesitleri-nelerdir Ergil, Doğu (2001),”Şiddetin Kültürel Kökenleri”, Bilim ve Teknik. sayı 399.

Hobart, M (1996) “Şiddet ve Susku: Bir Eylem Siyasasına Doğru”. (Çev: Yurdaer Salman). Cogito, YKY, Sayı: 6-7, shf: 51-65. İstanbul İbn Hişam, Sire, I, 263-265 İbn Mace, cihad, 30;

Kocacık, Faruk, ” Şiddet Olgusu Üzerine”, C.Ü. İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı Doç. Dr. Feramuz Aydoğan’ın Anısına.

Müslim, Cihad, 19-20; Eymân 40

Nicklaus, E.F. (1980) The Literature of Terrorism, Westport, Conn, Greenwood Press,. Özerkemen, Necmettin, “Toplumsal Bir Olgu Olarak Şiddet” Akademik Bakış Dergisi Sayı: 28 Ocak – Şubat 2012 Tirmizî, Seyr,9;

Unsal, A; “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi”, Cogito, YKY, Sayı: 6-7, İstanbul 1996 Yavuzer, Haluk (1982) Çocuk ve Suç, İstanbul: Altm Kitaplar.

Yves, Michaud, Şiddet,Yeni Yüzyil Gazetesi Cep Üniversitesi Serisi, s. 9 Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 6/421-423). 

———————————————————–

Kaynak:

Bulut, A., Eurasian Journal of Researches in Social and Economics, Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 2 (2017), s.1-11., ISSN:2148-9963 www.asead.com; http://www.asead.com/FileUpload/bs683328/File/din_ve_siddet_subat.pdf

****

Dipnotlar

[1] Kocacık, Faruk, “ Şiddet Olgusu Üzerine”, C.Ü. İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı Doç. Dr. Feramuz Aydoğan’ın Anısına, s.1.

[2] Şiddetle ilgili felsefi anlayışlara baktığımızda ontolojik olarak şiddetin maddenin tabiyatında olduğunu söyleyenler vardır. Hatta bazı batılı düşünürler “ İnsan niçin suç işler” yerine “insan neden suç işlemez” şeklinde sorulmalıdır, derler.

[3] Yves, Michaud, Şiddet,Yeni Yüzyil Gazetesi Cep Üniversitesi Serisi, s. 9

[4] Geniş bilgi için bkz. Necmettin Özerkemen, “Toplumsal Bir Olgu Olarak Şiddet” Akademik Bakış Dergisi Sayı: 28 Ocak – Şubat 2012 1 Şiddet İle Terörizm Arasında Kavram Benzerliği Bulunmaktadır; Örneğin 1974 Tarihli Britanya Terörizmi Önleme Yasası “Bu Yasaya Göre Terörizm, Siyasal Amaçlı Şiddet Kullanımıdır” Demektedir. Nicklaus, E.F. (1980) The Literature of Terrorism, Westport, Conn, Greenwood Press, s: 295.

[5] Hobart, M (1996) “Şiddet ve Susku: Bir Eylem Siyasasına Doğru”. (Çev: Yurdaer Salman). Cogito, YKY, Sayı: 6-7, shf: 51-65. İstanbul

[6]  Unsal, A. (1996) “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi”, Cogito, YKY, Sayı: 6-7, shf: 29 – 37. İstanbul. Yavuzer, Haluk (1982) Çocuk ve Suç, İstanbul: Altm Kitaplar.

[7] Ergil, Doğu (2001),”Şiddetin Kültürel Kökenleri”, Bilim ve Teknik. sayı 399. Şubat. s.40- 41.

[8]  Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. (Maide: 30)

[9] Bundan dolayı İsrailoğullarına şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da yeryüzünde aşırı gitmektedir. (Maide: 32)

[10] Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gamsın sen Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen Rûhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen Sırr-ı Hak’sın mesel-i İsi-i Meryem’sin sen Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

[11] “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Maide: 28)

[12] İbn Hişam, Sire, I, 263-265

[13] (Ahmed b. Şuayb. en-Nesâî, 56)

[14] “Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler “Allah’ın yardımı ne zaman?” dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır” Bakara süresi 214.

[15] Bir başka varyantı: (6/EN’ÂM-108: Onların Allah dışında yalvardıkları putlara sövmeyiniz ki, cahillik ederek şaşkınlığa kapılıp Allah’a sövmesinler. Böylece her ümmete davranış ve tutumlarını cazip gösterdik. Sonunda dönüşleri ancak rablerinedir. O, onlara (dünyada) yaptıklarını bütün ayrıntılarıyla anlatacaktır.)

[16]  Mağrur’un naklettiğine göre o, Rabeze denilen mevkide Ebu Zer ile kölesini aynı cins kumaştan yapılmış elbiseler içinde görmüştü. Kendisine bunun sebebini sorunca, Ebu Zer: “Ben bir kimseyi annesi sebebiyle kınamış, onu küçümsemiştim. Bu duruma muttali olan Nebi (s.a.s.) bana dedi ki: “Ey Ebu Zer! Onu gerçekten annesinden dolayı kınadın ve küçümsedin mi? Şayet böyle ise sen kendisinde cahiliye özelliği/cahiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin kardeşleriniz ve hizmetçilerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de ona giydirsin Onlara güç yetiremeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz kendilerine yardımcı olunuz.” buyurdu.”( Buhârî, İman 22; Itk 15; Müslim, Eymân 40)

[17]  Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi ye kızmış ve haddi aşarak siyah kadının oğlu diye hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi ki: – ”Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.’’(Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313, V, 158.)

[18] Al-i İmran -156

[19] “Size savaş açanlarla Allah (c.c.) yolunda siz de savaşın, ancak aşırı gitmeyin, çünkü Allah (c.c.) aşırı gidenleri sevmez. Bakara 190

[20]  Ey in-sanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah (c.c.)’tan afiyet (esenlik ve ba-rış) dileyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır. Buharî, Cihad, 112, 156; Müslim, Cihad, 19-20; Ebû Davûd, Cihad, 89.

[21] Bununla beraber, Hz. Peygamber (a.s.m) daha sonra kadın ve çocukların öldürülmesini kesin olarak yasaklamıştır. (İbn Hacer, a.g.y; Buharî, Cihad,147,148; Müslim, cihad, 24,25/h. No: 1744; Ebu Davud, cihad, 121; Tirmizî, Seyr,9; İbn Mace, cihad, 30; Darimî, Seyr,25; Ahmed b. Hanbel,2/122,123 ). Bu hadislere dayanan dört mezhebin ittifakıyla -bizzat savaşa katılmayan- kâfirlerin kadın ve çocuklarının öldürülmesi caiz değildir.(bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l- İslamî, 6/421-423).

[22] Diogenes’ e göre: Eflatun -bir gün- dersinde insanı tarif ederken: “İnsan, iki ayaklı tüysüz bir hayvandır. “der. Bu sözleri dinleyen Diogenes, derhal dışarı çıkıp, tüyleri yolunmuş bir horoz getirerek; “İşte Eflatun ‘un insanı budur. (Tüysüzdür, iki ayaklıdır ve hayvandır.)” karşılığını verir. Bunun üzerine Eflatun tanırnma şunları ekler: “İnsan aynı zamanda yassı ve geniş tırnak/ıdır. Yrd. Doç. Dr. Mitat Durmuş “Yunus Emre’nin Şiirlerinde İnsanln Algılanış Biçimleri Ve Karşıt Deger Yaratlsı, X. Uluslararası Yunus Emre Sevgi Bilgi Şöleni 6-8 Mayıs 2010 S. 281-291

[23] Güdü kelimesi, kullanım itibariyle daha çok psikoloji biliminde kullanılmaktadır. Kelime anlamı ise, organizmanın istemli veya istemsiz olarak davranışlarda bulunmasına neden olan uyarıcılardır. Bu kelime daha çok, gereksinim kavramını ifade eder ve organizmanın gereksinimleri için kullanılır. Dürtü kavramı da, güdüyle aynı anlamı taşıyan bir diğer kavramdır. Dürtüler, organizmanın nasıl ve neden hareket edeceğini sağlayan bir yapıdır. Organizmaya içeriden veya dışarıdan uyarıcılar gelir. Bu uyarıcılar sonucunda organizma hareket eder ve davranış gerçekleşir. Gerçekleşen davranışa ise, motivasyon denmektedir. Motive edilmiş davranış organizma tarafından yerine getirilmezse, bu davranış organizmaya gerginlik getirir. Güdülerin fizyolojik ve sosyal olmak üzere iki adet türü bulunmaktadır. Erdoğan GÜL http://www.bilgiustam.com/gudu-nedir-ve-cesitleri-nelerdir/

Yazar
Ahmet BULUT

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen