Kur’an’da Sosyal Değişim

Kur’an’da Sosyal Değişim[i]

 

Abdurrrahman Kasapoglu

Doç. Dr. Abdurrahman KASAPOĞLU[ii]

Özet

Kur’an’da geçen ve sosyal değişmeyi konu alan âyetleri incelediğimizde, sosyal değişmenin pek çok boyutunu fark edebiliriz. Örneğin, sosyal değişmenin görünümlerinden zaman unsuru âyetlerde açıkça vurgulanır. Sosyal değişmenin meydana geldiği çeşitli sahalara ilişkin açıklamalara yer verilir. Sosyal değişmeyi etkileyen faktörlerden, kültürel değerler, zihniyet, bilgi gibi etkenler birçok âyette dikkatleri çeker. Kur’an’ın üzerinde durduğu hususlardan birisi, sosyal değişme­nin yön ve şekilleridir. Nitekim yabancılaşma ve sosyal çözülme gibi problemlere bazı âyetlerde işaret edilir. Âyetlerde, dinin sosyal değişmeye olan etkisine, yine dinin sosyal değişmelerden etkilenmesine dair doğrudan ve dolaylı izahlar vardır.

Anahtar Kelimeler: Toplum, değişim, kültür, Kur’an.

Abstract

Social Change In Koran

When we research verses of the Koran which including social change, we can notice a lot dimension of social change. For instance verses of the Koran emp­hasize the time dimension of social change clearly. We can see factors which influ- ance of social changes such as culture norms, mind, information in verses of the Koran. Some verses of the Koran discuss problems such as alienation and disorga­nization. Both the influence of religion to social change and the influence of social change to religion have been mentioned in verses of the Koran directly or indi­rectly.

Key Words: Society, change, culture, Koran

 

Giriş

Toplumsal hayat dinamiktir ve sürekli bir değişme halindedir. Değişme, tüm in­san toplumlarında, sosyal sistemlerde her zaman var olan, sürekli olarak işleyen karşı konulmaz bir durumdur. Zaman içerisinde toplumlar ister istemez değişime uğrarlar, bunu durdurmak mümkün değildir. Toplumlar, tarih öncesi devirlerden günümüze kadar, hayatın her alanında sürekli bir gelişme ve değişme halindedir. En basit yapıda olanından en gelişmişine kadar, bütün toplumlar devamlı bir sosyal değişim içerisindedirler. Toplumların maruz kaldığı bu değişim sürecini durduracak bir güç neredeyse yoktur.[1]

Değişim tüm kültürlerin özgün özelliklerinden birisidir. Hiçbir toplum, durgun ve hareketsiz / statik değildir. Her toplumun devamlı bir biçimde dinamizm ve değişim gösterdiği kabul edilir. Değişmenin derecesi, hızı toplumdan topluma ve zamana göre farlılık arzetse de, tamamen durgun bir topluluk hiçbir yerde göze çarpmaz. Toplumun basit ya da gelişmiş olmasına bağlı olarak değişiminin oranı farklılık gösterir. Basit top- lumlarda değişim karınca adımlarıyla gerçekleşir. Basit ya da gelişmiş toplumların her birisinde sosyal değişimin oranı, miktarı, oldukça yaygın bir çeşitlilik arzeder.[2]

Değişme, toplumların hayatında her zaman gözlemlenen bir olgudur. Değişen koşullara, ihtiyaçlara, amaçlara bağlı olarak, onlara ayak uydurabilmek için, ister iste­mez hayatın akışı içerisinde yapılan işler, takınılan tavırlar da değişir. Toplum, doğal bir eğilimle, çoğu zaman farkına bile varmadan değişime uğrar.[3]

“Değişim”, sosyolojik paradigması ne olursa olsun, önemli bütün kültür ve dü­şüncelerde ortaklaşa benimsenir. İlerlemeci Batı kültüründen, Kur’an’ın toplum açıkla­masına kadar, daha birçok kültür ve düzlemde insan toplumlarının sürekli bir değişme içinde oldukları kabul edilir. İslâm dininin dünya görüşünü içinde barındıran Kur’an, sadece ibadet ve ahlâk ilkelerinin bilgisini ihtiva etmemektedir. İnsanların bireysel ve toplumsal olarak hayatlarında ihtiyaç duydukları her türlü esası içermektedir. Bu ne­denle sosyal değişme olgusunu olumlu ve olumsuz yönleriyle Kur’an’da bulmamız mümkündür.[4]

Kur’an’da birçok âyette sosyolojik yasalara işaret edilmiştir. Tarih boyunca top- lumların başlarına gelenler, Allah’ın onlar için koymuş olduğu yasalardan dolayıdır. Bu konuları içeren âyetler, Müslümanların sosyoloji alanında kapsamlı araştırmalar yapma­ları, medeniyetlerin yükseliş ve çöküş nedenleri üzerinde durmaları gerektiğine işaret etmektedir.[5]

Sosyal / kültürel değişmenin “ne biçimde, nasıl olageldiği” sorusu bazı kuramcı­lar tarafından, “değişmenin nasıl olması gerektiği” sorusuyla birlikte ele alınmaya ve cevaplanmaya çalışılmıştır. Geleneksel ve bugün de geçerli olan anlayışa göre, bilimin özgül görevi herhangi bir sosyal olayın tanımlanıp incelenmesi, betimlenip açıklanması­dır. Eğer söz konusu olay, “nasıl olsaydı, insanlar ve insanlık için daha iyi olurdu” açı­sından değerlendirilirse, bu ahlâk felsefesinin konusu olur.[6] Kur’an’da sosyal / kültürel değişmeye işaret eden âyetler, genel sosyolojiden farklı olarak “değişmenin nasıl olması ve nasıl olmaması” konusunu esas almışlardır. İnsanların dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayan değişmeler teşvik edilirken, bunun aksi yöndeki değişmelerden sakındırılmış- tır.

Yüce Allah Kur’an’da iki kez, “fe halefe min ba’dihim halfun”[7] buyurarak top­lumsal değişmenin açıkça tasvirini yapmıştır. Kur’an’a sosyal değişme açısından yakla­şanların dikkatini çeken ifadeler arasında “irtidâd”,[8] “inkılâb”,[9] “istihlâf”,[10] “tedâvul”,[11] “tağyîr”,[12] vardır. Kur’an’da “tebdîl” ve yine aynı kökten gelen “istibdâl” kelimelerinin öne çıktığı âyetlerde toplumsal değişime değinilmiştir.[13] İnsanların “zulumât”tan “nûr”a ya da “nûr”dan “zulumât”a çıkarılmasın tasvir edildiği “ihrâc” ifadesiyle olumlu veya olumsuz yöndeki inanç ve düşünce değişmelerine vurgu yapılmıştır.[14] “İzhâb” kelime­siyle, bir toplumun ardından yeni bir toplumun getirilmesi anlatılmıştır.[15] Bir âyette, “eyyâmullâh” ifadesiyle sosyal değişmedeki zaman faktörü öne çıkartılmıştır.[16] “Ehlek- ne’l-kurûne min kablikum sümme cealnâkum halâife fi’l-arz”, buyrularak, yeryüzünde hüküm süren bir topluluktan önce helâk edilen toplumlardan bahsedilmiştir.[17] Sonra gelen bazı toplulukların, öncekilere vâris kılındığı / vâris oldukları belirtilmiştir.[18] “En- şe’nâ minba’dihim karnen / kurûnen âharîn”, “enşe’nâ ba’dehâ kavmen âharîn” ifadele­riyle, helâk edilen kavimlerin ardından gelen başka topluluklar zikredilmiştir.[19] Rucû’ ifadesiyle, toplumlardan beklenen ilâhî değerler yönündeki dönüş anlatılmıştır.[20] Top­lumda meydana gelen yabancılaşma ve çözülmelere işaret eden tasvirlere yer verilmiş­tir.[21]

Kur’an’da doğrudan sosyal değişme olgusunu ve sosyal değişmeyle ilgili mesele­leri ele alan âyetleri, sosyoloji ilminin verilerini de dikkate alarak inceleyeceğiz. Bu bağ­lamda, araştırmanın başında, sosyoloji başta olmak üzere sosyolojiye yakın ilmî disiplin­lerin sosyal değişmeye dair verilerini aktaracağız. Araştırmanın alt başlıklarını, Kur’an’ın kullandığı kavram ve tasvirlerden hareketle oluşturacağız. Her bir kavramın, Arapça’da ve Kur’an’da geçtikleri yerlerdeki kullanımlarını verdikten sonra, sosyal de­ğişme anlamına işaret eden kullanımlarının geçtiği âyetleri müfessirlerin yorumları ışı­ğında ele alacağız. Araştırmamızın sınırlılıklarını, sosyal değişmeye işaret ettiğini tespit edebildiğimiz âyetler oluşturacaktır.

I.  İlmî Disiplinlerde Sosyal-Kültürel Değişme

Genel sosyoloji ve din sosyolojisi, sosyal değişmeyi çok yönlü olarak incelemiş ve bu alanda azımsanamayacak veriler ortaya koymuştur. Biz sosyal değişmeyle ilgili bu veriler içerisinde özellikle incelediğimiz âyetleri anlamamızda katkı sağlayacak konuları araştırmamızın başında ele aldık. Bu bölümde kavram olarak sosyal değişmeyi, sosyal değişmenin görünümlerini, toplumsal değişmenin meydana geldiği alanları, sosyal de­ğişmeyi etkileyen faktörleri, kültürel değişmeyi, sosyal değişmenin bazı yön ve şekille­rini, dinin sosyal değişmeyle ilişkisini inceledik.

A.  Kavram Olarak Sosyal Değişme

Sosyal değişme, geçici ve kısa süreli olmayacak şekilde bir toplumun normları, değerleri, kültürel ürün ve sembolleri kapsayan yerleşmiş yapısında, bu yapının çeşitli fonksiyonlarında, bireylerin üstlendiği toplumsal rollerde, statülerde yani toplumsal, insanlar arası ilişkiler sisteminde, bireylerin davranış standartlarında, sosyal kurumlar- da meydana gelen, tarihin akışını değiştiren, zaman içerisinde gözlemlenebilen ve art arda oluşan her türlü değişmeler / farklılaşmalar olarak tarif edilir. Bu değişmeler, mev­cut durumlardan yeni, bambaşka bir duruma; herhangi bir toplumsal yapıdan başka bir toplumsal yapıya geçiştir.[22]

Toplumsal değişme, toplumun herhangi bir dönemindeki düzenine özgü yerleşik özdeksel ve tinsel öğelerinde yeni özelliklerin oluşmasıdır.[23] Toplumsal değişme, toplu­mun yapısındaki temel ve geniş değişmeleri belirtir. Toplumun yapısındaki değişmeden kasıt, toplumun büyüklüğünde, parçaları arasındaki kompozisyonda ya da dengede, örgütlenme biçiminde meydana gelir.[24]

Sosyal değişme, bilimsel ve nesnel bir kavram olarak, hiçbir yön ifade etmez ve iyilik, kötülük gibi değer hükmü / yargısı taşımaz. Değişmenin, sosyal bilimlerin en te­mel nötr kavramlarından bir olduğu söylenir. Toplumsal değişmede, hem büyüme, ge­lişme, ilerleme hem de gerileme, bozulma, çözülme gibi doğrultu ifade eden değer yar­gıları yoktur. Çünkü “gelişme” ve “ilerleme”, sosyal değişmenin objektiflik özelliğini taşımazlar. Değişme kavramı, iyiye ya da kötüye doğru bir farklılaşmayı içermez. De­ğişme, toplumların kendi başlarına normal evrimleri içerisindeki hareketleri ifade eder­ken, gelişme ve ilerlemede insanların şuurlu ve amaçlı bir müdahalesi vardır. Sürekli yahut geçici, planlı ya da plansız, tek yönlü veya çok yönlü, faydalı yahut zararlı değiş­me olabilir. Müspet sosyal değişmelerden bahsedilebileceği gibi, menfi değişmelerden de söz edilebilir. Sosyal değişim, ilerleme şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, gerileme şek­linde de kendini gösterebilir. Nitekim ilerleme ve gelişme, müspet yönde bir değişmedir. Toplumsal değişme her iki terimi ihtiva ettiği gibi, toplumların her türlü iniş, çıkış ve hareketliliğini de kapsar. Değer yargıları ise toplumsal değişmenin şekil ve özelliklerini ifade ederler.[25]

Gelişme ve ilerleme, değişmenin belli bir ölçüte ve belli bir hedefe doğru yönel­miş şeklidir. Bu olgular, “değişme” kavramına oranla daha dar kapsamlıdırlar. Aynı şekilde kalkınma, büyüme terimleri de değişmenin yön ve miktarını belirtirler.[26]

Geniş anlamda toplumsal değişme, hem toplumsal yapıda hem de kültürde meydana gelen başkalaşmadır. Bu anlamda toplumsal gelişme, toplumsal faaliyetlerin her çeşidini anlatmak için kullanılan kapsamı geniş bir kavramdır. Sosyologlar, toplum­sal değişme ile kültürel değişme kavramlarını birbirinden ayırarak da tarif ederler. Her iki kavram arasında teorik bir farklılığın olduğunu belirtirler. Toplumsal gelişme dar anlamda, sadece toplumun yapısında ve toplumsal ilişkiler sisteminde meydana gelen değişmeleridir. Kültürel değişme ise dar anlamda, başta bilgi ve fikirler, din ve ahlâk öğretileri, değerler ve normlar olmak üzere kültür öğelerinde, toplumun kültürel yapı­sındaki değişmeleri yansıtır. Toplumsal ve kültürel değişmeler arasında yakın bir ilişki vardır. Aslında toplumsal ve kültürel değişmeler iç içedir. Toplumsal değişmeleri kültü­rel değişmelerden uzak tutamayız. En geniş ifadesiyle toplumsal değişmeler, “sosyal kültürel değişmeler” olarak ifade edilebilir. Bu iki kavramın bazen birbirinin yerine kul­lanıldığı da olur.[27]

B.  Sosyal Değişmenin Görünümleri

Sosyal-kültürel değişmeyi anlamlı bir şekilde yorumlayabilmek için, “zaman”, “çevre”, “insan” gibi bazı görünümlerini değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Bu üç unsurun bir arada bulunması, değişmenin olabilmesi için gerekli koşullardır. Sosyal değişme, belli bir zaman dilimine endeksli bir olgudur. Değişme ve gelişmenin gerçekleşebilmesi için zamanın geçmesi gereklidir, fakat yeterli değildir. Toplumda geçerli olan bir davra­nış kalıbının ortadan kalkması ya da yenilenebilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Fakat “zaman”ın tek başına değişme koşulu olmadığı bilinmelidir. Zaman boyutundaki sosyal olayları açıklayabilmek için başka sosyal etkenlere de ihtiyaç vardır.[28]

Değişim, başlayan ve gelişen bir süreci içermesi sebebiyle “zaman” boyutuyla birlikte düşünülür. Nitekim bazı sosyal değişme tanımlarında bu boyuta vurgu yapılır. Buna göre sosyal değişim, kısa zaman aralıklarında gözlemlenebilir ve denetlenebilir dönüşümlerdir. Zaman olgusu devamlı akmakta olduğu için, insan ve onunla ilgili fak­törler de devamlı olarak, değişir, başka şekillere bürünür.[29]

Sosyal değişme toplumun yapısında takip edilebilen bir farklılaşmadır ve bir sü­reç içerisinde izlenebilir. Zaman kesitleri arasında yapılacak karşılaştırma, değişmenin mahiyetini ortaya koyar. Toplumlar zaman açısından değerlendirildiğinde, bir önceki dönemle bir sonraki dönem “değişme dönemi” olarak nitelendirilir. Özellikle sosyo­kültürel değişim geçiren toplumlar için bu süre önemli bir farklılaşma evresidir.[30]

Toplumsal olaylarda en güçlü etkenlerden birisi zamandır. “Zaman”, en güçlü oluşturucu olduğu gibi, aynı zamanda en güçlü yıkıcıdır. Kitlelerin düşüncelerinin doğmasında zamanın hareket ve etkisi büyüktür. Zaman, kendisi var olmadan meydana gelemeyecek güçleri etkisi altında bulundurur. Bütün inançları geliştirir veya yok eder. İnançlar zaman sayesinde güçlerini kazanırlar ve yine onun etkisiyle hükümlerini kay­bederler. Zaman insanlar için hüküm verendir; her şeyin değiştiğini görebilmek için onu kendi haline bırakmak yeterlidir.[31]

Toplumsal değişme bazen uzun süreyi gerektirir; biraz sabır ve teenni ister. Bu konuda gösterilecek aceleciliğin yararı olmaz. Toplum yapısını meydana getiren unsur­lar aynı hızla değişmezler. Toplumda geçerli olan kurallar, ahlâkî değerler, davranış kalıpları, ideolojik yapı içerisinde yer alan zihniyetler, değişme karşısında direnen kül­tür elemanları olup, zor değişirler.[32]

Bireylerin fiziksel ve sosyal çevreleriyle olan ilişkileri daima değişme halindedir. Toplumsal yapıda bireyler ve guruplar arası ilişkiler sürekli bir değişim içerisindedir. Bu karşılıklı etkileşim süreçleri içerisinde bireyler farklı değerler, normlar, kurallar, davra­nış kalıpları ve kurumlar ile karşılaşırlar. Söz konusu süreç içerisinde bireyler, değerlere, normlara, davranışlara yeni anlamlar yüklerler. Önceki tutum, davranış ve değerlerini sorgulayarak, bazılarını terk ederler ve bunların yerine yenilerini edinirler. Bireylerin tutum ve davranışlarında, değer yargılarında, etkileşim şekillerinde meydana gelen de­ğişim, toplumsal yapının değişmesine yol açar. Toplumsal değişme süreci içerisinde yeni toplumsal kurumlar oluşur.[33]

Toplumsal değişme “insan” yönüne de sahiptir. Bireylerin değişmeyi, değişme­nin de bireyleri etkilemesi, değişmeyi son derece önemli kılar. “İnsan”, toplumsal nite­likli her olayda hem etkileyen hem de etkilenen unsur olarak değişmenin en önemli öğe­lerinden birisidir. Toplum içerisinde insanlar bireysel ya da gurupsal bir görünüm arze- derler. Çeşitli guruplara girerler ya da çıkarlar. Böylece gurup üyelerinin hacmi ve biçi­mi değişirken, toplumun genelinde de değişme meydana gelir.[34]

C.  Toplumsal Değişmenin Meydana Geldiği Alanlar

Sosyal değişme, toplumun fizik çevresinde, teknik ve siyasal örgütlenmesinde, yaşama kalıplarında meydana gelen değişiklikleri ifade eder. Sosyal değişmenin verisi, özgül sosyal ve kültürel kurumlardır. Sosyal değişme içerisinde olan bir toplumun kül­türü, çeşitli sosyal örgütleri ve kurumlan değişir.[35]

Her toplumun temel karakteristiği olarak değişme, maddi kültür unsurlarında görülmekle birlikte, sosyal ilişkilerde, değer hükümlerinde ve toplumu işleten kurum- larda, toplumun bütünleşme ve çatışma dengesinde de görülür. Toplum tarafından be­nimsenen fikir, inanç, tutum ve davranışlar, sosyal değerler üzerinde meydana gelir. Toplumsal değişme, maddî dönüşümler yanında manevî kültür, inanç sistemleri ve normlar gibi sosyal kontrol araçlarını da değiştirir.[36]

Sosyal değişme, bir kültürün davranış modellerinde veya tiplerinde meydana ge­len başkalaşmadır. Değişmeler, kültürün bütün sahalarına yayılabilmekte, örf ve adet­lerde, alışkanlıklarda, tutumlarda, zihniyetlerde, dünya görüşlerinde ortaya çıkabilmek- tedir.[37]

Toplumsal değişme, aile örgütlenmesi, akrabalık ilişkileri ve düzenleri, ekono­mik varlıklar ve yapı, üretim ilişkileri, hayatı kazanma yolları, nüfus artış hızı, toplum­sal rol ve statüler, dinî kurumlar, inançlar ve davranışlar, kişilik yapıları, insanların be­nimsediği değerler, tutumlar, kurallar, gelenek-görenekler, sanat anlayışları, dil, iletişim araç ve sistemleri, eğitim kurumu, alt yapı-üst yapı, siyasal yapı, teknolojik araç ve ge­reçler gibi alanları kapsar. Bütün bu saydıklarımız, toplumsal hayatın çeşitli sahalarında değişebilen belli başlı unsurlardır.[38]

D.  Sosyal Değişmeyi Etkileyen Faktörler

Sosyal değişme, çeşitli değişkenlerin etkisine bağlı bir olaydır. Değişmenin ola­bilmesi için bir tek faktör yeterli değildir. Hiçbir zaman herhangi bir toplumsal etken yalnız başına toplumun yapısının bütünlüğünü dönüştüremez. Genel olarak her çağ ve toplumda sosyal değişme fiziksel çevre, coğrafî ve demografik etkenler, biyolojik şartlar, teknolojik düzen, buluşlar, keşifler, politik örgütlenme ve kültürel nizam faktörlerinin etkisi altında gerçekleşir. Kültürel etkenler arasında; din, iletişim sistemleri ve toplum­daki liderlerden söz edilir. Kültürel nizam faktörü, sosyal değişmenin toplum içinde öğrenilmiş inanç ve davranış normlarının bütününü ifade eder. Böylece manevî kültür, bireyin önce içinde yaşadığı toplumun tasvip ettiği kişilik tipine uymasında ve kültürün değerleri ile manevi şahsiyetini geliştirmesinde rol oynar.[39]

Toplumsal değişmenin dinamikleri, insanlığın tüm birikimidir. Bu birikim, maddî kültür alanında teknoloji, manevî kültür alanında ise ideolojidir.[40]

Kültürel değerler, sosyal değişmeyi etkileyen faktörlerdendir. Kültürel değerler, insanların tutum ve davranışlarını desteklediği müddetçe, davranışları, insanlar arası ilişkileri, sosyal kurumları ayakta tutar ve işlevsel kılar. Kültürel değerler yok olduğu zaman, sosyal ve kültürel kurumlar işlevlerini yerine getirmez, varlıklarını sürdüremez­ler.[41]

Değerleri ve bunların şekillendirdiği kültürü bir toplumun ana unsuru olarak ele alırsak, sosyal değişmenin başlıca sebeplerinden biri olarak göstermemiz mümkün olur. İnsanların düşünce kalıplarını ifade eden kültür, onun en önemli unsurlarından birisi olan din, toplumsal değişmeyi etkileyen faktörlerden birisidir. Din, ahlâk, gelenek, hu­kuk ve manevî değerler, bireyler ve toplum üzerinde etkili oldukları ölçüde değişim faktörü olurlar. Nitekim bazı kuramcılar, toplumsal değişmede, değer, fikir, tutum ve davranışlar üzerinde durular. A. Comte, M. Weber, E. Durkheim, P. A. Sorokin gibi sos­yologlar, sosyal değişmede değerlerin ve fikirlerin önemli bir role sahip olduğunu ileri sürerler. Toplumdaki genel değer yahut fikirlerin toplumsal değişme üzerinde etkili olduğunu savunurlar.[42]

Dış faktörlerin etkisiyle toplumda geçerli olan değerlerde sapmalar olabilmekte, söz konusu sapmaların yaygınlaşması, değerlerde zayıflamaya yol açmakta ve daha sonraki sapmaları da kolaylaştırmaktadır. Toplumun değerlerin zayıflaması ve sapma­lar, birbirini karşılıklı etkileyerek toplumun yapısında değişiklik meydana getirir. De­ğerlerde meydana gelen değişmeler, toplumsal değişmeye yol açarlar.[43]

İdeoloji, toplumsal değişmenin etmenlerinden birisi kabul edilir. Toplumsal de­ğişmede düşüncelerin, inanç sistemlerinin, bir başka deyişle ideolojilerin rolü, değişme­nin nedenleri arasında üzerinde en çok durulan konulardan birisidir. İdeoloji, bir bireyin dünya ve toplum hakkında kendisiyle uyumlu ve tutarlı inançlar, bilgiler bütünüdür. İnsanın dünyaya, topluma, tarihe, eşyaya ve Tanrı’ya bakış açısını belirleyen bir faktör­dür. İdeoloji, aydın bilincine katkıda bulunduğu için toplumsal değişmenin bir faktörü­dür. Bu özelliğiyle ele alındığında, toplumsal değişmeyi ilgilendirir.[44]

Toplumsal değişme süreci içerisinde ideoloji, kimi durumlarda toplumsal değiş­menin başlatıcısı, kimi durumlarda ise sonucu olarak ortaya çıkar. Bununla birlikte, bü­tün durumlarda toplumsal değişme ile ideoloji arasında oldukça yoğun bir etkileşim söz konusudur.[45] Tarih, önemli düşünce akımlarının ve doktrinlerin toplumsal değişmeleri­nin yönünü tayin eden örneklerle doludur. Özellikle bu düşünceler, ideoloji durumuna dönüşerek toplumsal yapı üzerinde etkili olmuşlardır.[46]

Bilindiği gibi A. Comte, değişmenin dinamiğini zihniyetin değişmesine bağla­mıştır. M. Weber ise, zihniyetin değişmesini sosyo-ekonomik değişmeyle ilişkilendirmiş- tir. Bu tez daha sonra, T. Parsons ve R. K. Merton tarafından desteklenmiştir.[47]

Bilgi birikmesi, toplumsal değişme için önemli koşullardan birisidir. Sosyal de­ğişmeyi gerekli kılan koşullardan birisi, her alanda bilgi birikmesi, bilginin pratik yaşa­ma uygulanma kolaylığı ve teknik alandaki başarının yaygınlaşmasıdır. Bilgi, toplumsal değişmeyi başlatan ve hızlandıran bir unsurdur. Hem toplumsal hem de kültürel deği­şimin odak noktasıdır.[48]

Toplumda yeniliklerin yapılabilmesinde mevcut bilgi potansiyelinin önemli bir yeri vardır. Eldeki bilgi kaynağının zengin ve çeşitli olması oranında bilgi elde etmek kolaylaşır. Bilginin günlük hayatta kullanılma alanının genişliği nispetinde değişim o derece hızlı olur.[49]

E.  Kültürel Değişme

Hiçbir toplumun kültürü, olmuş bitmiş, donmuş, durağan değildir, her canlı var­lık alanı gibi tarihsel süreç içerisinde değişime maruz kalır. Bugünkü kadar hızlı olmasa da tüm kültürler zaman içerisinde değişmişlerdir. Kültürler zamanla yeni ihtiyaçlar kar­şısında değişir, gelişir ya da bazı etkilerle bozulmaya uğrarlar. Toplumun yapısında meydana gelen farklılaşmalar, kültürün değişmesine neden olur. Örneğin, çevre krizle­riyle, yabancı istilasıyla, davranış ve değerlerin farklılaşmasıyla değişme meydana ge- lir.[50]

Geleneksel kültür öğelerinin ve kalıplarının değişmesi, yerlerine yenilerini gel­mesi durumuna kültür değişmesi adı verilir. Kültür değişmesi, herhangi bir toplumun sahip olduğu kültür tipinin başka bir tipe dönüşme sürecidir.[51]

Kültür değişmesi, bir toplumun mevcut düzenini yani maddî ve manevî mede­niyetini bir tipten başka bir tipe dönüştüren olgudur. Kültür değişmesi, bir toplumun sisyasî yapısında, idari kurumlarında, toprağa yerleşme ve iskân usullerinde, dinî inanç ve kanaatlerinde, bilgi eğitim sisteminde, yasalarında, geliştirdiği ve kullandığı alet ve makinelerde, ekonominin dayandığı üretim ve tüketim maddelerinde az ya da çok orta­ya çıkan farklılaşmaları ihtiva eder. İnsan medeniyetinin daimi bir faktörü olan kültür değişmesi, her yerde ve her zaman gerçekleşmektedir.[52]

Kültür değişmesi, toplumsal kültürün içeriğindeki değişmeyi belirler. Otomobi­lin icadı ve yayılması, dile yeni kelimelerin dahil olması, ahlâk ve mülkiyet konusundaki telâkkilerin değişmesi, yeni sanat, müzik tarzlarının ortaya çıkması, kadın erkek eşitliği­ne doğru bir yönelimin olması, kültür değişmesine örnek gösterilebilir.[53]

Bir toplumun sosyo-kültürel özellikleri, o toplumda meydana gelen sosyal ve kültürel değişmelerle iç içedir. Kültürel değişmenin kaynağında kültürel temas vardır. Değerleri normları ve teknolojileri farklı guruplar arasındaki temas, kültürel değişmeye yol açabilir.[54]

Kültür değişmesinde, eğer yeni unsur kültürün bütünlüğünü bozmazsa, değişme kısmî olur. Bütün halindeki değişmelerde ise, kültür geleneğindeki unsurlar toptan sar­sılır ve nihayet birlik kaybolur. Böyle durumlarda yabancı kültür, hâkim kültür haline gelir. Yerli kültür onun tesiri altına girer ya da onun tarafından yutulur. Eskiden kalan bazı izler ise kalıntı halinde yaşamaya devam eder.[55]

F.  Sosyal Değişmenin Bazı Yön ve Şekilleri

İlerleme, kalkınma, çöküş, yozlaşma gibi kavramlar, belli niteliklerin baskın olu­şuna göre ortaya çıkan değişme şekilleridir.[56] Toplumsal değişmelerin yönü ve niteliği bakımından görüş ileri sürenlerin belirttiklerine göre, toplumsal değişme her zaman ilerleme yönünde gerçekleşmez. Gerileme biçiminde de ortaya çıkabilir. Değişme kav­ramı, hem toplumsal gelişme ve ilerlemeleri hem de toplumsal çözülme ve gerilemeleri içine alır. Nitekim Spengler gibi, toplumların çöküntü ve bunalımlarından bahsedenler de vardır.[57]

Kültürde ortaya çıkan bozulma ve aşınma, toplumun sanat dahil, düşünce siste­minde, örf ve adetlerinde, ahlâk anlayışında kendini gösterebilir. Burada sözünü ettiği­miz bozulma ve yabancılaşma, geniş anlamda sosyal değişmeden farklıdır. Nitekim sos­yal değişme bir hayatiyet belirtisi de olabilmektedir. Ancak değişme, bozulmaya, yaban­cılaşmaya, çözülmeye sebep oluyorsa, negatif bir durum söz konusu demektir. Toplum- ların tarihlerinin çeşitli alanlardaki bozulmalarla dolu olduğu bilinmektedir.[58] Aşağıda toplumsal değişmenin yön ve şekillerini ifade eden yabancılaşma ve sosyal çözülme olgularını ele alacağız.

1.  Yabancılaşma

Dengesiz sosyal değişmeler bireylerde ve toplumlarda bazı önemli sorunların or­taya çıkmasına yol açar. Bu sorunlardan birisi yabancılaşmadır.

William Ogburn, anomi ve yabancılaşmanın boy attığı kültür boşluğunu teknolo­ji ile açıklar. Maddeyi en elverişli kullanım yolları olan teknoloji, “denge” düşüncesi karşısında çoğu kez ilgisizidir. Buna göre, her türlü maddi gelişme kültür içerisinde bir boşluk meydana getirir. Böylece maddî teknoloji ile manevî yapı arasında mesafe / açık­lık ve uyumsuzluk ortaya çıkar.[59]

Melvin Seeman’a göre, yabancılaşmanın psikolojik halini oluşturan boyutlar, güçsüzlük, anlamsızlık, tecrit olma / yalıtılma, normsuzluk ve kendinden soğumadır.[60]

Toplumdaki normların belirlediği başarı hedeflerine ulaşabilmek için toplum ta­rafından onaylanmayan davranışların benimsenmesine “normsuzluk” denir. Normsuz­luk, kuralların etkisini yitirmesi, amaçlara ulaşmak için kural dışı eylemlerin zorunlulu­ğuna inanılmasıdır. Bireylerin toplum halinde yaşamalarında etkili olan ve toplumun çoğunluğu tarafından benimsenen ortak değerlerin çözülmesi durumunda normsuzluk ortaya çıkar. Bir toplumda normlarda meydana gelen aşınma, toplumsal sorunların oluşmasında önemli bir faktördür. Bireyin neye, hangi genel doğrulara inanacağını ve bağlanacağını bilememesi, karar verememesi hali ise, “anlamsızlık” olarak ifade edilir. Toplum tarafından yüksek değer verilen inanç ya da amaçlara birey açısından düşük değer verilmesi ya da herhangi bir değer taşımaması, “yalıtılma” olarak nitelenilir. Bu durumda kişi, yalnızca yasal araçları reddetmekle kalmayıp, toplumsal gurubun hedef­lerine de karşı çıkıyorsa, yalıtılma / yalnızlık daha da artar.[61]

Değişen üretim ilişkileri kuşaklar arasında anlayış ve değerlendirme farklılıkları­na yol açar. Zevkler değişir, kültür ve sanat anlayışları yenilenir. Eskilerin otaya çıkan değişikliklere alışabilmesi, eski tutumlarından vazgeçmeleri; yeni neslin ise önceki ku­şakla paylaşmadıkları değerleri savunmaları zor olur. İşte bu noktada eski kültüre ya­bancılaşma ortaya çıkar, yeni kültürün ise, beklenen doyumu verebilmesi uzak bir olası­lık olarak algılanır.[62]

Kültürel değerlerle uygulamalar arasındaki farkların giderek açılması, sosyal de­ğişmenin ana kaynaklarından biri olarak görülür. Bu tür farklar, bireyler tarafından ahlâkî çöküntü olarak algılanırlar.[63]

Anomi ve buna ilişkin olarak yabancılaşma kavramı eskiden beri kullanılmakta­dır. Kuralsızlık / normsuzluk anlamına gelen anomi ifadesi E. Durkheim tarafından kul­lanılmıştır. Ona göre anomi, kişinin gördüğü ve tepki gösterdiği toplumsal ve kültürel yapı bozukluğudur. E. Durkheim, anominin temelinde, dinî gevşemeye paralel olarak toplumsal dayanışma bağlarının çözülmesini gösterir. İş bölümünde anomi, bazı top­lumsal fonksiyonlar arasındaki düzen eksikliği ve yokluğu anlamına gelir. Anomi bura­da toplumsal değişim içerisinde bir tür düzensizlik, anarşi evresi demektir. İntihardaki anominin anlamı ise, toplumu oluşturan bireyler tarafından içselleştirilmiş olması gere­ken ahlâkî kuralların yokluğudur. Bu durumda anomi deyince, kuralı olmayan ya da kuralların yetke ve geçerliliğinin yitirmiş olduğu ahlâksal yapı akla gelir.[64]

Bir toplumda sosyal sorunların bilincinde olmak, onların çözümünün ön koşulu­dur. Sorunların bilincinde olmakla onları çözmek arasında geçen zaman dilimine “kül­türel gecikme” adı verilir. Kültürel gecikmenin uzaması halinde, toplumsal değerlerdeki aşınma da o kadar fazlalaşır. Ortaya çıkan bu duruma, anomi / kuralsızlık denir. Kural­sızlığın hakim olduğu toplumlarda davranışlar, yerleşik ahlâkî değerler tarafından de­ğil, çıkar ve hırs tarafından yönlendirilir. Ahlâksızlık, toplumda geçerli kural halini alır. Bu durum, “düzenin yabancılaşması” olarak ifade edilir. [65]

Kuralsızlık, toplumsal bir nitelik olup bireysel düzeyde yabancılaşmaya yol açar. Bozulan toplumsal sistemin düzeleceğine yönelik inançlarını kaybeden bireyler, geçerli­liğini yitirmiş olan kurallara göre değil, kendi kişisel tercihlerine uygun olarak davran­maya başlarlar.[66]

2.  Sosyal Çözülme

Yukarıda sosyal değişmenin çift yönlü olabileceğini belirmiştik. Dolayısıyla deği­şim, ya sosyal yapının sürekliliğini, sağlamlaşmasını, olgunlaşmasını sağlama gibi pozi­tif yönde gelişebilir ya da toplumun dağılması, yaşamını yitirmesi yönünde negatif bir farklılaşma gösterebilir. Toplumda olumsuz sonuçlar doğuran bu negatif farklılaşmaya sosyal çözülme -sosyal bozulma, sosyal kirlenme, görev bozukluğu- denilmektedir. So­nuç itibariyle bu durum da bir tür sosyal değişmedir. Sosyal çözülme durumunda top­lum, bir canlı gibi, ayakta durabilir, yürüyebilir, işlevlerini yerine getirebilir, fakat eski sağlıklı durumuna sahip olamaz. Sosyal çözülme sürecinde, toplumu ayakta tutan inanç ve değerler sistemi etkinliğini yitirir, sosyal kurumlar yeni norm ve değerlere uyum sağ­layamaz.[67]

Sosyal çözülme, bir değişme halidir, ama sosyal değişmeyle aynı şey değildir. Sosyal değişme, bir toplumdaki kurumları, işlevlerini yerine getiremeyecek hale soku­yorsa, sosyal sistemde kopukluk oluşturuyorsa, sosyal çözülmeden bahsedilebilir. Buna göre, sosyal çözülme, bir toplumda maddi ve manevi kültür unsurlarının anlamlı ve fonksiyonel olarak sistemi işletecek tarzda birbirlerini tamamlayamamaları durumudur. Bir toplumsal örgütün çeşitli faktörlerin etkisiyle bölümleri arasındaki uyumun bozulmasıdır.[68]

Toplumsal çözülme, bir toplumun ya da toplumsal küme üyelerinin var olan türdeş toplumsal davranış alışkanlıklarına, kurumlara ya da denetim biçimlerine uyma­larını yitirmeleri sonucunda sosyal yaşamın olanaksızlaşması durumudur.[69]

Sosyal sistem, değişik işlevleri yerine getiren çeşitli alt sistem ve unsurlardan, mekanizmalardan meydana getirir. Aile, menfaat birlikleri, cemaatler, kısacası bütün sosyal sistemler bu özelliğe sahiptirler. Büyük bir deprem, su baskını yahut savaş gibi çeşitli olaylar, toplumsal sistemin birbiriyle dengeli olarak işlev gören çeşitli unsurları arasındaki dengeyi bozabilir. Böylece bir kurumsuzluk, yapısızlık, erime hali ortaya çı­kar. İşte ortaya çıkan bu duruma sosyal çözülme denir.[70]

Bir toplumda gelişme ve ilerlemeyi sağlayan faktörler zayıfladığı zaman, sosyal problemler ortaya çıkmaya başlar. Söz konusu problemlerin kaynağına inilemediği za­man çözülme meydana gelir. Sosyal problemler, çözülmelerin belirtileri olarak kendile­rini gösterirler. Meselâ, uyuşturucu bağımlılığı, manevî inançların bir kenara itilmesi, ahlâkî değerlerin ciddiye alınmaması, suçlarda ve yoksulluk oranında artışın olması bu problemlerden bazılarıdır.[71]

Maddî açıdan olduğu gibi, manevî değerler açısından da toplumun devamlı ola­rak kendini yenilemesi, “manevî üretimin” kesintisiz sürmesi gerekir. Manevi üretimin zayıfladığı ve kesildiği toplumlarda sosyal çözülmeler baş gösterir. Bir toplumda, ma­nevî değerler etrafında bütünleşme zayıfladığı, fonksiyonel bütünleşme sağlanamadığı zaman, çözülme başlar. Sadece ekonomik tatminin hedef olarak alındığı, manevî değer­lerin ihmal edildiği durumlarda, çözülme meydana gelir. Çözülme, bireyler ve toplum üzerinde moral çöküntü şeklinde kendini belli eder. E. Durkheim “manevî hastalığı”, toplumun önceden sahip olduğu örgütlenme biçimlerinin alt üst edilmiş olmasıyla ya­kından ilişkili görür. Bu durum toplumsal çözülmenin önemli nedenlerinden sayılır.[72]

G.  Din ve Sosyal Değişme

Dinin sosyal değişmeyle olan ilişkisi genellikle üç boyutta incelenir. Bu boyutlar, dinin sosyal değişme faktörü olması, sosyal değişmenin din üzerindeki etkileri ve dinin sosyal değişmeyi engelleyici bir faktör olmasıdır.

1.  Sosyal Değişme Faktörü Olarak Din

Değerlerin korunması yanında yaratıcı olarak da din, toplumsal değişme olgu­sunda temel bir işleve sahiptir. Dinin bu yönünün bazı sosyal bilimciler ve düşünürler tarafından üzerinde önemle durulan konulardan biri olduğu görülmüştür. Gustave L. Bonn, George Sorel, James G. Frazer ve Charles A. Ellwood’m savunduğu teoriye göre, din sosyal değişmenin tetikleyicisidir; diğer kurumlar dinin bu konudaki önderliğini takip ederler. Ziya Gökalp de sosyal değişmede dinin önemli bir faktör olduğunu savu­nanlardandır.[73]

Din, yeni değerlerin yaratıcısı olması sebebiyle toplumdaki sosyal değişme olgu­sunda yer alır, hatta duruma göre temel faktör olarak işlev görür. Bu konuya en geniş ve en ciddi ilgiyi Max Weber göstermiştir. Weber’in araştırmaları, dinî inanç, düşünce ve değerlerin, önemli toplumsal değişme fonksiyonları icra ettiğini ortaya koymuştur. Max Weber, kültürel değerlerin ve inançların, köklü toplumsal değişikliklere yol açacağı sa­vını sosyal bilimler kuramına dahil etmiştir. Ahlâkî değerlerin, fikirlerin ve dinî inançla­rın, sosyal ve ekonomik yapının değişimindeki potansiyel etkisine dikkat çekmiştir. Ye­rine göre dinin, toplumsal değişmenin bir unsuru olarak görülebileceğini düşünmüştür. İçerisinde dinî ve ahlâkî değerlerin yer aldığı “kültürel değerler”in sosyal değişme üze­rindeki etkisini vurgulamıştır. Öncelikli olarak, dinin sosyal değişimdeki rolü üzerinde durmuştur. Toplumsal değişmeyi, kültür alanında meydana gelen inanç ve değer de­ğişmelerinin toplumsal alandaki kurumlara ve bunların işleyişlerine etki ederek sebep oldukları krizler şeklinde izah etmiştir.[74]

Weber’e göre, toplumsal değişmenin olabilmesi için, önce değer yargılarının de­ğişmesi gerekmektedir. İnsanların değer yargıları değişmedikçe, bir toplumda değişme gerçekleşmez. Onun iddiasına göre, “Protestan ahlâkı” diye adlandırdığı değer yargıları olmasaydı, Avrupa toplumlarındaki teknolojik ve endüstriyel gelişmeler olmazdı.[75]

Weber’in Protestan ahlâkı, dinî inançların ekonomi kurumunu etkilemesine ör­nek gösterilir. Weber, dinin ekonomik yapıyı belirlediğini, Avrupa’daki Protestan hare­ketin, kapitalizmi doğurduğunu kanıtlamaya çalışır. Avrupa’da gelişen akılcı kapitaliz­min, temellerini Protestan ahlâkından aldığını ileri sürer. Ekonomik ve toplumsal geliş­menin kaynağında Hıristiyanlığın inanç esaslarının yattığını savunur. Ona göre din, toplumsal değişmede ve Batı kapitalizminin gelişmesinde oynadığı rolden dolayı önem­lidir. Protestanlıkta çalışkanlık, başarılı olmak, tasarruf etmek, akılcı ve sistemli çalışmak gibi ilkeler din tarafından emredilmişlerdir. Bu ilkeler aynı zamanda kapitalist ekonomi düzeninin temelini oluştururlar. Dolayısıyla Protestan ahlâk anlayışının kapitalist eko­nomi anlayışının ortaya çıkmasındaki rolü bir gerçektir.[76]

Weber’e göre, kapitalizmin gelişmesinde Protestan ahlâkının önemli rolü olduğu açıktır. Protestanlık, mülk sahibi olmanın verdiği doğal zevke var gücüyle karşı çıkmış, özellikle israfa varan lüks tüketimi sınırlamıştır. Buna karşılık mal kazanmayı, psikolojik olarak geleneksel kalıp yargıların yasaklarından kurtarmıştır. Kazanç elde etmeyle uğ­raşmanın zincirlerini kırıp kazanmayı meşru hale getirmiş ve bunu doğrudan doğruya tanrının bir isteği olarak görmüştür.[77]

Max Weber, sosyal değişimi etkilemede dinin diğer kurumlara önderlik ettiği gö­rüşünü detaylıca incelemiş ve geliştirmiştir. Weber ve onu izleyenler, dinin ekonomi üzerinde belirleyici bir etkisi olduğunu ispat edebilmek için değişik dinlerden veriler toplamışlardır. Weber, dinsel olmayan güçlerin de sosyal değişimi başlatabileceğini ka­bul etmekle birlikte, o yine de dinsel düşüncelerin sosyal değişimin etmeni olduğuna inanmıştır.[78]

Sosyal değişmenin dinamikleri arasında dinin yerini anlamak güç değildir; zira din bizzat işin içerisindedir. Dinî ve ahlâkî değerler, toplumsal değişme etmeni olarak işlev görürler. Toplumsal hayatın geleneksel kurumlan arasında yer alan inançlar ve dinî değerler, değişmenin önemli etmenleri arasında yer alırlar.[79]

Dinî inanç ve ibadetler, toplumsal değişimin araç ya da kaynaştırıcıları olabilir­ler. Bazı zamanlar, bir toplum içindeki zorlanma ve gerilim öylesine artar ki, çatışma ve istikrarsızlığı kontrol altına almak mümkün olmaz. İşte bu tür toplumsal patlamaların ardından dinsel diriliş hareketleri ortaya çıkabilmektedir.[80]

Din değişikliği, toplumun yaşayışını etkileyen temel faktörlerden birisidir. Din, en başta kültür değişmelerine yol açar. Bir toplumun dinî sahasında ortaya çıkan deği­şiklikler, toplumun norm yapısında, değerler alanında da köklü değişmeler meydana getirir. Din, tarihte birçok toplumsal değişmelere neden olmuştur. Aile, siyaset, ekonomi gibi kurumlar, dinin etkisiyle çeşitli yönlerden değişime uğramıştır. Meselâ Türklerin Müslüman olmalarından sonra sosyal kurumların yapı ve işleyişlerinde değişiklikler meydana gelmiştir. Kitlesel din ve kültür değişmelerine kadar din, sosyal hareketliliğin bizzat içerisinde yer alır. Türklerin kitleler halinde İslâm’a girmesi, bu dinamik tavrın tarihsel bir kanıtıdır. Yine İslâm dini, Arap kabilelerini bedevî yani göçebe ve yarı yerle­şik olmaktan çıkarıp yerleşik hayata geçirmiş, devlet biçimine dönüştürmüştür.[81] İslâm düşüncesi, ilk ortaya çıktığı devirde kolektif faaliyetini son derece başarılı bir şekilde uygulayabilmiş, pratiğe yansıtabilmiş bir toplum oluşturmuştur. Bu düşünce Bedevî Arapların yaşamsal enerjisini, çok hassas bir düzene göre şekillendirmiş, onlardan uy­garlaşan ve uygarlaştıran bir toplum oluşturmuştur.[82]

Hz. Peygamberin oluşturduğu ilk İslâm toplumu başlangıçta küçük bir dinî ce­maat iken büyük bir dünya dinine, göçebe kabile düzeninden kentsel bir yapıya, sözlü kültürden kitâbî / yazılı kültüre doğru ilerleme tarzında bir değişim geçirmiştir.[83]

Din, sadece birey vicdanına indirgenemeyen sosyal bir olgudur. Bütün dinler, inanç, düşünce ve tasavvurlara dayanmakla birlikte, bununla sınırlı kalmamışlardır. Her din dış dünyaya ilişkin davranış biçimleri geliştirmiştir. Dinî inançlar bir yandan sosyo­ekonomik yapıyı etkilerlerken, öte yandan yaşanmakta olan toplum gerçeğinin izlerini taşımışlardır. Gerçekten de her din, amaçları ve vaat ettikleriyle hitap ettiği toplumu belli boyutlarda etkilemiştir.[84]

2.  Sosyal Değişmenin Din Üzerindeki Etkileri

Din ile sosyal değişmenin karşılıklı ilişkileri bakımından üzerinde durulması ge­reken konulardan birisi, sosyal değişmenin din üzerindeki etkileri meselesidir. Sosyolo­jik açıdan toplumsal değişmenin din üzerindeki etkilerinden bahsetmek mümkündür. Zira dinlerin, toplumda meydana gelen değişmelerden etkilenmeleri mümkündür.

İnsan hayatının devamlı bir değişme içerisinde olduğu bir gerçektir. Bu değişim bireylerin ve toplumların hayatının bütün boyutlarını belli oranlarda etkilemektedir. Toplumun maddi alanlarında meydana gelen değişmeler manevî alanlara, manevî alan­larda meydana gelen değişmeler de maddî alanlara tesir etmektedir. Söz konusu süreçte etkilenen alanlardan birisi de dindir. Din toplumsal hayatta meydana gelen değişmeler­den bağımsız değildir. Sosyal hayatta yaşanan değişim dönüşüm hareketi, dinî hayatı da etkisi altına alır. Toplum hayatı bir bütün olduğu için, diğer alanlarda meydana gelen değişmeler, dinin inanç, ibadet ve diğer sosyal boyutları üzerinde farklılaşmalara yol açar. Toplumsal yapıda meydana gelen değişmeler, belli bir süreç içerisinde toplumda yaşanmakta olan dinin kurumsal yapı, dünya görüşü, değerler ve pratikler gibi alanla­rında köklü değişikliklere neden olur.[85]

Sahip oldukları bütün orijinal tecrübelere ve muhafazakâr değerlere rağmen, bü­tün dinler toplumdaki köklü değişimlerden nasibini alır. Meselâ toplumlar göçebelikten yerleşik hayata, sitelerden imparatorluklara, kırsal kültürden sanayi toplumuna doğru gelişirlerken, dinler de bu değişmelerin etkisi altında kalmışlardır.[86]

Geleneksel toplumlar din ekseninde şekillenebilmektedirler. Günümüzün gele­neksel toplumlarında çeşitli değişmeler görülebilmektedir. Bu değişmenin unsurların­dan birisi, dinî dünya görüşünün yerini seküler dünya görüşünün almasıdır. Endüstri toplumuna doğru değişme sürecinde, din sosyal hayatı belirleme gücünü kaybedebil­mektedir. Sosyal değişmeye bağlı olarak geleneksel din anlayışı gerilemekte, dinin ku­rumsal niteliği zayıflamakta, kişiden kişiye değişen din anlayışları ortaya çıkmakta, di­nin ibadet boyutu geri plana itilmektedir.[87]

Çağımızda yaşanan hızlı toplumsal hareketlilikler ve değişmeler karşısında dinin daha çok etkilenen konumda olduğu, birçok toplumda kişisel kabul noktasında sadece vicdana yönelik bir değerler manzumesi haline geldiği görülmektedir. Toplumların bü­yüyen ve karmaşıklaşan yapıları içerisinde dinin toplumsal rolü giderek ağırlığını kay- betmektedir.[88]

Ülkemizde Cumhuriyetten önceki ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşayan nesil­ler tarafından dinî değerlere ortanın üstünde bir yer verildiği tahmin edilmektedir. Yapı­lan bir araştırmaya göre, özellikle yüksek tahsil görmüş kimseler arasında, eskiden dinin işgal ettiği yeri başka değerlerin aldığı görülmüştür. Dini değerlerin diğer değerlerden daha geri planda kaldığı belirlenmiştir. Kaynak gösterilebilecek ilmî araştırma verileri bulunmamakla birlikte, dinî değerlerdeki bu gerilemenin modernleşme adı verilen pro­sesle paralel yürüdüğü söylenebilir.[89]

Birey ve toplum, bir inanç, kültür ve davranış biçimi ile sosyal gelişmelerde rol oynamaktadır. Dolayısıyla bireylerin ve onların oluşturduğu toplumun inanç ve kültür­lerindeki güçlenme yahut zayıflama, sosyal değişmenin yönünü tayin eder.

3.  Sosyal Değişmeyi Engelleyici Bir Faktör Olarak Din

Temsilcileri arasında E. Durkheim’in de bulunduğu yaklaşımı savunanlara göre din, bazı durumlarda istikrar, gelenek ve statükoyu koruma, devam ettirme aracı ola­bilmektedir. Dini, sırf bu açıdan ele alanlar, onun toplumsal değişme önünde engel oluş­turduğunu ileri sürerler. Dinin sosyal değişmedeki muhafazakâr rolü üzerinde duran sosyologlardan biri olan Durkheim, dinin, toplum yapılarının sabit kalmasında ve yapı­yı oluşturan unsurların korunmasında önemli işlevleri olduğunu savunur.[90]

Gerçekte her din, onun kurucusunun ya da tebliğ edenin dinî tecrübelerinin hatı­rasına bağlılık ve bunları tekrar tekrar her seferinde yeniden yaşamadan ibaret olan iba­detler, mensekler üzerine temellenir. Böylece kendini her türlü değişimden uzak tutma eğilimi gösterir. Bu muhafazakâr özelliğiyle din, her çeşit zihniyet, değer, norm ve sos- yal-kültürel değişikliklere karşı bir engel oluşturma karakterini tabiatında taşır.[91]

Dinin sosyal değişme üzerindeki rolü ile sosyal değişme karşısındaki rolü birbi­rinden farklı şeyler değildir. Sosyal hareketlilikte dinin daima istikrar, denge ve güven unsuru oluşturduğu bir gerçektir. Dinin, sosyal değişmede dinin dışında kalan sahalarla çatışmasının haklı sebepleri vardır. Bütünlüğün bozulması, değer hükümlerinin zayıf­laması ya da yok olması, istikrar unsurlarının zarara uğraması bunlardan bazılarıdır. Bu bakımdan din, değişmenin dizginlerini elinde tutmak ister.[92]

II.  Kur’an’da Sosyal-Kültürel Değişme

Allah’ın yasası anlamına gelen, “sünnetullâh”, toplumlar için geçerli olan ilâhî kanunlardır. Kur’an, yeryüzünde hayatı devam ettiren tarihsel, sosyal, psikolojik yasala­ra değinmiştir. Bazı kıssalarda toplumların ilerleme ve gerilemeleriyle ilgili yasalardan bahsetmiştir. Bu yasaların bütün toplumlar için geçerli olduğuna, çağa hâkim olabilmek için bu yasaları bilmenin ve uygulamanın gerekliliğine işaret etmiştir. Nitekim sosyal yasaları keşfeden toplumlar, ilerleme ve dünyayı yönetme rolünü üstlenmişlerdir. Ça­ğımızda Müslüman toplumların sosyal yasalar karşısındaki duyarsızlığı ise, beraberinde çöküşü getirmiştir. Müslüman toplumlar yöneten ve yönlendiren konumundan, yöneti­len ve yönlendirilen konumuna düşmüşlerdir. Kur’an’da bahsi geçen sünnetullâh yani toplumsal yasalardan birisi medeniyetin el değiştirmesidir.[93]

Kur’an, toplumların da tıpkı bireyler gibi, değişim kanununa tâbi olduğundan bahseder. Kuşkusuz Kur’an âyetlerinde değişme olgusuyla ilgili ve toplumların değişme süreçlerinden bahseden birçok kavram ve tasvir vardır. Kur’an’da zihniyet değişimini de içeren bazı sosyal ve kültürel değişmeleri, toplumların tarihsel değişim süreçlerini ifade eden kavramlar kullanılmış, açıklamalar yapılmıştır.[94]

Kur’an’da sosyal değişmeye işaret ettiği düşünülen âyetler incelenirken, benzer ifade ve anlatımların, tasvirlerin geçtiği âyetler -bu araştırmada- aynı başlık altında ele alınmıştır. Söz konusu başlıklar sırasıyla şu şekilde oluşturulmuştur: “Fe halefe min ba’dihim halfun”, “irtidâd”, “tebdîl” / “istibdâl”, “İhrâc” -karanlıktan aydınlığa ya da aydınlıktan karanlığa çıkarma-, “eyyâmullâh”, “izhâb” -bir toplumu ortadan kaldırma yerine yeni bir halk getirme-, “ehlekne’l-kurûne min kablikum / sümme cealnâkum halâife fi’l-arz, “vâris” kılma / “vâris” olma, “enşe’nâ minba’dihim karnen / kurûnen âharîn”, “enşe’nâ ba’dehâ kavmen âharîn”, “insanların bölük bölük Allah’ın dinine gir­mesi”, “inkılâb”, “istihlâf”, “tedâvul”, rucû’, yabancılaşma ve toplumsal çözülmeye işa­ret eden bazı tasvirler. Araştırmamızın bu bölümünde, bu ifade ve tasvirler aracılığıyla açıklanan sosyal ve kültürel değişim konuları incelenmiştir.

A.  “Fe Halefe min ba’dihim Halfun”

Yüce Allah İsrâil Oğullarının tarihinden sunduğu bir kesitte, özellikle değerler alanında meydana gelen sosyo-kültürel değişmeye işaret eder. Değişim öncesi toplumun sosyo-kültürel yapısıyla, değişim sonrası ortaya çıkan toplumun sosyo-kültürel yapısı arasındaki farkı açıkça vurgular. Değişimin yönünün olumludan olumsuza doğru ger­çekleştiğini haber verir:

“Biz onları yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler ve kötülükler ile sınadık. Derken, onların ardından yerlerine Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın değersiz malını alır ve “(nasıl olsa) biz bağışlanacağız” derlerdi. Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söyleme­yeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için âhiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz?”[95]

Yüce Allah, İsrail oğullarını ayrı topluluklar halinde yeryüzünde dağıtmıştır. On­ları çeşitli kabilelere bölmüştür. Onlardan bazıları iman ehli, Hz. Mûsâ’dan itibaren peygamberlere inanan, âhireti dünyaya tercih eden, salâh erbabı, Allah’ın ve kulların hakkına riayet eden, dürüst ve erdemli kimselerdi. Bazıları ise böyle değildi, aşırı inkâr- cılık ve fâsıklıkla, isyanla yozlaşmış, salâh erbabından daha aşağı derecede kimselerdi. İçlerinde sâlih olanlar da vardı, bu düzeyde olmayanlar da. Allah onları belki gözlerini açıp iyiliğe, doğru yola dönerler, inkârı, isyanı terk ederler diye hem bağış ve bolluk hem de darlık ve sıkıntı ile ilâhî yasalar (sünnetullâh) gereği sınadı. Belki Allah’a şükre­derler, kötülükten vazgeçerler diye hem iyi hallerle hem de kötü durumlarla imtihan etti.[96]

Önceki Yahudilerin arasında sayıları az da olsa, iyi kimseler vardı. Yeryüzünde topluluklar halinde dağıtılan ve aralarında sâlihlerin de kötülerin de bulunduğu İsrâil oğullarının ardından onların çocukları yani yeni kuşaklar geldi, önceki neslin / kuşağın yerini aldı. Önceki kuşaklardan sonra kötü niteliklere sahip kimseler gelip onların yerine geçti. Bu yeni nesil, hayırlı / iyi insanlardan oluşmuyordu.[97]

Mâtürîdî, İsrâil oğullarının önceki nesillerinden sadece sâlih -Allah’a iman eden, O’nun sınırlarını koruyan, helâl ve harama riayet eden- kimseleri esas alarak, bu sâlih kimselerden sonra Allah’ın sınırlarını ve haramlarını korumayan yeni bir neslin geldiği­ni ifade eder.[98]

“Lâm” harfinin sâkin harekelenmesiyle, -âyette geçen- “half” kelimesi yerme, kı­nama anlamını içerir ve kötü kimseleri kasteder. “Lâm”ın fetha harekelenmesiyle “ha­lef” şeklinde okunması, övgü, methetme anlamı ifade eder ve sâlih / iyi kimseleri kaste­der. “Halef”, birinin yerini hayırlı bir şekilde tutan; “half” ise kötü bir şekilde tutan kim­se demektir. Babasından sonra gelen sâlih evlât “halef”, bozguncu evlât “half” olarak nitelenir. Âyette “half”, “el-karn” / nesil anlamında kullanılmıştır.[99]

Âyette tasviri yapılan değişmenin değer yargıları üzerinde gerçekleştiği ve olum­suz yönde, toplumun zararına gelişim gösterdiği anlaşılmaktadır. İsrâil oğullarının kül­türlerinde meydana gelen değişme, özellikle ahlâk anlayışlarında, örf ve adetlerinde ortaya çıkmıştır. Burada toplumsal değişmenin yönünün gerileme biçiminde gerçekleş­tiğini söyleyebiliriz.

Âyette bahsedilen yeni kuşaklar ilâhî kitabın yani Tevrat’ın mirasçılarıydılar. Se­leften halefe aktarma yoluyla Tevrat onlara atalarından miras olarak kalmıştı. Tevrat’ı öncekilerden miras alıp okumuşlar ve içindekileri -hükümleri, emirleri, yasakları, helal­leri, haramları- öğrenmişlerdi.[100]

Bu yeni kuşaklar, meşru olmayan yollardan değersiz dünyanın geçici hazlarına sarıldılar. Geçici dünya menfaati için Tevrat’ın hükümlerini göz ardı ettiler. Tevrat’ta olanları okumalarına rağmen, onunla amel etmediler, yükümlü tutuldukları şeylerin sorumluluğunu üzerlerine almadılar. Şiddetli hırs ve tutkularından dolayı kendilerine sunulan dünya metaını aldılar. Dünya hayatını ahirete tercih ettiler. Faiz, rüşvet ve ben­zeri haramları işlemeyi mubah gördüler. Allah’ın koymuş olduğu değerleri / ilkeleri tahrif etme, Tevrat’taki yükümlülükleri hafifletme, ondaki bazı emirleri gizleme karşılı­ğında çıkar sağladılar, rüşvet aldılar.[101]

Övünmek suretiyle, “Nasıl olsa sonunda / ilerde affedileceğiz, bağışlanacağız.” iddiasında bulunarak, karşılarına çıkan geçici şeylere, dünya menfaatlerine sarılan gü­nahkâr kimseler olup çıktılar. Helâl-haram ayrımı yapmadan dünyanın alçak / değersiz menfaatlerinden başka bir şey düşünemez oldular. Nefisleri, dünyadan neye meyletse helâl-haram ayırmadan onu yediler; bunu yapmaktan onları alıkoyacak hiçbir şey olma­dı. Kendilerine daha önceki gibi dünya metaı geldiğinde yani haram mal verildiğinde, haram olduğuna aldırmadan onu da kaçırmayıp aldılar. Günahlarına tövbe etmemekte, tekrar tekrar aynı günahları işlemekte ısrar gösterip bağışlanacaklarını sandılar.[102]

Burada söz konusu olan, gerçek bir tövbe, samimi bir bağışlanma isteği değildir. Eğer yaptıklarından dolayı pişmanlık duymuş olsalardı, yaptıklarından vazgeçmeye azmetselerdi, bir daha aynı davranışa yönelmezlerdi. Zira haksız mal edinme ya da rüş­vet alma konusunda her fırsat çıktığında onları alırlardı.[103]

Yaptıkları şeyin günah olduğunu kabul ediyorlardı, fakat ondan dolayı hesaba çekilmeyecekleri, bağışlanacakları kuruntusunu taşıyorlardı. Doğru yoldan sapmayı sürdürmelerine ve hakka dönmemeye gerekçe olarak, “bağışlanacak olmalarını” göste­riyorlardı. Allah’tan umdukları yalancı bir bağışlanma kuruntusuyla kendilerini aldatı­yorlardı. Bu, bir tür kendini aldatma ve Allah’a karşı yalan uyduma davranışıydı.[104]

Allah’ın Kitâb’ını miras gibi gören, onun öğretilerini hayatlarına tatbik etmeyen, tutum ve davranışlarına yansıtmayan, “nasıl olsa bağışlanacağız” diyen kimselere gelin­ce; Allah’ın indirmiş olduğu Kitap’taki esaslara göre davranmaya başlamadıkları müd­detçe duaları kabul edilmeyecektir.[105]

Burada İsrâil oğullarının yaşamış olduğu toplumsal değişmenin bazı yön ve şe­killerine işaret edilmiştir. Bunlardan birisi normsuzluktur. Tevrat kaynaklı değerlerin bilgisi ellerinde olmasına rağmen, İsrâil oğulları arasında bu değerler etkisini yitirmiştir. İsrail oğulları amaçlarına ulaşmada yasa dışı eylemlere başvurmanın gereğine inanmaya başlamışlardır. Kuralsızlığın hâkim olduğu İsrail oğulları toplumunda, davranışlar yer­leşik ahlâkî değerler tarafından değil, çıkar, hırs ve hazlar tarafından yönlendirilir hale gelmiştir. Toplum tarafından önceleri yüksek değer verilen inanç ve amaçlara artık dü­şük değer verilmeye başlanmıştır. Bu durum ise, bir tür “yalıtılma” halidir.

“Fe halefe min ba’dihim halfun”, ifadesinde geçen “ba’d” yani sonra ifadesi, açıkça toplumsal değişimdeki zaman faktörüne işaret etmektedir. Yüce Allah, âyette yapmış olduğu tarihsel kesit tasvirlerinde, önceki zamanla sonraki zaman arasında kar­şılaştırmada bulunmuş ve gerçekleşen sosyal değişmenin mahiyetini ortaya koymuştur. Buna göre, İsrâil oğullarının inanç ve değerleri, belli bir zaman dilimi içerisinde, güçleri­ni, hükümlerini kaybetmiş, böylece olumsuz yönde sosyal değişme gerçekleşmiştir.

Yüce Allah bir âyette, toplumların dinî değerler alanında yaşamış olduğu deği­şime dikkat çekmiştir. Dinî inanç ve değerlere bağlı toplumların ardından, bu değerleri ihmal eden, bireysel ve toplumsal yaşantılarında onlara yer vermeyen toplumların gel­diğini haber vermiştir. Toplumun kültürel yönden değişime uğradığını, sahip oldukları önceki değer yargılarıyla, sonrakiler arasında fark oluştuğunu ifade etmiştir:

“İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbra­him’in, Yakub’un (İsrail’in) ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet ver­diğimiz nebilerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanır­lardı. Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.”106

Yüce Allah, peygamberlerden, Hz. İdris gibi Hz. Âdem’in soyundan, Hz. Nûh ile birlikte gemide taşınan kimselerin neslinden, gelen Hz. İsmail, Hz. İshak gibi Hz. İbra­him’in soyundan ve Hz. Mûsâ, Hz. Hârun, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya, Hz. İsa gibi İsrail’in soyundan gelen ve hepsine de doğru yolun gösterildiği, hidayete eren, imana mazhar olan, seçkin-peygamber olarak seçilen, vahiy alan- kimse­lerden bazılarını onurlandıracak, onlara dinî dünyevî özel nimetler verecek, bağışlama­da bulunacaktır. Burada sayılan hidayete erdirilmiş, seçkin kimselere, sınırsız rahmet sahibi Allah’ın öğütler, ibretler, deliller içeren mesajları okunduğu zaman, ağlayarak, huşu içerisinde O’nun huzurunda yere / secdeye kapanırlar. Burada zikredilen kimseler, Rahman olan Allah’ın âyetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanacak kadar duyarlı kimselerdir.107

Halef, belli bir zaman geçtikten sonra bir kuşağın ardından gelen başka bir nesil demektir. Babanın ardından gelen oğul gibi. Bu âyette sözü edilen “half”, seleften sonra gelen kötü nesil demektir. Sonra gelenin yerilen / kınanan olması halinde “half” ifadesi kullanılır. “Halef” ise iyi nesil demektir. İyi halef için halefu sıdk, kötü halef için halfu sû’ denir. Hayırlı art gelen hakkında lâm harfinin fetha harekelenmesiyle “halef”, şerli art gelen için lâm’ın sükûnuyla “half” kelimesi kullanılır.108 Kur’an’ın bakış açısına göre, âyette sözü edilen sosyal değişmenin yönünün müspetten menfiye doğru olduğu anla­şılmaktadır.

Âyette yapılan tasvirde, sosyal değişmenin görünümlerinden zaman olgusu, açıkça fark edilmektedir. Belli bir süreç içerisinde toplumun özellikle değerler alanında belirgin bir değişimin, farklılaşmanın izlenebildiği tasvir edilmektedir. Namaz örneği verilerek, Allah kul ilişkisini sağlayan düzenlemelerin toplum tarafından terk edildiği, diğer değerler alanında da çıkar ve hazların belirleyici olmaya başladığı bir sürece giril­diği anlatılmaktadır. [106] [107] [108]

Burada özellikleri sayılan iyi, hidayete ermiş, seçilmiş, namazı ağlayarak huşû içerisinde kılan, Allah’ın emirlerini yerine getiren, samimi bir şekilde O’nun rızasını arayan, yasaklarından sakınan peygamberler, onlara tâbi olanlar ve onların soylarından gelenlerin ardından farz kılınan ve sürekli muhafaza edilmesi istenen namazı bırakan, tamamen terk eden ya da boş veren, onun edasında aldırmaz bir tutum takınan, özensiz / gevşek davranan, vaktini geçiren, farziyetini inkâr eden, kötü özelliklere sahip yeni / başka bir kuşak gelmiştir. Bu kuşağın salâtı, duayı putlara hasrettikleri de söylenmiştir; ki namazı bu şekilde ziyan etmişlerdir. Namazı ziyan etmelerine bağlı olarak, Allah’ı anmaktan alıkoyacak şekilde, yalnızca kendi şehvetlerinin, dünyevî tutkularının ardına / peşine düşmüşler, nefislerinin istediği şeyleri yapan kötü bir kuşak / nesil oluvermişler­dir. Arzu ve eğilimlerinin peşinden gitmeyi Allah’a itaat ve kulluğa tercih etmişlerdir. Dünya hayatının maddi yanına eğilim göstererek sadece bununla tatmin olmaya, do­yum sağlamaya çalışmışlardır. Bütün ilgi ve gayretlerini, nefislerinin hazlarının tatmin etmeye yöneltmişlerdir. Allah’ın kendilerini yükümlü kıldığı değerleri değiştirmişlerdir. Bu özelliklere sahip kimselerde her türlü ahlâkî düşkünlük ortaya çıkmıştır. İsyana dal­mışlar, sarhoşluk veren içecekler içmişler, kumar oynamışlar, haram nikâhları mubah saymışlar, yalan şahitlik yapmışlar, haram mal yemişler, yalan konuşmayı alışkanlık haline getirmişler, açıktan ya da gizliden her kötülüğü yapmışlardır.[109]

Görüldüğü gibi, Allah’ın âyetlerini duyduklarında ağlayarak secdeye kapanan, bütün samimiyetiyle O’na bağlı olan kimselerin yerine namaz kılmayan ve şehvetlerinin peşine takılan kimseler gelebilmektedir. Toplumlar iman, ahlâk ve ekonomi konularında değişiklik yaşayabilirler.[110]

Toplumlarda -eski peygamberlerin ümmetlerinde- sapma, bozulma ve ahlâkî yozlaşma, ilk olarak namazın terk edilmesiyle başlar. Gittikçe namazdan uzaklaşan ve namazı terk eden bireyler Allah ile aralarındaki bağı koparmasalar bile, zayıflatırlar. Böylece yavaş yavaş şehevî arzularının peşine daha kolay takılırlar. Şehvetleri, onlar üzerinde hâkim hale gelir. Neticede şehvetlerinin peşinden koşmayı bir alışkanlık ve yaşam tarzı haline getirirler. İlâhî emirlere uymak yerine, kendi arzu ve eğilimlerinin esiri olurlar. Bunun sonucunda ahlâkî açıdan düşüklük baş gösterir.[111]

Âyette, değişmenin meydana geldiği alan olarak, toplum tarafından benimsenen düşünce, inanç, tutum ve davranışlar öne çıkmaktadır. Buna göre, burada insanların benimsediği zihniyetler, dünya görüşleri, değeler, kurallar, alışkanlıklar, kişilik yapıları üzerinde değişme meydana gelmiş olduğu söylenebilir.

Değişim sonrası ortaya çıkan yeni kuşağın özelliklerinden birisi, “vettebeu’ş- şehevât” ifadesiyle tasvir edilmiştir. Bu tasvir onların ilâhî değerleri değiştirdiklerini ve buna bağlı olarak her türlü ahlâkî düşüklüğe daldıklarını anlatır. Müfessirlerin yorumla­rını da dikkate aldığımızda, burada sosyal değişmenin, çöküş, yozlaşma, toplumsal bu­nalım ve çözülme gibi olumsuz yönlerinden / şekillerinden bahsedebiliriz. Toplumdaki dinî değerler etkisini yitirdiği, bireylerin davranışları çıkar ve hırsları tarafından yön­lendirildiği için bir tür normsuzluktan söz edebiliriz.

Bir toplumda bireylerin dinî inanç ve tutumlarında meydana gelen değişmeler, onların norm yapısında, değerler alanında köklü değişiklikler meydana getirir. Dinî alanda meydana gelen değişiklikler toplumun yaşayışını etkiler, toplumda kültürel de­ğişikliklere yol açar. Nitekim âyette, dinî değerlerden uzaklaşan bir toplumun tutum ve davranışlarına, haz ve eğilimlerinin yön vermeye başladığı açıklanmıştır. Ortaya çıkan bu yeni durum bir tür sosyal değişmedir.

Âyette, dinî görevlerini ihmal ettiği, isyan ve günahlara daldığı söylenen toplum, yakın bir zamanda tam bir düş kırıklığıyla karşılaşacaktır. Her türlü kötülük, dalâlet, istenmeyen tehlikeli durumlar, kaybetmişlik ve yıkımla karşı karşıya geleceklerdir. İşle­dikleri günahların cezasını dünyada iken göreceklerdir.[112] Âyetteki bu vurgu, manevî yapısı bozulan toplumun maddî -ekonomik, siyasal ve benzeri- yapısında da bozulma­ların meydana geleceğini belirtir.

Araplar, her türlü kötülük hakkında “ğayy” kelimesini kullanırlar. Âyette geçen “ğayy”, kötülük yahut azgınlığın cezası demektir. Bahsi geçen kötü nesil, iyi ya da kötü, ne yaptılarsa karşılığını göreceklerdir.[113]

Bazılarına göre ise, “ğayy”, cehennemdeki bir vadinin, cehennemin ateş türleri­nin birinin adıdır. Cehennemin diğer vadileri, onun yakıcılığından Allah’a sığınırlar. Âyette sözü edilen kimseler yani kötü nesil cehennemin bu “ğayy” vadisine düşecekler­dir.[114]

B.  “İrtidâd”

Arapça’da “er-Reddu”, bir şeyden geri dönme, yüz çevirme, uzaklaşma; bir şeyin bulunduğu halden başka bir hale dönmesi manasındadır. “İrtedde” fiili tehavvele yani dönüştü, değişti anlamına gelir. “er-Ridde”, İslâm dininden dönmeyi ifade eder. Müs­lüman olduktan sonra küfre dönen kimse hakkında “irtedde fulânun” denilir. “el- İrtidâd”, rucu’ etme yani dönme, geldiği, yürümekte olduğu yoldan geri dönme anla­mındadır. “el-İrtidâd” hem inkâra dönme hem de genel manada her konunda geri dön­me anlamını ihtiva ederken, yukarıda belirttiğimiz gibi, “er-ridde” kelimesi küfre / inkâra dönme anlamında hususi bir mana için kullanılır.[115]

Kur’an’da toplumsal değişme ile ilgili olarak kullanılan kavramlardan birisi, “ir- tidâd”dır. Kur’an’da büyük bir sapma olarak ifade edilen “irtidâd”, toplumu vahim so­nuçlara sürükleyecek bir değişimi de beraberinde getirir. Kur’an, “irtidâd”ı, sapma yö­nündeki değişimin en uç noktası olarak gösterir. Aşağıdaki âyetten de anlaşılacağı gibi irtidâd, sosyal nitelikli bir olay olup toplumu olumsuz yönde bir değişim kapsamında çöküş ve yıkılış sürecine sokar:[116]

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”[117]

Âyette değişimin çeşitli yönleri vurgulanır. “İrtidâd” ifadesiyle, Kur’an merkezli değer yargılarına, dünya görüşüne, hayat anlayışına sahip olan bir toplumun, başka din ve dünya görüşlerinin etkisinde kalarak dinlerini, hayat tarzlarını değiştirmeleri anlatı­lır. Fakat âyetteki değişim tasvirleri bununla sınırlı değildir. Olumlu yönde kültürel de­ğişimlerin yaşanacağı da vurgulanmaktadır. Kimi toplumların ilâhî değerlere sahip çık­makta gevşek davranacağı, onları terk edeceği açıklanırken, bu değerlere bağlanan, ada­nan başka toplumların ortaya çıkacağı belirtilir. Bu yeni toplumların geçirmiş olduğu değişimin yönü ise olumludur.

Yüce Allah Yahudi ve Hıristiyanların dost edinilmemesini istediği âyetlerin ar­dından, İslâm dininden dönenlere yönelik uyarısını yapmıştır. Bu âyet, Müslümanların, düşmanlarıyla dost olmaları halinde, dinlerinden çıkabilecekleri gerçeğine işaret eder.[118] Yabancı kültür ve ideoloji mensuplarının etkisi altında kalmak; onların dünya görüşleri­ni benimsemek ve kendi inançlarını terk etmek şeklinde bir değişimi meydana getirebi­lir. Dış faktörlerin etkisiyle toplumda geçerli olan inanç, tutum ve davranış kalıpları, sosyal değerler alanında sapmalar olabilir. Yerleşik inanç ve değerlerdeki sapmalar top­lumun yapısında değişmelere yol açarlar. Yüce Allah Yahudi, Hıristiyan ve benzeri kül­türlerin etkisi altında meydana gelebilecek sapmalar ve irtidâd yani İslâmî değerlerden uzaklaşma konusunda müminleri uyarmıştır.

Sosyolojik bakımdan irtidâd, bireysel değil, toplumsal boyutlu bir gelişmedir. Müslüman bir toplumun İslâm dininden dönmesi olayına, toplumsal boyutlu irtidâd denildiğini biliyoruz. Âyetler, İslâm dinini topluca terk eden guruplardan bahsetmekte­dir. Burada söz konusu olan, insanların tek tek dinden dönmelerinden ziyade, topluca dinden dönüştür. Toplumun genelinin, özellikle de yapısının dinin dışına çıkmasıdır.[119]

Bu âyet, gerçekleşmeden, vakti gelmeden önce olacak hadiseleri haber vermekte­dir. Kur’an’ın gayba -gelecekte vuku bulacak olaylara- ilişkin vermiş olduğu haberler­den birini anlatmaktadır. [120]

Âyetin nâzil olduğu sırada dinden dönme olayı ya da belirtileri söz konusu de­ğildi. Bu âyet, ileride / gelecekte vukû bulacak sosyal olaylara işaret etmekte, bunları haber vermektedir. Müfessirler, bu âyetin gelecekte olacağını haber verdiği hadiselere uygun düşen ve çeşitli zamanlarda gerçekleşen ondan fazla irtidat / dinden dönme hadi­sesinden bahsetmişlerdir. Nitekim Hz. Peygamberin son yıllarından itibaren ondan fazla Arap kabilesi dinden dönmüştür. Hz. Peygamberin vefatının ardından Mekke, Medine ve Bahreyn’deki Müslümanlar hariç, Arap kabileleri İslâm’dan çıkmışlardır. Bunlar Müdlic oğulları, Hani oğulları, Esed oğulları, Fezâre, Gatafan kabileleri, Selîm oğulları, Yerbu’ oğulları, Temîm kabilesinin bir kısmı, Kinde kabilesi, Bekr oğulları, Gassan kabi­lesidir. Bu irtidâd olaylarından üç tanesi Hz. Peygamberin hayatının sonlarında, diğerle­ri de Hz. Ebûbekr ve Hz. Ömer’in halifeliği zamanında gerçekleşmiştir. Bunlardan bir kısmı bütünüyle dinden çıkmışlar, bir kısmı da dinî değerlerin bazılarını reddetmişler- dir.[121]

Âyetin işaret etmiş olduğu irtidat olayları, yukarıda sayılan kabilelerle sınırlı de­ğildir. Bir başka deyişle, âyetin hükmünü sadece Hz. Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkan olaylara bağlamak doğru olmaz. Her çağda dinden dönenler ve onların yerine getirilen dindar topluluklar olagelmiştir. Âyette, sonradan gelen ve olumlu özel­liklere sahip olan kuşaklar, sadece belli bir çağdaki insanlar değil, her devirde gelebile­cek toplumlardır. Âyetteki mesajlar, kıyamete kadar bütün müminlere yönelik olarak nazil olmuştur. Her çağda gerçekleşmesi mümkün olan dinden dönme olaylarının ta­mamını içermektedir.[122]

Eğer müminlerden bir birey ya da topluluk / millet topyekün hak olan İslâm di­ninden batıla, küfre, başka bir dine dönerse, imanını yitirirse, Allah onların başına mu­sibet, felâket, kötülük, ceza vermek suretiyle, zaman içerisinde yerlerine onlardan daha hayırlı, başka bir kavim / yeni bir topluluk getirir.[123]

Eğer Müslüman bir toplum Kur’an’ın ortaya koyduğu sorumlulukları yerine ge­tiremezse, Allah’ın kendilerine vaat ettiği güç ve yetkiyi kaybedebilirler. Bununla birlik­te Kur’an, İslâm dininin hayatiyetini hiçbir zaman yitirmeyeceği teminatını verir. Eğer Müslümanlardan bir topluluk / nesil, İslâm’a karşı sorumluluklarını ihmal ederlerse,

Yüce Allah onların yerine amaçlarına sadakatle bağlı yeni bir Müslüman topluluğu or­taya çıkarır.[124]

Yüce Allah, dinden dönen topluluğun yerine gelecek olan kuşağın belli başlı sı­fatlarını Kur’an’da sıralamıştır:

Allah amelleri sebebiyle onlardan razı olur, onları amellerinden dolayı över, yü­celtir, sever, dünyada ve âhirette onlara iyilik verir. Onları dünya hayatında başarıya, âhirette sevaplara nail eder; amellerinin karşılığını en güzeliyle verir.[125]

Onlar da Allah’ı severler, O’nun rızasını her şeye tercih ederler, azabından ve ga­zabından sakınırlar, itaate yönelip isyandan uzak dururlar. Allah’a olan itaatleri sevgiye dayalıdır. Zira seven kimse, sevdiğinin isteklerini derhal yerine getirir. Allah sevgisi, benliğini tanıyabilen, Rabbini zâtı ve sıfatlarıyla bilen müminlerin elde edebileceği bir kazanımdır. Bu sevgi, peygamberi kendi nefsinden önce bilmeyi, onun kişiliğini model almayı ve buna göre bir şahsiyet oluşturmayı başaranların bir meziyetidir. Cennet gibi manevî nimetler hariç, hiçbir dünyevî çıkar beklemeden kendini ilâhî amaçlar uğruna adayabilen, hayatının sonuna kadar, iman ve idealleri uğruna çalışabilen müminlerin hakkıdır.[126]

Olgun müminlerin sıfatlarından birisi, mümin dostlarına ve kardeşlerine karşı mütevazi davranmalarıdır. Müminlere karşı alçak gönüllü, sevecen, şefkatli ve merha­metlidirler. Müminler bir sevgi toplumu meydana getirirler, birbirlerine karşı hoşgörü­lü, uysal ve yumuşak başlı olurlar. Birbirlerine her işte kolaylık, yumuşaklık gösterir, zorluk çıkarmazlar.[127]

Olgun müminlerin sıfatlarından birisi, müminlere hasım olan ve düşmanca tavır alanlara karşı onurlu bir tutum takınmalarıdır. Onlar, kâfirlere karşı izzetli, kendini üs­tün gören, gerektiğinde katı / sert bir duruş sergilerler. Buradaki onurlu duruş ve kendi­ni üstün görme tavrı, kişisel olmayıp, itikâdî bir tutumdur.[128]

Sonradan gelen ve Allah’ı seven kuşağın bir diğer özelliği, ilâhî amaçlar uğrun­da, “Allah” kelimesi ve O’nun dini en yüce olsun diye mücadele etmek, gerektiğinde inkârcılara karşı savaşmaktır. Allah yolunda hakkın ve faziletin üstünlüğü için her şeyi­ni ortaya koyarak mücadele etmektir.[129]

Tarih boyunca birçok toplum, İslâm’ın bayraktarlığını yapmıştır. İnsanlar yeryü­zünde yaşadıkları müddetçe İslâm’ı ayakta tutan bir topluluk her zaman var olagelecek- tir. Mâide sûresi 54. âyette sözü edilen kavimlerden birisinin İslâm’ı seçen Türkler olabi­leceği söylenmiştir.[130]

Kınayanların kınamasından, eleştirisinden, itirazından çekinmezler. Dinleri uğ­runa fedakârlık gösterirlerken sağlam / kararlı bir duruş sergilerler. Allah yolunda gay­ret gösterirlerken, kınayanların kınamasından korkmazlar. Dinlerinin kendilerine emret­tiği şeyleri yerine getirirlerken, kınayanların kınamaları onları yollarından alıkoymaz. Bir vazifeyi yerine getirmek durumunda kaldıklarında, başkalarının gönlüne bakmaz, çıkarılan söylentilerin etkisinde kalmazlar. Çünkü hakkı ayakta tutmak, batılı ortadan kaldırmak için çalıştıklarının bilincindedirler.[131] Müslüman olduklarını itiraf etmekten, İslâm dinini yaşamaktan çekinmezler. Aleyhlerinde söylenenlerden ya da söylenme ih­timali olan şeylerden korkmadan Müslüman olduklarını açıkça gösterirler.[132]

İrtidât eden toplumun ardından gelen ve ilâhî değerleri benimseyen yeni toplu­mun sosyal yapısında köklü değişikliklerin olduğu görülmektedir. Bu toplumun düşün­ce, inanç, tutum ve davranış kalıplarının, sosyal kurumlarının, insanlar arası ilişkilerinin ilâhî ölçülere göre şekillendiği anlaşılmaktadır. Hepsinden de önemlisi, toplumda çö­zülme, yozlaşma, çatışma yerine, bütünleşme ve uyumun hâkim olduğu fark edilmekte­dir.

C.  “Tebdîl” / “İstibdâl”

“el-Bedel”, başka bir şeyin yerinde olandır ya da bir şeyi başka bir şeyin yerine koymaktır. Bedelü’şey’, bir şeyin diğeri demektir. “et-Tebdîl”, mutlak olarak bir şeyin durumunu değiştirmektir ya da yerine bedel / karşılık bulunmasa bile bir şeyi değiştir­mektir. “el-İbdâl”, bir şeyi diğerinin yerine koymaktır. Tebdîlüş-şey’, özünün aynı kalma­sı suretiyle bir şeyin şeklinin değişmesidir. “Beddele’ş-şey’e”, bir şeyi tahrif etti; “tebed- dele’şey’e”, değiştirdi demektir.133

Kur’an, “b-d-l” kökünden gelen sözcüklerle, din, değerler, inanç sistemi ve insa­nın iç dünyasının değişimini ifade eder. “B-d-l” fiil kökünden türemiş olan “tebdîl” ifa­desi, toplumsal değişmeyle ilgili önemli kavramlardan birisidir. Kur’an’da toplumsal değişimle ilgili olarak, bir toplumun yerine başka bir toplum getirme olgusu bu kelimey­le açıklanmıştır. Mutlak değişimi ifade ederken bu kavrama yer verilmiştir.134

Yüce Allah “tebdil” ifadesini kullandığı bir âyette, önce ilâhî değerlere uyma ko­nusunda gevşeklik gösteren bir toplumdan bahseder. Daha sonra önceki toplumun yeri­ni alan ve ilâhî değerlere bağlılık gösteren toplumun özelliklerine yer verir. Her iki top­lumu ayrı ayrı değerlendirecek olursak, bunlardan ilki Kur’an ölçülerine göre olumsuz yönde değişim göstermiştir. İkincisi ise, müspet yönde değişmiştir. Kur’an’dan anlaşıl­dığına göre ilâhî değerler yeryüzünde her zaman insanlar tarafından temsil edilecekler­dir. Ancak, onları temsil etme sorumluluk ve bilincini kaybeden toplumların yanında, kazananlar da olacaktır. İlâhî değerleri ihmal ve terk etmek menfî değişim olurken, onla­ra sahip çıkmak müspet değişimi ifade eder:

“İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. Ama içinizden cimrilik yapanlar var. Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum geti­rir de onlar sizin gibi olmazlar. “135

Müminler Allah yolunda harcama yapmaya, mallarının bir kısmını infak etmeye çağrılırlar. Zekât vermekle, savaşa çıkan gazilere yardımda bulunmakla, dine hizmet etmekle sorumlu tutulurlar. Ama onların aralarında cimri davrananlar, bunu vermekten kaçınanlar, Allah yolunda fedakârlık yapmaktan geri duranlar vardır. Allah yolunda cimri davrananlar sadece kendilerine karşı / kendi aleyhlerine cimrilik yapmış olurlar. Cimriliğin zararı kişinin kendinedir; birey böylece kendini sevaptan, Allah’ın rızasına nail olmaktan yoksun bırakmış olur. Çünkü Allah zengindir, kendi kendine yeterlidir, kimseye muhtaç değildir, onların mallarına ihtiyacı yoktur. Halbuki insanlar O’na muh­taçtırlar.136 [133] [134] [135] [136]

İnsanlar Allah yolunda mallarından vermezlerse, Allah da onlara vermez. Allah, uğrunda harcayan kimselere dünyada bereket âhirette cennet nimetleri verir. Ama Ken­di yolunda mallarını harcamaktan kaçınanları dünyada bereketten, âhirette de nimetten yoksun bırakır. İnsanların mallarını Allah yolunda harcamaları kendi yararlarınadır.[137]

Âyette sözü edilen değişim olumsuz yönde gerçekleşmektedir. Değişimin temel sebeplerinden birisi ekonomik dengesizliktir. Ekonomik dengesizlik, toplumları çöker­ten ve başka bir topluluğun onların yerlerini almasına neden olan önemli bir faktördür. Sahip olunan mülkü harcanacak yere harcamasını bilmeyen ve ihtiyaç sahiplerini gö­zetmeyen toplum yıkılmaya adaydırlar. Yüce Allah bu gibi durumlarda, onlar gibi dav­ranmayan bir toplum getireceğini vurgulamaktadır.[138]

Eğer insanlar cimrilik ederek Allah’a inanmaktan ve ilâhî emirlere-yasaklara / değerlere itaatten / uymaktan, O’nun peygamberi aracılığıyla gönderdiği Kitab’ındaki hükümlerine bağlılıktan yüz çevirirlerse, dönerlerse, vazgeçerlerse, iman ve takvâ içeri­sinde infakta bulunmaktan, sadaka vermekten uzak dururlarsa, bu ve benzeri mükelle­fiyetlere sahip çıkmazlarsa, onları helâk eder ve başka toplumları onların yerlerine geçi­rir. Onların yerine, onlardan daha itaatkâr olan başka bir nesli, onlardan başka bir toplu­luğu, İslâm dini ile şereflendirir.[139]

Allah, öncekilerin yerine, onların sahip olduğu sıfatların aksi özellikteki kimsele­ri getirir. Onlar öncekiler gibi, Allah yolunda infak etme konusunda cimrilik yapmazlar. Bilakis cömert ve eli açık olurlar. İmana ilgisiz kalma ve Allah’tan yüz çevirme konu­sunda önceki kuşak gibi olmazlar. Allah’a karşı samimiyet ve takvâda, itaatte gevşeklik göstermezler; her türlü isyandan uzak dururlar. Dinleri konusunda ilâhî sınırların dışına çıkmazlar. İlâhî emir ve yasaklara aykırı davranmazlar; aksine dinler ve itaat ederler; inanır ve gereklerini yerine getirirler. Dinin bütün emirlerine uymaya gayret gösterirler. İman ve takvâ ile ilâhî değerlere sahip çıkar, rağbet gösterir, böylece kendilerine vaat edilen ödüllere nail olurlar.[140]

Allah’ın bir toplumu ilâhî daveti için seçmesi, büyük bir iyilik ve bağıştır. Eğer insanlar bu daveti değiştirmezlerse, bu fazilete layık olurlar. Şayet kendilerine verilen nimetin kıymetini takdir edemez, sorumluluklarının bilincine varamaz ve onların gerek­lerini yerine getirmede gevşek davranırlarsa, Allah verdiği nimetleri onlardan geri alır. Allah bu nimet için ona lâyık olacak başka bir topluluğu seçer.[141]

Din sadece vicdanlarda gizli bir olgu değildir. Toplumun her alanını kapsayan değerler dizgesine sahiptir. Din alanında meydana gelen bozulma ve değişmeler, değer­ler ve bunların uygulaması konusunda da kendini belli eder. Dine ve onun getirdiği de­ğerlere bağlılık ise, toplum hayatında köklü değişiklikler meydana getirir. Yukarıdaki âyette, (47/38) din konusunda bozulmaya yüz tutan, buna bağlı olarak başta ekonomik alan olmak üzere, dinin koymuş olduğu değerlerden uzaklaşan bir toplum portresi çi­zilmiştir. Buna karşılık, dine sahip çıkan bir topluluğun, diğerlerinin tersi özellikler taşı­yan bir toplumsal yapı ortaya koydukları açıklanmıştır. Dini terk etme toplumların ya­pısını olumsuz yönde; dine sahip çıkma ise, olumlu yönde etkilemiş ve değiştirmiştir.

Kur’an’da “tebdîl” ifadesi, ilâhî değerlerden uzaklaşarak kültürel yozlaşmaya uğrayan toplumun yerini Allah’a itaate dayalı kültürel bir yapı kuran toplumun alması­nı anlatır:

“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa âhirete göre dünya hayatı­nın yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”[142]

Yüce Allah’ın sosyal değişimi ifade etmek için Kur’an’da kullandığı kelimelerden birisi “tebdîl”dir. Burada (9/38-39), “ve yestebdilü kavmen ğayrakum” yani sizi başka bir kavim ile değiştirir, yerinize başka bir kavim getirir buyrulmaktadır. Söz konusu değişimin oluş tarzı, bir toplumun yerini diğerinin alması şeklindedir. Değişimin dina­mikleri ise, Allah’ın dinini koruma konusunda gevşeklik göstermek, âhiret hayatını bı­rakıp sadece dünyaya yönelmektir. Bütün bunlar, Kur’an’a göre, bir toplumun çöküp yerine diğerinin gelmesine sebep olabilecek faktörledir.[143]

Yüce Allah âyette, “Allah kendi yolunda elbirliğiyle savaşa çıkın!” diye cihada çağrıldıklarında yere çakılıp kalan, ağırdan alan, gönülsüz davranan müminleri yermiş, uyarmıştır. Onları, “âhiret hayatından vazgeçip, onun iyiliklerini gözden çıkarıp bu dünyadaki hayatın rahatlıklarıyla kendilerine doyum sağlama peşinde olmakla” vasıf- landırmıştır. Daha sonra, bu dünya hayatının, sağladığı yararın, verdiği haz ve doyu­mun âhiret hayatının vereceklerinin yanında pek az ve değersiz bir şey olduğunu açık­lamıştır.[144]

Yüce Allah müminlere olan uyarılarını şöyle sürdürmüştür: Bakın eğer Allah yo­lunda size emredilen savaşa elbirliğiyle çıkmazsanız, sizi çok çetin, acı bir azapla ceza­landırır. Sizin yerinize başka itaatkâr bir topluluk getirir. Allah’ın böyle yapmasına hiç­bir şey engel olamaz; O’na hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Allah’ın her şeyi irade ve takdir etme gücü vardır. O, her şeye hakkıyla güç yetirendir.[145]

Âyette geçen “yüazzibkum azâben elîmen” ifadesi, Allah yolunda savaşa katıl­makta ağır davranan, peygamberin çağrısı üzerine savaşa iştirak etmeyen toplumun dünyada başına gelecek acı azabı anlatır. Buna göre, Yüce Allah onların başlarına dehşet verici büyük felâketler getirir, hoşlandıkları dünya hayatını kuraklık, kıtlık, yokluk, baş­ka toplumların düşmanlığına maruz kalma, esareti altına girme gibi sebeplerle ellerin­den alır.[146] Sahip olduğu dinî inanç ve değerlerden uzaklaşmak suretiyle kültürel açıdan yozlaşan toplumun sadece manevî değil, maddi kültür unsularında da bozulmalar, ka­yıplar ortaya çıkar. Toplumun ekonomik varlık ve yapısında, siyasal düzeninde, toplu­mu işleten kurumlarda, bütünleşme ve çatışma dengesinde, bilgi ve teknolojiye sahip olmada kayıp ve zararlar, bozulmalar görülür.

Bu âyet, toplumlar için geçerli olan sosyolojik bir yasayı dile getirir. Âyetin nâzil olduğu ortamda, hitap belli bir topluluğa ve belli bir duruma ilişkin olsa da, Allah’ın dinine iman eden herkesi içerisine alır. Savaşa çıkma görevini yerine getirmekten kaçı­nanlara verilecek ceza âhiret azabıyla sınırlı değildir; onlar için dünyada da azap vardır. Bunlar dünyada aşağılanmış bir konumda olmak, düşmanlarının tahakkümü altında kalmak, maddî imkânlardan yoksun bırakılmak ve bu imkânların düşmanlarının sömü­rüsüne açık hale gelmesidir. Savaştan kaçındıkları takdirde, savaşta kaybedeceklerinden daha çok can ve mal kaybına uğramak, daha çok aşağılanmışlığa maruz kalmaktır. Ken­dilerine yapılan saldırılara karşı koymayan toplumlar, düşmanlarının ayakları altında ezilir, onursuz bir hayat yaşamaya mahkûm olurlar.[147]

Âyette geçen “ve yestebdil kavmen ğayrakum” ifadesinin anlamı şudur: Allah yerinizi sizden başka bir kavme verir, sizin rolünüzü ve imkânlarınızı onlara aktarır. Sizin yerinize Allah’a ve resûlüne itaat eden başkalarını getirir. Peygamber, onları sava­şa çağırdığı zaman işi ağırdan almazlar, gönülsüz davranmazlar. İnançlarına sıkı bir şekilde bağlanırlar, iman şerefine nail olmanın bedelini öderler, Allah’ın düşmanları karşısında galip pozisyonda olurlar. Müfessirler, getirilecek yeni toplumun Yemenliler ya da Farslılar olduğunu söylemişlerdir. Doğru olan anlam, âyetin hükmünün herhangi bir topluma özgü kılınmamasıdır. Delilsiz olarak belli bir topluluğun adını zikretmek tutarlı bir yaklaşım değildir.[148] Belki sadece örnek olarak uygun topluluklar gösterilebi­lir.

Din değiştirmek, insanların yaşayışını etkileyen temel faktörlerdendir. Dinî alan­da gerçekleşen değişiklikler, toplumun değer yargılarında köklü değişikliklere neden olur. Yüce Allah, İslâm’ı din olarak seçtikten sonra, dinden dönmeyi “yoldan sapma” olarak niteler. Farklı din mensuplarının, Müslümanları dinlerinden döndürmek için ça­ba harcayacaklarını haber verir. Bu tür dış tesirlerin etkisiyle, dinden dönme olaylarının gerçekleşebileceği, dolayısıyla Müslüman toplumunun olumsuz yönde değişime uğra­yabileceği uyarısını yapar:

“Yoksa daha önce Mûsâ’nm sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim imamı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur. Kitap ehlimden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah, gücü her şeye hakkıyla yetendir.”[149]

Bu âyetler, inkârcıların, özellikle de Yahudilerin Müslümanlar hakkındaki kötü planlarını ortaya koymaktadır. Nitekim Ehl-i Kitap’tan Yahudi ve Hıristiyanlar’dan bir­çokları Müminleri, iman etmelerinden, İslâm dinine girmelerinden sonra irtidât ettirme­yi, kâfir yapmayı, tevhît inancından döndürmeyi, Hz. Muhammed’e bağlılıktan vazge­çirmeyi istemişlerdir. Yeniden hakikati inkâra dönmelerini temenni etmişlerdir. Bunun için her türlü hileye başvurmuşlardır. Onların en büyük gayeleri, müminleri eski Cahili- ye geleneğine, Allah’a ortak koşmaya dayalı inkârcılığa geri döndürmek, aralarındaki toplumsal bütünlüğü bozmak, nüfuzlarını kırmak olmuştur.[150]

Rivâyet edildiğine göre, Uhud savaşından sonra Yahudilerden Fenhas İbn Azura, Zeyd İbn Kays ve daha birkaç kişi, sahabeden Huzeyfe İbn Yemân ve Ammâr İbn Yâsir’e gelerek onları dinlerinden döndürmek amacıyla şöyle demişlerdir: “Başınıza geleni gördünüz, eğer hak yolda olsaydınız savaşta bozguna uğramaz, mağlup olmaz­dınız. Artık bizim dinimize dönün, bu sizin için daha hayırlıdır. Bizim yolumuz, sizin dininizden daha hayırlıdır.” Bunun üzerine Huzeyfe ve Ammâr çok kararlı bir şekilde onların tekliflerini reddetmişler ve dinlerine bağlılıklarını belirtmişlerdir. Yine Yahudi­lerden, Müslümanlara şiddetli düşmanlık gösteren Huyey İbn Ahtab ve Ebû Yâsir İbn Ahtab güçleri yettiğince insanları İslâm dininden döndürmeye çalışmışlardır. Bu olaylar üzerine âyetin nâzil olduğu söylenmektedir.[151]

Âyetlerde köklü bir değişim dile getirilmektedir. Burada değişmenin yapıcı fak­törü insanın tutum ve tercihlerine bağlanmıştır. Birtakım dış etkenlerin tesirlerinden söz edilse de, asıl tercihi yapanın insan / toplum olduğu ortaya konulmuştur.[152]

Âyette, Müslümanları değiştirmeye uğraşanlarla, değişmeye davet edilen Müslümanlar olmak üzere iki farklı topluluk söz konusudur. Burada toplumsal değişmenin görünümlerinden insan unsuru açıkça kendini belli etmektedir. Âyette, inkârcılar, münâfıklar etkilemeye çalışan, Müslümanlar ise etkilenmek istenen tarafı oluşturmakta­dır.

D.  “İhrâc” -Karanlıktan Aydınlığa ya da Aydınlıktan Karanlığa Çıkarma-

Kur’an’da çoğu kez iman toplumsal değişmenin temelinde yatan gerçek bir fak­tör olarak ön plana çıkarılır. Toplumlardaki diğer değişmelerin temeli, hepsinden de önemlisi, fikrî ve itikâdî değişimdir. Kur’an’ın “karanlıktan aydınlığa çıkma” olarak tas­vir ettiği ifadelerde, siyahtan beyaza tam bir değişimden, üzerinde bulunulandan zıt bir kutba geçme durumundan bahsedilir:[153]

“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin veli­leri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemlik­lerdir. Orada ebedî kalırlar.”[154]

Bu âyette toplumsal dönüşüm olayından bahsedilmektedir. Âyet, toplumu konu edinmektedir. Toplumun bir halden başka bir hale dönüşmesi özgün kavramlar kullanı­larak tasvir edilmektedir. Yapılan tasvire göre, toplum daima “nûr” ve “zulumât” ko­numlarından birisindedir. Bu konumlardan her birine yavaş yavaş ilerleyen süreçlerle ulaşılır. Toplum söz konusu süreci tamamladığında dönüşüm meydana gelmiş olur. Bu dönüşümün yönü “nûr”dan “zulumât”a doğru olduğu gibi, “zulumât”tan “nûr”a doğru da olabilir. [155]

 Âyette, Kur’an’ın bakış açısına göre, değişimin her iki yönüne de yani hem olumlu hem de olumsuz boyutuna işaret edilmiştir. Yapılan tasvire göre, “zulumât”tan “nûr”a doğru olumlu yönde; “nûr”dan “zulumât”a doğru da olumsuz yönde değişim­den bahsedilmiştir.

“İhrâc” kavramıyla zikredilen bu dönüşümün kendine özgü bir anlamı vardır. Gece ile gündüzün birbirinden çıkarak dönüşmeleri gibi, toplumlar da birbirleri içinden çıkarak dönüşürler. Her toplumda taraflar mevcuttur. Taraflar arasındaki gidiş gelişler dönüşümü meydana getirirler. Âyette dönüşüm sürecini tasvir eden kavramları incele­diğimizde, dönüşümün iki tarafına ilişkin mefhumları şu şekilde sıralayabiliriz: Taraf­lardan birini, “Allah”, “dostluk”, “müminler”, “ihrâc” ve “nûr”, diğerini ise, “tâğût”, “dostluk”, “kâfirler”, ihrâc” ve “zulumât” oluşturur. [156]

Âyette açıklandığı şekliyle, Yüce Allah, inanç sahiplerine ve inançlarının gereğini yerine getirenlere yakındır. Kendisine inananların velîsi yani seveni, dostu, koruyucusu, hidâyete ve başarıya eriştirenidir. Onları bahşettiği fıtrî din, akıl, peygamberler ve vahiy sayesinde koyu karanlıktan / cehâletten, hevâya tâbi olmaktan, inkâra sürükleyen şüphe ve kuruntulardan aydınlığa çıkarmak ister. Şirk ve sapıklığın, inkârın, isyanın, duyarsız­lık ve yüz çevirmenin karanlığından hidâyete, apaçık, bilgiye dayalı kesin imanın aydın­lığına kavuşturur. İmanın aydınlığında Allah’a itaate, Rabb’ine tam olarak yönelmeye, hayırlı ameller işlemeye muvaffak kılar, kişiliklerini terbiye eder, vahiy ve iman nuruyla aydınlattığı kalplerine huzur verir, doğru yolda gitmeyi nasip ederek onları âhiret mut­luluğuna kavuşturur.[157]

Allah’ın dışında tanrı sanılan ve ilâh olarak bağlanılan “tâğût” yani cin ve insan şeytanları, her batıl şey, insanları aydınlıktan ve hidâyetten / doğru yoldan saptırır, ka­ranlığa sürükler. Onları batıla, kötülüğe teşvik eder, inkârı, doğru yoldan çıkmayı onlara çekici gösterir. Bazı nankör insanlar da ilâhî gerçekleri inkâra şartlanmış bu kimselere yakınlık gösterirler, onları dost edinirler. Halbuki onlar, kuruntu ve vesvese vermek suretiyle kendilerini hidâyetin / imanın aydınlığından çıkarıp dalâletin, batıl düşünce ve inançların derin karanlığına iten, insanın doğal kabiliyetlerini bozan, bütünüyle maddi hazlara dalmasına sebep olan kötü güçlerdir.[158]

Âyette tasviri yapılan hem olumlu hem de olumsuz yöndeki değişimin etmeni ve sonucu, düşüncelerin, inanç sistemlerinin değişmesidir. Değişime uğradığı söylenen insanların dünyaya, topluma, tarihe, varlık ve olaylara, Allah’a bakış açılarında farlıklılaşma meydana gelmiştir. Burada toplumsal değişme etkenlerinden birisi olan “ideolo­jinin rolüne vurgu yapılmıştır. Olumlu yöndeki değişimde, insanların cehaletten, hevâya tâbi olmaktan, inkâr, isyan ve itaatsizlikten, hidâyete, imanın aydınlığına, Al­lah’a itaate, hayırlı ameller işlemeye yönelişleri söz konusudur. Olumsuz yöndeki deği­şimde ise, bunun tam tersi olur.

Bu âyetin, Hz. Îsâ’ya iman eden, Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönde­rilmesinden sonra onu inkâr eden kimseler hakkında indiği rivâyet edilir. Onların bu durumu, aydınlıktan çıkarılıp, karanlığa itilmeleri olarak açıklanır.[159] Âyetin, Hz. Îsâ’ya iman etmekte iken, Hz. Muhammed’in peygamber olarak gelmesiyle ona iman edenler hakkında indiği de rivayet edilmiştir.[160]Âyetin İslâm dininden dönen bir topluluk hak­kında inmiş olabileceği de rivayet edilmiştir.[161]

Âyetin lafzı, içerdiği hükmün herhangi bir toplulukla sınırlı olamayacağına işaret eder. Âyette geçerli olan hüküm bütün insanları ve toplumları içine alır. Allah iman eden her topluluğu inkârın karanlığından çıkarıp imanın aydınlığına eriştirir. Peygam­ber gelmesine rağmen, şeytanın dürtmelerine aldanan kimseler ise sanki imandan çıka­rılmış olurlar.[162]

Işığın çekildiği yeri karanlığın bastırması gibi, Müslüman bir toplumun çekildiği ortamı da imandan yoksun bireylerin oluşturduğu topluluk doldurur. Aynı anda hem aydınlık hem de karanlık olmayacağı gibi, bir toplumda aynı bireyler hem ilâhî değerle­re bağlı hem de bunlara karşıt durumda bulunmazlar.[163]

Yüce Allah bir âyette, insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmayı Kur’an mesajla­rıyla ilişkilendirmiştir. “Zulumât”tan “nûr”a geçişin ilâhî bilgi aracılığıyla gerçekleşebi­leceğini belirtmiştir. Bir toplumun düşünce ve inanç yapısının değişebilmesi için bilgi birikimine ihtiyaç vardır. Sosyal değişmeyi etkileyen bir faktör olarak bilgi, değişmeyi başlatır ve hızlandırır. Allah, insanların iman ve ilâhî değerler doğrultusundaki değişi­mini başlatan şekillendiren faktörün Kur’an mesajları olduğunu ifade etmiştir:

“Ey kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip dur­duğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor. İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir. Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.”[164]

Yüce Allah, Kitap Ehli’ne yani Kitâb-ı Mukaddesi izleyenlere, gizlemekte olduk­ları Kitab’ın birçoğunu açıklamak amacıyla peygamber göndermiştir. Allah tarafından kendilerine bir nur ve apaçık ilâhî kelâm ulaşmıştır.[165]

Allah, Hz. Peygamber ve bu ilâhî kelâm yani Kur’an vasıtasıyla, iman ederek Kendi rızasını arayan herkese ilâhî azaptan kurtuluşa götüren hayır yollarını, Allah yo­lunu gösterir. Rahmeti, dilemesi ve muvaffak kılması ile onları karanlığın derinliklerin­den aydınlığa çıkarır. Şirkten, inkârcılığın her türlüsünden imana, tevhît akidesine, İslâm’a, Kur’an’ın gösterdiği yola yöneltir. Kendi’sine ulaştıran en yakın olan yola, dün­yada hayra, âhirette cennete götüren, ilâhî değerlerin hâkim olduğu dosdoğru hak yola sevkeder. Bu yol Allah’ın dini İslâm’dır.[166]

İnsanların dinî inanç bakımından olumlu yönde değişimini karanlıktan aydınlığa çıkmak olarak tasvir eden Kur’an, bu değişimi ilâhî bilgiye bağlar. İnandığı değerleri ilâhî öğreti doğrultusunda şekillendiren toplumun karanlıktan aydınlığa doğru değişim göstereceğini belirtir:

“Elif Lâm Râ. Bu Kur’an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait olan Allah’ın yoluna çı­karman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin hâline.”[167]

Bu âyet, Peygamberin gönderiliş gayesinin, Kur’an’ın Hz. Muhammed’e indiril­mesinin amacını / sebebini açıklamaktadır: Kur’an, Allah’ın izniyle, muvaffak kılması ve kolaylaştırmasıyla bütün insanlığı küfrün / inkârın, batıl inançların, dalâletin, şüphe ve belirsizliklerin, cehaletin kopkoyu karanlıklarından aydınlığa çıkarmak, sapıklıktan kur­tarıp doğru yola iletmek için Hz. Muhammed’e vahyedilerek indirilen ilâhî kelâmdır. Bu kitap / Kur’an, ışığıyla insanları imanın ve hidâyetin aydınlığına, Yüceler Yücesi’nin, her övgüye layık olanın yoluna çıkarır. Peygamberlerin mesajlarından uzak yaşayan top­lumlar, karanlıklar içerisindedirler. İnsanlar ancak peygamberlerin getirdikleri mesajlar sayesinde karanlıklardan kurtulur, aydınlığa kavuşurlar. Erdemli toplumlar ancak vah­yin rehberliğinde ortaya çıkabilirler. Âyette, “zulümât” ve “nûr”, istiâre yoluyla dalâlet ve hidâyet anlamında kullanılmıştır.[168]

E.  “Eyyâmullâh”

Yüce Allah, bir âyette, toplumların yaşantılarında önemli değişimler meydana getiren olaylardan “eyyâmullâh” / Allah’ın günleri diye bahsetmiştir. Âyette sözü edilen “eyyâm” yani “günler” ifadesi, genel anlamda toplumsal olayların yaşandığı süreçteki zaman olgusunu öne çıkarmaktadır. Dolayısıyla âyette, toplumsal değişmenin görü­nümlerinden birisi olan zaman boyutu açık bir şekilde ifade edilmiştir:

“Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bun­da çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”[169]

Yüce Allah bu âyette, İsrâil oğullarına “Allah’ın günleri”ni hatırlatarak, öğüt vermek için mucizelerle, kanıtlarla ve Tevrât ile kavmine gönderdiği Hz. Mûsâ’nın da­vet sürecinden bir sahneyi haber vermiştir. Allah Hz. Mûsâ’ya âyetlerini göndermiş ve ona, “Halkını inkârın kopkoyu karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara “Allah’ın günle- ri”ni hatırlat!” diye emretmiştir.[170] Kur’an’ın, toplumların yaşadığı değişimlere, onların başlarına gelen kitlesel olaylara vurgu yapmasının amaçlarından birisi, tebliğde, insanla­rı ilâhî mesajlara davette delil oluşturmasıdır. Nitekim âyette, bir tebliğci olarak Hz. Mûsâ’nın toplumların başlarına gelen olayları insanlara hatırlatması istenmiştir.

Sûrenin birinci âyetinde (14/1) Kur’an’ın gönderiliş amacı açıklanmıştı, burada aynı emirlerin Tevrat’ta da olduğu açıklanmıştır. Bir başka deyişle, Tevrât ile Kur’an’ın gönderiliş gayesinin aynı olduğu anlaşılmaktadır. Allah’ın Kur’an’ı Hz. Muhammed’e indirmesinin amacı, “zulumât”tan “nûr”a çıkarmak için davette bulunmak olduğu gibi, Hz. Mûsâ’nın da âyetlerle İsrâil oğullarına gönderiliş amacı aynıdır.[171]

Burada sözü edilen “günler”, hatırlanabilen önemli / büyük tarihî olayların ya­şandığı zamanlardır. Nitekim “gün / günler” kelimesinin Arap dilinde böyle bir anlamı vardır. “Falan kimse Arap günleri hakkında alimdir.” denildiği zaman, onların başından geçen olaylar hakkında bilgi sahibidir, manası kastedilir. Kelime, hem olumlu / “na’mâ” hem de olumsuz “belâ” türünden önemli olaylar ve devirler hakkında kullanılmaktadır. “Eyyâmullâh”, insanlığın ya da bir toplumun hayatında meydana gelen çok dikkat çeki­ci olay, refah dönemini ya da sıkıntı dönemini ortadan kaldıran süreçtir. Her milletin tarihte iniş çıkışları, olumlu-olumsuz, başarılı-başarısız dönemleri bulunmaktadır. “Eyyâmullâh” kelimesiyle, geçmişteki önemli şahsiyetlere, toplumların başlarına gelen olaylara, onlara tutum ve davranışlarına göre verilen ceza ve ödüllere değinen insanlık tarihinin önemli olayları kastedilir. Nitekim Allah, isyanları, peygamberleri yalanlama­ları sebebiyle birçok toplumu cezalandırmış, helâk etmiştir. Hz. İbrahim’e, Hz. Nûh’a inanmayan insanların, Nûh, Âd ve Semûd kavminin akıbeti, başlarından geçen olaylar, Allah’ın günleri kapsamına girer. Yüce Allah, Hz. Mûsâ’dan, gerek İsrâil oğullarının gerekse diğer milletlerin başlarına gelen felâketlerin yaşandığı zamanları hatırlatmak suretiyle insanlara öğüt vermesini, onları uyarmasını istemiştir.[172]

“Zaman”, toplumlar için en güçlü oluşturuculardan biri olduğu gibi, aynı za­manda en güçlü yıkıcıdır. Nitekim “eyyâmullâh” ifadesi de, toplumların başına gelen hem olumlu hem olumsuz, hem nimetlerle, refah ve bollukla, ödüllerle, başarılarla hem de belalarla, sıkıntılarla, cezalarla imtihan edildikleri olayları ve bunların yaşandığı de­virleri anlatır.

Âyette yapılan bu hatırlatmada, darlığa sonuna kadar göğüs germesini ve Al­lah’a yürekten şükretmesini bilen herkes için çıkarılacak derler vardır. İnsanlar geçmiş toplulukların nimetlerle ya da belâlarla imtihan edildiklerini öğrendiklerinde üzerlerine düşen sabır ve şükür konusunda daha uyanık olurlar.[173] Toplumların hayatından kesit sunularak tasvir edilen sosyal değişme olgusu Kur’an’ın bakış açısıyla sadece bir bilgi ve araştırma konusu değildir. Yüce Allah, Kur’an’ın muhatabı olan müminleri, toplumları etkileyen değişim süreçlerini öğrenmeye ve bunlardan dersler çıkarmaya çağırmıştır.

F.  “Izhâb” -Bir Toplumu Ortadan Kaldırma Yerine Yeni Bir Halk Getirme-

İlâhî değerlere karşı çıkan toplumların, varlıklarını sonsuza kadar devam ettir­meleri mümkün değildir. Zaman içerisinde bu toplumun yerine, Allah’a itaat eden ilâhî değerlere sahip çıkan bir toplum gelebilir. Toplumları bu şekilde değiştirmek, daha doğ­rusu toplumlar ve nesiller arasında değişmenin yasalarını koyup takdir etmek Yüce Al­lah’ın gücü dahilindedir:

“Allah’ın, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.”[174]

Allah gökleri ve yeri belli bir gerçekliğe göre yaratandır. Onları amaçsız ve boş yere yaratmamıştır.[175]

Dilerse insanları ortadan kaldırır, helâk eder ve yerlerine bedel / karşılık olarak yeni bir yaratılmışlar topluluğu getirir. O’nun insanları yok etmeye, yerlerine yeni / baş­ka bir hayat getirmeye -tıpkı varlığı yaratmaya kâdir olduğu gibi- gücü yeter. Yeni yara­tılanlar insan şeklinde olabileceği gibi, başka varlıklar da olabilirler. Âyette geçen lâfzen “yeni bir yaratma getirir” ifadesi, yeni bir toplum getirir olarak anlaşılabilir. Burada ya­ratma eylemi, halk, insanlık anlamına gelir. Allah dilerse, asi olan insanları yok eder, itaatkâr olanları getirir. Sonrakiler öncekiler gibi olmazlar. Sonra gelenler de öncekiler gibi olsalardı, değişimin bir anlamı olmazdı. İbn Abbas’ın ifade ettiği gibi âyet, “Ey inkârcılar, Allah sizi vefat ettirir, sizden daha erdemli, hayırlı ve itaatkâr bir topluluk yaratır.” anlamına gelir. Buna göre, indiği dönem itibariyle âyetin muhatabı Mekke hal­kıdır. Nankörlüklerini bırakıp Allah’ın çağrısını kabul etmedikleri takdirde, onları vefat ettirip yerlerine yeni bir nesil getirilir. Yeni getirilen kavim, öncekilerden daha itaatkâr olur. Burada sözü edilen yaratılış, insan cinsiyle ilgili olan yeniden yaratmadır. Allah mevcut topluluklar gibi, herhangi bir topluluğun yerine bir başkasını getirmeye güç yetirendir. Bir toplumun yerine yeni bir toplumun getirilmesi, Mâide sûresi 54. âyetteki mananın bir başka ifadesidir.[176]

Âyete, (14/19) insanların vefat ettirildikten sonra yeniden diriltilmeleri anlamı da verilmiştir.[177] Âyette yeniden yaratılacağı söylenenlerin insandan başka varlıklar olma ihtimali de göz önünde bulundurulmuştur. Buna göre âyetin manası, “Allah insanların yerine farklı cinsten varlıklar getirmeye de kâdirdir.” demektir.[178]

Burada açıklananları yapmak, var olan insanları yok edip yerlerine başka bir ya­ratılmışlar topluluğu yahut yeni bir kavim getirmek, diğer şeyleri yapmak Allah için zor değildir. “el-Kavî”, “el-kâdir”, sıfatlarına sahip olan bir varlığa hiçbir şey zor gelmez.[179]

G.  Ehlekne’l-Kurûne min Kablikum / Sümme Cealnâkum Halâife fi’l-Arz

Din toplumsal değişime yön veren faktörlerden birisidir. Bir yandan sahip oldu­ğu inanç ve değerler sistemiyle toplumun kültürel yapısını değiştirirken, diğer yandan toplumun maddî yapısına da etkide bulunur. Aşağıdaki âyette de belirtildiği gibi, Yüce Allah Hz. Muhammed’e tâbi olanları, cahiliye Araplarının yerine geçirmiştir, toplumda liderlik rolünü onlara vermiştir. Dinlerine bağlı kaldıkları ve onun gereği olan iyi davra­nışları sürdürdükleri müddetçe, bu konum ve role sahip olmaya devam edeceklerini bildirmiştir:

“Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdik­leri hâlde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız. Sonra, nasıl davranacağınızı görelim diye, onların ardından yeryüzünde sizi onların yerine getirdik.”[180]

Âyet, Hz. Muhammed’e ve onun getirdiği Kur’an’a tâbi olan müminlere hitap etmektedir: Allah, tarihte, haksızlık eden, peygamberlere ve getirdikleri mesajlara karşı çıkan nice kuşakları helâk etmiştir. Peygamberlerin getirdiği mesajları inkâr eden, zulüm ve isyanı alışkanlık haline getiren, dolayısıyla ilâhî imtihanı başaramayan kimselerden liderlik rolünü geri almıştır. Tarihin belli bir döneminde de Kur’an’ın ilk muhatabı olan Araplar, öncekilerin yerine getirilmiştir. Hz. Muhammed’e uyanlar, tarihte kökleri kesi­len toplumların ardından yeryüzünde hüküm süreceklerdir. İyi davrandıkları ve olumlu özelliklerini korudukları müddetçe varlıklarını devam ettireceklerdir. Fakat önceki ku­şakların tâbi olduğu sosyal yasalar onlar için de geçerlidir. Eğer Müslümanlar da ilâhî âyetlerden yüz çevirir, zulme yönelirlerse, onlar da helâk olmayı hak ederler. Olumlu özelliklerini yitirip zulme, kötülüğe, günahlara dalarlarsa, Allah onları büyük bir felâketle yok eder ya da düşmanlarını onların başlarına musallat kılar. Öncekilerin uğ­radıkları akıbete uğrarlar, tarihten silinirler. İşte bunlar toplumlar için geçerli olan ilâhî yasalardır.[181]

H.  “Vâris” Kılma / “Vâris” Olma

Tarihte olumsuz davranışları sebebiyle pek çok toplumun helâk edildiği ve onla­rın yerlerine başka toplumların getirildiği Kur’an’da haber verilmektedir. Toplumlardan, bu geçmiş medeniyetlerin başlarına gelenlerden ders çıkarmaları istenmektedir. Bir medeniyetin yerine yeni bir medeniyetin getirilmesinin sosyolojik bir ilke olduğuna işa­ret edilmektedir. Helâk edilen toplumlardan sonra, kimlerin onların yerini alacağı belir­tilmekte ve her dönemde bu role ve gereklerini yerine getirmeye layık birilerinin bulu­nacağı vurgulanmaktadır.[182]

Toplumsal değişmeler, bazen siyasal ve ekonomik açıdan zayıflatılarak temel in­sanî haklardan yoksun bırakılan ve ezilen gurup ya da toplulukların içinde bulundukla­rı durumdan kurtulma isteklerinin eyleme dönüşmesiyle gerçekleşir. Bu tür değişim taleplerine değinen âyetlerden birisi şudur:

“Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüp­hesiz o, bozgunculardandı. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta buluna­lım, onları önderler yapalım ve onları vârisler kılalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim.”[183]

Kendisini büyüklük duygusuna kaptıran, ülkesi Mısır’da üstünlük taslayan, zor­balık yapan ve azgınlıkta sınır tanımayan Firavun, yönetimi altındaki insanlara adil dav­ranmamış, onları sosyal tabakalara / sınıflara ayırmıştır. Yönetimi altındaki İsrâil oğulla­rını ezmiş, hor ve güçsüz duruma düşürmüş, köleleştirmiş, Mısır toplumu içerisinde en aşağı tabakalara itmiş, bütün insan haklarından yoksun bırakmış, onlara acıların en bü­yüğünü reva görmüştür. Onların yeni doğan erkek çocuklarını öldürüp, hizmetçi olma­ları için kızlarını sağ bırakmıştır.[184]

Yüce Allah ise, ezilenleri, ezmekte olan düşmanların mülküne yani Firavun’un ve çevresinin şeref ve itibarına, ülkesine, ellerindeki imkânlara vâris kılmayı dilemiştir. Allah hor görülen, yeryüzünde güçsüz duruma düşürülen İsrâil oğullarını Hz. Mûsâ’nın önderliğinde Firavun’un esaretinden, baskı ve zulmünden kurtarmış, onlara nimet ve imkânlar vermiştir. Aralarından daha başka peygamberler göndererek onları önderler yapmıştır. Önceleri hor görülen, alay edilen, zorla itaat ettirilen köle konumunda kimse­ler iken, onların din ve dünya işlerinde, iyilik yapmada, yöneticilikte kendilerine itaat edilen öncüler, yöneticiler olmasını sağlamıştır. Hz. Süleyman ve Hz. Dâvûd döneminde güçlü bir devlet kurmuşlardır. Şam’a ve uzun süre esaret hayatı yaşadıkları, kaçmak zorunda kaldıkları Mısır’a hâkim olmuşlardır. Bu topraklarda güç ve iktidar sahibi ol­muşlar, diledikleri gibi tasarrufta bulunmuşlardır. Peygamberlerine iman eden ve onla­rın getirdikleri mesajlara uygun olarak hayatlarını düzenleyen İsrâil oğulları medeniyet bakımından yükselmişlerdir. Allah’ın toplumlar için koymuş olduğu yasalar onların şahsında bir kez daha gerçekleşmiştir.[185]

Toplumsal değişimin meydana geliş biçimlerinden birisi, uzun süre baskı altında yaşamış, siyasal ve ekonomik bağımlılıkla birlikte her türlü yoksunluğa maruz bırakıl­mış bir topluluğun isyanıdır. Kur’an, bu durumu uzun süre Firavunların baskısı altında yaşayan İsrâil oğullarının Mısır’dan çıkarılmaları hadisesinde ortaya koymuştur.[186]

Bu âyetler, İsrâil oğullarının tarihi ve onların Mısır’da hâkim olan yönetim karşı­sındaki mücadeleleriyle ilgili olmakla birlikte, insanlık tarihinde sürekli tekrarlanan bir gerçekliğe işaret eder.[187]

Bazı devirlerde toplum içerisinde zorlanma ve gerilim çok fazla artar. İşte bu tür toplumsal patlamaların ardından dinsel diriliş hareketlerinin ortaya çıkması söz konusu olabilmektedir. Nitekim İsrâil oğullarının yaşadıkları baskının had safhaya varması, Allah’ın, kurtulmaları için Hz. Mûsâ’yı peygamber olarak göndermesi, onlar için yeni bir sosyal kültürel dönemin, değişimin başlangıcı olmuştur. Hz. Mûsâ’nın getirdiği ilâhî mesajlar, İsrâil oğullarının hayatlarında köklü değişikliklere yol açmıştır. Burada dinin toplumsal değişim üzerindeki etkisi açıkça görülmektedir.

Yönetim, hâkimiyet ve maddî güç bakımından üstün konumda olan Firavun ve kavmi, bu konumlarını kaybederlerken, Firavun’un baskısı altında ezilen ve güçsüz bı­rakılan İsrâil oğulları Hz. Mûsâ’nın önderliğinde esaretten kurtulmuş kendi medeniyet­lerini kurabilecek imkânlara kavuşmuşlardır. Bu gelişmeler, Firavun ve kavmi için çök­me ve dağılma yönünde, İsrâil oğulları için ise, gelişme ve ilerleme yönünde bir değişim olmuştur. İsrâil oğullarının “vâris kılınması”, medeniyet ve hâkimiyet açısından üstün konuma getirilmeleri, Firavun kavminin ise, hâkimiyet ve güçlerini kaybetmeleri anla­mına gelir.

Bir şeye vâris olmak, onu bir önceki kuşaktan devralmaktır. Bir âyette müminle­rin, yeryüzüne vâris olacakları, oralarda hâkimiyet kuracakları, başarılar elde edecekleri belirtilmiştir. Yeryüzündeki hâkimiyetin, zorba, bozgunculuk yapan toplumlardan alı­nacağı, ilâhî değerlere tâbî olan sâlih kimselere miras olarak verileceği ifade edilmiştir. Yeryüzüne mirasçı olma durumu, ilâhî değerlere sahip çıkma şartına bağlanmıştır. Dine ve dinî değerlere samimi biçimde sahip çıkan toplumlar, kültürel bakımdan güçlü bir toplumsal yapı kurabilecekleri gibi, ekonomik ve siyâsî alanlarda da üstünlük sağlayabi­lirler. Burada dinin, sosyal yapının maddî ve manevî unsurlarını olumlu yönde etkile­mesinden, toplumdaki diğer sosyal kurumlara da önderlik etmesinden söz edebiliriz:

“Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da, “Yere muhakkak benim iyi kulla­rım varis olacaktır” diye yazmıştık. Şüphesiz bunda Allah’a kulluk eden bir toplum için yeterli bir mesaj vardır.”[188]

Yüce Allah, Hz. Dâvud’a indirilen Zebur’da “zikir”den sonra “arz”a iyi kulların vâris olacağını yazmıştır. Âyette “zikr” ile kastedilen, Kur’an, Ümmü’l-Kitâb / ezelî olan Levh-i Mahfûz, Tevrat ya da Allah’ın semâdan indirmiş olduğu kitaplar olabilir.[189]

Âlimlerin bir kısmı âyette sözü edilen “arz”ın cennet, bir kısmı ise, dünya üze­rindeki yerler olduğunu ileri sürmüşlerdir:

Yüce Allah indirmiş olduğu kitaplarda ya da Hz. Dâvûd’a indirdiği Kitap’ta dünyaya sâlih kulların vâris olacağını bildirmiştir. Âyette sözü edilen “zikr”e yani on- daki öğütlere uyan sâlih kullar “arz”a vâris olacaklardır. Yeryüzü bozgunculuk yapan­lardan alınır, layık olan kimselere verilir. Yeryüzünde kalıcılık ıslâh ve düzeltme kanu­nuna tâbidir, bozguncuların kalıcılık hakkı yoktur. Dünyanın şurasında ya da burasında zayıf düşürülmüş müminler, Hz. Muhammed’e uyanlar, yeryüzüne varis olacak sâlih kimselere dahildir. Firavun ve onun gibi zorbaların yok edilmeleri ve zayıf gördükleri kimselerin yeryüzünde hâkimiyet kurmaları, İsrâil oğullarının arz-ı mukaddese vâris olmaları, Hz. Muhammed’e tâbi olanların hâkimiyetleri, önce Mekke’ye mirasçı olmala­rı, az zaman içerisinde doğuda ve batıda önemli fetihler gerçekleştirmeleri, genel an­lamda müminlerin inkârcıların hâkim oldukları topraklara vâris olmaları ıslah / düzelt­me ve layık olma ilkeleri uyarınca gerçekleşmiştir. Yeryüzüne vâris olmak, tevhîd esas­larına uygun iman eden, sâlih amel işleyen, dinin emirlerine uyan, Kur’an’ın mesajlarını hâkim kılan, Hz. Muhammed’in yolunu izleyen, Müslümanlarla birlikte toplumsal bü­tünlük oluşturan, Allah’a ortak koşmaktan, tefrika ve ayrılıklardan korunan sâlih kulla­rın hakkıdır. Hak dine samimiyetle bağlanan, onu öğrenip gereklerini yerine getiren, sağlam bir inanca sahip bulunanlar, olumlu ahlâkî özelliklerle donananlar, Allah’a iba­det ve itaatte devamlılık gösteren toplumlar başarı elde ederler, dünya hayatına mirasçı olurlar.[190]

Bazı sahabe ve tâbiûn alimleri, Allah’a itaat eden sâlih kulların vâris olacakları “arz”ın cennet yurdu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Zira dünyaya sâlihlerden başkaları da vâris olabilmektedir.[191]

Âyette, sâlihlerin dünyada iken yeryüzüne, âhirette de cennete varis olacakları müjdelenmiş olabilir. Çünkü ilâhî kitapların içerdiği mesajlar, toplumları ahlâkî çökün­tüden kurtarır, yüceltir, iyi ve birbiriyle bütünleşmiş cemiyetlerin oluşmasını sağlar. Birbirini seven erdemli insanların oluşturduğu toplum başarılı olur ve amacına ulaşır. Dolayısıyla âyette müminlerin başarıya ulaşacakları ve dünyanın bir kısmına hâkim olacakları müjdesi, âhirette de cennete gidecekleri müjdesiyle birlikte verilmektedir. Ancak başarıya ulaşmanın şartı dinin ruhuna bağlanmaktır.[192]

Bununla birlikte dünyaya maddî anlamda mirasçı olmak iman edenlerin tekelin­de olan bir husus değildir. Dünyada maddî anlamda güç sahibi olmanın, bilgiye ve tek­nolojiye hükmetmenin kendine özgü kuralları vardır. Bu kurallara riayet eden herkes – ister mümin olsun ister olmasın- başarılı olabilir.[193]

İ.  “Enşe’nâ minba’dihim Karnen / Kurûnen Âharîn Kavmen Âharîn”

Kur’an’da bazı âyetlerde, toplumsal değişmenin inanç ve değerlerle ilgili olan kültürel boyutu ele alınır. Bu tür âyetlerden birisinde, “zâlim” olarak nitelenen bir top­lumun ardından ilâhî değerler doğrultusunda şekillenen bir toplumun getirilişi anlatılır:

“Biz zulmetmekte olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka toplumlar meydana getirdik.”[194]

Bu âyette, Allah, Hz. Muhammed’i ve getirdiği mesajları yalanlayan Mekke hal­kını korkutmaktadır. Yüce Allah Mekkeli müşriklerden önce nice zalim, -müşrik, Allah’ı inkâr eden, O’nun âyetlerini ve peygamberini yalanlayan, isyankâr, ilâhî mesajlar karşı­sında büyüklenen, inatçılık yapan, zulümde ısrar eden- kent halkını, toplumları helâk etmiş, kırıp geçirmiş, onlardan sonra yerlerine başka toplumları, var etmiş, yaratmış / getirmiştir. Yeni getirilen toplumlar öncekiler gibi olmazlar; helâk edilenlerden daha hayırlı kimselerdir. Bu değişim durumu hiçbir millet, toplum ya da dinî gurup için kaçı­nılmaz değildir. Her devirde sorumluluklarını yerine getirmeyen milletler helâk edilir, yerlerine başkaları getirilir. Bütün toplumlar bu ilâhî yasaya tâbidirler.[195]

Âyette geçen “el-kasm”, dehşetli bir şekilde kırmak, kırıp geçirmek demektir. Yi­ne “karye”den kasıt, o bölgenin halkıdır. “Ehleknâ kavmen” / bir halkı helâk ettik, “en- şe’nâ kavmen âharîn” / yerlerine başka bir halkı getirdik, denilmektedir.[196]

Yüce Allah’ın, zalim toplumları helâk etmesi neticesinde insan topluluklarının sonu gelmez. Zulmedenlerin yerine Allah’a itaat eden topluluklar meydana getirilir; böylelikle yeni bir nesil türer. Zalim yönetimler yok edilerek onların yerlerine adil yöne­timler getirilir.[197]

Kur’an’ın sosyolojik konulara bakışı, bir tür tarih sosyolojisi gibidir. Kur’an, toplumların uğradıkları değişim süreçlerini, iniş ve çıkışları, kültürel yapılarını ilâhî değer­lere uygun ya da aykırı olarak şekillendirişlerini, tarihten aktardığı kesitler üzerinde göstermeye çalışmıştır. Zaman içerisinde ilâhî değerlere uygun kültürel yapıya sahip toplumların ardından, bu değerlere sahip çıkmayan ve helâk olan toplumların geldiği ya da bunun tersi yönünde değişimlerin gerçekleştiğini anlatmıştır:

“Andolsun biz, Nuh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Al­lah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten hâlâ sakın­maz mısınız?” dedi. Bunun üzerine kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bir melek gön­derirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” “Bu, ancak cinnet getirmiş bir adam­dır. Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz.” (Nuh), “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi. Bunun üzerine Nuh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştı­ğında Nuh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.” Sen ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiği­niz zaman: “Bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah’a hamd olsun” de. Yine de ki: “Ey Rab­bim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en hayırlısısın.” Şüphesiz bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz. Sonra onların (Nûh kavminin) ar­dından başka bir nesil yarattık. Onlara, kendilerinden, “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur, hâlâ O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” diye öğüt veren bir peygamber gönderdik. O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, âhireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.” “Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız.” “O, öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?” “Hâlbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!” “Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.” “Bu, Allah’a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.” O peygamber, “Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi. Allah, “Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!” dedi. Derken onları o korkunç ses, kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini çör çöp yığını hâline getir­dik. Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun! Sonra bunların arkalarından baş­ka nesiller yarattık. Hiçbir ümmet, kendi ecelinin önüne geçemez, onu geciktiremez de. Sonra arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe, onu yalanladı­lar. Biz de onları birbiri ardından helâk ettik ve onları birer ibretli hikâye yaptık. Artık inanmayan bir kavim, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!”[198]

31. âyette, Nûh kavminden sonra, bu devirlerdeki ilk toplumların ardından başka yeni “karn” / nesiller meydana getirdik buyrulmuştur. Helâk edilen Nûh kavminden ya da Hz. Nûh’un soyundan ve gemide taşınanların neslinden mümin olanların ardından namazı ziyan eden, arzu ve eğilimlerin peşinden giden, hiçbir ahlâkî ölçü tanımayan kavim ortaya çıkmıştır. Bu yeni nesillerin Âd ve Semûd kavimleri olabileceği belirtilmiş­tir. Bununla birlikte âyette açıkça belli kavim kastedilmediği söylenmiştir.[199]

41-44. âyetlerde Allah’ın, isyanları yüzünden helâk olan toplumların ardından başka yeni nesiller getirdiği, yeni topluluklar, yeni uygarlıklar ortaya çıkardığı anlatılır. Toplumların helâkinin ardından o bölgeler, insan topluluklarından yoksun bırakılmaz. Aksine Allah, inkârcılığı sebebiyle helâk edilen önceki toplumun yerine yeryüzünü imar etmeleri için yeni bir halk getirir.[200] Yüce Allah, “Fe etba’nâ ba’dahum ba’dan” buyura­rak, bu toplumlara ardı ardına peygamberler gönderdiğini, peygamberleri yalanlayan, onlara karşı çıkan bu nesilleri de birbiri ardıca helâk ettiğini haber verir.[201]

K.  “İnsanların Bölük Bölük Allah’ın Dinine Girmesi”

Nasr sûresi, insanların kitleler halinde eski inanç ve dinlerini terk ederek İslâm dinine girmelerini anlatır. Müslümanlar Hicaz bölgesinde etkin bir güç, İslâm kültürü de toplumun yaşantısını belirleyen baskın bir unsur haline geldiğinde, Arap Yarımadasın­da yaşayan kabileler guruplar halinde İslâm dinine girmeye başlamışlardır. “Efvâcen” yani kitleler halinde gerçekleşen bu din değiştirme hadisesi, tam bir sosyal-kültürel de­ğişim olmuştur:

“Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın di­nine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çün­kü O, tövbeleri çok kabul edendir. “. [202]

Bazı müfessirlere göre bu sûre Mekke’nin fethinden iki yıl sonra indirilmiştir. Sûre sadece Mekke’nin fethini değil, Hz. Peygamberin daha sonraki fetihlerini de içine alacak bir anlama sahiptir. Mekke’nin fethi dinin yayılması açısından önemli sonuçlar vermiştir. İnsanların birer ikişer İslâm’a girdikleri dönem geçmiş, bölük bölük, kabile kabile Müslüman olmaya başlamışlardır. Kabileler kendi iradeleriyle İslâm’a girmeye başlamışlardır. Özellikle hicretin dokuzuncu yılında Araplar heyetler halinde Hz. Pey­gambere gelerek Müslüman olmuşlardır. Mekke’nin fethini takip eden süreçte Müslü- manlar büyük bir güç haline gelmişlerdir. Fetihten iki yıl sonra İslâm inancı Arap yarı­madasında kesin bir zafer kazanmış ve insanlar tarafından benimsenmiştir. Yarım adada İslâm’a karşı çıkabilecek güç kalmamıştır. Müslümanların bu konuma gelmelerinde Mekke’nin fethi, önemli bir basamak oluşturmuştur. [203]

Âyette tasviri yapılan zafer zamanı, tam bir değişim dönemidir. Bu dönemde İslâm toplumunun kurumları oluşmuş, Arap yarımadasında hâkimiyet sağlanmış, otori­te kurulmuş, şehirlere yöneticiler atanmış, eğitimciler gönderilmiştir. İnsanları tehdit ve baskı altında tutan liderler dönemi sona ermiştir. “İnsanlar fevc fevc gelip…” Allah’ın dinine boyun eğmişlerdir.204 Müslümanların başta Hicaz bölgesi olmak üzere Arap Ya­rımadasında nüfûz sahibi olmaları, dinî değerlerin insanlara kolaylıkla ulaştırılmaya başlanması, eski inanç ve değerleri savunan güç odaklarının ortadan kalkması, İslâm dinine girme yönünde toplumsal değişimin önünü açmıştır. Arap Yarımadasında deği­şen koşullar ve belirleyici hale gelen İslâm kültürü, guruplar halinde insanların din de­ğiştirmelerine sebep olmuştur. Sûrede anlatılan sosyal değişme, Kur’an’da teşvik edilen değişim yönüne sahiptir. Bu değişimle birlikte tarihin akışı da değişmiştir [204]

Arap yarımadasında insanların kültürel çevreleri, İslâm kültürü yönünde değiş­meye başlamıştır. Bu değişimle henüz karşı karşıya gelmemiş olan kesimler, karşılıklı etkileşim süreçleri içerisinde yeni kültürün değer ve normlarını benimsemeye başlamış­lardır. Önceki gelenek ve değerlerini terk ederek yerine yenilerini edinmişlerdir.

L.  “İnkılâb”

“el-Kalb” kelimesi, bir şeyin değişmesi manasına gelir. Taklîbu’ş-şey’, bir şeyin bir halden başka bir hale dönmesidir. “el-İnkılâb”, mutlak manada dönüştür. “el-İnkılâb”, el-insırâf yani bırakmak, terk etmektir. “el-İnkılâbu ilâllâh”, Allah’a dönmektir. “İnkale­be fulânun sûe munkalebin”, falan kimsenin durumu, kötü bir hale döndü demektir.[205]

Kur’an’da “k-l-b” sözcüğünden türetilen kelimelerle, değer yargıları, dünya gö­rüşü, tutum ve davranışlarda meydana gelen değişmeler dile getirilir. Özellikle toplum- ların sınanma anlarındaki tutum ve değer değişimi anlatılır. “K-l-b” fiil kökünden türeti­len “inkılâb” kalıbı, Kur’an’da sosyal değişimi ifade eden, sosyal patlama ve çöküşlerle ilişkilendirilebilecek sosyolojik kavramlardandır.[206]

Yüce Allah bir âyette, “zalemû” zulüm yapanlar diye nitelediği ve toplumda hâkim konumda olan tabakanın gelecekte bu konumunu yitireceği bir sürece gireceği yani bir tür toplumsal değişimin yaşanacağı haberini vermektedir. Toplumun idarî ve ekonomik kaynaklarını elinde bulunduran, toplumunun geri kalan kesimine zulmeden yani haksızlık ve adaletsizliğe yol açan davranışlar sergileyenlerin gelecekte toplum içerisindeki bu -ayrıcalıklı, hâkim- konumlarını kaybedeceklerini bildirmektedir:

“İman edip sâlih iş yapan, Allah’ı çok zikreden ve haksızlığa uğradıkları zaman kedilerini savunanlar hariç. Zalimler, pek yakında nasıl bir yıkılışla alt üst olacaklarını bileceklerdir.”[207] [208]

Âyete geçen “inkılâb” kelimesi, toplumsal ve siyasi boyutuyla inkılâbı yani deği­şimi ifade eder. Bu âyette, bir toplumdaki zulmedici yönetici sınıfın yakın bir gelecekte devrimle ortadan kaldırılacağı haber verilmiştir. Âyette kullanılan “inkılâb” ifadesi, top­lumun başındaki zulmetmekte olan yönetici zümrenin alaşağı edileceğini anlatmaktadır.

İnkılâbı konu alan bu âyetin baş tarafında bunun bedeli açıklanır. İnkılâbın bede­li, iman, sâlih amel, Allah’ı çok zikretmek ve yapılmakta olan zulme, haksızlığa kaşı çıkmaktır.[209]

“İnkılâb”, bir toplumsal dönüşüm olayının en şiddetli anını anlatır. Âyetteki teh­dit içerikli üslup da bunu desteklemektedir. Dönüşüm sürecine giren ve kendini değiş­tirmeye çalışan toplumun başında, bu değişime karşı duran, direnen, engelleyen yöneti­ci bir azınlık bulunmaktadır. Israrla toplumun idârî kurumlarını ve ekonomik kaynakla­rını sahiplenmekte ve zulüm yapmaktadır. Zulme uğrayanlar bu zorba azınlığı, şiddetli bir sarsıntı ile yerlerinden söküp atmak isteyeceklerdir. İşte değişimin bu anı “inkılâb” olarak ifade edilir.[210]

Haksızlık ve adaletsizliğe yol açan fiillerin işlenmesiyle gerçekleşen zulüm, top­lumda bu yönde gerçekleşecek değişmelerin sebebini teşkil eder. Toplum içerisinde çe­şitli nedenlerle meydana gelen adaletsizlik ve haksızlıkları bir takım sosyal tepkilere, karşı koymalara sebep olur ve bunu takiben inkılâplara yol açar.[211]

Bu âyette (26/227), sözü edilen toplumsal değişmenin sebepleri, çeşitli sosyal alanlardaki bozulmalar, yozlaşmalar, kuralsızlığın hâkim olması, tutum ve davranışların ahlâkî kurallar tarafından değil, çıkar ve hırs tarafından yönlendirilmesidir.

“İnkılâb” neticesinde zulmeden tabakanın baskısından kurtulmak, tek başına ye­terli değildir. Toplum doğru inanç ve değerlere bağlı olarak adil ve eşitlikçi, yeni bir sosyal yapı inşa etmek durumundadır.

Kültür değişimini “inkılâb” kelimesiyle ifade eden Kur’an, bu devrimin toplumu yıkacak derecede değişime uğratacağına dikkat çekmiştir. Bu durum karşısında milletle­re düşen görev, kendi doğru inanç ve değerlerini muhafaza etmektir. Bunu başarama­dıkları takdirde, büyük bir değişimle çözülmeye doğru gidecekleri Kur’an’da belirtilmiş­tir:[212]

“Ey iman edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisingeriye (küfre) çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız.”[213]

Âyette, “gerisingeriye çevrilmek” ve “büsbütün hüsrana uğramak” yani iflasa düşmek olguları “inkılâb” çerçevesinde ele alınmıştır. Burada sözü edilen inkılâb, bir toplumun yerleşmiş şimdiki kültürünü bırakıp eski kültürüne dönmesini ifade eder. Söz konusu geri dönüş, kültürlerin çatışması suretiyle gerçekleşir. Âyette, biri imanla, diğeri inkarcılıkla mayalanmış iki kültürün mücadelesi örnek verilmiştir. Bu mücadelede, imanla yoğrulmuş kültürün kaybetmesi halinde, o toplumda geriye dönüş baş gösterir. Âyetteki “gerisingeriye çevrilirler” ifadesi, işte bu geriye dönüşü anlatır. Bu geriye dö­nüş, bir kültürel değişim olup, toplumun ileriye doğru hareket etme cesaretini yok eder, önünü göremez hale getirir. Toplumun önünü açacak aklî eylemlerin ürünü olan düşün­ce sancısı karşısında korkaklaştırır. Sonuçta toplum, geçmişin kültürünü kutsallaştırarak ona sığınmaya çalışır. İşte kültürdeki bu değişim, Kur’an’a göre, “hürana uğramak”la sonuçlanır.[214]

Eğer müminler, inkarcılara, Yahudilere, Hıristiyanlara, münafıklara itaat ederler­se, emir ve isteklerine uyarlarsa, onların sözlerini tutup, ayartmalarına kulak verirlerse, gerisin geriye inkâra ve dalâlete düşmelerine yol açarlar. Müminleri, inkâra döndürür­ler, İslâm nimetinden yoksun bırakırlar.[215]

Âyette sözü edilen “itaat”, din konusunda inkârcılara uymaktır. İtaatin, düşman­larla savaşmayı terk etmek konusunda olabileceği de söylenmiştir.[216]

Âyette geçen, “yeruddûkum alâ a’kâbikum” yani sizi ökçelerinizin üzerinde ge­risingeriye döndürürler ifadesi, kinâye türünden bir benzetmedir. Sizi önceki / eski di­ninize yani iman etmiş iken inkâra, Allah’a ortak koşmaya çevirirler, anlamındadır.[217]

Uhud Savaşı devam ederken Hz. Peygamberin öldüğü söylentisinin yayıldığı sı­rada bazı müşrikler ya da münâfıklar müminlere hitaben şöyle demişlerdir: Peygamber olduğunu söylediğiniz kişi öldürüldü. Eğer Muhammed gerçekten peygamber olsaydı öldürülmezdi. Gelin kardeşlerinize dönün, tekrar eski dininize girin.” Olayın Uhud sa­vaşından dönerken gerçekleştiği de rivayet edilir. Buna göre inkârcılar, müminlere, “Eğer Muhammed gerçekten peygamber olsaydı bu yenilgi başına gelmezdi; hadi kar­deşlerinizin tarafına geçin, onların dinine girin. O da herkes gibi bir insandır, bazen ga­lip gelir, bazen de yenilir.” demişlerdir. Müfessirler bu olay üzerine âyetin nâzil oldu­ğunu söylemişlerdir. Âyet her ne kadar özel bir durum hakkında nâzil olmuş ise de, her zaman için bütün Müslümanlar hakkında geçerli olan hüküm ve uyarıları içermekte­dir.[218]

Âyetin indiği ortama bakılırsa, Müslümanların sıkıntı içerisinde bulundukları bir durum söz konusudur. Sıkıntılı durumlar her zaman insanlar için hassasiyet arzeder. Her zaman olduğu gibi, inkârcılar, müminlerin bu sıkıntılı anlarından yararlanmak is­temişlerdir. İçinde bulundukları sıkıntılı durumu fırsat bilerek, onları dinlerinden dön­dürmeye çalışmışlardır. Müslümanların, kendilerini güçsüz gördükleri ya da gerçekten güçsüz oldukları dönemler olabilir. İşte böylesine kritik durumlarda inkârcıların aldat­maya yönelik yol ve yöntemleri karşısında dikkatli olunmalıdır. Aksi takdirde farkında bile olmadan Allah’ın dininden dönüp, O’nun yolundan uzaklaşabilirler.[219]

İslâm düşmanlarının sözlerine aldananlar, hem dünyada hem de âhirette zarara uğrar, kaybedenlerden olurlar. Zaten imandan inkâra dönmek, tek başına insan için en büyük kayıptır. İnkâra dönmeleri halinde dünya hayatında düşmanlarına boyun eğmek, onursuzca yaşamak durumunda kalırlar, onlara muhtaç hale gelirler. İzzetten sonra zil­lete düşer, düşmanlarının tahakkümü altında kalırlar. Allah’ın iman edenlere vaat ettiği dünya nimetlerinden yoksun kalırlar.[220]

Yüce Allah, dinden dönmenin sonucunu hüsrana uğramak olarak açıklamıştır. Dinden dönmek kültürel değişimi ifade eder. Ancak değişim bununla sınırlı kalmaz, bunu “hüsrâna uğrama” denilen durumlar takip eder. “Hüsrâna uğrama” konusunu yorumlayan müfessirler, bu durumun sadece kültürel yozlaşmadan ibaret kalmayacağı­nı, aynı zamanda sosyal yapının maddî unsurlarında kayıplara, yıkımlara yol açacağını belirtmişlerdir.

Diğer kültürlerin ve mensuplarının etkisi altında kalmak, Müslüman toplumları değerlerinden uzaklaştırabilir. Kültürel temas sürecinde, muhtemel bozulmalar karşı­sında Müslüman toplumların buna direnç göstermeleri beklenir. Nitekim din, sosyal değişmeyi engelleyebilecek potansiyele de sahiptir. Bu âyette (3/149) Yüce Allah, mü­minlerden bozulmalara karşı, menfi yöndeki sosyal-kültürel değişmelere direnmelerini istemiştir.

M.  “İstihlâf”

Sağlam bir dinî inancın sonucu olarak ortaya konan sâlih / olumlu bir yaşantının, toplumları kaçınılmaz olarak başarıya, siyasî güç elde etmeye götüreceği Kur’an’da vur­gulanır.[221]

Dinin sosyal değişme faktörü olduğunu belirtmek için Kur’an’da kullanılan ifa­delerden birisi “istihlâf”dır. Bu kavram çerçevesinde yapılan tasvirde, Hz. Muhammed’e tâbi olarak İslâm’a giren ilk Müslüman toplumunda meydana gelen köklü değişikliklere işaret edilmiştir. Göçebe kabileler şeklinde örgütlenen toplum kentsel bir yapıya bü­rünmüştür; sözlü kültürden yazılı kültüre geçilmiştir. Başlangıçta küçük bir cemaat olan İslâm toplumu büyük bir dünya dinine dönüşmüştür. Hâkim oldukları coğrafyalarda ekonomi ve siyaset gibi kurumlar Müslümanlar tarafından şekillendirilmiştir. Sahip ol­dukları ve giderek genişlemekte olan coğrafyalara hükmetme ve kendilerini güvende hissetme imkânı bulmuşlardır:

“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi, onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlarfâsıkların ta kendileridir.”[222]

Yüce Allah imana erişip dürüst ve erdemli davranışlarda bulunan, iyi işler ya­pan, imanla ameli birleştiren samimi Müslümanlara tıpkı kendilerinden önce gelip ge­çen bazı mümin / iyi toplumları inkârcıların ülkelerine hükümran / egemen kıldığı gibi, yeryüzünde -Arapların ve Arap olmayanların topraklarında- mutlaka galip ve hâkim kılacağına söz vermiştir. Hükümdarların ülkelerinde diledikleri şekilde tasarrufta bulu­nabildikleri gibi, müminler de kendilerine vaat edilen topraklara mirasçı olacaklardır. Nitekim daha önceki toplumlar arasında İsrâil oğulları Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman döneminde Allah’ın söz konusu vadine kavuşmuşlardır.[223]

Arıca, Allah, müminlerin mensup olmalarından dolayı hoşnut olduğu, onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kökleştireceğine, güçlendireceğine, daha önce çektikleri korkulardan, yaşadıkları kaygılardan sonra, onları mutlaka güvenli bir duruma kavuş­turacağına söz vermiştir.[224]

Allah, müminleri yeryüzünde işbaşına getirecek, onların güç ve güven kazanma­sını sağlayacak, böylece her türlü dünyevî ihtiyaçlarını karşılayabileceklerdir. Allah’ın müminlere olan vaadine ilişkin bu atıf, ahlakî tutum ve tercihlerine bağlı olarak toplum- ların yükselmesinde ya da çöküşünde etkili olan Allah tarafından konan toplumsal yasa­larla ilgili belirgin bir ima taşımaktadır.[225]

Âyetin indiği sıralarda Allah’ın vaat ettiği egemenlik müminler için henüz ger­çekleşmemişti. Allah tarafından bu sözün verildiği günlerde Müslümanlar korku için­deydiler. Zaten âyet de, Medine’ye hicretten hemen sonra nâzil olmuştu. Resûlüllah ve sahabiler on yıldan fazla Mekke’de korku içerisinde yaşamışlar ve Allah’a gizlice ibadet etmişlerdi. Mekkeli müşriklerin baskısıyla Medine’ye hicret eden Müslümanlar, burada her an müşriklerin saldırılarına uğrayacakları endişesini taşıyorlardı. Tabiri caizse, her gün ellerinde silahla sabahlamışlardı. Aralarında, “Hep böyle korku içerisinde mi olaca­ğız? Silahı bıraktığımız güvenli günler ne zaman gelecek?” diye yakınanlar bile vardı. Medine’de de tam manasıyla güçlü değillerdi. İslâm dini Hicaz bölgesine hâkim olma­mıştı. Yüce Allah, bu âyeti indirmek suretiyle müminlere, onları hâkim kılacağını ve korkularının güvene dönüşeceğini vaat etmiş ve bu da gerçekleşmiştir. Aradan geçen birkaç yılın ardından söz konusu korku halinin yerini huzur ve sükûn almıştır. Hz. Pey­gamber daha vefât etmeden, Mekke ve Arap yarımadası tamamen fethedilmiştir. Hz. Peygamberin vefâtından sonra, Râşit Halifeler döneminde doğuda batıda ülkeler fethe­dilmiş, İslâm dini Arabistan dışında Asya ve Afrika’da geniş bölgelere yayılmıştır. Müs- lümanlar, hiçbir şeyi ortak koşmadan sadece Allah’a kulluk ettikleri ve bu safiyetleri devam ettirdikleri müddetçe, güvende olmuşlardır.[226]

Burada dikkate alınması gereken hususlardan birisi, âyette yapılan vaadin doğ­rudan muhatabının Hz. Muhammed zamanında yaşayan Müslümanlar olduğudur. Âye­tin dolaylı muhatapları ise, daha sonra gelecek Müslüman kuşaklardır. Yapılan vaat Hz. Peygamberin sahabilerine özgüdür diyenler olmuşsa da, bütün Müslümanları kapsa­maktadır. Bu durum, Allah’a iman ve itaat eden, Allah’ın Kitâb’ındaki, Resûlü’nün sün­netindeki emir ve yasaklarını dikkate alarak sâlih ameller işleyen, adalet ve düzeni ayak­ta tutan, ilâhî ölçülere göre hükmeden bütün Müslüman toplumlar için geçerlidir. Yüce Allah, vadinin gerçekleşmesi için, iman ve sâlih ameli şart koşmuştur. Eğer şart yerine getirilirse, vaat edilen de gerçekleşecektir. İçinde bulunduğumuz çağda Müslüman top- lumların durumu kötü olarak nitelenmektedir. Maddî ve manevî açıdan bir yenilgi ve geri kalmışlık içerisindedirler. Bugün Müslüman toplumların başarılı olamamasını se­bebi, âyette bahsedilen özelliklere sahip olamamalarıdır. Allah, içinde bulundukları bu durumu değiştirebilmeleri için onların önlerine bir kapı açmaktadır. Bunun yolu ise, iman edip iyi işler yapmaktır.[227] İman, ibadet ve diğer bütün dinî değerlere bağlılık ve bunların gereklerini yerine getirme, müminlerin ilâhî değerler ölçüsünde bir kültür ya­pısı oluşturmaları anlamına gelir. Kültürel yapısını sağlam temellere oturtan bir toplum medeniyet kurma yolunda sağlam bir dayanağa sahip olmuş demektir. Nitekim İslâm’ın ilk yayılış dönemlerinde, Kur’an ilkelerine göre kültürel değişim yaşayan toplumlar, medeniyetin diğer alanlarında da gelişme ve ilerleme göstermişlerdir. Bu durum, dinin toplumsal değişme üzerindeki etkisinin açık örneklerinden birisidir.

Âyette geçen “istahlefe” kelimesinin, iman etmeyen ve sâlih amel işlemeyen kim­selerin yerlerine, iman edip sâlih amel işleyenlerin getirilmesi şeklinde tefsir edilebilece­ği söylenmiştir.[228]

N.  “Tedâvul”

Arapça’da “tedâvul” kelimesinin kökü olan “ed-devletu” ve “ed-dûletu”, mal olarak elde kalan şey, savaşta elde edilen sonuç manalarındadır. “ed-Devletu” kelimesi­nin savaş, makam, mevki, şan, şeref ile, “ed-dûletu” kelimesinin ise mal ile ilgili olduğu da söylenmiştir. “ed-Dûletu”, kelimesi tedâvülde olan her mal hakkında kullanılır. “ed- Devletu”, kötü durumdan, zarara uğramaktan, imrenilecek, mutlu bir duruma dönmek­tir. Yüce Allah, bir kimseye diğerinin aleyhine olacak şekilde mülk, imkân verdiği za­man, “edâle’llâhu fulânen min fulânin” denir. Bir kimsenin açık bir biçimde galip gel­mesi durumunda “fulânun mudâlün” denir.[229] “D-v-l” kelimesini “mudâvele” kalıbı Kur’an’da toplumsal değişmenin hem müspet hem de menfi şekillerini anlatmak için kullanılır.

Her toplum, ilerleme-gerileme, refah-yoksulluk, gelişme-geri kalma, galibiyet- yenilgi, başarı-başarısızlık gibi olumlu ve olumsuz kutuplar arasında gidip gelir. Bu tür değişiklikler özellikle maddi kültür unsurlarında ortaya çıkar. Toplumun maddî yapı­sında müspet ya da menfi yönde değişmeler meydana gelebilir. Kur’an’da toplumun maddî yapısında meydana gelen değişikliklere işaret eden kavramlardan birisi “tedâvul”dur. Bu kavram, nüzûl ortamı açısından Bedir savaşı galibiyeti ve Uhud savaşı yenilgisiyle ilgili olsa bile, toplumların her türlü iniş çıkışlarını, yükseliş ve düşüşlerini içine alır:

“Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.” [230]

Müminler Uhud savaşında yenilgiye uğramışlardır. Daha önce Mekkeli müşrik­ler de Bedir savaşında mağlup olmuşlardı. Müminlere Uhud savaşında ölüm ve yara­lanma isabet ettiği gibi, Mekkeli müşriklere de aynısı daha önce isabet etmiştir. Bununla birlikte Mekkeliler korkmamış, gevşeklik göstermemiş, toplanıp Müslümanların üzerine yürümüşler ve onları yenilgiye uğratmışlardır. [231]

“İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz.” ifade­sinde geçen “günlerin döndürülmesi”, Allah’ın toplumlar için koymuş olduğu “sünnet­ler” yani sosyolojik yasalarından birisini açıklamaktadır. Günlerin insanlar / toplumlar arasında döndürülmesi, toplumlara ilişkin ilâhî yasalardan birisidir. Bu yasaya göre, Allah zafer günlerini toplumlar arasında dolaştırır. Kâh bir topluma kâh başka bir top­luma başarı ihsan eder. Bazen birilerinin lehine, bazen de başkalarının lehine döndürür. Acı günler, felâketler, musibetler, toplumlar arasında döner durur. Bazen müminler, bazen de diğerleri acı çekerler. Galibiyetler ve yenilgiler toplumlar arasında devreder. Hâkimiyet kimi zaman batılın, kimi zaman da hakkın olur. Başarının yollarını bilen, tam olarak gereklerini yerine getiren, çatışmadan, tefrikadan uzak durup toplumsal bütün­lüğü sağlayabilen, sağlıklı bir bakış açısına sahip olan, daima azimli ve kararlı duruş sergileyen, düşmanlarına karşı güç ve kuvvet hazırlayan toplumlar hâkimiyeti elde ederler. Hangi toplum başarının şartlarını yerine getirirse, örneğin savaşta savaşın ge­reklerine uygun hazırlıkları yapar, kurallara uygun davranırsa, zafere ulaşır. Sadece belli bir dine mensup olmak tek başına başarı getirmez. Çalışmak, hazırlanmak, güven­mek, cesaretle savaşmak, zafere ulaştırır. Şeklen dindarlık sergileyip gayret ve çaba gös­termeyenler başarı elde edemezler.[232]

“Günler” / zaman bazen bir toplumun sevinç, sağlık, zenginlik gibi lehine bazen de üzüntü, hastalık, yoksulluk gibi aleyhine olarak değişir. Yüce Allah, galibiyet ve mağ­lubiyet günlerini evirir çevirir. Terazinin kefesine benzetilecek olursa, bazen Müslümanlar yücelerde, kâfirler ise aşağı durumda olurlar. Bazen de bunu aksine Müslümanlar aşağı durumda inkârcılar yukarıda olurlar. Müslümanların bu tür yenilgi ve tökezleme­lerinin hikmeti, gerçek_dindarlar ile samimiyetsiz olan kimselerin birbirlerinden ayırt edilmesidir. Zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerle etmeyenlerin, müminlerle münâfıkların belli olmasıdır. Eğer müminler her zaman galip gelecek olsalar, imtihanın anlamı kalmaz. Samimiyetsiz Müslümanlar da galip tarafta olabilmek için diğer mümin­lerin yanında olurlardı. Kaybetme ihtimali de olunca, ancak güçlü imana sahip olan müminler, ilâhî amaçlar uğrunda fedakârlık yapmaya devam ederler.[233]

Âyette “tedâvul” olgusunun “eyyam” yani günler / zamanlar ile ilişkilendirilme- si, zamanın sosyal değişimin önemli görünümlerinden biri olduğunu gösterir. Nitekim “eyyâm” kelimesi başka bir âyette, “Allah’ın günleri” (14/5) şeklinde toplumsal değişim anlamında kullanılmıştır.

Âyette, günlerin insanlar arasında -bazen birinin bazen da ötekinin lehine- döndürüldüğü anlatılmaktadır. Burada “eyyâm” yani “günler” ile kastedilen, başarı, galibiyet, zafer vakitleridir.[234]Âyette bahsedilen “müdâvele” olgusu, bir şeyin bir kimse­nin elinden çıkıp başkasının eline geçmesini anlatır. “Dünya” ile ilişkilendirildiğinde, dünyanın imkânlarının bir toplumdan başka bir toplumun eline geçmesi anlaşılır. “Za­man” olgusuyla birlikte kullanıldığında ise, zamanın bir toplumun lehine çalışması / işlemesi manasına gelir.[235]

“Müdâvele” olgusu, çeşitli toplumsal olayların aşama aşama farklı toplumlar üzerinde meydana gelmesi durumunu ifade eder. Bu durum aynı zamanda toplumlar arasında sürekli bir çatışmanın varlığını da gösterir. Toplumsal olayların toplumlar ara­sında “müdâvele” şeklinde yani sırasıyla meydana gelmesi, bu durumunun sürekliliğini ve daima ileriye ümitle bakmanın gerekliliğini gösterir. Ayrıca güzel günlerin hiç kim­senin tasarrufu ve tekeli altında olmadığına işaret eder. Dolayısıyla zamanın olumsuz gidişatına bakıp ümitsizliğe kapılmanın yersizliğini ifade eder. Bazı toplumlar şu an için gelişmişliğin, refahın zirvesinde bulunabilirler. Fakat günlerin / zamanın toplumlar ara­sında müdâvelesi sebebiyle, bir gün zirvedekiler en alt tabakalara düşebilirler. En aşağı noktada bulunan topluluklar da, irade ve enerjilerini olumlu yönde kullanmaları halin­de, bu müdâvele onları zirveye taşıyabilir.[236]

O.  Rucû’

Sosyal değişimin olabilmesi için ihtiyaç duyulan faktörlerden birisi bilgidir. Yüce Allah, ilâhî değerler doğrultusunda değişim göstermeleri için insanlara pek çok âyet, kanıt göndermiş, göstermiştir. Bu âyetler, hem değişmenin yönünü belirtmek hem de insanları bunun gereğine inandırabilmek için önem arzetmektedir:

“Andolsun, biz çevrenizdeki memleketleri de yok ettik. (Doğru yola) dönsünler diye âyet­leri tekrar tekrar açıkladık.”[237]

Âyette sözü edilen rucû’ yani dönüş, ilâhî gerçeklikleri anlayıp inkârdan imana dönmeyi ifade eder. İnsanların yanlıştan doğruya, kötüden iyiye dönebilmeleri için de, delillerin açıklanması, gerçek bilgilerin öğretilmesi gerekir.[238]

Yüce Allah Mekke çevresinde yaşayan birçok günahkâr topluluğu yok etmiştir. Mesalâ, Mekke civarında, Hicaz bölgesinin etrafında bulunan Şam, Yemen, Medyen, Hicr, Eyke, Sebâ, Sodom, Mısır gibi memleketlerin / şehirlerin ahalisinden inkâr ve is­yanda bulunan nicelerini helâk etmiş, felâketlere maruz bırakmıştır. Nitekim bu Âd, Semûd, Sebe’ gibi kavimlerin başına gelen olaylarla ilgili tarihî bilgiler Hicaz bölgesinde yaşayan insanlar tarafından bilinmekteydi. O bölgelerin insanlarını yok etmeden önce belki eğri yollarından, Allah’a ortak koşmaktan, isyandan, peygamberleri yalanlamaktan vazgeçip doğru yola, imana, tevhît inancına dönerler diye uyarıcı mesajlarını, öğütlerini, ibretlerini çok yönlü bir şekilde, tekrar tekrar dile getirmiştir. İlâhî âyetleri / gerçekleri inkârdan, kötü davranışlarından geri dönsünler diye Allah’ın vahdâniyetini, kudretini gösteren delilleri, güçlü kanıtları açıkça göstermiştir. Yüce Allah, onların inkârdan dön­melerini teşriî iradesiyle dilemiş, ancak bunda ısrar etmemiştir. Helâk edilmelerinden anlaşıldığına göre, söz konusu şehirlerin insanları, Allah’a ortak koşma ve batıl üzere yaşama konusunda ısrar etmişler, beklenen dönüş gerçekleşmemiştir.[239]

Değişim yönünde sunulan mesajlar / bilgiler ne kadar doğru, gerçekçi ve faydalı olursa olsun, toplumlar bazen değişime direnebilmektedirler. Nitekim âyette, ilâhî me­sajlar doğrultusunda değişmemekte direnç gösteren toplumlara tarihten örnekler veril­miştir.

Ö.  Kur’an’da Yabancılaşma ve Toplumsal Çözülmeye İşaret Eden Tasvirler

Yabancılaşmanın yaşandığı toplumlarda makamlar / statüler arasında, yöneten yönetilen arasında, bilen bilmeyen arasında yabancılaşma ve kopukluk artar. Toplumu oluşturan tabakaların dilleri, alışkanlıkları, bayram yapma tarzları, oturdukları semtleri, evleri, okulları, modaları, ulaşım vasıtaları, tüketim yerleri, giyimleri, cenaze törenleri, hatta mezarlıkları bile ayrı hale gelir. Diğer faktörlerin de etkisiyle toplum hızla yozlaş­ma sürecine girer, ardından başka kültürlerin kültür sömürüsü altında kalır ve gün geç­tikçe başkalaşır. Söz konusu toplum kendi çağının medeniyetini temsil ediyorsa, toplum içerisinde ikilikler artar, bozulmalar başlar, refah ve zenginliğin, sonra şımarmanın ve sefâhetin getirdiği çözülme ile dağılma sürecine girer. Kur’an’daki hatırlatmaları izler­sek, toplumdaki bozulmanın ve hatta çökmenin baş aktörlerinin sorumsuz, zorba, rahat yaşayan zenginler / mütref olduğunu görürüz. Bu guruba, bilgiye ve yönetim erkine sahip olanlar da dahildir.[240]

Kur’an, insanlık tarihinin hemen her döneminde, toplumdaki şımarık ve zorba gurupların düşünce, tutum ve davranış kalıplarının birbiriyle paralellik gösterdiğine işaret etmektedir. Bu durumun, toplumu ya da medeniyeti yozlaştıran, çürüten, yok oluşa sürükleyen bir olumsuzluk olduğuna dikkat çekmektedir. Ahlâkî bozulma ve çö­küntü, Kur’an’da, toplumların düşüş sebepleri arasında gösterilmektedir. Âyetlerde, aşırı lüks ve sefâhet düşkünlüğü, çökme ve yok olma sebepleri olarak vurgulanmakta­dır.[241]

Yüce Allah bir âyette, toplumun manevî yapısında, ahlâk anlayışında meydana gelen bozulmalara dikkat çekmiştir. Toplumda çözülme belirtisi olan kötülüklerin, prob­lemlerin nasıl arttığına değinmiştir. Manevî değerleri ihmal eden, ciddiye almayan, sa­dece maddî tatmini esas alan toplumun, üst / yönetici tabakadan başlayarak aşağıya doğru bozulmaya başlayacağını haber vermiştir:

“Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşla- rına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz.” [242]

“Refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına itaati emrederiz de onlar orada kötü­lük işlerler.” ifadesi mecâzidir. Aslında âyetin hakiki manada anlamı şöyledir: Allah onlara bol bol nimetler verir, bu nimetleri isyan etmeleri, hazlarının peşinden gitmeleri, şımarmaları için fırsat, vesile yapar. Yüce Allah, nimetleri bol bol vermek suretiyle, sanki onlara bozgunculuğu emretmiş gibi olur. Onlar için bunun sebeplerini hazırlar. Oysa nimetler, küfür / nankörlük etmeleri için değil, şükretmeleri için verilir. Nimete karşı nankörlük ettikleri, bozgunculuk yaptıkları için onlar üzerine ilâhî azap hak olur. [243]

Bir toplumun zengin kesimi, ilâhî değerleri, insanî erdemleri çiğnemeye başladığı zaman o toplum helâk olur. Çünkü toplumun genel kesimi, lider konumundaki bu var­lıklı, imkân sahibi kimselere uyarlar. Böylece varlıklı kesim, toplumun çökmesinden sorumlu olur. Önceleri bu yüksek tabaka toplumda kötülük ve bozgunculuk yapmaya başlar; daha sonra halkın diğer kesimleri de onlara uyarlar. [244]

Âyette sosyolojik bir yasaya işaret vardır. Yüce Allah, bir toplumu yok etmeyi di­lediği zaman, o toplumun ileri gelen zenginlerine, refah ve bolluk içerisinde yaşayan seçkinlerine, varlık ve servetle şımaran kesimlerine, yöneticilerine son uyarılarını yapar; gönderdiği peygamberler aracılığıyla bozgunculuk yapmamalarını emreder. Allah’a itaat ederek ilâhî değerleri ayakta tutmalarını, farzları yerine getirmelerini, iyilikler yapmalarını, özellikle büyük günahlardan, kötü fiillerden sakınmalarını ister. Şayet on­lar bu emre aykırı davranır, bozgunculuk yapar, itaatten uzaklaşır, günahkârca yaşama­ya, kötülükler işlemeye devam ederlerse, ilâhî azabı hak ederler; cezalandırılma hükmü artık onlar için kaçınılmaz olur. Allah, o ülkeyi büsbütün harap / darmadağın eder. [245]

Âyette yapılan tasvire göre, bozulma ve çözülme şeklindeki / yönündeki toplum­sal değişmeler, üst tabakalardan başlamakta ve diğer tabakalara doğru yayılarak bütün toplumu etkisi altına almaktadır.

Bu âyet, toplumsal yasalardan birini açıklar. Toplumda servet sahiplerinin, boz­guncuların özellikle alt tabakadakileri yönlendirmesiyle toplumun çözülmesi arasında bağ kurar. Toplumsal yapıda meydana gelen siyasî ve ekonomik dengesizlik, sosyal çözülmenin zeminini hazırlayan ahlâkî yozlaşmaya yol açar. Mülkiyetin toplumdaki belirli kesimlerin ellerinde toplanması, sosyal adaletin ve dengenin bozulmasına sebep olur. Bütün bu gelişmeler, toplumda genel olarak bozulma ve kargaşa ortamı meydana getirir.[246]

Yüce Allah, çöküş ve yozlaşma sürecine giren toplumların bunun bedelini öde­yeceklerini haber verir. “Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de ora­nın altını üstüne getiririz.” ifadesi, çöküntü, bunalım, çözülme, yozlaşma ve bozulma yaşayan toplumların, ellerindeki maddî ve manevî kıymetleri kaybedeceklerini anlatır.

Sonuç

Kur’an’da doğrudan insanlara hitap edildiğine, insanlar toplumsal değişmenin ekseni ve temel belirleyicisi olduğuna göre, gerçekleşen bütün sosyal olaylarda ve deği­şimde en büyük pay ve sorumluluk insanlara aittir. Kur’an değişimin temeline toplumu yerleştirir, başlarına gelenlerden dolayı da toplumu sorumlu tutar. Kur’an sosyal deği­şime yön veren yasalarla, bunda etkin rol oynayan insan faktörünün birbirini tamamla­dığına işaret eder.

Kur’an’da geçen ve sosyal değişmeyi konu alan âyetleri incelediğimizde, sosyal değişmenin pek çok boyutunu fark edebiliriz. Örneğin, sosyal değişmenin görünümle­rinden zaman unsuru âyetlerde açıkça vurgulanır. Sosyal değişmenin meydana geldiği çeşitli sahalara ilişkin açıklamalara yer verilir. Sosyal değişmeyi etkileyen faktörlerden, kültürel değerler, zihniyet, bilgi gibi etkenler birçok âyette dikkatleri çeker. Kur’an’ın üzerinde durduğu hususlardan birisi, sosyal değişmenin yön ve şekilleridir. Nitekim yabancılaşma ve sosyal çözülme gibi problemlere bazı âyetlerde işaret edilir. Âyetlerde, dinin sosyal değişmeye olan etkisine, yine dinin sosyal değişmelerden etkilenmesine dair doğrudan ve dolaylı izahlar vardır.

Kur’an’ın sosyal değişmeye yaklaşımı, sosyolojinin yaklaşımından farklıdır. Sos­yolojiye göre toplumsal değişme nötr bir olgudur, nesnel bir kavram olarak herhangi bir yön ifade etmez. Toplumsal değişmede doğrultu ifade eden değer yargıları yoktur. De­ğer yargıları, toplumsal değişmenin şekil ve özelliklerini ifade eder. Bir değerler man­zumesi olan Kur’an, toplumsal değişmeye nesnel olarak yaklaşmaz. Kur’an’da sosyal değişmenin, en çok yön ifade eden özelliklerine vurgu yapılır. Toplumsal değişmenin, müspet-menfi, faydalı-zararlı, iyiye ya da kötüye doğru oluşu büyük önem arzeder. Kur’an ilâhî ölçülere göre değişmenin olumlu ve olumsuz yönlerini hem ilke olarak hem de tarihten kesitler sunarak açıklamak suretiyle muhataplarını uyarır ve yönlendirir.

Kur’an’da, toplumsal değişmenin meydana geldiği bütün alanlara dair doğrudan ya da dolaylı izahlar bulabiliriz. Manevî kültürdeki dönüşümler yanında maddî dönü­şümlere dair izahlara rastlayabiliriz. Fakat Kur’an’da hem önem hem de sıklıkla deği­nilmesi bakımından öne çıkan husus, manevî kültürdeki değişmelerdir. Kur’an, daha çok, değişmenin ilâhî değerler doğrultusunda ya da bu değerlere zıt yönde gelişmesiyle ilgilenir.

Bilindiği gibi, dinî inanç ve ibadetler, toplumsal değişimin araç ya da kaynaştırı­cıları olabilirler. Toplumun inanç ve ibadet sisteminde meydana gelebilecek değişiklikle­rin, toplumun genel kültürel yapısında oluşturacağı farklılıklar Kur’an’da namaz ibadeti örneği ile açıklanır. (19/58-59) Namaz ibadetinin ihmal edilmesi ve anlamını yitirmesiyle toplumun nasıl bir ahlâkî çöküş içerisine girdiği ifade edilir. Bunun tersini düşündüğü­müzde ise, namazın toplumun ahlâkî yapısını düzene koymuş olduğunu söyleyebiliriz.

Kur’an bir değerler kitabıdır; sunduğu değerlerin muhataplar tarafından içselleş­tirilip tutum ve davranışa dönüştürülmesini ister. Dolayısıyla sosyal değişme konusun­da Kur’an’da yer alan açıklamalar, müminler için sadece bir bilgi konusu değil, sosyal değişim gerçeği karşısında nasıl davranmaları gerektiği hususunda onlara rehberlik eden yol haritalarıdır. Buna göre, müminler her çağın özelliğine göre sosyal-kültürel değişmeler karşısında, Kur’an’da sunulan ilkeler ışığında çözüm ve çıkış yolları üretme­lidirler.

Kaynaklar

Ahmed, Ekber S., İslâm ve Antropoloji, Çev. Bedri Gencer, İnsan Yayınları, İstanbul, tsz. Akdoğan, Ali, “Bireysel ve Toplumsal Hayatta Ahlaka Olan İhtiyaç ve İslâm”, EKEV Akademi Dergisi, sayı: 18, 2004.

Akdoğan, Ali, Sosyal Değişme ve Din, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004.

Akyüz, Hüseyin, Eğitim Sosyolojisinin Temel Kavram ve Alanları Üzerine Bir Araştırma, M.E.B., İstanbul, 1991.

Akyüz, Niyazi, Çapcıoğlu, İhsan, “Toplumsal Değişme ve Din”, Ana Başlıklarıyla Din Sosyoloji­si, Editörler: Niyazi Akyüz, İhsan Çapcıoğlu, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara, 2008

Altay, Ekrem, Yeni Sosyoloji, Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu Yayınları, Ankara, 1976.

Altıkardeş, İsmet, Din ve Sosyal Bütünleşme, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004.

Altıntaş, Ramazan, Kur’an’da Hidayet ve Dalâlet, Pınar Yayınları, İstanbul, 1995.

Anbarlı-Bozatay, Şeniz, Sosyoloji, Beta Basım Yayım, Ankara, 2011, s. 65; Ejder Okumuş, Göste­rişçi Dindarlık, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002.

Arvasi, Seyyid Ahmed, İnsanın Yalnızlığı, Burak Yayınevi, İstanbul, 1996.

Aslan, Cahit, Sosyoloji, Baki Kitabevi, Adana, 1997.

Aslantürk, Zeki, Amman, M. Tayfun, Sosyoloji, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1999.

Ata, Bahri, “Bilim ve Teknolojinin Sosyal Değişime Etkisi”, Bilim Teknoloji ve Sosyal Değişme, Editör: Bahri Ata, Pegem Y ayınları, Ankara, 2012.

Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1991.

Bahar, Halil İbrahim, Sosyoloji, Hayat Yayıncılık, İstanbul, 2011.

Bates, Daniel G., 21. Yüzyılda Kültürel Antropoloji İnsanın Doğadaki Yeri, Çev. Suavi Aydın ve diğerleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009.

Bayraklı, Bayraktar, Kur’an’da Değişim Gelişim ve Kalite Kavramları, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1999.

Beyzâvî, el-Kâdi Nâsiruddîn, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988.

Bilgiseven, Amiran Kurtkan, Sosyolojik Açıdan İslâmiyet ve İslâmî Kavramlar, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1992.

Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstan­bul, 1985.

Bin Nebi, Malik, Kültür Sorunu ve Bir Toplumun Doğuşu, Çev. Salih Özer, Ankara Okulu Ya­yınları, Ankara, 2000.

Bottomore, T. B., Toplumbilim, Çev. Ünsal Oskay, Der Yayınları, İstanbul, 1998.

Bozkurt, Veysel, Değişen Dünyada Sosyoloji, Ekin Basım Yayım, Ankara, 2008.

Bulaç, Ali, İslâm Dünyasında Toplumsal Değişme, Nehir Yayınları, İstanbul, 1987.

Celkan, Hikmet Yıldırım, Eğitim Sosyolojisi, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 1989.

Cezâirî, Ebû Bekr Câbir, Eyseru’t-Tefâsîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995.

Charney, Jean-Paul, İslâm Kültürü ve Toplumsal Ekonomik Değişim, Çev. Adnan Bülent Baloğlu, Osman Bilen, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1997.

Coşkun, Ali, Sosyal Değişme ve Dinî Normlar, Dem Yayınları, İstanbul, 2005.

Çantay, Hasan Basri, Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Elif Ofset, İstanbul, 1992.

Çelik, Celâleddin, Kur’an’da Toplumsal Değişim, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996.

Çelikkaya, Hasan, Fonksiyonel Eğitim Sosyolojisi, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1998.

Çiftçi, Orhan, Toplumbilim, Sonhaber Matbaacılık, Trabzon, 2001.

Demircan, Adnan, Kabile Topluluklarından Akide Topluluklarına, Beyan Yayınları, İstanbul, 2009.

Demirci, Muhsin, Nas-Olgu İlişkisi Bağlamında Kur’an’da Sosyal Gerçeklik, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2008.

Dodurgalı, Abdurrahman, Eğitim Sosyolojisi, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1995.

Doğan, İsmail, Sosyoloji: Kuramlar ve Sorunlar, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1996.

Dönmezer, Sulhi, Toplumbilim, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1994.

Duman, M. Zeki, Beyânu’l-Hak, Fecr Yayınevi, Ankara, 2006.

Duygulu, Ethem, “Yabancılaşma Olgusuna Yönelik Karşılaştırmalı Bir İnceleme”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı: 3, 1999.

Düzenli, Yaşar, Kur’ân Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 2000.

Efe, Adem, “Karizmatik bir Lider Olarak Hz. Peygamber ve Onun Gerçekleştirdiği Bazı Sosyal ve Kültürel Değişmeler”, IV. Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler), 19-20 Nisan 2001, S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Isparta.

Eliaçık, İhsan, İslâm ve Sosyal Değişim, Şafak Yayınları, İstanbul, 1993.

Eren, Selim, “Toplumsal Norm Ahlak ve Din”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Der­gisi, sayı: XI/2, 2007.

Ergil, Doğu, Toplum ve İnsan, Hayat Yayıncılık, İstanbul, 2012.

Ergun, Doğan, 100 Soruda Sosyoloji El Kitabı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1990.

Ergün, Mustafa, Eğitim ve Toplum, Ocak Yayınları, Ankara, 1992.

Erkal, Mustafa E., Sosyoloji, Der Yayınları, İstanbul, 1998.

Erkal, Mustafa E., ve diğerleri, Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul, 1997.

Erkal, Mustafa, Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Mayaş Yayınları, Ankara, 1984.

Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, Çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 1997.

Fichter, Joseph, Sosyoloji Nedir? Çev. Nilgün Çelebi, Attila Kitabevi, Ankara, 1996

Fîrûzâbâdî, Mecdüddîn Muhammed İbn Yakûb, Besâiru Zevi’t-Temyîz, el-Mektebetü’l-İlmî, Beyrut, tsz.

Gazalî, Muhammed, Kur’an’ı Anlamada Yöntem, Çev. Emrullah İşler, Sor? Yayıncılık, Ankara, 1993.

Gazali, Muhammed, Kur’an’ın Konulu Tefsiri, Çev. Şahin Güven, Ekrem Demir, Ağaç Yayınları, İstanbul, 2005.

Güçlü, Sevinç, “Din Kurumu”, Kurumlara Sosyolojik Bakış, Editör, Sevinç Güçlü, Kitabevi, İs­tanbul, 2011.

Günay, Ünver, “Toplumsal Değişme ve İslâmiyet”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:1/1, 2001.

Günay, Ünver, Din Sosyolojisi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1998.

Güngör, Erol, Değerler Psikolojisi, Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı Yayınları, Ams­terdam, 1993..

Güvenç, Bozkurt, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996.

Güvenç, Bozkurt, Sosyal Kültürel Değişme, Gündoğan Yayınları, Ankara, 2000.

Halebî, Ahmed İbn Yusuf es-Semîn, Umdetü’l-Huffâz fî Tefsîri Eşrefi’l-Elfâz, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut, 1993.

Halil, İmadüddîn, İslâm’ın Tarih Yorumu, Risâle Yayınları, İstanbul, 1988.

Halil, İmadüddin, İslâmî Düşüncenin Yeniden Oluşumu, Çev. Hüseyin Varol, Risale Yayınları, İstanbul, 1986.

Hançerlioğlu, Orhan, Toplumbilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986.

Haviland, William A., Kültürel Antropoloji, Çev. Hüsamettin İnaç, Seda Çiftçi, Kaknüs Yayınla­rı, İstanbul, 2002.

Hicâzî, Muhammed Mahmûd, et-Tefsîru’l-Vâzıh, Dâru’l-Ceyl, Beyrut, 1991.

İbn Atıyye, Ebû Muhammed Abdulhak İbn Ğâlib el-Endelûsî, el-Muharreru’l-Vecîz fî Tefsîri’l- Kitâbi’l-Azîz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993.

İbn Kesîr, İmâduddîn Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1997. İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed İbn Mükrem, Lîsânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Bey­rut, 1997.

İçli, Gönül, Sosyolojiye Giriş, Anı Yayıncılık, Ankara, 2002.

İsfehânî, Ebu’l-Kâsım el-Hüseyn İbn Muhammed er-Râgıb, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, tsz.

İşçi, Metin, Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme, Der Yayınları, İstanbul, 2000.

Kağıtçıbaşı, Çiğdem, Sosyal Değişmenin Psikolojik Boyutları, Sosyal Bilimler Derneği Yayınla­rı, Ankara, 1972.

Kasapoğlu, Abdurrahman, “Kur’an’da “Tağyîr” Olgusu, -Bireysel ve Toplumsal Değişme-“, EKEV Akademi Dergisi, sayı: 27, 2006.

Kâsimî, Muhammed Cemâluddîn, Tefsîru’l-Kâsimî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1994. Kehrer, Günter, “Din Sosyolojisi”, Çev. M. Emin Köktaş, Din Sosyolojisi, Derleyen: Yasin Aktay, M. Emin Köktaş, Vadi Yayınları, Ankara, 1998.

Kılıç, Ahmet Faruk, Ziya Gökalp’in Din Sosyolojisi, Değişim Yayınları, İstanbul, 2008.

Kılıç, Sadık, Yabancılaşma, Rahmet Yayıncılık, İstanbul, tsz.

Kirman, Mehmet Ali, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004. Koenig, Samuel, Sosyoloji, Çev. S. Sucu, O. Aykaç, Ütopya Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000. Kongar, Emre, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1995.

Korkmaz, Abdullah, Değişme ve Farklılaşma, Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2006.

Kula, M. Naci, Kimlik ve Din, Ayışığı Kitapları, İstanbul, 2001.

Kurt, Abdurrahman, Din Sosyolojisi, Dora Yayınları, Bursa, 2011.

Kurtkan-Bilgiseven, Âmiran, Genel Sosyoloji, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1995.

Kurtûbî, Ebû Abdullah Muhammed İbn Ahmed, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut, 1993.

Kutub, Muhammed, İslâmî Açıdan Tarihe Bakışımız, Çev. Talip Özdeş, Risale Yayınları, İstan­bul, tsz.

Kutub, Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’ân, Dâru’ş-Şurûk, Kahire, 1997.

Le Bon, Gustave, Kitleler Psikolojisi, Çev. Belli değil, Hayat Yayınları, İstanbul, 1997.

Lundberg, George A., ve diğerleri, Sosyoloji, Çev. Özer Ozankaya, Ülker Gürkan, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayını, Ankara, 1970.

Mahallî, Celalüddin Muhammed İbn Ahmed, Celalüddin Abdurrahman İbn Ebî Bekr es-Suyûtî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-Kalem, Kahire, 1966.

Marshall, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999.;

Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed İbn Muhammed İbn Mahmûd, Te’vilâtu Ehli’s-Sünne, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2004.

Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali İbn Muhammed İbn Habîb, en-Nüket ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut, tsz.

Merâğî, Ahmed Mustafâ, Tefsîru’l-Merâğî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998.

Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’ân, Çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri, İnsan Yayın­ları, İstanbul, 1989.

Muslihiddin, Muhammed, İslâm ve Sosyoloji, Çev. Sami Şener, Akabe Yayınları, İstanbul, tsz.

Mutahhari, Murtaza, Tarih ve Toplum, Çev. Cengiz Şişman, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1989.

Nesefî, Abdullah İbn Ahmed, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, 1996.

Okumuş, Ejder, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995.

Okumuş, Ejder, Toplumsal Değişme ve Din, İnsan Yayınları, İstanbul, 2003.

Ozankaya, Özer, Toplumbilim Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1980.

Ozankaya, Özer, Toplumbilime Giriş, S Yayınları, Ankara, 1982.

Özakpınar, Yılmaz, Kültür Değişmeleri ve Batılılaşma Meselesi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2003.

Özer, İnan, “Toplumsal Değişme / Gelişme”, Sosyolojiye Giriş, Editör: İhsan Sezal, Martı Kitap- Yayınevi, Ankara, 2003.

Özkalp, Enver, Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 1995.

Özler, İbrahim, “Sosyolojik Açıdan Değişim ve Zihniyet Algılamaları”, EKEV Akademi Dergi­si, sayı: 34, 2008.

Özsoy, Ömer, Sünnetullah Bir Kur’an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınevi, Ankara, 1994.

Öztürk, Hüseyin, Modern Eğitim Sosyolojisi, Büyük Dağıtım-Yayınevi, İstanbul, 1974.

Öztürk, Metin, Mustafa Kemal Coşkun, Sosyoloji, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1999.

Pazarbaşı, Erdoğan, Kur’an ve Medeniyet, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996.

Perşembe, Erkan, “Toplumsal Değişme ve Din İlişkileri Üzerine”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, 1991.

Râzî, Fahreddîn, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1997.

Sa’dî, Abdurrahman İbn Nâsır, Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîri Kelâmi’l-Mennân, Mües- setü’r-Risâle, Beyrut, 1996.

Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, tsz.

Sadr, Muhammed Bâkır, Kur’an Okulu, Çev. Mehmet Yolcu, Fecr Yayınları, Ankara, 1996.

Sayın, Önal, Sosyolojiye Giriş, Üniversite Kitapları, İzmir, 1994.

Sezen, Yümni, İslâm’ın Sosyolojik Yorumu, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 2000.

Sezen, Yümni, Sosyoloji Açısından Din, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1988.

Sıddıkî, Maharuddîn, Kur’an’da Tarih Kavramı, Çev. Süleyman Kalkan, Pınar Yayınları, İstan­bul, 1982.

Şankîtî, Muhammed İbn Muhammed İbn el-Muhtâr, Azvâu’l-Beyân fî Îzâhi’l-Kur’ân bi’l- Kur’ân, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1995.

Şener, Sami, “Sosyal Değişmenin Dinî Hayata Etkisi”, Sosyal Değişme ve Dini Hayat, Tartışmalı İlimi Toplantılar Dizisi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2005.

Şener, Sami, Sosyoloji, İnkılâb Yayınları, İstanbul, 1998, s. 108, 110; Aydın Yaka, Sosyal Değişme, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2011.

Şevkânî, Muhammed İbn Ali İbn Muhammed, Fethu’l-Kadîr, el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1995.

Şimşek, M. Sait, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2010.

Temel, Ahmet Vefa, Kur’ân-ı Kerîm Açısından Taassubun Boyutları, İz Yayıncılık, İstanbul, 2007.

Tezcan, Mahmut, Kültürel Antropoloji, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997.

Tezcan, Mahmut, Sosyal ve Kültürel Değişme, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara, 1984

Tezcan, Mahmut, Sosyolojiye Giriş, Feryal Matbaası, Ankara, 1995.

Thompson, Ian, Odaktaki Sosyoloji Din Sosyolojisine Giriş, Çev. Bekir Zakir Çoban, Birey Ya­yıncılık, İstanbul, 2004.

Tolan, Barlas, Çağdaş Toplumun Bunalımı Anomi ve Yabancılaşma, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, Ankara, 1980.

Tolan, Barlas, Toplum Bilimlerine Giriş, Adım Yayıncılık, Ankara, 1996.

Toptaş, Mahmut, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları, İstanbul, 1993.

Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1994.

Türkdoğan, Orhan, Değişme Kültür ve Sosyal Çözülme, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1996.

Ülken, Hilmi Ziya, Sosyoloji Sözlüğü, M.E.B., İstanbul, 19691.

Weber, Max, Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev. Zeynep Gürata, Ayraç Kitabevi Ya­yınları, İstanbul, 2008.

Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, tsz.

Yeniçeri, Özcan, “Yabancılaşma”, Türkiye Günlüğü, sayı: 25, 1993.

Yıldırım, Ergün, Değişen Din Anlayışının Sosyolojisi, Bilge Yayınları, İstanbul, 1999.

Yolcu, Mehmet, Kur’an’ın Zihniyeti Değiştirmesi, Eylül Yayınları, İstanbul, 2003.

Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Cârullah Muhammed İbn Ömer, el-Keşşâf an Hakâikı Ğavâmizı’t- Tenzîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995.

Zuhaylî, Vehbe, et-Tefsîru’l-Münîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1991.

[1]        Ekber S. Ahmed, İslâm ve Antropoloji, Çev. Bedri Gencer, insan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 86; Sulhi Dönmezer, Toplumbilim, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1994, s. 399; Hüseyin Öztürk, Modern Eğitim Sosyolojisi, Büyük Dağıtım-Yayınevi, İstanbul, 1974, s. 200; Mustafa Ergün, Eğitim ve Toplum, Ocak Yayınları, Ankara, 1992, s. 236; Seyyid Ahmed Arvasi, İnsanın Yalnızlığı, Burak Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 22.

[2]        Samuel Koenig, Sosyoloji, Çev. S. Sucu, O. Aykaç, Ütopya Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000, s. 287;

Âmiran Kurtkan-Bilgiseven, Genel Sosyoloji, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1995, s. 265; M. Naci Kula, Kimlik ve Din, Ayışığı Kitapları, İstanbul, 2001, s. 64.

[3]        Yılmaz Özakpınar, Kültür Değişmeleri ve Batılılaşma Meselesi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2003, s. 11.

[4]        Sami Şener, “Sosyal Değişmenin Dinî Hayata Etkisi”, Sosyal Değişme ve Dini Hayat, Tartışmalı İlimi Toplantılar Dizisi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2005, s. 120; Ali Bulaç, İslâm Dünyasında Toplumsal Değişme, Nehir Yayınları, İstanbul, 1987, s. 7.

[5]        M. Sait Şimşek, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2010, II/529.

[6]        Bozkurt Güvenç, Sosyal Kültürel Değişme, Gündoğan Yayınları, Ankara, 2000, s. 144.

[7]        A’r’af, 7/168-169; Meryem, 19/58-59.

[8]        Mâide, 5/54.

[9]        Şuara, 26/227; Âl-i İmrân, 3/149.

[10]      Nûr, 24/55.

[11]      Âl-i İmrân, 3/140.

[12]      Ra’d, 13/11; Enfâl, 8/58; Bu konuda yapılmış bir araştırma için bkz. Abdurrahman Kasapoğlu, “Kur’an’da “Tağyîr” Olgusu, -Bireysel ve Toplumsal Değişme-“, EKEV Akademi Dergisi, sayı: 27, 2006, s. 51-64.

[13]      Muhammed, 47/38; Tevbe, 9/38-39; Bakara, 2/108-109.

[14]      Bakara, 2/257; Mâide, 5/15-16; İbrâhim, 14/1-2.

[15]      İbrâhim, 14/19.

[16]      İbrahim, 14/5.

[17]      Yûnus, 10/13-14.

[18]      Kasas, 28/4-6; Enbiyâ, 21/105.

[19]      Enbiyâ, 21/11; Mü’minûn, 23/23-42.

[20]      Ahkâf, 46/27.

[21]      İsrâ, 17/16.

[22]      George A. Lundberg ve diğerleri, Sosyoloji, Çev. Özer Ozankaya, Ülker Gürkan, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayını, Ankara, 1970, II/290; İsmail Doğan, Sosyoloji: Kuramlar ve Sorunlar, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1996, s. 287; Mehmet Ali Kirman, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004, s. 232; Cahit Aslan, Sosyoloji, Baki Kitabevi, Adana, 1997, s. 166; İnan Özer, “Toplumsal Değişme / Gelişme”, Sosyolojiye Giriş, Editör: İhsan Sezal, Martı Kitap-Yayınevi, Ankara, 2003, s. 565; Doğan Ergun, 100 Soruda Sosyoloji El Kitabı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1990, s. 100.

[23]      Özer Ozankaya, Toplumbilim Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1980, s. 108.

[24]      Emre Kongar, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1995, s. 55; Enver Özkalp, Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 1995, s. 264.

[25]      Mustafa E. Erkal ve diğerleri, Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul, 1997, s. 244; Abdurrahman Dodurgalı, Eğitim Sosyolojisi, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1995, s. 66; Halil İbrahim Bahar, Sosyoloji, Hayat Yayıncılık, İstanbul, 2011, s. 127; Bahri Ata, “Bilim ve Teknolojinin Sosyal Değişime Etkisi”, Bilim Teknoloji ve Sosyal Değişme, Editör: Bahri Ata, Pegem Yayınları, Ankara, 2012, s. 1; Hikmet Yıldırım Celkan, Eğitim Sosyolojisi, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 1989, s. 90; Ekrem Altay, Yeni Sosyoloji, Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu Yayınları, Ankara, 1976, s. 160; Kirman, s. 232; Doğan, s. 287.

[26]      Dodurgalı, s. 66.

[27]      T. B. Bottomore, Toplumbilim, Çev. Ünsal Oskay, Der Yayınları, İstanbul, 1998, s. 239; Gönül İçli, Sosyolojiye Giriş, Anı Yayıncılık, Ankara, 2002, s. 111; Hasan Çelikkaya, Fonksiyonel Eğitim Sosyolojisi, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1998, s. 129; Zeki Aslantürk, M. Tayfun Amman, Sosyoloji, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1999, s. 358; Özkalp, s. 264; Altay, s. 160-161.

[28]      Joseph Fichter, Sosyoloji Nedir? Çev. Nilgün Çelebi, Attila Kitabevi, Ankara, 1996, s. 167; Mahmut Tezcan, Sosyolojiye Giriş, Feryal Matbaası, Ankara, 1995, s. 174; Güvenç, Sosyal Kültürel Değişme, s. 93; İçli, s. 112; Aslantürk, Amman, s. 354.

[29]      İbrahim Özler, “Sosyolojik Açıdan Değişim ve Zihniyet Algılamaları”, EKEV Akademi Dergisi, sayı: 34, 2008, s. 329; Doğan, s. 288; İçli, s. 112.

[30]      Mustafa E. Erkal, Sosyoloji, Der Yayınları, İstanbul, 1998, s. 222; Abdullah Korkmaz, Değişme ve Farklılaşma, Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2006, s. 31; Özler, s. 328.

[31]Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi, Çev. Belli değil, Hayat Yayınları, İstanbul, 1997, s. 76-77.

[32]      Hüseyin Akyüz, Eğitim Sosyolojisinin Temel Kavram ve Alanları Üzerine Bir Araştırma, M.E.B.,

İstanbul, 1991, s. 267; Çelikkaya, s. 128.

[33]      Bahar, s. 127.

[34]      Mahmut Tezcan, Sosyal ve Kültürel Değişme, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara, 1984, s. 6; Fichter, s. 168; İçli, s. 112.

[35]      Koenig, s. 287; Ahmed, s. 86; Öztürk, s. 200; Korkmaz, s. 29.

[36]      Muhammed Muslihiddin, İslâm ve Sosyoloji, Çev. Sami Şener, Akabe Yayınları, İstanbul, tsz., s. 50; Şeniz

Anbarlı-Bozatay, Sosyoloji, Beta Basım Yayım, Ankara, 2011, s. 65; Ejder Okumuş, Gösterişçi Dindarlık, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002, s. 210; Erkal ve diğerleri, s. 244; Celkan, s. 91-92.

[37]      Hilmi Ziya Ülken, Sosyoloji Sözlüğü, M.E.B., İstanbul, 1969, s. 74; Ata, s. 1.

[38]      Kongar, s. 55; Ergün, s. 236; Dodurgalı, s. 66; Tezcan, Sosyal ve Kültürel Değişme, s. 3.

[39]      Kurtkan-Bilgiseven, Genel Sosyoloji, s. 280; Ata, s. 5; Aslan, s. 169; Anbarlı-Bozatay, s. 67.

[40]      Dodurgalı, s. 66.

[41]      Doğu Ergil, Toplum ve İnsan, Hayat Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 266.

[42]      Veysel Bozkurt, Değişen Dünyada Sosyoloji, Ekin Basım Yayım, Ankara, 2008, s. 335; Sami Şener, Sosyoloji, İnkılâb Yayınları, İstanbul, 1998, s. 108, 110; Aydın Yaka, Sosyal Değişme, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2011, s. 92; Özkalp, s. 277.

[43]      Tezcan, Sosyolojiye Giriş, s. 186.

[44]      Önal Sayın, Sosyolojiye Giriş, Üniversite Kitapları, İzmir, 1994, s. 146; Doğan, s. 297; Aslan, s. 171; Özer, s. 567.

[45]      Kongar, s. 24.

[46]      Tezcan, Sosyolojiye Giriş, s. 182.

[47]Arslantürk, Amman, s. 373.

[48]Fichter, s. 174; Tezcan, Sosyolojiye Giriş, s. 178; Doğan, s. 296-297.

[49]      Metin İşçi, Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme, Der Yayınları, İstanbul, 2000, s. 59.

[50]      William A. Haviland, Kültürel Antropoloji, Çev. Hüsamettin İnaç, Seda Çiftçi, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2002, s. 84; Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 289; Bahar, s. 104; Altay, s. 165.

[51]      Mahmut Tezcan, Kültürel Antropoloji, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997, s. 205; Altay, s. 165.

[52]      Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1994, s. 46.

[53]      Dönmezer, s. 401-402.

[54]      Bozkurt, s. 107; Kula, s. 64.

[55]      Ülken, s. 74.

[56]      Akyüz, s. 269.

[57]      Orhan Çiftçi, Toplumbilim, Sonhaber Matbaacılık, Trabzon, 2001, s. 118; Metin Öztürk, Mustafa Kemal Coşkun, Sosyoloji, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1999, s. 202.

[58]      Mustafa Erkal, Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Mayaş Yayınları, Ankara, 1984, s. 22.

[59]      Sadık Kılıç, Yabancılaşma, Rahmet Yayıncılık, İstanbul, tsz., s. 135; Celkan, s. 91.

[60]      Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999, s. 799; Ethem Duygulu, “Yabancılaşma Olgusuna Yönelik Karşılaştırmalı Bir İnceleme”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı: 3, 1999, s 14.

[61]      Barlas Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş, Adım Yayıncılık, Ankara, 1996, s. 302-303; Selim Eren, “Toplumsal Norm Ahlak ve Din”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: XI/2, 2007, s. 295; Özcan Yeniçeri, “Yabancılaşma”, Türkiye Günlüğü, sayı: 25, 1993, s. 93; Duygulu, s. 14.

[62]      Dodurgalı, s. 73.

[63]      Ergil, s. 267.

[64]      Çiğdem Kağıtçıbaşı, Sosyal Değişmenin Psikolojik Boyutları, Sosyal Bilimler Derneği Yayınları, Ankara, 1972, s. 18-19; Barlas Tolan, Çağdaş Toplumun Bunalımı Anomi ve Yabancılaşma, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, Ankara, 1980, s. 37-38; Ünver Günay, Din Sosyolojisi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1998, s. 334.

Ergil, s. 267.

Ergil, s. 267.

Orhan Türkdoğan, Değişme Kültür ve Sosyal Çözülme, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1996, s. 181-182; Yaka, s. 57.

Erkal, Sosyoloji, s. 278; Erkal ve diğerleri, s. 242; Altay, s. 170.

Orhan Hançerlioğlu, Toplumbilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986, s. 77.

[70]      Dönmezer, s. 427.

[71]      İşçi, s. 123.

[72]      Ali Akdoğan, “Bireysel ve Toplumsal Hayatta Ahlaka Olan İhtiyaç ve İslâm”, EKEV Akademi Dergisi,

sayı: 18, 2004, s. 184; İşçi, s. 123; Eren, s. 296.

[73]      Niyazi Akyüz, İhsan Çapcıoğlu, “Toplumsal Değişme ve Din”, Ana Başlıklarıyla Din Sosyolojisi, Editörler: Niyazi Akyüz, İhsan Çapcıoğlu, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara, 2008, s. 385; Ahmet Faruk Kılıç, Ziya Gökalp’in Din Sosyolojisi, Değişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 79; Koenig, s. 298.

[74]      Winston Davis, “Din Sosyolojisi”, Din Toplum ve Kültür, Derleyen ve Çev. Ali Coşkun, s. 91; Ian Thompson, Odaktaki Sosyoloji Din Sosyolojisine Giriş, Çev. Bekir Zakir Çoban, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 17; Ünver Günay, “Toplumsal Değişme ve İslâmiyet”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:1/1, 2001, s. 10; Ergil, s. 266; Celkan, s. 91; Arslantürk, Amman, s. 373; Günay, Din Sosyolojisi, s. 335-336.

[75]      Sevinç Güçlü, “Din Kurumu”, Kurumlara Sosyolojik Bakış, Editör, Sevinç Güçlü, Kitabevi, İstanbul, 2011, Sf. 213.

[76]      Erkan Perşembe, “Toplumsal Değişme ve Din İlişkileri Üzerine”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, 1991, s. 180; Tezcan, Sosyolojiye Giriş, s. 179; Tezcan, Sosyal ve Kültürel Değişme, s. 12; Ergün, s. 238; Doğan, s. 296; Özkalp, s. 277-278, Akdoğan, “Bireysel ve Toplumsal Hayatta Ahlaka Olan İhtiyaç ve İslâm”, s. 189.

[77]      Max Weber, Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev. Zeynep Gürata, Ayraç Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2008, s. 147-148.

[78]      Koenig, s. 298.

[79]Yümni Sezen, Sosyoloji Açısından Din, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1988, s. 49; Doğan, s. 294.

[80] Daniel G. Bates, 21. Yüzyılda Kültürel Antropoloji İnsanın Doğadaki Yeri, Çev. Suavi Aydın ve diğerleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 463.

[81] Cahiliye döneminde öncelikle kabile ilişkileri ve çıkarları etrafında bir araya gelen Araplar, Hz. Peygamber döneminde öncelikle inanç ortak paydasında buluşmuşlardır. Hz. Peygamberin getirdiği değerlerin benimsenmesiyle köklü bir toplumsal değişim meydana gelmiştir. Sosyal değişim açısından bakıldığında İslâm’ın ilk dönemlerdeki başarısı baş döndürücüdür. Yirmi üç yıl gibi kısa bir zamanda model olma özelliği taşıyan bir iman ve ahlâk toplumu oluşturulmuştur. (Jean-Paul Charney, İslâm Kültürü ve Toplumsal Ekonomik Değişim, Çev. Adnan Bülent Baloğlu, Osman Bilen, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1997, s. 136; Adnan Demircan, Kabile Topluluklarından Akide Topluluklarına, Beyan Yayınları, İstanbul, 2009, s. 26)

[82]Günter Kehrer, “Din Sosyolojisi”, Çev. M. Emin Köktaş, Din Sosyolojisi, Derleyen: Yasin Aktay, M. Emin Köktaş, Vadi Yayınları, Ankara, 1998, s. 101; Malik Bin Nebi, Kültür Sorunu ve Bir Toplumun Doğuşu, Çev. Salih Özer, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000, s. 169; Tezcan, Sosyolojiye Giriş, s. 179; Tezcan, Sosyal ve Kültürel Değişme, s. 11-12; Çelikkaya, s. 127, Aslan, s. 172; Sezen, Sosyoloji Açısından Din, s. 53.

[83]Adem Efe, “Karizmatik bir Lider Olarak Hz. Peygamber ve Onun Gerçekleştirdiği Bazı Sosyal ve Kültürel Değişmeler”, IV. Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler), 19-20 Nisan 2001, S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Isparta, s. 361.

[84]      Ergün Yıldırım, Değişen Din Anlayışının Sosyolojisi, Bilge Yayınları, İstanbul, 1999, s. 45; Anbarlı- Bozatay, s. 67.

[85]      Ali Akdoğan, Sosyal Değişme ve Din, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004, s. 96, 99; Akyüz, Çapcıoğlu, s. 377; Perşembe, s. 179.

[86]      Akyüz, Çapcıoğlu, s. 389.

[87]      Özer Ozankaya, Toplumbilime Giriş, S Yayınları, Ankara, 1982, s. 350; Aslantürk, Amman, s. 365-366.

[88]      Perşembe, s. 180.

[89]      Erol Güngör, Değerler Psikolojisi, Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı Yayınları, Amsterdam, 1993, s. 85-86.

[90]      Abdurrahman Kurt, Din Sosyolojisi, Dora Yayınları, Bursa, 2011, s. 153; Akyüz, Çapcıoğlu, s. 378.

[91]      Ali Coşkun, Sosyal Değişme ve Dinî Normlar, Dem Yayınları, İstanbul, 2005, s. 63; Günay, Din Sosyolojisi, s. 333.

[92]      Sezen, Sosyoloji Açısından Din, s. 51, 53.

[93]Muhammed Gazalî, Kur’an’ı Anlamada Yöntem, Çev. Emrullah İşler, Sor? Yayıncılık, Ankara, 1993, s. 195;

Yaşar Düzenli, Kur’ân Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 2000, s. 158.

[94] Ejder Okumuş, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 87; Mehmet Yolcu, Kur’an’ın Zihniyeti Değiştirmesi, Eylül Yayınları, İstanbul, 2003, s. 103; Muhsin Demirci, Nas-Olgu İlişkisi Bağlamında Kur’an’da Sosyal Gerçeklik, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2008, s. 258.

[95]A’râf, 7/168-169.

[96]      Muhammed Mahmûd Hicâzî, et-Tefsîru’l-Vâzıh, Dâru’l-Ceyl, Beyrut, 1991, I/781; Muhammed Ali es-

Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, tsz., I/479; Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, Çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 1997, s. 307; Abdurrahman Ibn Nâsır es-Sa’dî, Teysîru’l- Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîri Kelâmi’l-Mennân, Müessetü’r-Risâle, Beyrut, 1996, s. 270; Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Elif Ofset, İstanbul, 1992, I/244; M. Zeki Duman, Beyânu’l- Hak, Fecr Yayınevi, Ankara, 2006, I/286; Şimşek, II/343.

[97]      Muhammed İbn Ali İbn Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1995,

II/324; İmâduddîn Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1997, II/270; Ebû Bekr Câbir el-Cezâirî, Eyseru’t-Tefâsîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, II/258; es- Sâbûnî, I/479; Esed, s. 307; Çantay, I/244.

[98]      Ebû Mansûr Muhammed İbn Muhammed İbn Mahmûd el-Mâtürîdî, Te’vilâtu Ehli’s-Sünne, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2004, II/302.

[99]      Ebu’l-Hasen Ali İbn Muhammed İbn Habîb el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz, II/274; eş-Şevkânî, II/324; Abdullah İbn Ahmed en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t- Te’vîl, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, 1996, II/121; Çantay, I/244.

[100]    el-Mâverdî, II/274; eş-Şevkânî, 11/324; İbn Kesîr, II/270; en-Nesefî, II/121; el-Kâdi Nâsiruddîn el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-TeVîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, I/366; Ahmed Mustafâ el- Merâğî, Tefsîru’l-Merâğî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, III/430; el-Cezâirî, II/258; es-Sâbûnî, I/479; Vehbe ez-Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1991, IX/150; Esed, s. 307; Çantay, I/244; Şimşek, II/343.

[101]    eş-Şevkânî, II/324; el-Beyzâvî, I/366; el-Cezâirî, II/258; Hicâzî, I/781-782; Esed, s. 307.

[102]    İbn Kesîr, II/271; en-Nesefî, II/122; el-Beyzâvî, I/366; el-Cezâirî, II/258; es-Sâbûnî, I/479; Esed, s. 307; Çantay, I/244; Şimşek, II/343.

[103]    es-Sa’dî, s. 270.

[104]    el-Mâverdî, II/274; eş-Şevkânî, II/324; İbn Kesîr, II/271; el-Cezâirî, II/258; es-Sâbûnî, I/479.

[105]    Muhammed Kutub, İslâmî Açıdan Tarihe Bakışımız, Çev. Talip Özdeş, Risale Yayınları, İstanbul, tsz., s. 88.

[106]    Meryem, 19/58-59.

[107]el-Cezâirî, III/317; es-Sâbûnî, 11/221; Esed, s. 616; Çantay, II/558; Duman, I/365; Şimşek, III/311.

[108] Ebu’l-Kâsım Cârullah Muhammed İbn Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâikı Ğavâmizı’t-Tenzîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, III/24; Ebû Muhammed Abdulhak İbn Ğâlib İbn Atıyye el- Endelûsî, el-Muharreru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, IV/22; eş-Şevkânî, III/421; el-Beyzâvî, II/35; Çantay, II/558.

[109]    el-Mâtürîdî, III/271; ez-Zemahşerî, III/24; eş-Şevkânî, III/421; İbn Kesîr, III/134; el-Beyzâvî, II/35; Muhammed İbn Muhammed İbn el-Muhtâr eş-Şankîtî, Azvâu’l-Beyân fî Îzâhi’l-Kur’ân bi’l-Kur’ân, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1995, III/444-445; el-Merâğî, VI/57; el-Cezâirî, III/319; es-Sâbûnî, II/221; es-Sa’dî, s. 446; Ebu’l-A’lâ el-Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, Çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri, İnsan Yayınları, İstanbul, 1989, III/207; Esed, s. 616; Çantay, II/558; Duman, I/367.

[110]    Şimşek, III/312.

[111]    el-Mevdudî, III/207; Şimşek, III/312.

[112]    İbn Atıyye, IV/22-23; eş-Şevkânî, III/421-422; eş-Şankîtî, III/445; el-Merâğî, VI/57; es-Sâbûnî, II/221; Esed, s. 616.

[113]    ez-Zemahşerî, III/24; eş-Şevkânî, III/421; Çantay, II/558.

[114]el-Mâtürîdî, III/272; ez-Zemahşerî, III/25; İbn Atıyye, IV/23; el-Beyzâvî, II/35; el-Cezâirî, III/319; es-Sâbûnî, II/221; Çantay, II/558.

[115]    Ebu’l-Kâsım el-Hüseyn İbn Muhammed er-Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Dâru’l- Ma’rife, Beyrut, tsz., s. 192-193; Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed İbn Mükrem İbn Manzûr, Lîsânu’l- Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1997, III/182-184; Mecdüddîn Muhammed İbn Yakûb el-Fîrûzâbâdî, Besâiru Zevi’t-Temyîz, el-Mektebetü’l-İlmî, Beyrut, tsz., III/59-60; Ahmed İbn Yusuf es-Semîn el-Halebî, Umdetü’l-Huffâz fî Tefsîri Eşrefi’l-Elfâz, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut, 1993, II/89-90.

[116]    Ejder Okumuş, Toplumsal Değişme ve Din, İnsan Yayınları, İstanbul, 2003, s. 195; Okumuş, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, s. 94; Demirci, s. 273.

[117]    Mâide, 5/54.

[118]    Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, Dâru’ş-Şurûk, Kahire, 1997, II/917; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1991, III/17.

[119]    Okumuş, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, s. 131; Şimşek, II/70.

[120]    el-Cezâirî, I/644; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, tsz., m/1715.

[121]    Ebû Abdullah Muhammed Ibn Ahmed el-Kurtûbî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut, 1993, VI/142; Yazır, III/1715-1516; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1985, II/785; Ateş, III/17; Şimşek, II/70.

[122]    Yazır, III/1715; Ateş, III/18-19; Şimşek, II/70.

[123]    en-Nesefî, I/417; Hicâzî, I/528; el-Cezâirî, I/644; es-Sâbûnî, I/350; ez-Zuhaylî, VI/233; Esed, s. 202; Yazır, IH/1717; Bilmen, II/784; Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları, İstanbul, 1993, II/443; Duman, III/523.

[124]    Mazharuddîn Sıddıkî, Kur’an’da Tarih Kavramı, Çev. Süleyman Kalkan, Pınar Yayınları, İstanbul, 1982, s. 218.

[125]    el-Beyzâvî, I/271-272; en-Nesefî, I/417; Hicâzî, I/528; ez-Zuhaylî, VI/233; Yazır, III/1717.

[126]    el-Beyzâvî, I/272; en-Nesefî, I/417; ez-Zuhaylî, VI/233; Yazır, III/1717; Bilmen, II/784; Toptaş, II/443; Duman, III/524.

[127]    el-Kurtubî, VI/143; İbn Kesîr, II/73; el-Beyzâvî, I/272; en-Nesefî, I/417; el-Cezâirî, I/644; Kutub, II/919; es- Sâbûnî, I/350; ez-Zuhaylî, VI/233; Yazır, III/1717; Toptaş, III/443.

[128]    el-Kurtubî, VI/143; İbn Kesîr, II/73; Kutub, II/919; ez-Zuhaylî, VI/233; Yazır, III/1717.

[129]    el-Beyzâvî, I/272; en-Nesefî, I/417; Hicâzî, I/528; es-Sâbûnî, I/350; ez-Zuhaylî, VI/233.

[130]    Amiran Kurtkan Bilgiseven, Sosyolojik Açıdan İslâmiyet ve İslâmî Kavramlar, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1992, s. 38-39; İsmet Altıkardeş, Din ve Sosyal Bütünleşme, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004, s. 198.

[131]    en-Nesefî, I/417; es-Sâbûnî, I/350; ez-Zuhaylî, VI/233; Yazır, III/1717.

[132]    Toptaş, II/443.

[133]    el-İsfehânî, s. 39; İbn Manzûr, XI/48-49; el-Fîrûzâbâdî, II/216; el-Halebî, I/190.

[134]    Celâleddin Çelik, Kur’an’da Toplumsal Değişim, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996, s. 59; Yolcu, s. 105; Okumuş, Toplumsal Değişme ve Din, s. 188-189.

[135]    Muhammed, 47/38.

[136]    Esed, s. 1041; Bilmen, VII/3406; Ateş, VIII/445.

[137]    Ateş, VIII/445.

[138]    Bayraktar Bayraklı, Kur’an’da Değişim Gelişim ve Kalite Kavramları, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1999, s. 177-178.

[139]    el-Mâverdî, V/307; İbn Kesîr, IV/196; el-Beyzâvî, II/406; Muhammed Cemâluddîn el-Kâsimî, Tefsîru’l- Kâsimî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1994, VI/262; el-Merâğî, IX/202; es-Sâbûnî, III/215; es-Sa’dî, s. 735; Esed, s. 1041; Yazır, VI/4399-4400; Bilmen, VII/3406; Ateş, VIII/445.

[140]    el-Mâverdî, V/308; ez-Zemahşerî, IV/322; İbn Kesîr, IV/196; el-Beyzâvî, II/406; el-Kâsimî, VI/262; Hicâzî, III/475; es-Sâbûnî, III/215; Esed, s. 1041; Yazır, VI/4400; Bilmen, VII/3406; Ateş, VIII/445.

[141]    Kutub, VI/3303.

[142]    Tevbe, 9/38-39.

[143]    Bayraklı, s. 177.

[144]    Esed, s. 359; Çantay, I/280; Ateş, IV/81.

[145]    Esed, s. 359; Çantay, I/280.

[146]    el-Kurtubî, VDI/91; el-Beyzâvî, I/405; el-Merâğî, IV/99; Yazır, IV/2545-2546.

[147]    Kutub, m/1655; Şimşek, II/450.

[148]    ez-Zemahşerî, II/263; eş-Şevkânî, II/450; el-Beyzâvî, I/405; el-Merâğî, IV/99; Kutub, III/1656; Yazır, IV/2546.

[149]    Bakara, 2/108-109.

[150]    el-Merâğî, I/160; Esed, s. 30; Yazır, I/464; Bilmen, I/106; Ateş, I/219.

[151]    İbn Atıyye, I/196; en-Nesefî, I/117; İbn Kesîr, I/157; Yazır, I/464.

[152]    Yolcu, s. 106.

[153]    İmadüddin Halil, İslâmî Düşüncenin Yeniden Oluşumu, Çev. Hüseyin Varol, Risale Yayınları, İstanbul, 1986, s. 22; Ömer Özsoy, Sünnetullah Bir Kur’an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınevi, Ankara, 1994, s. 155.

[154]    Bakara, 2/257.

[155]    İhsan Eliaçık, İslâm ve Sosyal Değişim, Şafak Yayınları, İstanbul, 1993, s. 227-228.

[156]    Eliaçık, s. 228.

[157]    el-Mâverdî, I/328; el-Beyzâvî, II/135; en-Nesefî, I/200; el-Kâsimî, I/603; es-Sâdî, s. 92; es-Sâbûnî, I/163; Esed, s. 79; Yazır, II/874-875; Ateş, I/457; Duman, III/96.

[158]    el-Mâverdî, I/328; el-Beyzâvî, II/135; el-Kâsimî, I/603; el-Cezâirî, I/247; Esed, s. 79; Ateş, I/457; Duman, III/96.

[159]    İbn Atıyye, I/345; el-Kurtubî, III/184.

[160]    ez-Zuhaylî, III/20.

[161]    el-Mâverdî, I/329; el-Beyzâvî, II/135-136.

[162]    İbn Atıyye, I/345; el-Kurtubî, m/184.

[163]    Toptaş, I/509.

[164]    Mâide, 5/15-16.

[165]    Esed, s. 188.

[166]    el-Mâverdî, II/22; el-Beyzâvî, I/260; en-Nesefî, I/400-401; Hicâzî, I/495; es-Sâbûnî, I/334; Esed, s. 188; Yazır, m/1609; Bilmen, II/744.

[167]    İbrahim, 14/1-2.

[168]    el-Mâtürîdî, III/5; ez-Zemahşerî, II/516; eş-Şevkânî, III/114-115; İbn Kesîr, 11/541; el-Mevdudî, 11/502; Esed, s. 499; Ateş, V/6; Toptaş, IV/242; Şimşek, m/87-88.

[169]    İbrahim, 14/5.

[170]    Esed, s. 499; Ateş, V/15; Toptaş, IV/245.

[171]    İbn Kesîr, II/542; Toptaş, IV/245.

[172]    el-Mâtürîdî, III/8; ez-Zemahşerî, II/519; Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1997, VII/65; el-Kâsimî, IV/463; Kutub, IV/2088; el-Mevdudî, II/505; Ateş, V/15; Toptaş, 245; Şimşek, III/91.

[173]    el-Kâsimî, IV/463; Esed, s. 499.

[174]    İbrahim, 14/19.

[175]    el-Mâtürîdî, III/18; Esed, s. 505.

[176]    el-Mâtürîdî, III/18; ez-Zemahşerî, II/526; er-Râzî, VII/82; el-Kurtubî, IX/232; eş-Şevkânî, III/128; Celalüddin Muhammed İbn Ahmed el-Mahallî, Celalüddin Abdurrahman İbn Ebî Bekr es-Suyûtî, Tefsîru’l- Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-Kalem, Kahire, 1966, s. 235; es-Sa’dî, s. 378; Kutub, IV/2095; es-Sâbûnî, II/95; Esed, s. 505; Ateş, V/21; Toptaş, IV/253.

[177]    el-Mâtürîdî, III/18; es-Sa’dî, s. 378.

[178]    eş-Şevkânî, III/128; Kutub, IV/2095.

[179]    es-Sâbûnî, II/95; Bilmen, IV/1685; Toptaş, IV/253.

[180]    Yunus, 10/13-14.

[181]    el-Mevdudî, II/296; Ateş, IV/209; Şimşek, 11/529.

[182]    Erdoğan Pazarbaşı, Kur’an ve Medeniyet, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996, s. 234-235.

[183]    Kasas, 28/4-6.

[184]    es-Sâbûnî, II/424; Esed, s. 781; Ateş, VI/437.

[185]    er-Râzî, Vm/578-579; el-Kurtubî, XIII/165; el-Beyzâvî, II/186-187; el-Kâsimî, V/416; Kutub, V/2678; ez- Zuhaylî, XX/58; es-Sâbûnî, II/425; Esed, s. 781; Ateş, VI/437; Şimşek, IV/48.

[186]    Sıddıkî, s. 53.

[187]    Sıddıkî, s. 53.

[188]    Enbiyâ, 21/105.

[189]    İbn Atıyye, IV/103; en-Nesefî, III/138; el-Beyzâvî, II/80; es-Sâbûnî, II/276; es-Sa’dî, s. 481; Bilmen, IV/2188;

Ateş, V/528.

[190]    el-Mâverdî, III/475; el-Beyzâvî, II/80; Hicâzî, II/560; Yazır, V/3373-3374; Bilmen, IV/2188; Ateş, V/528;

Şimşek, III/398.

[191]    el-Mâverdî, III/475; İbn Kesîr, III/210; Ateş, V/528.

[192]    Ateş, V/528-529.

[193]    Şimşek, III/398.

[194]    Enbiyâ, 21/11.

[195]    el-Mâtürîdî, III/320; eş-Şevkânî, III/498; el-Cezâirî, III/400; ez-Zuhaylî, XVII/24-25; es-Sâbûnî, II/256-257; Esed, s. 648; Şimşek, III/367.

[196]    ez-Zemahşerî, III/103; er-Râzî, Vin/123.

[197]    Toptaş, V/122.

[198]    Mü’mimûn, 23/23-42.

[199]    el-Beyzâvî, II/103; en-Nesefî, III/178; el-Kâsimî, V/232; el-Merâğî, VI/282; Hicâzî, II/624; el-Cezâirî, III/516; Yazır, V/34-52; Esed, s. 693-694.

[200]    er-Râzî, VIII/277; Hicâzî, II/627; Esed, s. 693.

[201]    en-Nesefî, III/180; el-Merâğî, VI/285; Ateş, VI/101.

[202]    Nasr, 110/1-3.

[203]    el-Mevdudî, VII/286; Ateş, XI/154; Şimşek, V/499.

[204]    Duman, III/598.

[205]    el-İsfehânî, s. 411; İbn Manzûr, I/685-686; el-Fîrûzâbâdî, IV/291; el-Halebî, in/387.

[206]    Yolcu, s. 108; Okumuş, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, s. 89-90; Okumuş, Toplumsal Değişme ve Din, s. 190.

[207]    Şuara, 26/227.

[208]    Eliaçık, s. 243-244; Bayraklı, s. 190.

[209]    Eliaçık, s. 248.

[210]    Eliaçık, s. 248.

[211]    Çelik, s. 60-61.

[212]    Bayraklı, s. 192.

[213]    Âl-i İmrân, 3/149.

[214]    Bayraklı, s. 192.

[215]    es-Sâbûnî, I/235; Bilmen, I/471.

[216]    el-Mâtürîdî, I/321.

[217]    el-Mâtürîdî, I/321; er-Râzî, IH/383; en-Nesefî, I/279.

[218]    er-Râzî, III/383; en-Nesefî, I/280; el-Cezâirî, I/390; ez-Zuhaylî, IV/119; es-Sâbûnî, I/235; Bilmen, I/471; Şimşek, I/429.

[219]    Şimşek, I/429-430.

[220]    er-Râzî, III/383; İbn Kesîr, I/420; Hicâzî, I/292; ez-Zuhaylî, IV/120; es-Sâbûnî, I/235; Bilmen, I/471.

[221]    Sıddıkî, s. 23.

[222]    Nûr, 24/55.

[223]    er-Râzî, Vm/412; el-Merâğî, VI/368; es-Sâbûnî, II/347; Esed, s. 720; Ateş, VI/206.

[224]    Esed, s. 720; Ateş, VI/206.

[225]    Esed, s. 720.

[226]    el-Kurtubî, XII/195-196; en-Nesefî, III/224; İbn Kesîr, III/312-313; el-Merâğî, VI/368-369; el-Mevdudî, III/499; Şimşek, III/496.

[227]    eş-Şevkânî, IV/59; Hicâzî, 11/696; el-Mevdudî, IH/499; Toptaş, V/396; Muhammed Gazali, Kur’an’ın Konulu Tefsiri, Çev. Şahin Güven, Ekrem Demir, Ağaç Yayınları, İstanbul, 2005, s. 344.

[228]    el-Kâsimî, V/324.

[229]    el-İsfehânî, s. 174; İbn Manzûr, XI/202; el-Fîrûzâbâdî, II/624; el-Halebî, II/29.

[230]    Âl-i İmrân, 3/140.

[231]    el-Kurtubî, IV/140; en-Nesefî, I/276; es-Sâbûnî, I/231; Şimşek, I/423.

[232]    el-Merâğî, II/66; Yazır, II/1182; Ateş, 11/113-114; Şimşek, I/423-424.

[233]    el-Kurtubî, IV/140; es-Sâbûnî, I/231-232; Toptaş, II/153; Şimşek, I/423-424.

[234]    el-Beyzâvî, I/182.

[235]    Bayraklı, s. 187.

[236]    İmadüddîn Halil, İslâm’ın Tarih Yorumu, Risâle Yayınları, İstanbul, 1988, s. 258-259.

[237]Ahkâf, 46/27.

[238]    Bayraklı, s. 202.

[239]    er-Râzî, X/26; el-Kurtubî, XVI/138; el-Beyzâvî, II/397; el-Cezâirî, V/63; ez-Zuhaylî, XXVI/56; Esed, s. 1030; Yazır, VI/4358; Bilmen, VII/3372-3373; Çantay, III/926.

[240]    Yümni Sezen, İslâm’ın Sosyolojik Yorumu, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 101-102.

[241]    Murtaza Mutahhari, Tarih ve Toplum, Çev. Cengiz Şişman, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1989, s. 180-181; Ahmet Vefa Temel, Kur’ân-ı Kerîm Açısından Taassubun Boyutları, İz Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 232.

[242] ez-Zemahşerî, III/628-629; Hicâzî, II/360; el-Merâğî, V/297.

[243] ez-Zemahşerî, III/628-629; Hicâzî, II/360; el-Merâğî, V/297.

[244] el-Mevdudî, III/91; Ramazan Altıntaş, Kur’an’da Hidayet ve Dalâlet, Pınar Yayınları, İstanbul, 1995, s. 191.

[245] el-Cezâirî, III/182; ez-Zuhaylî, XV/36; es-Sâbûnî, II/154-155; Esed, s. 561; Ateş, V/206-107.

[246] Muhammed Bâkır es-Sadr, Kur’an Okulu, Çev. Mehmet Yolcu, Fecr Yayınları, Ankara, 1996, s. 105; Çelik, s. 98.

——————————————-Hikmet Yurdu, Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, ISSN: 1308-6944, www.hikmetyurdu.com, Hikmet Yurdu, Yıl: 6, C: 6, Sayı: 12, Temmuz – Aralık 2013/2, ss. 13 – 86

[ii] İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Ana Bilim Dalı, [email protected]

Yazar
Abdurrahman KASAPOĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen