Hayata Anlam Vermede Dinî Değerlerin ve Din Öğretiminin Rolü

Hayata Anlam Vermede Dinî Değerlerin ve Din Öğretiminin Rolü[i]

Dr. Adem AKINCI[ii]

 

Özet- Hayata anlam verme, insanın kendisi, yaşadığı dünya ve etrafındaki âlem hakkında arayış­larına tatminkâr cevaplar bulmasını ifade etmektedir. Bu arayışlara olumlu cevaplar bulan insan için hayatın bir değeri olmaktadır. Hayatta olumlu bir anlam bulamayanlar, anlamsızlık duyguları içeri­sinde olumsuz tavırlar sergileyebilmektedir. İnsanın özellikle metafizik konulardaki arayışlarına ce­vap verme ve hayatını şekillendirecek değer yargıları ortaya koyma yönüyle din, anlam arayışlarını tatmin etmede önemli bir rol üstlenmektedir. Vahiy yoluyla gelen bilgi, kaynağının kutsal olması sebebiyle güvenilir ve tatmin edici bir niteliğe sahiptir. Öğretim faaliyetleri bireyi bütün yönleriyle geliştirmenin yanında, ihtiyaçlarını karşılamayı da hedefler. Hayata anlam verme insanın önemli bir ihtiyacı olduğuna göre, öğretim faaliyetlerinde bu düşünceye yer vermenin gerekliliği kabul edil­melidir. Dinin hayata anlam verme bakımından rolü düşünülürse, din öğretimi bu konuda önemli bir katkıda bulunabilir. Böylelikle din öğretimi, genel öğretimin hedeflerini gerçekleştirmesine de yardımcı olacaktır.

Anahtar Kelimeler- Anlam, Anlam Arayışı, Hayata Anlam Verme, Din Öğretimi.

Anlam kavramı zihinsel bir süreç olarak “bir kelimenin, sembolün, işaretin, anlatımın, teorinin taşıdığı bilişsel veya duygusal içerik” (Demir & Acar, 1997: 28) veya başka bir ifadeyle kişiyi, bir nesneye, bir duruma gönderen ve sözcük olarak ortaya konan şey; bir özneyle nesne arasındaki ilişkiye içerik kazandı­ran bağ (Büyük Larousse, 1986; Cevizci, 1999) şeklinde tanımlanabilir.

Varoluşsal bir içerik doğrultusunda anlam kavramı; hayatı anlamada, haya­tın kendisi üzerine bina edileceği bir doku ya da çatı; insanın kendi hayat tarzına yön veren, hayattaki olaylara belirli bir şekilde cevap vermesini sağ­layan bir modeldir. Böyle bir anlam, dünyaya bütüncül bir bakış açısı kazan­dıran, insanın hayatını tutarlı hâle getiren bir kaynak konumundadır (Mckenzie, 1986).

İnsanın bütün arayışlarına ve varlığı anlama gayretlerine “anlam arayışı” de­nilebilir. “İnsanın anlam arayışı hayatındaki temel bir güdüdür. Bu anlam sa­dece kişinin kendisi tarafından bulunabilir olması yönüyle eşsiz ve özel bir yapıdadır. Bazı otoritelere göre anlamlar ve değerler, savunma mekanizma­larından, tepki oluşumlarından ve yüceltmelerden öte bir şey değildir” (Frankl, 1997: 97). Çıkış noktası konusunda bu farklı değerlendirmelerin yanında, anlam arayışını, insanın hareketlerine yön veren temel etkenlerden birisi olarak da belirtmek mümkündür.

İnsanın temel ihtiyaçlarından birisi olan hayata anlam verme, evrenin ve ev- rendekilerin varlık sebebini anlamanın yanında, insanın varlık âlemi içinde­ki yerini anlamaya yönelik bir arayıştır. İnsan, var olmasının amacı konusun­da tatmin edici bilgi ve yorumlara ulaşmak ister. Aynı zamanda insan, haya­tına yön verecek değerlerin ve ilkelerin arayışı içindedir.

Anlam verme, insanın zihinsel, ruhsal ve toplumsal yapısını belirleyecek dü­zenlemelerin yanında, bu alanda çıkacak problemlere çözüm olabilecek prensipler ortaya koymakla mümkün olacaktır (Bahadır, 1999). Öncelikle merak ettiği soruların cevabını elde eden insan, zihinsel olarak tatmin ola­caktır. İnsan, maddî ihtiyaçlarını gidermenin yanında ruhunu da doyurmayı ister. Aynı zamanda öğrendiği bilgileri ve benimsediği değerleri uygulayıp bu yönde hayatını şekillendirmeyi ve davranışlarına yön vermeyi arzu eder. Bu­nunla beraber kendisi için bir ideal ve amaç edinmeye çalışır.

Anlama yönelik arayışlara cevap olabilecek farklı düşünce ve idealler bulun­maktadır. Bazen insan, varlığı tanıma konusunda bilimsel bilginin ortaya koyduğu gerçekler doğrultusunda merakını gidermeye çalışmakta, bazen de bunu yeterli bulmayıp metafizik dünyaya ait arayışlarını tatmin edecek bir düşünce sistemine veya bir dine sarılmaktadır. Bütün çabalarına rağmen, ha­yatta kendini tatmin edecek bir anlam bulamayanların yaşama direnci kırıl­makta ve sıkıntılarla mücadele etmeleri zorlaşmaktadır.

Yaşadığı sürece insan, çeşitli problemler ve eksiklikler içerisinde hayatını de­vam ettirir. İnsanın yaşadığı sıkıntılar ve yokluklar bazen yoğunlaşarak için­den çıkılmaz bir hâl alabilir. Bunun sonucunda anlam arayışının engellen­mesi ve boşluk duyguları yaşanabilir. Anlam arayışının engellenişi, hayatta­ki her şeyin insan için anlamsızlaştığı düşüncesinin oluşmasıdır (Frankl, 1994). Anlamsızlık düşüncesinin devam etmesi durumunda insan hayattan uzaklaşarak yalnızlığa düşerse, boşluk dediğimiz durum meydana gelir (May, 1998). Kendisini herhangi bir şekilde tatmin edemeyen insan ruhsal problemler içine girer. Böyle bir durum hayattan zevk alamama, değer kaybı, varoluş bunalımı, manevî açlık, başarısızlık, amaçsızlık gibi bazı kavram­larla ifade edilmektedir (Schaub, 1970).

Anlama yönelik arayışlarda insana yardımcı olmak ve bu arayışları uygun bir şekilde yönlendirmek, öncelikle öğretim faaliyetlerinin bir görevi olmalıdır. Bu faaliyetler, hayatın anlamı konusunda insanların tatmin edici sonuçlara ulaşmalarında, çeşitli alternatiflerden yararlanması için gerekli yol ve yön­temleri göstermelidir. Birçok konuda istenilen anlam referanslarına ulaşma­nın yolu, güçlü bir etkileşim içine girmektir. Öğretim faaliyetleri, hayattaki anlamın keşfedilmesine katkıda bulunmalı, bu anlamları uygulamaya geçir­me konusunda yardımcı olmalıdır.

Hayata Anlam Verme

İnsanın hayatta karşılaştığı her türlü hâdiseye bir açıklama ve yorum getir­me, içinde yaşadığı âlemi anlama ihtiyacı içerisinde bulunduğu, çeşitli şekil­lerde dile getirilmiştir. Hiçbir şeyi dışarıda bırakmadan, zihinsel olarak bü­tün olayları anlayabilecek genel bir anlama sistemine sahip olma isteği, insa­nın temel ihtiyaçlarından birisidir (Hökelekli, 1993). Bir grup denek üzerin­de yapılan bir araştırmada, deneklere hayatta gerçekleştirmek istedikleri en büyük arzu sorulmuş, deneklerin % 90’ı “anlamlı, huzurlu, amaç ve hedefle­ri olan bir hayat” cevabını vermiştir (Bahadır, 1999). Böyle bir sonuç, insa­nın bu konudaki ihtiyacını ifade etmektedir.

İnsanın anlam ihtiyacını diğer ihtiyaçlarından ayırmak gerekir. Bu ihtiyaç, diğer ihtiyaçlara indirgenemeyecek kadar özgün bir ihtiyaçtır. Farklı ölçüler­de her insanda bulunur ve insanın bütün varlığını kuşatır. İnsandaki bu yü­ce ihtiyacın bilinmesi, bu ihtiyaçların canlandırılıp harekete geçirilmesi de­mektir (Frankl, 1994). Böyle bir ihtiyacın tatmini, insanın ruhunun doyurul­ması şeklinde de ifade edilebilir. Bunun için anlam ihtiyacının doğru bir şe­kilde yönlendirilmesi önemli bir çaba olarak görülmelidir.

İnsanın anlama yönelik arayışları onun varlık şartlarını ifade etmektedir. İn­san, “belirli anlarda evrenin bütünlüğünü, onunla birleşmiş olduğunu ve ev­renin içinde var olduğunu algılayan ve birlik olma arzusu ile dolu olduğu an­da tamamen doyum bulmuş bir varlıktır.” (Maslow, 1996: 110) Sadece insa­na has bir faaliyet olan anlama yönelik arayış, içinde bulunduğu zamana ait olabileceği gibi, geçmiş ve geleceğe dair bir arayış veya ilgi de olabilir. Bu ara­yışlar, insanın kendisini tanıma çabası olabileceği gibi, hayatı ve varoluşu ta­nımaya ve anlamaya yönelik bir faaliyet de olabilir.

Hayatta bir anlam arama, bazen hayatın amacını belirleme şeklinde anlaşıl­mıştır. Anlam, mana ya da tutarlılığa işaret eder. Amaç ise niyet, hedef ve iş­leve işaret eder. Bir şeyin amacı denildiğinde, rolü ya da işlevi kastedilir. Bu­nunla birlikte hayatın anlamı ve hayatın amacı bazen birbirinin yerine kulla­nılır (Baier, 1971; Yalom, 1999). Bu bağlamda hayata anlam verme “hayatta bir amaç bulup onu gerçekleştirmeye yönelik olarak benliğin dışına uzanma isteği” (Yalom, 1999: 696) şeklinde ifade edilmiştir. Bu düşünceye göre, va­roluşun anlamını arama çabaları, amaçlara ulaşıncaya kadar devam eder, amacına ulaşan insanın hayatı anlamlıdır (Schlink, 1991).

Bazıları “hayatın anlamı” ifadesini, “hayatın değeri” olarak anlamaktadır. Böyle bir yaklaşıma göre anlamlı hayat, değerine inandığımız bir hayat tar­zıyla gerçekleşebilir. Fakat hayatın değerinin nelere bağlı olduğu ve değerli hayatın formatları konusunda genel geçer ilkeler bulmanın da zor olduğu kabul edilmelidir (Rogers, 1971). Hayatın anlamı “onun kısa veya uzun ol­masından daha çok, değerli olup olmadığıyla ilgilidir” (Baier, 1971: 809).

Genelde hayatını anlamlı bulduğunu söyleyen insanlar şu konuları ön plan­da tutarlar: Sağlık, herhangi bir konuda tatmin, başarılı olma, amacına ulaş­ma, diğer insanlar için bir şey yapabilme, çok önemli gördüğü bir gerçek için hayatını feda etme, ilâhî emirleri yerine getirme (Wohlgennant, 1991). Ge­nel bir ifadeyle anlamlı hayat, insanın bireysel potansiyellerini geliştirmesi ve kendini aşarak başkaları ile kurduğu ilişkileri içinde bulunduran bir bü­tünlük olarak değerlendirilebilir (Bahadır, 1999).

Genel bir bakış açısıyla, hayatın anlamı terimini iki şekilde anlamak müm­kündür. Birincisi, insanın dünyadaki şahsî hayatının anlamı; ikincisi ise ken­disi dışındaki varlıkların, evrendeki düzenin ve işleyişin anlamıdır. Birinci­sini, insanın hayatını bir amaca, bir faaliyete, bir ideale sahip olarak yaşama­sı şeklinde anlayabiliriz. İkincisini ise kişinin dışında var olan düzenin, ev­rendeki işleyişin anlamı olarak düşünebiliriz. Bu ikisinin birbiriyle yakın iliş­kisi vardır. Bu anlayış doğrultusunda hayatın anlamı, genelde yaratılışın ve insan hayatının tümüyle tutarlı bir örüntü içinde olmasıdır. Bunun anlamı şudur: Varlık âleminde bir anlam bulan insan, kendisine bu anlama uygun bir yol, bir hayat tarzı çizer. Varlıkta ve var olmakta bulduğu anlamı kendi hayatında gerçekleştirmeye çalışır (Yalom, 1999).

Bu çalışmada, hayatın anlamı kavramından, genel manada var olmanın anla­mı, insanın bu anlamı öğrenip kavrayabilmesi, buna uygun yaşaması ve kişi­sel hayatında sahip olduğu anlam kastedilmektedir. Dolayısıyla anlamlı ha­yat, hem insanın şahsî dünyasının, hem de içinde bulunduğumuz varlık âle­minin anlamlı olması demektir.

Hayata anlam verme, bir kimsenin dünyadaki varlığına ve gerçekliğine karşı tutumunu belirleyen yorumlayıcı bir yaklaşımdır. Bu gerçekliğe karşı tutu­munu belirleyen insan, hayatını o çizgide sürdürecektir. Bu doğrultuda ya­şantısına ve davranışlarına şekil verecek ilkeleri belirleyecektir. Dolayısıyla hayata anlam verme, insanın davranışlarını yönlendirecek öncelikli prensip­ler olan değerler ve inançla ilgili tasdikleri de içerir (Mckenzie, 1986). De­ğerler ve inançlar, hayatı anlayıp yorumlamada ve davranışların şekillenme­sinde rehberlik eder. Böylelikle insan, hayata ve olaylara karşı bir bakış ge­liştirmiş olur.

Bir başka açıdan, hayata anlam vermeyi “değerlerin gerçekleşmesi için insan­ların ortaya koydukları” şeklinde ifade edebiliriz. Burada amaç ve değerler kay­bolduğunda yerine başka değerler koyulamıyorsa, böyle bir durumda anlam yok demektir. İnsan, tanıdığı ve kabul ettiği değerlerden yoksun bir hayata iti­bar etmeyecektir (Wohlgennant, 1991). Hayata olumlu bakabilen ve dengeli bir insan için ilkeli ve bilinçli bir yaşayış, anlamlı bir dünyaya götürecektir.

İnsanın benimseyeceği değerler ve ilkeler, şahsî hayatına yön vermenin ya­nında, toplum yapısını da şekillendirmektedir. Sosyal hayattan uzak olma­sı düşünülemeyen insan için, toplumun huzurunu sağlayacak, birlikte ya­şamaya katkıda bulunacak değer ve ilkelerin olması, anlamlı bir dünyada yaşamak demektir.

Değerler insan kişiliğinin oluşmasını sağlar. Değerlerin kaybı veya zarara uğ­raması, kişiliğin ve benliğin sarsılmasına ve güvensizlik hislerine sebep ol­maktadır. Bu durumda insan her şeyin sona erdiğini düşünür ve kendisini yalnız hisseder (Öner, 1999). Birçok insanda görülen kişilik sorunlarının al­tında ahlâkî belirsizlik olduğu görülmektedir. “Nasıl yaşamalıyım?” konu­sunda kendisine ahlâkî bir yol çizemeyen insan kişilik problemleri yaşamak­tadır (May, 1967).

Bu değerlendirmeler sonucunda, hayata anlam vermeyi şöyle ifade edebiliriz: İnsanın hayat ve varlıkla ilgili zihinsel çıkarımlara ve yorumlara ulaşması, dünyadaki varlıklara ve olaylara bütüncül bir bakış açısı geliştirebilmesi, olayların arkasındaki gerçekleri kavrayıp değerlendirebilmesi ve bu doğrul­tuda hayatına yön verecek değerleri belirleyebilmesi süreci (Akıncı, 2002).

Hayata Anlam Vermede Din

Hayatın manası ile ilgili arayışlar farklı yollarla karşılanabilir. Allah’ın pey­gamberler vasıtasıyla gönderdiği dinlerin ortaya koyduğu bilgi ve değerler arayışların cevabı olabileceği gibi vahyin dışındaki bilgi ve düşünce sistem­lerinin ortaya koyduğu ilkeler de bu konuda belirleyici olabilir. Hayatın an­lamı ile ilgili insanın arayışları metafizik konulara yönelebilir. Bu konular yaratılışla ilgili olabileceği gibi, geçmiş ve gelecekle, ölüm ve ölüm sonrası ile de ilgili olabilir. Böyle konular, dinî verilerin yardımı ile açıklanabilecek ko­nulardır. Bilimin ve düşünce sistemlerinin hayatın anlamı konusunda yeter­siz kaldığı birçok yerde vahiy insana yardımcı olur.

Burada dinden kastımız, Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla insanlara gönder­diği kutsal kitaplarda ortaya koyulan sistemdir. Bu anlamda “din” ile ilâhî dinler kastedilmektedir. Dinler arasında, yaratılış, hayatın amacı ve anlamı, insanların uyması gereken emir ve yasaklar, ahlâkî değerler, ölüm ve ölüm sonrası gibi konularda birtakım farklılıklar olmakla beraber, temel konular­da benzerlikler mevcuttur. Fakat nasıl olursa olsun her din, hayatın anlamı­na dair konularda, kendi inanırlarına birtakım açıklamalarda bulunarak na­sıl yaşamaları gerektiği hakkında yol gösterir.

Anlamlandırma, bazılarına göre dine ait temel bir eğilim, kesin bir inanç bağ­lılığına dayanır. İnsanın davranışlarını yönlendirecek öncelikli prensipler olan değerler ve inançla ilgili tasdikleri içerir (Mckenzie, 1986). Bu görüş, anlam arayışında din temelli bir yaklaşımı ifade etmektedir. Buna göre, inançlar hayatı yorumlayarak hayatın anlamı konusunda insanın zihnini ay­dınlatır. Dine ait değerler ise bu doğrultuda davranış geliştirme konusunda belirleyici durumdadır. Bu açıdan dinden gelen ilkeler ve yorumlar anlam arayışında büyük ölçüde rehberlik etmektedir.

Akıl yoluyla elde edilen bilgi hayatın anlamını verme konusunda yeterli ola­mamaktadır. Büyük insan toplulukları bu anlamı, akla dayandırılmamış bir bilgide bulmaktadır. Bu da Allah’a ve bir dine inançtır. İnanç, insanın haya­tına ölümle son bulmayacak bir anlam verir, ölüm ötesini aydınlatır (Tols­toy, 1997). İnsanı anlamsızlığa götüren ve büyük sıkıntılara yol açan en bü­yük problemlerden birisi de ölüm endişesidir. İnsanın ölüme bir anlam ve­rebilmesi, hayata anlam verme konusunda belirleyicidir.

Hayatın iyi bir şey olduğunu düşünen ve kendisini hayata bağlayan değerleri olan bir insan için hayatı kaybetmek yeterince büyük bir acıdır (Mothersill, 1991). Bu durumda insan, “Ölümün anlamı var mıdır?” diye sorar. Eğer ölü­mün anlamı yoksa hayatta kalmanın da kesinlikle bir anlamı yoktur, diye dü­şünebilir. Çünkü anlamı böyle rastlantıya bağlı olan bir hayat yaşanmaya değ­mez (Frankl, 1997). Ölüme anlam verememe insan hayatını derinden etkile­mektedir. Yok olma ve ölüm düşüncesi insandaki stresin en önemli sebebidir.

Böyle bir stresten kurtulmada dinî inancın önemli bir yeri vardır (Öner, 1999). İnsanda ölüm ve yok olma korkusunu yenebilecek veya azaltabilecek şey, ölümle insanın yok olmayacağı, yani ruhun ölümsüzlüğü fikridir.

Hayatı anlamlandıran dinin dışındaki düşünce sistemleri ölüm düşüncesine açıklık getirmekte zorluk çeker. Ölüm ötesini izah edemeyen bir anlam, in­san hayatına gerekli değeri kazandıramaz (Tolstoy, 1997). Ölüm endişesi ve korkusu insan hayatını önemli ölçüde sarsmaktadır. Ölüm endişesi içerisin­de yaşayan insan için hayat çekilmez bir hâl alacaktır. Ölüm endişesini azalt­ma konusunda dinin önemli bir etkisi olduğu sonucunu ortaya koyan araş­tırmalar vardır. Bu araştırmalara göre dindar tipli insanların dindarlığıyla ölüm kaygısı arasında olumlu bir ilişki vardır (Schulz, 1978). Bu konuda dinlerin ortaya koyduğu ölümden sonraki hayata olan inanç ve ölümle yok olmama düşüncesi, ölümü olumlu anlamlandırmakta ve insanın endişelerini hafifletmektedir.

Ölüm ve benzeri metafizik konularda insanın endişe ve korkularına çözüm olma noktasında din insana çeşitli izahlar sunar. Bilimin ilgi alanı fizik âlem olduğu için, metafizik alana ait izahları bilimde bulmak mümkün değildir. Bu alan bilimin yetersiz kaldığı bir alandır ve insan bu konuda dinin izahla­rına ihtiyaç duyar. Bu izahlar dine inanan insanlar için tatmin edici olabilir. Ayrıca insanların hayatına yön verecek ahlâkî ilkeler ortaya koyma noktasın­da da dinin önemli bir etkisi olmaktadır. Çünkü dinin ortaya koyduğu ilke­ler ilâhî kaynaklı olması yönüyle bir inanır için bağlayıcı olmaktadır. Din dı­şı sistemlerin ortaya koyduğu ilkeler aynı etkiyi yapamamaktadır.

Bilim mevcudu açıklamakla beraber, kendiliğinden bir değer ortaya çıkarma­maktadır. İnsanın arayışlarına ve sorularına cevap vermekte yetersiz kalır. Din ise zaman ve mekân dışı olan şeyleri insana sezdirir (Bilgin, 1980). İn­sanın yeryüzünde varoluş sebebini, hayatın, ölümün, acının ve zorlukların anlamını, bilim, mantık ve hiçbir gelişme açıklamaya yetmemiştir. Bunlar, insanın hayatta daha mutlu olabilmesi için uyması gereken temel davranış kurallarını etkili olacak bir biçimde ortaya koyamamıştır. Fakat dinler, tarih boyunca her türlü sosyal şartlarda, hayatın temelindeki anlamları ortaya koymuş ve bu konuda insanlara ışık tutmuştur (Küng & Kuschel, 1995).

Din, insanın doğru düşünmesine, kendi varlığının farkında olmasına ve en iyi şekilde kendini gerçekleştirmesine katkıda bulunan bir araçtır (Onat, 1997). Aynı zamanda din, kâinat, hayat, insanın sırrı ve ölüm ötesiyle ilgili soruları cevaplayan, hayata yön vererek insanı rahatlatan ve duygularını tat­min eden bir kurumdur (Tümer, 1996). Bu açıdan din, insan hayatının gerçek amacına ulaşmasında ve varoluşunun anlamını ifade etmede, yüce değe­re ait gerçeği anlatan bir inanç sistemi ortaya koyar (Ward, 2002). Bu sistem, Allah’a karşı insanın tutumunu belirleyecek, kâinatın niçin var olduğu ve in­sanın kâinattaki yeri konusunda bir fikir verecektir. Dolayısıyla din, hayata anlam verme konusunda temel argümanları sunmaktadır.

İnsan kendi varlığı, dünyanın manası, nereden gelip nereye gittiği soruları­na cevap olarak “Allah”ı koymaktadır (Vergote, 1999). Bir dine inanma, aş­kın olanla aramızda yaşanan ilişkidir. İnanan insan, aşkın bir varlığın mev­cudiyetini düşünerek bu varlığın evrenle ve insanla ilişkisi hakkında bir ka­naate varır. Hayatın en soylu amacı aşkın olanla yaşanan ilişkiyi güçlendir- mektir (Ward, 2002). Dolayısıyla insanın hayata anlam verme sürecinde inanma kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Hayatın anlamı ve amacı konularına dinlerin verdiği cevap, Allah’a olan inanç merkezindedir. “Allah bizi yaratırken belli bir amaçla yaratmıştır. Bu amacı biz, hem bireyler olarak hem de ortak varlığımızla yerine getirmek du­rumundayız. Bu amacın yerine getirilmesi varlığımızın sebebi olacaktır. Bi­reyin ve bütün insanların varlığının anlamı bu kutsal amacı yerine getirme­ye bağlıdır” (Stern, 1971: 6). Her şeyi Allah’ın yarattığına ve bu yaratılışta bir amaç olduğuna inanan insan, bu amacı yerine getirmenin varlığının sebebi olduğunu düşünecektir. Böylelikle insan, niçin yaratıldığını kavrayacak ve yaratılış gayesine uygun olarak nasıl davranması gerektiği konusunda yolu­nu çizecektir.

İnanç, eşyalarda gizli olan manayı ortaya çıkarır. İnsanı hayatın karmaşıklığı içerisinde Allah’ın açık olan işaretlerini okumaya davet eder (Vergote, 1999). Çünkü inanma, metafizik âlemle ilgilidir. Gördüğümüz bütün varlıkların ha­kikatini anlama, onların metafizik boyutunu kavramaya bağlıdır. Varlığa an­lam verme, Allah’ın yaratışına anlam verme demektir. Allah’ın varlığı, yaratılı­şın sebebi ve varlıkların dünyada bulunmalarının hikmetleri, dinler tarafından farklı şekillerde ortaya koyulmaktadır. Herhangi bir dine inanan insan, inan­dığı dinin kutsal kitabında bu konularda bir açıklama bulacaktır.

İnsanın bir dine, kendisini adayabileceği yüce bir varlığa ve hayatına rehber olabilecek değerler sistemine olan ihtiyacı birçokları tarafından ifade edil­miştir. İsteklerinin gerçekleşmesi ve içinde bulunduğu sıkıntı durumundan kurtulma arzusuyla Allah’a yönelen insan, kendisini ifade şekilleri aramak­tadır. Bunun sonucu olarak kendisini ibadete adayan insan, böylelikle tatmin olmakta ve kendini güven içinde hissetmektedir. Anlamlı bir hayat, insanda­ki arzu ve ihtiyaçların tatminiyle mümkün olacağı için, dine bağlanma ve dinin esaslarını yerine getirme bu amacı sağlayabilmektedir.

Güven ve cesaret duygularının yok olması gibi birçok insanı bunalıma ve psikolojik hastalıklara iten birtakım problemlerin aşılması konusunda, bir dine ve yüce bir varlığa inanmanın yapıcı bir etkisi olmaktadır. Dinlerin or­taya koyduğu şekilde, Allah’ın yarattığı ve onun kontrolü altındaki bir evre­ne güvenme, diğer varlıklara da güven duymaya sebep olacaktır. Böylelikle insan, yaşaması için gerekli olan güven ve cesareti kazanmış olacaktır (May, 1967). Gençler üzerinde yapılan bir araştırmada, deneklerin % 50’si dinin kendilerine ruh huzuru verdiğini ve bir güvenlik duygusu sağladığını ifade etmektedirler. Aynı zamanda % 50’den fazlası dini, kendisine dayanılacak tek realite olarak görmektedir. % 64’ü de eğer Allah’a imanlarını kaybedecek noktaya gelselerdi, artık hayatlarında hiçbir rahatlık kalmayacağını belirt­miştir (Hökelekli, 1993). Jung, yıllarca ilgilendiği hastaları üzerinde yapmış olduğu gözlemler sonucunda şu tespite ulaşmıştır: “Dinî bir bakış açısına sa­hip hiçbir hastanın son dönemlerinde psikolojik rahatsızlık yaşadığına rast­lamadım” (aktaran, May, 1967: 214). Bu tecrübelerden hareketle yaşamak için inanç, umut ve sevgiye ihtiyacımız olduğu sonucuna varabiliriz.

Allah’a bağlanmakla ve itaat etmekle insan, nefsine ve anlamsız isteklerine bir sınır koyabilir. Kendi basit duygularının ve hayallerinin arkasından ko­şarak hayatını boşa geçirmek yerine, saygı duyacağı mutlak bir varlık tara­fından kendisine sunulmuş olan değerlere bağlanarak hayatını bu doğrultu­da şekillendirebilir. Bu onun için anlamlıdır, çünkü kaynak kutsaldır ve be­nimsediği değerler ilâhî ilkelerdir. Hayata yön veren bir Allah inancı yoksa ve herkesin kabulleneceği ahlâk ilkeleri kalmamışsa, böyle bir durumda, suçları ve kötülükleri engellemek zor olabilir.

İnsanları birbirine bağlayan unsurlar içinde en kuvvetlisi olan din, insan ha­yatında her şeyin üzerinde düzenleyici bir rol oynamaktadır. Din, ferdin ha­yatını, ferdi aşan mutlak değerlere ve anlamlara göre düzenler. Bu anlamla­rın ve değerlerin birçok insan tarafından paylaşılmasıyla insanlar arası ilişki­lerin bu çerçevede düzenlenmesi mümkün olmaktadır (Berger, 1995).

Din Öğretiminin Temel Amaçlarından Hayata Anlam Verme

Din öğretiminin genel öğretim içinde okulda verilmesinin üç önemli ama­cından bahsedilebilir. Bunlar; insanî, kültürel, toplumsal amaçlardır. İnsanî amaç, öğretim faaliyetlerinin insanı bütün kabiliyetleriyle bir bütün olarak yetiştirmek görevinden kaynaklanmaktadır. İnsan, hayatı yorumlamak ve yaşantısına bir anlam kazandırmak ister. Onun bu konudaki ihtiyaçları ve soruları insan olmasından kaynaklanmaktadır. İnsanın bu duygusunun kar­şılanması, doyurulması ve geliştirilmesi gereklidir. Bu anlamda İslâm dinin­den gelen cevaplar, İslâm dininin inanırı olan kişilere verilmek durumunda­dır (Bilgin, 1995). İnsanî amaç, din öğretiminin hayata anlam verme görevi­nin olduğunu ifade etmektedir. Bu görev diğer dinler için de söz konusu­dur. Kültürel ve toplumsal amaç ise hangi kültürden ve toplumdan bahsediliyorsa, o toplumun benimsemiş olduğu dinin öğretilmesini ifade etmekte­dir. Bu açıdan, Müslüman bir toplumda, öğretimin kültürel ve toplumsal amaçlarından bahsedildiğinde, İslâm dininin öğretilmesi anlaşılmalıdır.

Hayata anlam verme düşüncesi, insanın varlığı için çok önemlidir. Aynı za­manda din öğretiminin hedeflerinin belirlenmesi konusunda gereklidir. Din öğretimi, hayatın anlam kazanması konusunda insana şunları sağlar: (i) An­lamı kazanmak, (ii) anlamı incelemek ve genişletmek, (iii) üretken bir bi­çimde anlamı ifade edebilmek. Bu doğrultuda din eğitimcisi, insanların an­lamı kazanmalarında, incelemelerinde, mana yapılarını genişletmelerinde ve bunları etkili bir biçimde hayatlarında ifade etmelerinde kolaylaştırıcı rol oy­nayan insandır (Mckenzie, 1986).

Din öğretiminin amacı, insanların hayatlarında bir anlama sahip olmalarını sağlayarak bu dünyadaki varlığı izah etmede bir ön çatı ya da temel vazifesi görmektir. Bir insan hayatında herhangi bir anlama sahip olabilir, fakat o da­ha fazla anlam araştıracaktır. Din eğitimcisi, bireylerin bu anlamı anlamasın­da, inançlarının geliştirilmesinde önemli bir fonksiyona sahip olabilir. Bu da üç türlüdür: (i) Kişilere kendi dinî mirasını keşfetme konusunda yardımcı olmak, (ii) kişilere sahip oldukları dini, hayatlarına uygulamada yardımcı ol­mak ve (iii) dinî geleneği sorgulama ve eleştirme yetisi kazandırmak (Mckenzie, 1986). Burada din eğitimcisi dengeyi sağlamalı, sağlıklı düşün­me ve karar vermelerine yardımcı olmalıdır.

Genelde din öğretiminde, öncelikli amaçlar olarak, entelektüel amaç, ahlâkî amaç ve integralist (bütüncül) amaç olmak üzere üç önemli durumdan bah­sedilebilir. Entelektüel amaç, öğrencinin dinle ilgili konularda zihin gelişi­mini sağlamaktır. Ahlâkî amaç ise dinî bilginin, öğrencinin daha erdemli ol­masını sağlamaya yönelik kullanılmasıdır. Bunun ötesinde dinî bilgi, çocuğu Tanrı sevgisine götürmelidir. İntegralist (bütüncül) amaç da din öğretiminin öğrenciye, uyumlu, bütüncül, gelişime açık, kendine yeten bir yapı kazan­dırmasıdır. Böyle bir amaç, öğrenciye, varlığa bütüncül bakma özelliğini de kazandıracaktır (Lee, 1973). Din öğretimi için bahsedilen bütün bu amaçlar, aynı zamanda hayatın anlamını arama çabasına yardımcı olabilecek amaçlar­dır. Dolayısıyla din öğretiminin bu amaçları gerçekleştirmesi, insanları an­lamlı bir hayata götürmeye yarayacaktır.

Öğretim faaliyetlerinin temel amacı, insanı bütün kabiliyetleriyle, maddî ve manevî yönüyle bir bütün olarak yetiştirmektir. Öğretim insanı bütün yön­leriyle geliştirerek hayata hazırlar ve toplum içinde yaşayabilmesi konusun­da gerekli donanımı elde etmesini sağlar (Bilgin, 1995). Yeni öğrenmelerle insanın kapasitesi gelişir, önceden yapamadığı şeyleri yapabilir hâle gelir. Öğrenme sonucu birey, içinde bulunduğu evrene yeni bir anlam yükler ve evrendeki konumunu yeniden tanımlar (Özden, 1999: 21).

Bazı öğrenme kuramları, öğrenmenin bir anlam yükleme çabası olduğunu belirtmekte ve anlam arayışlarına cevap vermede temel teşkil edecek ilkeler ortaya koymaktadır. Bunların başında bilişsel öğrenme kuramı gelmektedir. Bu kurama göre öğrenme, bireyin çevresinde olup bitenlere bir anlam yük­lemesidir. İnsanlar gördüklerini bir bütün olarak algılarlar. Bütünü oluştu­ran parçaların, bütünle ve birbirleriyle olan ilişkisini anlamaya çalışırlar. Yi­ne insanlar çevrelerini bir ahenk içinde görme eğilimindedirler. Eşya ve olay­lar parçası oldukları bütün içinde anlam kazanır. Bilişsel öğrenme kuramın­da önemli olan, kişinin olayları ve durumları anlaması, eşyaya ve olaylara an­lam yüklemesidir. Piaget’ye göre bu anlam bulma öğrencinin deneyimine, sa­hip olduğu kültüre, öğrenmenin gerçekleştiği etkileşimin doğasına ve öğren­cinin bu süreçteki rolüne göre değişmektedir. Bu konuda Senge, öğrenme ile bireyin dünyaya ilişkin algısının değiştiğini ve dünya ile olan ilişkisinin ye­niden düzenlendiğini kabul etmektedir (aktaran, Özden, 1999: 25-27).

Nörofizyolojik temelli öğretim kuramında, beynin kendisine ulaşan verilere anlam yüklemeye çalıştığı belirtilir. İnsan beyni hayatını sürdürme arzusu­nun doğal bir sonucu olarak çevresinde olup bitenlere anlam kazandırmaya çalışır. Bu anlam yükleme ise örüntüleme yoluyla olur. Beyin etrafındaki örüntüleri ortaya çıkarmaya çalışır. Etkili bir öğrenme için birbiriyle ilişkili ve anlamlı bir örüntü oluşturulmalıdır (Özden, 1999: 39).

Psikobiyolojik öğrenme kuramında, öğrenciye sadece okulda gerekli olan çok sayıda bilgi öğretildiği, bunun sonucu olarak okulda başarılı olan birçok öğrencinin hayatta başarısız olduğu belirtilmektedir. Bunun için okullarda öğrencilere kendi kendilerini anlamlandırabilecekleri bir öğrenme alanı bı­rakılmalı ve hayatta işe yarayacak bilgilere ağırlık verilmelidir. Bu kurama göre, eski yaşantılarla çevreden gelen yeni etkiler uyumlu bir şekilde ilişki- lendirilmeli, ferdin ihtiyaçları ile çevrenin beklentileri arasındaki denge ko­runmalıdır (Doğan & Tosun, 2002: 29-30).

Duyuşsal kuramlar ise öğrenmenin doğasından çok sonuçlarıyla ilgilidir. Bu kuramlar, sağlıklı bir benlik ve ahlâk gelişimiyle bireyin kendisini değerli bir insan hissetmesi, kapasitesine güvenmesi ve farklılıklara değer vermesi üze­rinde durmaktadır. Benlik gelişimi sayesinde insan kendini gerçekleştirmek­te, ahlâk gelişimiyle de toplumsal değer yargılarını edinerek içinde bulundu­ğu çevreye uyum sağlamaktadır. Böylelikle bireyler, kendi ilke ve değer yar­gılarını oluşturmaktadırlar (Özden, 1999).

Yukarıda ele aldığımız öğrenme kuramları hayata anlam verme konusunun öğrenmedeki yeri ve önemi üzerinde durmakta ve bu konuda temel olabile­cek ilkeler ortaya koymaktadır. Bu kuramlar, insanın yapısal özelliklerine dikkat çekerek onun ihtiyaçları ve yönelişlerinden hareket etmektedir. İnsa­nın başta gelen ihtiyaçları zihinsel, duygusal ve toplumsal olabilir. Bu ihti­yaçların tatmini konusunda dinden gelen bilgi ve yorumların önemli bir ro­lü vardır. Bu bilgi ve yorumların fertlere amaçlı ve programlı bir şekilde ve­rilmesini sağlama yönüyle din öğretimi, hayata anlam verme konusunda önemli bir fonksiyon üstlenmiştir.

Genel öğretim çerçevesinde, insanın hayatı olumlu anlamlandırması amacıyla, değişik felsefî görüşler ve ideolojiler, insanın varlığı, geleceği ve mutluluğu ile ilgili değişik yorumlar getirirken, dinin getirdiği yorum bir imkân ve farklı bir seçenek olarak sunulmalıdır. Böylece dinden gelen cevabı, diğer alanlardan ge­len cevaplarla karşılaştırma ve farklı görüşleri eleştiri konusu yapabilme imkâ­nı sağlanmış olacaktır (Bilgin, 1995). Okul öğrenciye her alanda geniş imkân­lar sunmanın yanında, anlam arayışını yönlendirme konusunda da dinin yapı­cı etkisini kullanmalıdır. Bu açıdan yaşanan hayatla ilgili doğru anlamlara ve yorumlara ulaşmada öğretim sistemi dinden yararlanmalıdır.

İnsanın aşkın sorularıyla dinî inanç arasında sürekli bir bağ vardır. Din öğ­retimi dinin ortaya koyduğu muhtevayı dikkate alarak inanan insana pozitif cevap bulmaya çalışır. Sorgulayan insanla öğretim arasındaki diyalog öğreti­min amacı olacaktır (Williams, 1960).

Din öğretimi, hayatın manasını aramaya çağıracak ve bu arayışı canlı tuta­cak, aynı zamanda onun sürekliliğini sağlayacaktır. Bu konuda düşünme yo­lunun açılması ve bu alanda bir gelişmenin sağlanması gerekmektedir. Böy­le bir gelişme kendi hâline bırakılmamalı ve din öğretimi yoluna girilmelidir (Bilgin, 1995). Din öğretimi, insanın inanma ihtiyacını karşılayacak bir nite­likte verilmeli ve bu doğrultuda program hazırlanmalıdır. Hayata anlam ver­mede insanın temel ihtiyaçlarının tatmini önemli bir yer tutmaktadır. İnsa­nın en önemli ihtiyaçlarından olan inanma ihtiyacını karşılama fonksiyonu ile din öğretimi, hayata anlam vermeye katkıda bulunmaktadır.

İnsanın fıtratında olan bazı duygular ve özellikler insanı arayışa itmektedir. Özellikle çocuklarda bu arayış ve merak duygusu tabiî bir kabiliyet olarak ken­dini gösterir. Çocuk, etrafında gördüğü her şeyi sorar ve anlamak ister. Çünkü onun dünyası bilinmeyenlerle doludur. Fıtratındaki öğrenme ve merak duygu­ları onu arayışa sürüklemektedir. Din öğretimi, çocuğun bu fıtrî kabiliyetinden istifade etmeli ve onu doyurmaya yönelmelidir (Pazarlı, 1968). Bu da din öğre­timinin kişi için anlamlı olacak sorulara yol gösterme görevini ifade eder. Din öğretimi aynı zamanda korkuların ve endişelerin temelini ortaya koyma konu­sunda beceri kazandıracaktır. Varlığın merkezinde olan insana, varlıkla ilgili, hayatla ilgili endişe, korku ve meraklarının temelinde olan etkenleri keşfetme konusunda yardımcı olacaktır. Aynı zamanda din öğretimi, gizli, bilinmeyen bazı sırların açıklanması konusunda insana yardım edecektir. Varlık hakkında- ki gerçekleri arama, insanın bulunduğu her yerde geçerlidir. Bu konuda nasıl yardım edileceği konusu ise kişinin içinde bulunduğu kültürün gerçeklerine uygun olmalıdır (Williams, 1960). Dolayısıyla bizim kültürümüzün ve inançla­rımızın temelinde yer alan İslâm dini, genel öğretim içinde anlam arayışına hiz­met edecek bir tarzda verilmelidir.

Din öğretiminin gaye ve hedefleri, insanın hayatta ulaşmak istediği gaye ve hedeflerle benzer bir özellik taşımaktadır. Bu gayeler; insanın tabiatı, haya­tın manası, dünya ve ahirette mutlu olmanın yolları hakkında tatmin edici bilgilere ulaşmaktır (Bayraklı, 1997). Bu doğrultuda din öğretimi, inanç sa­hibi olan kişilere, insanın amacının ve görevinin bu dünyaya bir anlam ka­zandırmak olduğunu kavrama konusunda yardımcı olmaktadır. Aynı za­manda din öğretiminin eylem yönü vardır. Din öğretimi, kişilere sadece dün­yayı anlama kabiliyeti kazandırmakla kalmaz, inandıkları doğrultuda yaşaya­bilme ve inancı çerçevesinde yaşadığı hayata anlam verme konusunda onla­rı teşvik eder (Mckenzie, 1986). Din öğretiminin birçok amacının yanında, nihaî amacı öğrencinin, Tanrı’nın istekleri doğrultusunda davranış kazanma­sına yönelik dinî bilgisini artırmaktır (Lee, 1973: 12). Bu bilgi, öğrenciyi Al­lah sevgisine götürecektir. Aynı zamanda din öğretimi, bireyde “Allah’a kar­şı dinamik bir sadakat” (Wieman & Wieman, 1971: 459) oluşturacaktır. Din, insanın sadece Tanrı’yla değil, başka insanlarla olan ilişkilerini de dü­zenler. Öğretim de insanla var olanlar arasındaki ilişkinin bir türüdür (Kılıç, 1999). Din öğretimi ise din temeline dayanarak var olanlar arasında bir iliş­ki kurmayı hedeflemektedir.

Öğretimde öğrencinin sınıftan dışarıya uzanabilmesi için, verilen bilgilerin gerçek hayat içinde değerlendirilmesi gerekir. Öğrenci için bu bir ihtiyaçtır. Öğretmen mutlaka bunu yapmalıdır. Öğretmen yapmasa da öğrenci bunu yapmak isteyecek, fakat doğru yardım almadığı için yanlış yapabilecektir (Bilgin, 1995). Öğretim faaliyetlerinin hayata yönelik olması, yaşanan haya­ta ait problemleri içermesi, gerçek hayatla uyum içinde olması istenir.

Hayata anlam vermenin bir ihtiyaç olarak algılanması ve dinin bu konudaki katkısının bilinmesiyle, din öğretimi programlarında yeni yönelişlere gidil­miştir. Türkiye’de din öğretiminde yeni yönelişler, ilköğretim din kültürü ve ahlâk bilgisi dersinin öğretim programına da yansımıştır. 2000 yılında yü­rürlüğe giren programda, dinin hayata anlam kazandırması konusuna yer ve­rilmiştir. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının, Ekim 2000 tarihli ve 2517 sayılı Tebliğler Dergisinde yayınlanan, 19.09.2000 tarih ve 373 sayılı kararı­na göre ilköğretim din kültürü ve ahlâk bilgisi dersi öğretim programlarında temel alman ilkeler arasında “dinin, insan hayatına anlam kazandırması” he­def ve içerikle ilgili bir ilke olarak yer almaktadır (Tebliğler Dergisi, 2000).

Burada, ilköğretim din kültürü ve ahlâk bilgisi dersi programlarının fikrî alt yapısını teşkil eden ve “Nasıl bir din öğretimi?” sorusunu cevaplamada bize ipucu veren, Selçuk’un (1997) düşüncelerine yer vermek istiyoruz. Selçuk’a göre din öğretimi, öğrencinin kabiliyetlerini geliştirmeyi ve öğrenciyi hayata hazırlamayı amaçlamalıdır. Bu amaçla din öğretiminde, insana, düşünceye, hürriyete, ahlâka ve kültürel mirasa saygı temelinden hareketle programları düzenlemek ve öğretime şekil vermek gerekecektir. Bu temelden hareketle öğ­rencide geliştirmeyi hedeflediğimiz kabiliyetler, kendi başına düşünme, eleşti­rel zihniyet, seçme kabiliyeti, hayatın anlamını keşfetme ve inancını aklıyla bü­tünleştirme olarak sıralanabilir. Bu programda “Nasıl din öğretimi?” konusun­daki yaklaşım, “öğrencinin bilincinin gelişmesini sağlayacak koşulları oluştur­mak ve öğrenciye, hayatın çözebilmesinde yardımcı olacak yolları göstermek” (Doğan & Tosun, 2002: 35) şeklinde ifade edilebilir.

Sonuç olarak denilebilir ki din öğretiminin temel hedefi, dinî bilgileri insan için anlamlı hâle getirerek hayatı anlamaya ve olumlu anlamlandırmaya yar­dımcı olmaktır. Bu sayede öğrencinin kabiliyetlerinin gelişmesi sağlanacak ve öğrenci hayatın problemleriyle yüzleşebilmeye hazırlıklı olacaktır. Bir an­lamda din öğretiminin hedefleri, hayata anlam vermeye katkı sağlayacak he­deflerdir. Dolayısıyla sağlıklı bir din öğretimi, bireylerin hayata anlam ver­meleri konusunda önemli bir boşluğu doldurabilir. Din öğretiminde, müfre­dat programlarını hazırlamada ve muhtevayı belirlemede bu amaçlar dikka­te alınmalıdır.

Sonuç

Hayata anlam verme, insanın temel ihtiyaçlarından birisidir. İnsan, içinde yaşadığım evreni, evrendeki konumunu, nereden gelip nereye gittiğini, nasıl yaşaması gerektiğini sorgulamadan yaşayamaz. Onun bu arayışlarının bir kısmı zihnini ve merakını tatmine yönelik olabileceği gibi, bir kısmı da ru­hunun ihtiyaçlarını tatmine yönelik olabilmektedir. Bunun yanında insan, nasıl yaşaması gerektiği, hayatın amacının ne olduğu konusunda da tutarlı cevaplar aramaktadır.

Anlama yönelik arayışlara dinin verdiği cevaplar, özellikle metafizik alana ait olan bilgiler, başka bir şekilde karşılanması mümkün olmayan cevaplardır. Bu yönüyle hayata anlam verme sürecinde dinden gelen bilgi ve yorumlar göz ar­dı edilemez niteliktedir. Ayrıca din, kutsal bir kaynağa dayanan değerler siste­miyle insanların hayatını şekillendirmekte, ilkeli yaşamalarını sağlamaktadır.

Öğretim sistemi bireyi bütün yönleriyle geliştirmenin yanında, onun ihtiyaç­larını karşılamayı hedefler. Hayata anlam verme insanın önemli bir ihtiyacı olduğuna göre, öğretim faaliyetlerinde bu düşünceye yer vermenin gereklili­ği kabul edilmelidir. Öğretimin amaçları açısından hayata anlam verme ko­nusunun önemine inanıyorsak ve bu esasın öncelikli amaç olmasını istiyor­sak, öğretim programlarını bu amaca göre düzenleme gereği ortaya çıkacak­tır. Dolayısıyla öğretimde kullanacağımız bilgi, metot ve materyali amacımı­za göre seçmemiz gerekecektir. Öncelikle insanın hayatına anlam vermede etkili olan bilgi ve metotları, yararlanılabilecek felsefe ve düşünce sistemle­rini tespit ederek işe başlamak gerekecektir.

Hayatı anlamaya ve istendik yönde anlamlandırmaya yönelik bir öğretim an­layışı -ki bu anlayış her zaman mevcut olmuştur- bu konuda dinden yardım almalı ve dinin öğretilmesini programına almalıdır. Bireyin her yönüyle ihti­yaçlarını karşılamada ve kabiliyetlerinin geliştirilmesinde etkili olan, toplu­mun değer yargıları üzerinde yapıcı rolü olan bir dinin, öğretim sisteminin genel amaçlarını karşılamada etkili olacağı bir gerçektir.

İnsanın hayatını olumlu anlamlandırmasında dinin katkısının en somut bir biçimde şekillenebilmesi, din öğretiminin bu anlayış doğrultusunda planlan­masıyla olacaktır. Bunun için öncelikle din öğretiminin temel ilkelerini ve amaçlarını araştırarak bu çerçeve içinde hayata anlam verme konusunu bir yere koymak gerekecektir. Eğer bu doğrultuda hayata anlam verme konusu­nun din öğretiminin bir amacı ve görevi olduğu ortaya koyulursa, din öğre­timinde bu düşünce doğrultusunda bir yapılanmaya gidilebilir. Din öğretimi hayata anlam verme konusunda öğrencilere yol göstererek genel öğretime katkıda bulunacak ve insanları hayata hazırlama görevini yerine getirecektir.

Kaynakça

Akıncı, A. (2002). Hayata anlam vermeye din öğretiminin katkısı. Yayınlanmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Bahadır, A. (1999). Hayatın anlam kazanmasında psiko-sosyal faktörler ve din. Yayınlan­mamış doktora tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa.

Baier, K. (1971). The meaning of life. In W. T. Blackstone (Ed.), Meaning and existence: Introductory readings in philosophy (pp. 795-811). New York: Holt Rinehart and Winston. Bayraklı, B. (1997). İslam’da eğitim. İstanbul: M.Ü.l.F.V. Yayınları.

Berger, P. (1995). Dini kurumlar (çev. A. Çiftçi). Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakül­tesi Dergisi, 9, 432.

Bilgin, B. (1980). Türkiye’de din eğitimi ve liselerde din dersleri. Ankara: Emel Matbaacılık. Bilgin, B. (1995). Eğitim bilimi ve din eğitimi. Ankara: Yeni Çizgi Yayınları Büyük Larousse (1986). Sözlük ve ansiklopedi. İstanbul: Gelişim Yayınları.

Cevizci, A. (1999). Felsefe sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları.

Demir, Ö. & Acar, M. (1997). Sosyal bilimler sözlüğü. İstanbul: Vadi Yayınları.

Doğan, R. & Tosun, C.(2002). Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretimi. Ankara: Pegem A Ya­yınları.

Frankl, V. E. (1994). Duyulmayan anlam çığlığı (çev. S. Budak). Ankara: Öteki Yayınları. Frankl, V. E. (1997). insanın anlam arayışı (çev. S. Budak). Ankara: Öteki Yayınları. Hökelekli, H. (1993). Din psikolojisi. Ankara: T.D.V. Yayınları.

Kılıç, R. (1999). Din öğretimini temellendirme problemi. Türkiye’de din eğitimi ve öğreti­mi ilmi toplantısı 1998 içinde ( s. 55-61). Ankara: Türk Yurdu Yayınları.

Küng, H. & Kuschel, K. J. (1995). Evrensel bir ahlâka doğru (takdim ve sonuç: B. Bilgin; çev. N. Y. Aşıkoğlu, C. Tosun & R. Doğan). Ankara: Gün Yayınları.

Lee, J. M. (1973). The flow of religious education. Birmingham: AL. Religious Education Press.

Maslow, A. H. (1996). Dinler değerler doruk deneyimler (çev. H. K. Sönmez). İstanbul: Kuraldışı Yayınları.

May, R. (1967). The art of counseling. New York: Abingdon Press.

May, R. (1998). Kendini arayan insan (çev. A. Karpat). İstanbul: Kuraldışı Yayınları. Mckenzie, L. (1986). The purposes and scope of adult religious education. In N. T. Foltz (Ed.), Handbook of adult religious education (pp. 7-23). Birmingham: AL. Religious Education Press.

Mothersill, M. (1991). Death. In O. Hanfling (Ed.), Life and meaning: A reader (pp. 8392). Oxford: Basil Blackwell

Onat, H. (1997). Niçin din eğitimi? Uluslararası din eğitimi sempozyumu içinde (s.15-23). Ankara: A.Ü.l.F ve TÖMER Dil Öğretim Merkezi

Öner, N. (1999). Felsefe yolunda düşünceler. Ankara: Akçağ YayınlarıÖzden, Y. (1999). Öğrenme ve öğretme. Ankara: Pegem A Yayınları.

Pazarlı, O. (1968). Din psikolojisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Rogers, A. K. (1971). Philosofhy as the quest for the meaning of life. In W. T. Blacksto­ne (Ed.), Meaning and existence: Introductory readings in philosophy (pp. 7-11). New York: Holt Rinehart and Winston.

Schaub, E. L. (1970). The psychology of religion. In O. Strunk (Ed.), The psychology of religion: Historical and interpretative readings. New York: Abingdon Press.

Schlink, M. (1991). On the meaning of life. In O. Hanfling (Ed.), Life and meaning: A rea­der (pp.60-73). Oxford: Basil Blackwell Ad.

Schulz, R. (1978). The psychology of death. California: Addison-Wesley Publication. Stern, A. (1971). The search for meaning. Memphis: Memphis State University Press.

Selçuk, M. (1997). Din öğretiminin kuramsal temelleri. Uluslararası din eğitimi sempoz­yumu içinde (s.28-35). Ankara: A.Ü.l.F ve TÖMER Dil Merkezi.

Tebliğler Dergisi (Ekim, 2000). 63, 2517.

Tolstoy, L. N. (1997). İtiraflarım (çev. K. Aytaç). İstanbul: Furkan Yayınları.

Tümer, G. (1996). Dinin toplum hayatındaki yeri ve önemi. Tartışılan değerler açısından Türkiye sempozyumu-1995 içinde (s.137-145). Ankara: Diyanet Yayınları.

Vergote, A. (1999). Din inanç ve inançsızlık (çev. V. Uysal). İstanbul: M.Ü.l.F.V. Yayınları. Ward, K. (2002). Anlam meselesi ve din. J. Runzo ve N. M. Martin (Eds.), Dünya dinle­rinde hayatın anlamı içinde (s.33-62). İstanbul: Say Yayınları.

Wieman, H. N. & Wieman, R. W. (1971). Normative psychology of religion. Westport: Greenwood.

Williams, D. D. (1960). Current theological developments and religious education. In M. J. Taylor (Ed.), Religious education (pp. 44-53). New York: Abingdon Press.

Wohlgennant, R. (1991). Has the questions about the meaning of life any meaning? In O. Hanfling (Ed.), Life and meaning: A reader (pp. 34-38). Oxford: Basil Blackwell.

Yalom, I. (1999). Varoluşçu psikoterapi (çev. Z. 1. Babayiğit). İstanbul: Kabalcı Yayınları.

The Role of Religious Values and Education in the Search for the Meaning of Life

 

Adem AKINCI, Ph.D. [1]

 

Citation — Akıncı, A. (2005). The role of religious values and education in the search for the meaning of life. Journal of Values Education -Turkey-, 3 (9), 7-24.

Abstract — The search for the meaning of life is trying to find sat­isfying answers to queries about man himself, the world he lives in and the universe he is surrounded with. Life will have a mean­ing, only if positive answers to these questions are found. Those who are not able to find satisfying answers to these questions might fall into the feelings of emptiness. Religion plays a signifi­cant role in the search for meaning, especially by answering ques­tions related to metaphysical issues and providing value judg­ments. Knowledge that comes through divine revelation is of reli­able and convincing quality due to its sacredness. In addition to helping individuals develop fully, all educational activities target fulfilling man’s needs as well. It should be accepted that learning activities should cover issues related to the search for the mean­ing of life because it is one of the important needs of mankind. If the role of religion is considered in interpreting the meaning of life, religious education can make significant contributions. Therefore, religious education can also help the general objectives of education.

Key Words Meaning, the Search for Meaning, Interpreting Life, Religious Education.

—————-

[1] Address for correspondence: Harran University, Faculty of Divinity, Osmanbey Kampüsü, Mardin Yolu 22 Km, Şanlıurfa- Turkey. E-Mail: [email protected]

[i] Atıf- Akıncı, A. (2005). Hayata anlam vermede dini değerlerin ve din öğretiminin rolü. Değerler Eğitimi Dergisi, 3 (9), 7-24. © Değerler Eğitim Merkezi (Journal of Values Education Turkey-, 2005, 3 (9), 7-24.)

[ii] Harran Üniversitesi Ilâhiyat Fakültesi

Yazar
Adem AKINCI

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen