İslam Dünyasında Bilgi ve Bilim Tasavvurunun Yeniden İnşası -Fuat Sezgin Merkezli Bir İnceleme-

İslam Dünyasında Bilgi ve Bilim Tasavvurunun Yeniden İnşası
-Fuat Sezgin Merkezli Bir İnceleme-[i]

fuat sezgin

 

Prof.Dr. Mevlüt UYANIK[ii]

GİRİŞ

Birçok alanda yeni krizlerle karşı karşıya olan insanlığı huzura kavuşturabile- cek yeni bir medeniyet tasavvuru üzerine düşünmek gerekiyor. Hz. Muhammed’e (sav) gönderilen İslâm, ahlâki ve sosyal bir düstur anlamında sadece bir din vaz etmekle kalmadı, aynı zamanda bir zihniyet değişimini de gerçekleştirdi. Kısa sürede kendine özgü ve özgün bir medeniyet oluşturan bilgi, bilim tasav­vuru geliştirdi. İlk dönem kaynaklarına bakıldığında bilgi ve bilginin elde edile­rek tasnifi; duyular, akıl ve haber-i mütevatir, yani insanlığın bilgi-bilim ve tek­nolojideki birikiminin sürekliliğinin tahliliyle başlaması önemlidir. Bu açıdan bi­lim tarihi aslında düşünce faaliyetlerinin de tarihidir. Çünkü insanlığın geleceği ile bilim birbirine kopmaz bağlarla bağlıdır.

Bu bağlamda İslâmiyet 610 yılında yeni bir bilgi, bilim ve medeniyet tasav­vuru iddiasıyla tarihe müdahale etti. Miladi 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret edilmesini yeni sistemin hareket noktası olarak görüldü ve yeni yıl, yeni başlangıç olarak görüldü. Kadim kültür ve medeniyetlerin (Minos ve Miken kül­türlerinin ürünü olan Antik Yunan, Bizans, Mısır ve Babil kültürlerini sentezle- yen Helenistik tasavvur, Hind, Sasani/Fars, Çin ve Harran bölgesindeki-Fisagor akımından etkilenen-Sabiî kültürleri) verileriyle yüzleşti. Kısa sürede bu kültür­lere ait eserleri tercüme edip, onları özümseyen âlimler ortaya çıktı. Bunu anla­mak için öncelikle güçlü bir tarih bilgisi ve bunun felsefesini yapmak gerekir.

Bu bilim insanları ürettikleri bilgileri talebelerine aktaran bir eğitim sistemi kurdu, hem de bu teorik aktarıma ilaveten yeni keşif ve icatlarda bulunarak ken­dine özgü bir bilgi ve bilim medeniyeti oluşturdu. İslâm kültürü ve medeniyeti­nin bilimler tarihi verilerinin öncelikle İspanya/İberya üzerinden Avrupa’ya  nakli, buradaki ilmi dirilişi ve kültürel uyanışı (Rönesans) tetiklemesi, bunun so­nucunda oluşan bilim ve sanayi devrimi bu sürekliliğin göstergesidir.[1]

Bu bağlamda Antik, Orta Çağ-skolastizm ve Yeni Çağ ayrımlarının ne derece tu­tarlı olduğu üzerinde durulmalıdır. Orta Çağ şeklinde adlandırılan dönemde, İslâm bilimlerinin Rönesans/dirilişini yaşadığı, Koyre’nin ifadesiyle “Latin barbarlığı karşısında kendine özgü seçkin eğitici rolü”olduğu unutulmamalıdır. Bunun dev­let yönetimi, diplomasi ve iktisat ile ilgili boyutlarını ayrıca incelemek gerekir.[2]

Bunun için de medeniyetler tarihi, Kadim Doğu ve Yunan medeniyetlerinin kültürlerini, bilim tarihini, Batılı ülkelerin küresel bir güç haline gelmesini, buna karşı mücadele etmeye çalışanları analitik ve eleştirel bir zihniyetle bilmek gere­kir.[3] Burada kültürden kasıt, bir toplumun sahip olduğu maddi ve manevi değer­lerden teşekkül eden bütünlük olup, her bilgi ve değerleri içerir. Bu anlamda onu diğer cemiyetlerden ayırt eden özel bir hayat tarzı temin eder. Yani bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini, her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıkları, manevi özelliklerinin bütünüdür. Medeniyet ise uluslararası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama varlıklarının bütünüdür. Bu açıdan bilgi ve teknik vasıtalara sahip olmayı da ifade eder. Bir milletin kendine özgü bir mede­niyet oluşturması, ürettiği fikir ve sanat hayatıyla eriştiği düzeyi, maddi ve ma­nevi varlığının toplamını ifade eder. Burada kültürün hususi boyutu medeni­yette umumi hale gelir. Milli olan kültür, medeniyette uluslararası hale dönüşür, dolayısıyla medeniyet kültürlerde doğar. Mümtaz Turhan’a göre, kültür takınıl­mış tavır, medeniyet ise bilme ve yapabilmedir. Dolayısıyla Batı medeniyeti içinde Yunan, Fransız, Alman, İngiliz kültürü bulunur. İslâm medeniyetin de farklı kültürlerden hareketle oluşturulması böyledir.[4]

Bu hususların günümüzde derinlemesine incelemeyi hayatının en önemli he­defi haline getiren yakınlarda vefat eden Fuat Sezgin hocamız, günümüzün en önemli bilim ve medeniyet tarihi uzmanlarından birisiydi. Onun akademik haya­tının hedefi ve kullanacağı yöntemi asistanlığının ilk günlerinde DİB Ahmet Hamdi Akseki’nin talebiyle Muhammed el-Behiy’in İslâm Düşüncesinin İlahi Ta­rafı adlı eserin ilk cildini çevirdiğinde belirtiği görülmektedir. Burada kültür ta­rihçisinin hedefinin İslâmiyet’in zihni mirasını açıklamak olduğu belirtilmekte­dir. Kültür tarihçisinin oryantalistlerin söyledikleri şüpheci tutuma rağmen “İslâm’ın zihni hayatını incelerken Yunan kültürünün etkisini her türlü garaz­dan uzak bir münekkit olarak mecrasına kendiliğinden bir yön vermeyerek ve/ya hiçbir değişiklik yapmayarak bu hayat akıntısını dikkatle göz önüne al­ması” üzerinde durulmaktadır.[5]

Bu çerçevede Müslüman âlimler, varlık (Tanrı-Evren), bilgi ve değer üzerine durmuşlar, özellikle Tanrı ve evren ilişkisinin nasıl olduğu ve evreni niçin yarat­tığı, bu teorik bilgilerin hayata nasıl aktarılacağı (medeni ilimler) üzerinde dur­muşlardır. Bunun için öncelikle dil ve düşünce arasındaki irtibatının nasıl kuru­lacağına dair bir dil felsefesi ve her seviyede insana tutarlı bir şekilde nasıl anla­tılacağına dair farklı yöntemler (burhan, cedel, hitabet, şiir ve sofistai) içeren Mantık disiplini üzerinde durmuşlardır. İlimlere bu şekilde giriş yapılması, İslâmiyet’in kendine özgü bir bilgi ve bilim paradigması oluşturduğunu gösterir.

Bu durum, “bilgi ve bilim türlerinin tasnifinin önemi, bilgi nedir, kaynakları, sınırları nelerdir?” gibi felsefe tarihinin ilk dönemlerinden itibaren şekillenen çeşitlerinin İslâm dünyasında hemen karşılık gördüğünü gösterir. Birçok varlık alanı vardır ve öznenin bu varlık alanlarına yönelimi sonucu ortaya çıkan bilgi türleri de çeşitlidir. Sosyolojik, psikolojik, teolojik bilgilenmelerde suje-obje iliş­kisi farklıdır; bu farklılık tanımlamalara da yansımaktadır. Dolayısıyla her bilgi türünün diğer bilgi türünden ayırıcı özelliklerinin tespiti gerekmektedir.[6]

Burada dikkat çekmek istediğimiz tanım, bilgi, “test edilmiş, haklı kılınmış doğru inançtır şeklinde olandır. Bilgiyi bir inanç tarzı şeklinde sunmak, hem bil­ginin hem de inancın aynı objelere sahip olduğunu gösterir. Burada inanç (belief) ve “doğru” (truth) ve doğrulanmış, haklı kılınmış, muhakeme ve test edilmiş (Justified) sözcüklerine dikkat edilmelidir. Çünkü bu “bilgi”den, evreni anlama ve açıklamaya yönelik olan gözlem ve deney üzerine kurulu bilgilerin sistematik ve organize edilmiş şekli olan “bilim/science” üretilmektedir.

Bu tespit, bilginin yöntemleri ve amaçları göz önünde bulundurularak diğer bilgi türleri olan gündelik bilgi, dinsel bilgi, teknik bilgiden farkını gündeme ge­tirmektedir. Özellikle araştırma alanımız olan bilimsel bilgiye gelirsek, belirli bir alanda belirli bir yöntemle elde edilen ve birikimsel olarak artan, ilerleme göste­ren bilgi türü olarak tanımlanır. Bilim ise bu bilginin düzenli, sistemli hale geti­rilmiş şekli olup, hem bir bilgi kümesini hem de bir etkinliği ifade eder.[7]

Görüldüğü üzere “(B)ilim” terimi Tanrı-evren ve tabiat irtibatına dair bilgi­lenmelerin sonucunda ortaya çıkan “sistemli fikri faaliyeti ifade eder, bunu ger­çekleştiren kişiye de “Âlim” denir. Eğer âlim; varlık, bilgi ve değer üzerine eleşti­rel, tutarlı, rasyonel, sistematik, bütüncül bir sistem oluşturabiliyorsa ona filozof denilebilir. Bu anlamda bilgi, kişinin bilen (âlim) ismini alabilmesi için edinmesi gereken bir gerekliliktir. Bilgi/ilim artık öyle bir vasıftır ki, bununla yaşayan ki­şiden cahillik, şüphe veya sanı uzaklaşır.[8]

Bu bağlamda felsefe ve bilim, temelde, birlikte doğmuştur denilebilir. Çünkü felsefi düşünce, tarih boyunca bilimsel araştırmanın kavramları, yöntemleri ve ölçütleriyle yakın ilişki içinde olmuştur. Felsefi düşünce, bilimsel düşünceden güç almış ve kendini sürekli yenilemiştir. Daha doğrusu felsefe-bilim ilişkisi, her iki alana yeni değişmelere ve gelişmelere kaynaklık etmektedir. Örneğin kültürel dirili/uyanış olarak nitelenen Rönesans Antikçağ kaynaklarına dönerek gerçek­leşmiş, ama edebiyat ve felsefede, özellikle de Antik Çağın karşısında olan bir ta­kım sonuçlara ulaşılmıştır. Şafak Ural’ın deyimiyle Rönesans düşüncesi Orta Çağ düşüncesine karşı tutumunu Antikçağ düşüncesinden hareketle oluşturmuş, ama sonuçta Antik Çağ düşüncesini kökten değiştiren bir süreç olmuştur. Röne­sans’ın önemi yeni bir kültür hareketi olarak ortaya çıkıp, birçok alanda yeni an­layışlar ortaya çıkarmasındadır.[9] Özellikle Rönesans’ın teşvik ettiği hümanizm ve düşünce hürriyeti, matbaanın da yardımıyla 16. yy itibaren fikri, siyasi ve bazı sosyal faktörler dolayımında dinde yenileşmeyi getirdi ve Hristiyanlık’ta reform yapıldı, Protestanlık akımı ortaya çıktı. Buna yönelik de Papalık karşı reformas- yon sürecini başlattı. Bu hareketler Rönesans boyunca bilimin gelişmesi ve uy­gulanması üzerinde derin etkiler yapmıştır.[10]

Tekrar bilgi, bilim ve felsefe irtibatına dönersek, bilim, incelediği olay ve ol­gular arasındaki ilintileri açıklar, “nasıl” sorusunun cevabını arar. Felsefe ise, bu ilintilerin özüne, temeline inmeyi hedefler, burada “niçin” sorusu önemlidir. Bu anlamda, felsefe, “bütün var olanların bilgi ve insanın değer yargıları konusunda, nihai açıklamalar yapmayı bırakır. Zihnin kendi ürünlerine yönelen refleksif (de­rin) düşünce ile bilgi ve bilimleri temelini irdelemeye başlar. Artık felsefe ile bi­lim arasında bir iç içe geçme değil, karşılıklı etkileşme söz konusudur. “Neyi bi­lebilirim ve bilim nasıl meydana geliyor?” sorusu önemlidir. Bu anlamda felsefe, spekülatif düşünceye tekabül eder. Bunun pratiğe aktarımı ise teknolojidir. Fel­sefe ve bilim ilişkisinde önemli olan nokta, felsefenin, deneysel bilgi vermediğini, bu anlamda, dünyanın yapısını ve işleyişini tasvir etmeye çalışan bilim ile reka­bet etmek gibi bir gayesinin olmadığını unutmamaktır. Buna ilaveten bilim in­sanı ve filozofun farklı kategorilerde çalıştığını düşünmek, felsefenin sadece filo­zofların yapacağı bir etkinlik gibi algılanması da sorunludur. İster fizikçi bilim insanı ister filozof tarafından müzakere edilmiş olan felsefi konu yine felsefi ola­rak kalacaktır.[11] Görüldüğü üzere, filozof bilim insanı, doğaya ait gerçekleri basit bir şekilde bir araya getirmenin ötesine geçip, bu gerçekler arasında kurulan mantık ilişkilerinden meydana gelen ve bir varsayım ya da bir teori ortaya koy­maya imkân veren bir sistem kuran kişidir. Burada dikkat edilmesi gereken hu­sus, bu teorinin formüllendirilmiş olduğu dönemin genel bakış açısıyla yoğrul­duğudur. Bu anlamda teori, bazen paradigma diye de adlandırılır.[12]

Bunu ayrıntılı temellendirmek için öncelikle, bilimin büyük bir entelektüel macera olduğunu belirtmek gerekir. Bilim yapmak için gözlem ve deneylerle elde edilen delillere dayalı sıkı bir disiplin ile şekillenmiş canlı ve yaratıcı bir ha­yal gücü gerekir. Bu noktada ilk medeniyetlerde bilimin doğaya ve ruhlara daya­nan açıklamaların bir karışımı olduğunu hatırlamak gerekir. Din adamları bir ta­raftan doğadan kaynaklanan bilgilere sahipken, diğer taraftan da Tanrı hakkında konuşuyordu, dolayısıyla bilim ve din arasında çatışma yoktu, her ikisi de gerçek dünyanın farklı yönlerini bağlamaya çalışıyordu.[13]

“İSLÂM BİLİMΔ Mİ, “ARAP BİLİMΔ Mİ?

Fuat Sezgin’in çalışmalarına baktığımız zaman Arapça yazıldığı için “Arabis- tik Çalışmalar”, “Arap Bilimi” ve/ya “Arap-İslâm Bilimleri Tarihi” ifadelerini tercih ettiğini görüyoruz.[14] Bu tabirlerin “İslâm Bilimi” ve “İslâm Bilim Tarihi” yahut “İslâm Medeniyetinde Bilini’ ifadeleriyle mukayesesini ve hangisinin kullanımının tutarlığı olduğunu ana hatlarıyla analiz edelim:

Günümüzün en meşhur bilim tarihi uzmanlarından biri olan Colin A. Ronan, Bilim Tarihi adlı eserinde İslâm topraklarında üretilen bilimin tarihine “Arap Bilimi” denilmesini tam olarak tutarlı görmez. Ona göre, bilim, İslâm medeni­yetinin beşiği olacak bölgede Hz. Muhammed’in zamanından bir kaç yüz yıl önce farklı inançlara sahip farklı ırktan kişilerin katkıda bulunduğu bir süreç söz ko­nusudur. Bu süreç analiz edilince İslâmiyet dünya tarihinde hem kendi hesabına büyük bir medeniyet olarak, hem de eskiçağ medeniyetleriyle modern dünyada oluşmaya başlayan medeniyetler arasında aracı olarak önemli rol oynadığı görülecektir. İslâmiyetin katkısının bu iki yönü bilimin tarihine de yansımıştır.[15]

Ronan’ın bu kanaatte olmasına ragmen ilgili bölümü “Arap Bilimi”‘diye ver­miştir. Ancak eseri çevirenler “İslâm Medeniyetinde Bilim” başlığını tercih etmişler. Gerekçelerini ise şöyle temellendirmişlerdir: “Uzun yıllar “Arap” ve “İs­lâm” sıfatıyla tanımlanan bilim faaliyetlerini adlandırma meselesi Milletlerarası Bilim Tarihi ve Felsefesi (IUHPS) Hamburg’da 1989 yılında düzenlediği kon­feransta müzakere edilmiş, “İslâm Medeniyetinde Bilim” ifadesi genel kabul görmüştür Arap tanımlamasının ırki bir ifade olmadığı kabul edilse bile Türkçe, Farsça ve diğer Müslüman halkların kendi dillerinde ürettiği eserleri dışladığı için yeterii değildir.” denilmiştir İslâm tanımlaması da gayr-i müslimlerin kat­kısını göz ardı etmektedir. İslâm Medeniyetinde Bilim ve Teknoloji Milletlerarası Komisyonu adında yeni bir komisyon kurularak bu katkıların kapsayıcı bir şekilde izah edileceği düşünülmüştür.”[16]

Aynı tespit, Rüşdü Raşid’in editörlüğünü yaptığı eserde de görülmektedir. Çe­virmenler, “Arabic Science” yani “Arapça bilim” yerine “İslâm Bilimi” ifadesini tercih etmişler. Raşid’in bununla “tıpkı Grek bilimi ya da Latin bilimi dediğimiz­deki gibi Arapça yazılan bilimsel eserleri kast ediyoruz” dediğinden hareketle bu tercihi yaptıklarını belirtirler. Raşid, Aydınlanma çağının odağı olduğu dönem­lerin (l8.yy) bilim tarihinin bir disiplin olarak doğduğunu ve İslâm medeniyeti bünyesinde geliştirilen bilimlerin de bu anlamda hurafelerin ve karanlıkların hü­küm sürdüğü bir dönemde aydınlanmanın devam ettirilen gelişiminin garantisi olarak görülmesini önemser.[17]

Arapça dönemin bilim diliydi, nitekim başta Helen/Grek bilimi olmak üzere İbrani, Çin, Hind, Sasani kadim bilim geleneklerini devşirip o dönemin şartlarına göre geliştirilmesi Arapça ile yapıldı. Nasiruddun et-Tusi gibi âlimler ana dili olan Farsça ile Uluğ Bey’in ünlü zCin taslaklarını Türkçe yapıp sonra Arapçaya çevir­meleri bunun göstergesidir. Arapça bir kavmin ve kültürün diliyken bir bilim ve medeniyet dili haline gelmesi, Müslüman ama çoğunlukla Arap olmayan acem (Türk, Fars ve Berberi) ve/ya müslüman olmayan Arap aydınların ortak katkı­sıyla olmuştur.[18]

Arapçanın önceleri yerel bir dil olması o kadar belirgindi ki, ilk yıllarda vergi ve idare uygulamalarında geleneksel ve yaygın diller (Mısır’da Kopt, Suriye’de Yunanca, Irak ve İran’da eski farsça) kullanılırdı. Devlet sicillerinde Arapçanın kullanımı daha sonralarında Suriye’de hicri 81, Irak’ta 78, Mısır’da 87, Horasan’da 124 yılında olmuştur.[19]

Bu nedenle isimlendirmeyi yaparken, Arapçanın kavmi ve bölgesel dil olmak­tan çıkıp Bağdat, Şam, Kahire, Palormo üzerinden Gırnata, Semerkant gibi ilim merkezlerinde öğrenim dili haline gelmesi üzerinde durulmalıdır. Bu konuda ge­liştirilen ilmi zihniyete en iyi örnek Biruni’dir.[20] Nitekim aynı âlim, matematik coğrafya alanında temel eser olan Tahdîd’ü Nihâyeti’l-Emâkin li Tashîh-i Mesâfet’il-Mesâkin’i yazmıştır. Onun Kanutı’ul-Mesudi ve Kitabu’-Teihim adlı eserleri astronominin temellerindedir.[21]

Buradan hareketle Arapçanm bilim dili haline gelmesinde bütün Müslüman ve Hristiyan, Huneyn b. İshak (194-263/810-877), SabiiSabit b. Kurra (221- 288/836-910), Yakubi Ebu Beşir Matta, Yahya b. Adi’gibi, bilim adamlarının önemli katkısı vardır. Önemli olan düşünürün ve mütercimin katkısı olarak gö­rüldüğü ve etnik kökeni önemsenmediği için bilim dili Arapça haline geldi.[22] Batı aydınlanmasını sağlamasında kadim metinleri diğer kültür ve medeniyetlerin bi­lim tasavvurlarıyla sentezleyen, bilimsel verileri Avrupa’daki bilim dili olan Latinceye veya diğer dillere aktarılması için Arapça öğrenilmesinin de önemli etkisi vardır.[23]

Bunlara ilaveten bilimsel bilgi ve bilim açısından Arapça ile sağlanan önemli oranda birlik, İslâm dünyasında ne siyasi ne de dini olarak ilk dönemden, yani Hz. Osman döneminden itibaren sağlanamadığını da belirtmek gerekir. Sünnilik ve Şiilik önce teolojik, ardından coğrafi olarak konumlandı. Şiiler baskın olarak Perstiler ve Sasani/Hind kültürlerinin yoğun etkisi altındaydılar. Sünni Emevileri yıkan sünni Abbasiler halifeliği Bağdat’a taşıdılar, siyasi bölünmeler daha da arttı. İspanya’da Emevi; Mısır’da Fatımi hilafeti kuruldu. 13 asırdan itibaren Mo­ğol istilası başladı, buna direnen Selçuklu ve Osmanlı devletleri bu iki paradigma­nın dışında sünni bir İslâm tasavvurunu oluşturdu. Moğolların bir kısmı da Müs­lüman oldu.

Burada vurgulamak istediğimiz nokta, siyasi ve dini/mezhebi farklılıkların da­ima olduğu, ama İslâmi kültür alanında birliğin Arap Dili vasıtasıyla önemli oranda kurulduğu da kısmen tartışmalıdır.[24] Çünkü Selçuklu Devletinde sarayda Türkçe konuşulmasına rağmen resmi dil Farsça idi, ama dini yapı Şiiliğe karşıtıydı ve sünni idi. Sultan Hanefi-Maturidi, ama veziri Nizamü’l-mülk, Şafii ve Eşari idi.[25]

Dolasıyla “Arap” terimi İslâm dini kavramı ve bunun ifade ettiği dünyanın sınır­larını asla belirleyememekte, belirli bir siyasi yapıda etnisiteye işaret etmektedir.

Henri Corbin’in dediği gibi, bizatihi İslâm teriminin içeriği belirli bir zamanda belirli bir ırka indirilmesinin evrensel mesajlarını bunlar kanalıyla iletmesine en­gel değildir.[26] Düşünürlerin bazılarının acem; yani yabancı olması, İslâm kültürel ve siyasal coğrafyasında/ortamında üretilen bilimsel bilgi ve bilimin “İslâm bi­limi” diye nitelendirilmesine mani değildir. Örneğin İbn Sînâ’nın dönemin bilim dili olan Arapça ile yazdı diye, ürettiği felsefeye “Arap felsefesi”, tıp ilminde yaz­dıklarına da “Arap bilimi” diye nitelendirilmesi artık tutarlı değildir. Çünkü bu­rada fiziki ve zihinsel ortama işaret vardır. Kişinin dini, dili, ırkına vurgudan zi­yade, dünyanın neresinde bulunursa bulunsun zihinsel olarak İslâm dünyasında üretilen Arapça kaynaklara bakıp bugün üretilenlerde mi Arap felsefesi veya Arap bilimi diye ifade edilecektir.

Arapça, kısa sürede bir İslâm medeniyetinin dili haline geldi; Arap olmayan ve “acem” diye nitelendirilen Türk, Farslı ve Berberileri, Arap ve Müslüman ol­mayan düşünürlerin katkısıyla. Arapçayı birleştirici bir unsur olarak düşünme­leri sonucunda, üretilen fikirlerin bu dilde ifade edilmesi bağlamında tarihsel ola­rak kullanımının meşruluğu, bugünde kullanılacağı anlamına gelmez.[27] Bu te­mellendirmeden sonra İslâm bilim tarihinde bilgi, bilim ve ilimler tasnifini ince­lemeye geçebiliriz.

ISLÂM’IN İLK DÖNEMİNDE ILIM VE İLİMLER TASAVVURU

Müslüman âlimler bu bağlamda öncelikle özdeşlik ve çelişmezlik ilkeleriyle, var olması için bir başka varlığa muhtaç olmayan (vacibu’l-vücud) Tanrı tasav- vvurunu ortaya koyduktan sonra Tanrı, evren ve insan münasebetlerini nasıl kurgulanacağına dair beşeri/şer’i ilim ve pozitif bilimlerin mahiyetini ve tasni­fini yaparak çalışmalarına başlarlardı. Bu anlamda ilk kapsamlı bilimler tarihi Muhammed b. Ebi Yakub İshak İbnü’n Nedim’in (v.1010, miladi) Kitabu’l-Fihrist adlı eserdir. Kâtip Çelebi’nin Keşiu’z-ZununanEsami’l-Kütüb ve’l-Fununadlı ese­rinde yirmi bine Arapça ve Farsça kitabın kataloğu olması bunu gösterir.[28]

Bunlardan Nasiruddün Tusi’nin (597-672/1201-1270) en parlak öğrencilerinden olan Kutbeddin eş-Şirazi’nin felsefe disiplinlerine yer veren Durretü ’t-Taç, Davud el- Antaki’nin Tezkiresi ise diğer ilimlere ağırlık verdi. Ama Şemsuddin el-Amuli’nin Nefaisül-iunun (İlimlerin Değerli Unsurları) adlı eseri 9/15 yüzyılda İslâm bilimleri­nin son gelişmiş şeklini göstermesi açısından önemlidir. Bu bağlamda İbn’ün-Ne- dim’den itibaren yapılan ilimler tasnifine baktığımız zaman Taş Köprüzade Ahmed b. Mustafa b.Halil er-Rumi el-Hanefi (h.901-968)’nin Miitahü’s-Saade veMisbahü’s- Siyade f Mevdu’ati’l-Uİum adlı eseri zirve olarak görülebilir. Bunu yazarken Mu­hammed b.İbrahim b.Said el-Ensari, es-Sincari el-Ekfani (v.749.h)’in trşadü’l-Kası ila Esnal-Mekasidadlı eserden yöntem olarak etkilenmiştir.[29]

Bunun temini için, yani iç konuşma/düşünme ve dış konuşma arasındaki ir­tibatı sağlayan çok güçlü bir dil bilgisini gerektirir. Birçok (beş) dil bilen Ebu Nasr Muhammed b. Muhammd b. Tarkhan b. Uzlug el- Fârâbî’nin (v.950) ilimlerin sa­yımına öncelikle dil bilgisi, sözcüklerin yapısı ve mantık ile başlaması da bundan dolayıdır. Önce sözcüklerin ilkelerini, bunların bulunduğu sanatları ve buralarda geçerli olan kanunları inceler. Tekil, tümel, birleşik lafızlar ve kanunları, düzgün yazmanın ve okumanın kuralları belirtilir.[30]

Bu bağlamda Fuat Sezgin, h.6/12 yüzyılda Yusuf b. Ebu Bekir es-Sekkani’nin (555-626/1160-1229) filolojinin disiplinler arası iki alanı olan ilmu’l-meani’yi “still grameri”; ilmü’l-beyan’ı ise Wolfhart Heinrichsden hareketle “resimsel dil” olarak yorumlar. Bu bağlamda bir Arap-İslâm kültürü çerçevesinde oluşan eser­lerin Alman diliyle bibliyografyasını yapan Sezgin, Arap ve diğer Sami dilleri, ku­zey, güney ve batı Arabistan’da kadim Arapça, fasih Arapça hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Zor ve/ya yabancı terimleri açıklayan, beyan ilminin ilkelerini su­nan klasik metinleri yayımlar.[31]

Büyük Selçuklu Devleti’nin kültür merkezlerinden birisi olan Cürcan’da yeti­şen Ebu Bekr Abdülkahir b. Abdürrahman b. Muhammed el-Cürcani’nin (v.471/1038) Delailü’l-t’caz ve Esrarü’l-Belaga isimli çalışmaları “stilistik gra- mer”in temellerini atan bir âlimdir. Dil vasıtasıyla duyulan ifadeleri sebep, amaç ve tesir esasına göre psikolojik açıdan kavramaya çalışmıştır. Dile olan hâkimi­yeti ve nazıma yatkınlığından, birçok kaside yazdı. Hakkında kaside yazdığı meş­hur kişilerden birisi de Selçukluların en meşhur veziri Nizamülmülk’tür.[32] Es-Sekkani, Miftahul-ulum adlı eserinde Curcani’nm görüşlerini daha ileri bir aşa­maya getirmiştir.[33]

Fuat Sezgin, İslâm âleminde h.6/12 yüzyılda gök kubbenin ilmi (ilmu’l-felek) ve evrenin yapısının bilimi (ilmu’l-heye) olarak astronomi, kozmografya, mate- matik-riyaziyye, coğrafya disiplinlerindeki gelişmeleri incelemesinden hare­ketle[34] bilim ve felsefe arasındaki irtibata vurgu yapmak gerekir: İşraki öğreti, fel­sefi açıdan yani bir Doğu Felsefesi (Hikmetü’l-Meşrikiyye) kurma çabası içinde olan Meşşai öğretiyi ileri bir aşamaya götürür. Hikmetü’l-işrak denilen öğretiyi Şihabettin Yahya b. Habeş es-Suhreverdi (v.578/1191) “ışık/nur metafiziği” üze­rine kurar. “O, varlık ve yokluğu, cevher ve arazı, sebep ve sonucu, düşünce duy­guyu, ruh ve bedeni, kısacası her şeyi İşrak öğretisiyle açıklar. O yaşayan, hareket eden, var olan her şeyi nur/ışık olarak görmekte hatta Tann’nm ispatını da bu sembol üzerine kurmaktadır.”[35]

Burada en çok istifade edilen İlm-i nucum denilen disiplindir. Feleklerin/gezegenlerin oluşumuyla ilgilendiği sürece en şerefli ilimlerden olup, özellikle hi- sabiyyat kısmı son derece önemlidir.[36] Günümüz felsefeci ve bilim tarihçilerin­den Şii-İslâm felsefesi öğretisini yakından bilen Nasr da kozmoloji, kozmografya ve coğrafyayı evrenin niteliksel incelenişi bağlamında ele alır.[37]

Bu örnekte görüldüğü üzere, Tanrı-evren-insan irtibatının kurulmasında in­sanın içinde yetiştiği sosyo-politik kültür ve dini veriler de bilim üretiminde önemlidir. Dolayısıyla ilahiyat/felsefe ve/ya beşeri ilimlerin verilerine de dikkat edilmelidir. Çünkü “bilim”, aklın bir ürünüdür, ama bilgiyi kavramamız ve edin­memizin nasıl olacağı sorusuna verilen cevabın insani bir boyutu vardır. Dolayı­sıyla insanlar, edebiyat, sanat, felsefe ve dini deneyimlerle kendisi ve evren hak­kında bilgi edindiğine göre beşeri/tinsel ilimlerin verilerini önemi de tartışılmaz. Din, bu anlamda, çağdaş bilimin sağlıklı büyüyebileceği entelektüel bir iklimin oluşturulmasında tarihi bir rol oynamıştır. Çünkü din ve bilim insanı gerçek dün­yayı anlama çabasında olup her ikisi de gerçek dünyanın farklı yönlerine yoğun­laşmıştılar. Bu anlamda dini veri (kavli) ve bilimsel veri (kevnî) arasında bir ça­tışma da yoktu.[38]

Tenzil-i Kuran ile Tekvin-i Kuran (tabiat ve tabiat bilimleri) aynı Hakikatin iki farklı bilme türü olarak gören âlimler, evreni anlama ve açıklama çabaları ve/ya evreni Tanrı’nın ayetlerini/simgelerini anlama ve açıklamayı eş güdümlü olarak götürmeye çalışırlar.[39] Çünkü tâlimi/pozitif/akli ilimler, evreni anlama ve açık­lama çabaları ve/ya evreni Tanrı’nın ayetleri/simgeleri olarak görür. Buradan üretilen bilgilerle vahyin anlaşılma çabası iç içedir. Nitekim İslâm dünyasının en önemli bilim adamı ve yöneticilerinden biri olan Uluğ Bey, Zıc-i Cedidi ülug Bey, Zic-i Gürgan, Zic-i Sultanı diye anılan astronomi cetveli kitabına Kur’an’dan ayet­lerle başlar.[40] Bu iki bilme türünü kavrayınca, Allah, insan, tabiat ilişkisinin denge unsuru olduğu görülür. Dolayısıyla mümin, Allah’ın varlığı ve birliğini evrendeki düzenini kavrar ve sürekli sorgulama içinde olur. Dengeyi bozduğu zaman ahi- rette nihai hesap sorulacağının bilinciyle hareket eder.[41]

Müslüman bilim insanının vahyi hareket noktası olarak kabul etmesi, Tanrı’nın varlığı, evrenin yaratılışı, ruhun ölümsüzlüğü gibi metafizik sorunları öncelemesinde bir sakınca yoktur. Nitekim bu konulara dair dinden etkilenen bir bilim anlayışı ortaya koymak, bu konulara dair ama dini değerleri kabul etmeyen bilim insanlarının ortaya koyduklarının bilim olarak kabul görmesi gibidir. Müs­lüman veya Hıristiyan bilim insanını diğerlerinden farklı kılan; bu terimlerin onu ve ürettiklerini vasıflandırmasıdır. Onlar da diğer bilim insanları gibi tüm felsefe ve bilim sorunlarıyla ilgilenme hakkına sahiptirler. Kendi fikirlerine/paradigmalarına göre problemler arasında seçme yapabilir ve çalışabilirler. Bu çerçevede pozitif bilimlerin yasa koyucu (nomotetik), deneysel, açıklayıcı, çözümleyici; be­şeri ilimlerin ise bir defalık olanı anlamaya yöneliktir, yani idiografik olduğu söy­lenebilir.[42] Bu anlamda bir Hristiyan, Budist, Çin veya Hind kültürün etkileşimi ve bu çerçevede ortaya konulan perspektiflerden bahsedilebilir. Dolayısıyla bu­rada bir Hind, Çin ve Hristiyan Bilimi ifadesi, bu kültürel ortamlarda üretilen bilgi, bilim ve teknolojinin içinde yetiştiği ortama işaret eder.[43]

Seyyid Hüseyin Nasr, bu noktada geleneksel verilerin yeniden okunması an­lamında bilgi bilimsel dirilişin adının İslâm Bilimi olacağını belirtir.[44] Bu anlamda “İslâm Bilimi” diye nitelendirilen bilimin tarihi, önemli ölçüde İslâm toprakla­rında üretilen bilimin tarihine tekabül eder. Bu bilimin iki yönü vardır; bir yan­dan dışarıdan alınan bilimsel fikirler, diğer yandan ise bilimsel bilgi birikimine Müslümanların kendi yaptıkları katkılardır. Bu çerçevede, Müslümanların Yu­nan bilimini ve bu arada Hint ve Çin bilimini miras alarak Batı’ya aktarmaktan ibaret olduğunu söylemek bir çarpıtmadır. Müslüman bilim insanları, miras al­dıklarını açıklamış, yorumlamış ve içeriği hakkında değerli analizler yapmış, daha da önemlisi birçok özgün katkı getirmişlerdir. Dolayısıyla bu kavramsallaş­tırma tutarlıdır. Biçimsel bir niteliğe değil, somut tarihsel gerçekliklere işaret et­mektedir.[45]

Buna karşılık, Parvez Hoodbhoy, Nasr’ın görüşlerini eleştirir ve İslâmî bilim olmaz, tüm çabalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır, der. Dinin amacı, bilimsel ger­çekleri belirlemek değil, ahlâkı iyileştirmek amaçtır. Ne kadar yüceltilirse yücel­tilsinler, ahlâki ve teolojik ilkeler demeti belirlemek, sıfırdan yeni bir bilim yarat­mak için yeterli değildir. Dolayısıyla İslâm biliminin tüm Müslümanlarca kabul görecek bir tanımı hiçbir zaman olmamıştır ve halen de yoktur, der.[46]

Öyle görünüyor ki, bilimsel yöntemler, belirli konulara ilişkin sorunların ele alınış tarzına bağlı araçlar olmaları bakımından çözümlenirler. Yani ele alınan konular, onları ele alış tarzından bağımsız değildirler. Çünkü bilimsel soru sorma tazının ardında soruyu soran “özne” vardır. İster, konu/nesne, öznenin onu kav­rayış tarzından bağımsız olarak öznenin önünde duruyor sanılsın; isterse özne kendisinin konu/nesne karşısında herhangi bir kavrayış tarzından arınmış bir biçimde durduğunu varsaysın, gerçek olan budur.[47] Zira “Bilim”, aklın bir ürünü­dür, ama bilgiyi kavramamız ve edinmemizin nasıl olacağı sorusuna verilen ce­vabın insani bir boyutu vardır. Bu anlamda tinsel/manevi değerlerin çağdaş bili­min sağlıklı büyüyebileceği entelektüel bir iklimin oluşturulmasındaki yerine dikkat etmek gerekir.[48]

Bu bağlamda ilahiyat ve/ya beşeri disiplinler alanında Müslümanların ilk dö­nemlerden itibaren bir yöntem oluşturduğunu belirtmek gerekir.[49] Bu bağlamda hayvan fabları formunda bir ahlâk ve siyasetname klasiği olan Kelile ve Dinme, Berzeveyh tarafından Sanskritce’den Pehlevice’ye çevirilen esere giriş mahiye­tinde tıp ahlâkına dair bir risale de koyduğunu, bunun Abbasi Halifesi Mansur’un isteği üzerine Abdullah b. Mukafa (v.139/756) tarafından Arapçaya çevrildiğini düşünürsek, eserlerin içeriklerinin çok boyutluluğu da görülür.[50] Aynı durum be­şeri ilimlerde de görüldü. H.2/8 b. yüzyılın ilk yarısında hadis ve fıkıh ilmine dair külliyatlar ortaya çıkmaya başladı. Tarih yazımı aynı zamanda fethedilen ülkele­rin coğrafyasına dair önemli bilgiler de içeriyordu.[51]

Sezgin bu anlamda müspet/pozitif ilimlerdeki gelişmenin yanı sıra beşeri ilimlerde olduğunu, ama bunların tarihi değerlendirilmesinde yıkıcı ve tökezle­yin bir bakış açısı oluşturulduğunu söyler. Bizlere İslâm öncesi dönemden itiba­ren edebiyat, şiir, hukuk, tarih, kelam ve dil bilimsel metinlerin h.3. yüzyılın ilk yarısında oluşturulduğu tezi benimsettirildi. Oysaki bu periyodun yazılı ürünleri, yeni edebi türler ortaya koyma yoksulu olmasını esas itibarıyla genişletme, daha sistemli inşa, seçme ve ayıklama, yorumlama kısacası en geniş anlamda geçmişte oluşturulmuş edebi faaliyetleri tamamlama ve ileriye taşımaya yöneliktir.[52]

Fuat Sezgin bu anlamda İslâm dünyasında yapılan bilimsel çalışmaları ve bun­ları yapan âlimlerin hayatlarını anlatan önemli eserlerin tıpkıbasımlarını yap­mayı önemser.[53] Bir kültürü, bilim ve medeniyet tasavvurunu tahlil ederken be­şeri ve temel bilimler tarihini bilmeyenlerin önemli yanlışlıklar yapacağını belir­ten Fuat Sezgin, bu noktada örnek olarak Taberi tarihini verir. Ona göre “bu ese­rin belirli kesimlerin uydurdukları bilgileri bir araya getirmekten ibarettir diyen­ler büyük hata içindedirler. ” Çünkü şifahi kültürün nakledilenle birlikte verilme­sini kaynak belirtme ve/ya dipnot kültürü olarak gördüğünü, bunun Batı’da yüz­yıllar sonrasında ancak gündeme geldiğini özellikle vurgular.[54]

Aynı durum Peygamberimizin sözlerinin şifahen nakledildiğinin sanılma­sında da geçerlidir Oryantalistlerin en büyük hadis bilgini Goldzhier, Buhari ve Müslim’in ortaya koyduğu eserler, dönemlerindeki fikir akımlarının düşüncele­rinden ve icatlarından ibarettir diyerek bunların peygamberimizle bir alakası ol­madığını, sadece devrin fikirlerini aksettirdiğini vurgular. Buhari’nin bu fikirleri topladığını, rivayetler zincirini ilave ettiğini söyler. Bunun İslâm dünyasında son günlerde Türkiye’de (Mustafa İslâmoğlu gibi çevrelerce) tekrarlandığı malum­dur. Sezgin araştırmalarında bunun tamamen yanlış olduğunu, çünkü bu metin­lerin arkasında yazılı kaynakların olduğunu belirtir. Ona göre, direk şahıs ismi yazarak bir nevi dipnotla alıntılanan fikir sahibi belirtilirdi. Rivayet zincirine göre sıralanırdı ama aynı zamanda yazılı bir kaynağa da dayanırdı.[55]

Durum böyle olunca, düşünce tarihinin yapısı gereği eklektik olmayan bir ge­lenek olmadığından hareketle bilgi, b/ilim ve teknoloji kavramlarının teşekkü­lünde bir etkileşim, değişim ve dönüşüm olması doğaldır. Dolayısıyla bir mede­niyetin teşekkülünü belirleyen önemli oranda bu kavramlar olup, karşılaştığı ve bir nevi hesaplaştığı medeniyetlerden de bir değişim/dönüşüm sağlayarak alabi­lir.[56] Tabii bunda dönemin ekonomi-politik yapısının etkisi vardır. Çünkü Batı Roma imparatorluğunun çökmesiyle birlikte Arabistan, Akdeniz ile Hint Okya­nusu, Kuzey Afrika ile Batı Asya arasındaki ticaret yollarının önemli bir kavşağı haline geldi. Mekke ve Medine’nin ticaret yolu olarak da önemi arttı.[57]

fuat sezgin

 

İSLÂM’IN KADİM KÜLTÜRLERLE KARŞILAŞMASI VE ÖZGÜN BİR BİLİM TASAVVURUNU OLUŞTURMASI

Müslümanlar kısa süre içinde önemli kültür merkezi olan Şam (hicri.15/636), Halep (h.16) ve Antakya’yı (h.17) ele geçirdiler. Roma ve Bizans kültürünü yaşa­yanlarla temasa geçildi, onların bilimlerinde ve teknik bilgilerinden faydalanıldı. Geç dönem Babillilerden dolaylı bir şekilde Hintlilere geçen İran coğrafyasında Sasanilerde sınırlı gelişen bilim tasavvuruyla Yunan bilim tasavvurunu alan Müslümanlar, astronomi, astroloji, matematik ve matematiksel coğrafya, felsefe gibi teorik, tıp ve eczacılık gibi uygulamalı bilimler alanında hızlı bir kabullenme sürecinin ardından da özümseme aşamasını gerçekleştirdiler.[58] Bu süreç o kadar hızlı ilerledi ki, “Muhtemelen Antik Yunan Altın Çağının tekbir önemli eseriyok- tur ki, Arapçaya çevrilmemiş olsun “denilmiştir. Beytü’l-Hikme de yapılan bu çe­viriler yeni bir bilgi ve bilim tasavvuru için “materiapıima” temin etmişti.[59]

Benzer bir şekilde Osmanlı’da Maarif-i Umumiye Nezareti bünyesinde Telif ve Tercüme Kütüphanesi bulunmaktaydı.[60] Yayım hayatına 1856 yılında Maarif­i Umumiye Nezareti adıyla başlayan Millî Eğitim Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde Bakan Hasan Ali Yücel’in 1939 yılında tercüme bürosu kurup Doğu ve Batı klasiklerini Türkçeye kazandırdığını hatırladığımızda sürekliliği görmek mümkün olur.

Tabii ki bu süreçte cevaplanması gereken soru(n)lar ve bunlara verilen cevap­lar oluşturulan bilim ve medeniyet tasavvurunu belirlemesi açısından önemlidir. İki uygarlık karşılaştığında birinden diğerine aktarılan nedir, bu hem ilk dönem İslâm hem de İslâm bilimlerinin verilerini devşiren Avrupalı Hristiyanlar için ge­çerli bir sorudur.[61] Bilim ve teknolojinin teknik hususlarına gömülüp kalma tehli­kesine karşı, zihin ve ruhun daimi bir isyanı ve şahlanmasını sağlayacak olan fel­sefedir. Bilimin kâinatın/evrenin düzenini anlayabilmek, çözebilme, tabiat olay­ları karşısındaki ilişkilerini kavrayarak bunları kontrol altına alabilmek, bilim fel­sefesi ile mümkün olabilir. İnsanın maddi ve manevi doyumluluğu ancak bilgi, bi­lim ve değer ilişkisini felsefi açıdan temellendirilmesini gündeme getirmiştir.[62] Halife Memun’un kurduğu Beytü’l-Hikme (bilgelik evi) adlı kurumun temelleri atılınca, kısa sürede bu bilim politikasıyla önemli başarılar elde edilmişti.[63] Müslümanlar evrensel bilimsel birikimi kültürel açıdan almışlar, ama bunu dini açıdan da teşvik edici unsurlarında etkisi olduğu açıktır.[64] Bunun nasıl olduğunu hem İslâm dünyasında üretilen biliminin mevcut geleneklerden devşirilen bilimsel fi­kirler, hem de Müslümanların kendi yaptıkları katkılar olmak üzere iki yönünü klasik kaynaklardaki ilk bilim tasniflerinde görmek mümkündür.

Bu gerçeğin farkında olan son dönemlerin en önemli bilim tarihçilerinden olan Ronan, bilim ve dini hiçbir zaman birbirinden ayırt etmeyen Müslümanla­rın bilime yaptıkları katkıların ihmal edildiğini söyler. İslâm bilimini Grek/Helen bilimini koruma ve sağlamlaştırma hareketi olarak görüp, bir nevi depo gibi sun­mayı gerçekleri çarpıtma olarak değerlendirir. Hâlbuki Yunan, az da olsa Hint ve Çin bilimine önemli katkılar yapmış, içerik analizlerinde bulunmuşlar ve Batı bu­radan oldukça istifade etmiştir. Özellikle İslâm biliminin çıktıları alınarak daha çok Batı Avrupa’da 16. yy ortaya çıkan heyecan verici ilerlemeler üzerinde du­rulmuştur.[65] Hâlbuki burada önemli olan insanlığın birikimi olan bilimsel geliş­melerin İslâm dünyasına yansıması, üretimi ve yeni keşiflerle geliştirilmesi, Av­rupa’ya geçişi ve orada Rönesans’ı tetiklemesidir.[66]

Fuat Sezgin bu hususu bir örnek üzerinden açıklamaktadır: Batı düşüncesinde bir nevi devrim yapan Kopernik’in Ali b. İbrahim eş-Şatir (v.777/1375), Kutbettin Şirazi ve İslâm bilim ve felsefe tarihinde astronomi, matematik, tıp, mantık, psi­koloji, felsefe, edebiyat, coğrafya, ilahiyat ve güzel sanatlar gibi çeşitli alanlarda 70’den fazla eser veren, bilim dünyasında Merağa Rasathanesinin kurucusu ola­rak tanınan “Türk Öklidi” diye isimlendirilen Nasiruddin et-Tusi’den haberdar olduğu kesinleşmiştir. Aynı şekilde Johannes Kepler’in (1571-1630) de ez-Zer- kali’den (5/11 yy) etkilendiği açıktır. Kopernik de Zerkali’nin geliştirdiği güneş modelini “hoş bir buluş” olarak nitelemiş ve çalışmasında kullanmıştır.[67]

Bu âlimlerin çalışmaları Bizans aracılığıyla Tebriz ve Meraga’dan Trabzon ve İstanbul yoluyla ulaşmıştır. Polanyalı iki bilgin, Sandivogius (1430) ve Adalbertu (1482) Gerhardus’un TheoricaPİanetanımve Peurbach’ın TheoricanovePİanete- rum adlı eserlerine yazılan şerhlerde Müslüman âlimlerin gezegen teorilerini çok iyi bildikleri açıktır. Bu eserlerin Kopernik’in yaşadığı Krakau’da bilinmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bu nedenle bilginin sistematik, tutarlı bir hale getirilip uy­gulanmasını içeren bilim ve teknoloji tarihini veyahut bir başka ifadeyle medeni­yet tarihi bir bütün olarak ele alınmalıdır, çünkü “insanlığın ortak mirası”dır.[68]

Benzer durumun temel bilimlerin verilerinin beşeri/tinsel disiplinlerde kul­lanılmasına örnek olarak da şu gösterilebilir: Dante Alihieri’nin (1265-1321) İlahi Komedya adlı ünlü eserinde Türk âlimi el-Fergani’nin astronomi ve kozmografisini kullandığı açıktır. Cehennem, Araf ve Cennet’i her biri 33 mısradan oluşan büyük manzum eser dünyanın birçok diline çevrilmiş ve üzerinde şerhler yazıl­mıştır. Avrupa’da yeni edebiyat ve Rönesans hareketin ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır. El-Fergani’nin eseri 12. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar eser­leri birçok kez Latinceye çevrilmişti. M.1264 yılında İbrahim el-Fakin adlı bir Ya­hudi doktor Kastilya diline tercüme etmişti. Bu kayboldu ama İtalyan âlim Bonaventura (1221-1274) aynı İspanyolca metni Latince ve Fransızcaya çevirmişti. Bu­nun nüshaları Oxford, Paris ve Vatikan’da bulunmaktadır. Dante, Batı astrono­misinden ve Miraç hadisesinden de haberdardır. Buna ilaveten O’nun iyi bir fi­zikçi, mantıkçı, gözlemci ve teorik astronom da olan, fıkıh ve felsefe alanlarında uzmanlaşan İbn Rüşt’ten “büyük şerhin sahibi” diye söz ettiğini belirtirsek, İslâm âlimlerinin fikirlerinin sadece onun şahsı üzerinden bile Batı düşüncesinin diri­lişindeki etkisini görürüz.[69]

Buna rağmen İslâm’ın etkisini sadece Yunanca eserleri muhafaza ve tercüme etmek yoluyla aktarıcı konumuna indirgeyerek, onun yaratıcılığını göz ardı edi­lip Yunan döneminin bir devamı olarak görülmüştür. Bu nedenle Rönesans İslâm bilimlerinin yaratıcı konumunu inkar eden evrensel tarih görüşü üzerine kurul­ması bilim tarihi açısından son derece manidardır.[70]

17. yüzyıldaki epistemik güç kayması, İspanyol ve Portekizlerin Coğrafi keşif­leri, maddi zenginliğe fikri zenginlik ve bilimsel keşifler (Rönesans) ile geliştiril­mesi, aslında 15. Asrın sonlarında İslâm bilimlerinin Avrupa’daki süreğenliğini takip etmenin sonucudur. Ümit Burnu keşfinin Portekizliler tarafından yapıldı­ğının bir geçerliliği yoktur, çünkü Heredot bile Fenikelilerin Afrika’yı gemi ile do­laştıklarını söyler. İslâm döneminde sadece Afrika’nın güneyden deniz yoluyla dolaşılması değil, aynı zamanda güney Fas ile Çin arasında bir ticaret yolunun var olduğu bilinen bir gerçekliktir.[71]

Raşid de, İslâm bilimini Helenizmin izini süren arkeologlar misali tarihçilerin üzerinde çalıştığı bir kazı alanı gibi görmesini bir sığlık ve çarpıklık olarak görür. İslâm bilim tarihi hükmen (de Jure) var olma hakkını yitirmiş olmakla birlikte fiili durumda (de facto) tarihçilerin vazgeçemedikleri ve giderek artan bir şekilde baş­vurduğu bir alan olmuştur. Bu doğaldır, zira İslâm bilimi büyük kısmı Helenestik kökenli olmakla birlikte Süryanice, Sanskritçe, Süryanice ve Pehlevice/Farsça kaynaklarıyla olduğu kadar gelişimi ve uzantılarıyla uluslararası bir niteliğe sa­hiptir. Örneğin Grek biliminin Batlamyusçu (Ptolemy) astronomiyi yeniden yapı­landırırken astronominin Hind ve İran’a dayanan köklerini İslâm biliminde gör­mek mümkündür. Böylece yeni çerçevede bulgular aktarılırken yukardakilerine ilaveten İbrani ve Çin gibi farklı bilimsel gelenekler, İslâm medeniyetin faaliyet alanında bir araya getirilmekteydi. Bu bağlamda gezegenlere ait hareketlerin ni­cel durumunu gösteren astronomi cetvel (zic) sayısı yüzden fazladır. Fezzari, Bat- tani, Selçuklu dönemini en seçkin bilgilerinden olan Ömer Hayyam’ın katkısıyla Melikşahi, İlhani, Hakani, Uluğ Bey’in taslaklarını Türkçe hazırladığı zic[72], Zerkali, Muhammed Şahi zicleri bunlara örnektir.[73] Dolasıyla “Avrupa Rönesansı” denilen fikri yenilenme, 12. asırda Arapça bilim, felsefe ve tıp eserlerini Latinceye kazan­dıran yoğun bir çeviri faaliyetinin etkisiyle ortaya çıkmıştır da denilebilir. İslâm bilim kaynakları, Batı medeniyetin doğmasının temel taşlarını döşedi.[74]

Bu oldukça önemli bir husustur. Çünkü İslâm medeniyeti, Eski Mısır ve bu­günkü Batı ve Güney Batı Irak, Dicle ve Fırat arasına tekabül ettiği için Nehirler Arasındaki ülke (Maveraünnehir) denilen Mezopotamya Klasik Yunan Çağı uy­garlığının bir nevi devamı olduğunu gösterir. Bu nedenle olsa gerek İslâm bilim­leri Avrupa’da kabul görüp özümsenmesi 18. yüzyıldan itibaren gözle görülür hale gelmiştir.[75] Bu bağlamda Sezgin, İbn Rüşd ve İbn Rüşdcülük adlı klasik ese­riyle Ernest Renan’ı (1823-1892) bilim tarihçiliğinin nadir çıkışlarından olarak  görmektedir. Zira Renan’a göre Yahudilerin Orta Çağdaki yazılı kültürleri İslâm kültürünün yansımasından başka bir şey değildir.[76]

Avrupa Düşüncesinde İbn Rüşd etkisi o kadar yoğundur ki, “13. yüzyılın orta­larından itibaren rasyonalist aydınlanmacı felsefe reddedildi. İbn Rüşd karşıt gö­rüşlerin savaş aracı olarak kullanıldı. Yazdı bir şekilde ifadesine cesaret edileme­yen her türlü görüş İbn Rüşd’ün diliyle aktarıldı. Onun şahsında bütün aşırı diye nitelenen sistemlere ayırım yapılmaksızın savaş açıldı. Bunun üzerine 14.yüzyı­lın teoloji temsilcileri gerçek İbn Rüşdçülüğü tashih etmeye başladılar. Böylece Paris Arapçada yoğrulmuş antik bilimlerle yapılan en aşırı çatışmaların merkezi haline geldi.” [77] Bu nedenle Arapça veya Arapçaya uyarlanmış eserlerin Latince ve İbraniceye çevrilme sürecini takip etmek önemlidir.

İSLÂM BİLİM TASAVVURUNUN AVRUPA’YA GEÇİŞ SÜRECİ

Burada İslâm kültür ürünlerinin İbranice ve Latinceye çevrilmesiyle Av­rupa’da kabullenme ve sonra özümsenme(resepsiyon) süreci üzerinde durmak gerekir. Bunun süreçlerini ve gidiş yollarını Fuat Sezgin ana hatlarıyla şöyle tes­pit etmektedir: İberya yarımadası (İspanya)’nın fethinden (711) sonra İslâm dün­yasının bilim merkezlerindeki çalışmalar buraya aktarıldı ve 150 yıl neredeyse aynısı uygulandı. Eserler Latince ve İbranice dışında bölgesel dil olan Kastilice hatta Katalancaya bile çevrilmiştir. İkinci yol, Sicilya ve Güney İtalya üzerinden giden resepsiyondu. Üçüncüsü ise Bizans üzerinden olmuştu.[78]

Bunlara ilaveten Lütfi Göker, İslâm ülkelerine yapılan seyahatları da 4. yol olarak görür. Bu çerçevede Fransız asıllı Afrikalı Canstantine (1016-1087) Mısır, Arabistan ve Hint bölgelerini adım adım dolaşır. Tıp eğitimi de alır. Döndüğünde Napoli Krallığının bir şehri olan Salerno’ya yerleşir ve 76 el yazması Arapça eseri Latinceye tercüme eder. Liber Viatcium ve Liber Pantegni adlı eserleri yazdığı söylenir, ama ikincisi Ali b. Abbas’ın Kitabül-Melik’in kopyasıdır.[79] Cremmonalı Gerhand (1114-1187) bu çevirmenlerin en meşhuruydu. Bath’lı Adelard, Cre- mona’lı Gerard ve astrolog ve kâhin olarak Michael Scot (1175-1232) gibi müter­cimler Toledo şehrinde birçok eseri çevirdiler. Scot aynı zamanda dil bilimciydi, Arapçanın yanı sıra İbraniceden de eserleri Avrupa’ya kazandırdı.[80]

10-11. yüzyılda matematik ve astronomi alanındaki Arapça materyali tam an­lamıyla kaydeden ve ona hâkim olan dönem saf kabul evresidir. Taklitçi resepsi­yon döneminde ise eksiklikleri telafi (kommpendyum) ve derleyip toplama (kompilasyon) yoluyla İslâm bilimine ilişkin bilgiler verildi. Bir de materyali ya­ratıcı bir şekilde yorumlayan üretici evre vardır ki, Chartes ve Toledo gibi mer­kezlerde görülmüştür. Son olarak da 13-14 yüzyıllarda kritik sentezci bir özüm­seme evresi görülmüştür.[81]

Tabi bu süreçte aralarındaki çatışmaya rağmen Doğu ve Batılı yöneticilerin de bilgi ve bilime olan yatkınlıkları, müzakerelere katılmasının etkisi göz ardı edilmemelidir. Örneğin Eyyübi Sultanı Nasireddin Muhammed el-Melik el-Kamil (d.615-635/1218-1238) Kudüs’ü vermek zorunda kaldığı II Friedric ile mantık, fel­sefe, matematik ve tıp hakkında müzakereler yapmıştır. Friedric’in sorularını, Sultan âlimlerine gönderip müzakereler yapmış, cevabını iletmiştir. II Fred- rich’in Muvahhidi hükümdarı Abdulvahid er-Raşid (d.630-640/1232-1270) gön­derdiği ve “Sicilya Soruları” diye bilinenler felsefe ve metafizik hakkında olma­sıyla doğrudan ilgi alanımıza girmektedir. O’nun da filozof sufi Abdulhak b. İbra­him b. Seb’in ‘613-668) gönderdiği soruların ilki Aristoteles’ten hareketle “dün­yanın kadim olması meselesi nedir?”, ikincisi “metafiziğin amacı nedir?” ve “varsa onu önceleyen bilimler nelerdir?”, üçüncü soru ise şudur: “Kategoriler ne­dir?” “Hangi bilim dallarının anahtarı olarak hizmet eder, sayıları kaçtır, artıra­bilir veya azaltılabilir mi?” Burada hangi ispatlama ve düşünme yöntemleri göz önünde bulundurulur? Dördüncü soru, ruhun ölümsüzlüğü hakkındadır, örne­ğin “ölümsüzse delili nedir? Aristoteles, Afrodiaslı Alexandra karşısında nerede durmaktadır? Son soru ise bir hadis ile ilgilidir. Bu sorular, kabullenme (resepsi­yon) sürecini göstermekle birlikte yöneticilerin de niteliğini ve birikimini ortaya koyması açısından önemlidir.[82]

Bu nokta da Kayser II Friedric’in Bağdat Nizamiye ve Mustansiriyye medrese­lerini örnek olarak Napoli’de ilk devlet üniversitesini (1224) kurmasını da zikret­meliyiz. Kayser’in yanında Antakyalı Theodorus adında Hristiyan Arap olan önemli bir mütercim vardı. Bu soruların hazırlanmasında Saduri el-Antaki diye de bilinen bu âlimin katkısı olduğu açıktır. Onun çevirileri İslâm bilimlerinin Si­cilya ve İtalya üzerinden kabullenme sürecinde etkili olmuştur. Pisalı Leonard’un ona matematik soruları gönderdiği, onun da ikinci dereceden belirsiz analitikten bir problem yolladığı Liber quadratorum isimli eserde yazılıdır.[83]

Üçüncü resepsiyon/kabullenme dönemiyle ilgili önemli bir örnekte Bağdat’ı 656/1258) ele geçiren Cengiz Han torunu Hulagu’nun Meraga’da Nasiruddin Tusi’nin denetiminde büyük bir astronomi/gözlem evi kurmasıdır. Buranın 400 binlik kütüphanesi olduğunu söylenilir. Bu bilim adamının katkısıyla astrono­miye dair İlhani zici oluşturulmuştu. O dönemde Meraga’nın Trabzon ile yakın irtibatı, Kostantinopel ile bilimsel ve ticari iletişim vardı. Hülagu’nun halefi Abaka Han’ın Tebriz’i başkent ilan etmesiyle bu iletişim ve etkileşim daha da arttı. Özellikle dünya bilim tarihinde önemli yere sahip Reşideddin Fadlallah et- Tabib (v.718/13), İlhanlı Gazan (694/1295) ve Olcaytu (703/1304) döneminde ve- zir-i azam olarak çalıştığı dönemde Tebriz önemli bir bilim merkezi haline geldi. İran ve Anadolu’da kurduğu vakıflarda Türk, Yunan, Gürcü Ermeni, Hintli, Rus ve birçok farklı milletten sanatçı ve zanaatkar çalışıyordu. İlhanlılar döneminde altı-yedi bin öğrenci ülkenin her tarafından buraya geliyor ve bütün masrafları devlet tarafından karşılanıyordu.[84]

Bu bağlamda Zeki Velidi Toğan’ın neşrettiği Reşideddin’ün Basileus’ün (muh­temelen Andronikos II. Palaiologos (d.1288) ) sorularına verdiği cevaplardan olu­şan “el-esile ve el-ecvibe” adlı risale, İlhanlılar ve Bizanslılar arasındaki sıkı bi­limsel ilişkinin boyutlarını göstermektedir. Bu risale, Farsçadan Yunancaya çev- rilmişti. Velhasıl bu eserlerin Farsça ve Arapçadan Yunancaya çevrilmesi “bilim­sel eserlerin geri hicreti“olarak nitelendirilmiştir.[85]

Bu bağlamda 8./14. yüzyıllada Batılılar tarafından “Arap Montesquieu”su ola­rak nitelendirilen Ebu’z-Zeyd Veliyüddin Abdurrahmanb. Muhammed b. Haldun (732-808/1332-1372) iyi bir örnektir. Çünkü Onun dünya tarihi olarak yazdığı el- Kitâbü’l-’lber (Kitâbü Tercemâni’l-lber) ve dîvânü’l-miibtede’ ve’l-haber î eyyâmi’l-’Arab ve’l-’Acem ve’l-Berber vemen-âsarahümmin-zevi’s-sultânil-ek- ber eseri s on derece önemlidir. Adı “Mukaddime” yani “giriş” olmasına rağmen bu esere ek olarak yazılan metin ise (Vico’dan çok önce) tarih felsefesi ve (A. Comte’den epey önce) sosyolojinin temeli olmuştur. Devlet teorisi açısından Mu­kaddime, Niccolo Mavhiavelli’nin (v.1526) II Prince adlı eseriyle mukayese edil­miştir.[86] Batı’nın İslâm pozitif ve beşeri/tinsel bilimlerini kabul (resepsiyon) ve özümseme sürecini incelemeye geçmeden önce, İslâm felsefesinde ilk bilim tas­nifleri hakkında ana hatlarıyla bilgi vermek faydalı olacaktır.

İSLÂM FELSEFESİNDE İLK BİLİM TASNİFLERİ

Batı bilgi ve bilim tasavvuruyla felsefi alanda ilk yüzleşen âlim olan aslında Cabir b. Hayyan’dır. (v.h.160) Ama pek çok isnat edilenler gibi bu eseri de kayıp­tır.[87] Bunun için Ebu Yusuf b. Yakub b.İshak b. Sabbah b. İmran b. İsmail el-Kindî (185/796-260/873) KitabuMahiyyeti’lİlm ve’l-aksami’l-Uİûm;lslâm felsefesinin kurucu filozofu olan ve Muallim-i Sani” diye nitelendirilen Ebu Nasr el-Farabî tümlerin Sayımı Hakkında Kitap ilk bilim tasniflerini yapanlar olarak zikredilir. Tanrı-evren irtibatının mahiyetini inceleyen ve “nasıl yarattı?” sorusunun ceva­bını arayan b/ilim tasnifleri ile “niçin yarattı?” sorusunun cevabını arayan ilahi- yat/felsefe, nasıl hayata geçirileceğini inceleyen medeni (sosyo-politik) ilimlerin tasnifleri Ebu Yusuf Yakup İshak yapmışlardır.

el-Kindi Aristoteles’in Kitaplarının Sayısı Üzerine isimli risalesinde; bilgi ve bilimleri tasnif ederken, kaynağını yani ilahi ve insani olması açısından temel alarak, Dini/ilahi ilim ve “İnsani İlim” ayrımını yapmıştır. Felsefeyi, eşyayı haki­kati üzerine bilmek, gayesini hakikatin idrak edilmesi olarak tanımlar. Şeriati de insana hakkı ve doğruyu öğreten ilkeler bütünü olarak gördüğü için felsefe ile şeriatı bir ilkede birleştirir. Bu ilke de hakkın ve hayırl amellerin/doğru eylemin bilinmesidir. Vahyin, irade ve istek dışı bir şekilde, matematiksel ve mantıksal yöntemlere başvurmadan seçilmiş insanlar vasıtasıyla bizlere ulaşması salt bilgi­nin kaynağını belirtmesi açısından önemlidir. Yoksa insan fıtratına uygunluğu açısından akıl onu kabul etmek zorundadır. Vahyin, indirildiği dönemdeki beşeri sorunları merkeze alarak insani çözümler üretmesi de bunun örneğidir. Bununla birlikte Fârâbî gibi ilimlerin tasnifini nazari bir proje şeklinde ortaya koymadı­ğını belirtmek gerekir.[88]

Kindi’nin insani ilimlerden kastı ise felsefi bilimlerdir. Bunlar da kendi ara­sında “doğrudan (bizatihi) ilim ve diğer bilimler için alet ve başlangıç olarak ilim” diye ikiye ayrılır. Bizatihi/teorik ilimler, fizik, psikoloji ve metafiziktir. Psikoloji­nin daha ilk dönemde bir bilim olarak sunulması ve fizik ile metafiziğe geçişte bir aracı ve eşik olarak durması özellikle araştırılması gereken bir noktadır. Pratik bilimler ise ahlâk ve siyasettir. Başka ilimlere giriş niteliğinde olan bilimler ise mantık ve matematiktir. Matematik o kadar önemlidir ki, bunu bilmeden felsefe tahsili yapmanın imkânı bile yoktur. Matematik, astronomi ve coğrafya Müslü­man âlimlerin ilk dönemlerinden itibaren ilgilendikleri temel pozitif bilim disip- linlerindendir. Halife Memun’un kurduğu Beytü’l-Hikme’de dönemin seçkin âlimlerini topladığı üç disiplinden hareketle bir dünya haritası çizilmesini iste­diği bilinmektedir.[89]

Felsefe tarihinde ilk öğretmen diye bilinen Aristoteles’ten sonra “İkinci Mual­lim” sıfatını kazanan Muhammed b. Muhammed b. Uzluğ b.Tarkan/Turhan Ebu Has el-Fârâbî, (873/259) ilimler tasnifi son derece önemlidir. Porfiıyus’un Isagoge  adlı eserine John Philoponos (Yahya en-Nahvi) tarafından yazılmış şerh aracılı­ğıyla İslâm dünyasına intikal etmiş olan Aristocu ilimler tasnifiyle, Kur’an ve özel­likle Şeriat’tan türetilen disiplinlerle bir uzlaştırmaya çalışır.[90] Bu çaba, kanaa­timce bilimlerin İslâmileştirilme ve/ya İslâmi bilim projelerinin ilk örneğidir. İs­panyolca ve Latinceye “De Devisione Scientariarum” adıyla çevrilmiştir. Domini- cus Gundissalinus “De Devisione Philosophiae” adlı eserinde yararlanmıştır. [91]

Fârâbî, İlimleri ilk önce beş büyük kısma böler: 1. Dil, 2. Mantık, 3. Tâlimi/ri- yaziyat ilimleri, 4. Tabii ve İlahiyat ilimleri 5. Medeni ilimler. Ardından daha te­mel bir ayrım yaparak Nazari ilimler, Tâlimi ilimler, Tabii ilimler ve İlahiyat il­mini inceler. Ameli ve Felsefi ilimleri ise yukarda belirttiğimiz üzere Ahlâk ve Si­yaset ilmi olarak tasnif eder. Fârâbî, tasnifin teorik boyutunu inşa ettiği felsefi boyut üzerinde durmaktadır. Et-Tenbihala eshabi’s-Saadeadlı eserinde nazari ve ameli ilimler ile medeni ilimleri iki grupta ayrıntılı inceler.[92]

İslâmi ilimlerden kasıt, tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi disiplinler; akli bilimlerden kasıt ise, matematik, astronomi, fizik, kimya, coğrafya, botanik gibi bilimlerdir. Bu bilim dalları felsefi açıdan söyleyecek olursak, teorik bilimler ola­rak metafizik, matematik, fizik; pratik bilimler olarak ise ahlâk, ev yönetimi (ted- biru’l-menzil) ve siyaseti (tedbiru’l-mudun) sayabiliriz.[93]

Bu teorik çalışmalar, eko-politik gelişmelerle eş güdümlü olarak gelişmiştir. Nitekim Müslümanlar Hind-Çin-Sasani, Yunan ve Mısır medeniyetlerini verile­rini alarak yaratıcı bir zihniyete sahip oldular. Miladi 850 yılından itibaren 16. yüzyılın sonuna kadar sürekli yeni şeyler keşfettiler. Eski ilimleri geliştirdikleri gibi yeni bilimler de kurdular, ileride kurulacak bazı bilimlerin temellerini attılar. Özellikle matematiksel coğrafyada o kadar ileri gittiler ki, Uzak Doğu’ya gitmek isteyen bir yol bulmak isteyen Christophol Kolombus (Kristof Kolomb) Ame­rika’ya ulaşmasından önce ve sonraları Ümit Burnu denilen yerden yani Af­rika’nın güneyinden geçip Çin’e 9. yüzyılın sonlarında gitmişlerdi. Aslında Müs- lümanlar Okyanusu aşarak Asya’ya ulaşmak için birçok sefer yaptılar, keşifleri­nin farkında olmamalarının nedeni geriye tekrar dönmemeleridir. 13. Yüzyılda Kuzey Asya’nın mükemmel haritalarını yapmışlardı. Örneğin 1513 yılında Piri Reis Atlantik Okyanusunun ünlü haritasını yapmıştı. Kuzey batı Afrika, İberya yarımadası Orta ve Güney Amerika kıyılarını gösteren bu harita 90 cmx65cm olup antilop derisindendi.[94]

Bu noktada matematiksel coğrafyayı müstakil bir disiplin haline getirenin Biruni olduğunu dünyaya anlatmamız gerekir. Ülkelerin coğrafyasına dair genişlik ve uzunluklar hassas bir şekilde tespit edilmişti. Onun Tahkik ma li’l-Hindeseri beşeri coğrafya ve yerel kültürler açısından son derece önemlidir. Süleyman Ta­cir adlı seyyahın Marko Polo’dan önce Çin’i dolaştığı bilinmektedir. Gözlemleri Ebu Zeyd Seyrafi’nin rivayetlerinde vardır. Müslümanların coğrfya ve şehirlerin özelliklerini bilmeye ilgilerin fazla olduğu buralardan anlaşılmaktadır. Ebu’l-Fida Hamevi’nin Takvimul-Buldan adlı eseri ülkelerin en, boy ve isimlerine dair on­larca meseleden bahseder.[95]

Günümüzde beşeri coğrafyanın kurucu olarak sunulan Karl Ritter hiç seyahat etmediği halde bu kadar bilgiyi nereden aldı diye sorulmuyor, oysa İslâm dünya­sının Asya’nın her şehrin coğrafyası vardı. Bilimler tarihi ve medeniyetler, insan­lığın ortak mirası olduğunun bilincinde olan Batılılar 18. yüzyıla kadar sadece Is­panya’nın coğrafyasının olduğunu, bunun sebebin de orada yaşayan Müslüman- lar vasıtasıyla olduğunu söylerler. Nitekim 9. yüzyılın başından itibaren enlem boylam derecelerine dayanan haritaları Müslümanlar yapmışlardı. 12. yüzyıldan itibaren bu haritalar Avrupa’ya ulaşmış, yavaş yavaş taklit etmeye başlanmıştı. Osmanlı, Balkan ve Anadolu haritalarını o kadar mükemmel bir şekilde yapmış­lar ki, maalesef bu gerçek hala bilinmiyor, der Fuat Sezgin.[96]

Bu tespiti yapan hocamızın Matematik coğrafya ve tarihi üzerine günümüzde ilk eser yazan kişi olması son derece önemlidir. Ona göre, Müslüman âlimler ma­tematik ve astronomi de son derece iyilerdi ama coğrafya alanında harita yapı­mında son derece ileri gittikleri bir türlü gündeme gelmemişti.[97] Bu bağlamda bilinen en eski haritacı Kaşgarlı Mahmud olduğu meşhur eseri Divan-ı Lugati’t- Türki yazdıktan (m.1071) üç yıl sonra Türklerin Anadolu’ya doğru ilk göçlerine başlaması arasında irtibat ayrıca incelenebilir.[98]

Bu temel disiplinleri, ilahiyat ve felsefe ile birlikte okutan ilk devlet üniversi­tesi de Nizamiye medresesidir. Ezher Üniversitesi tarihsel olarak öncedir; ama o bir vakıf üniversitesiydi. 457/1065 yılında Bağdat’ta kurulan Nizamiye medrese­sinde ortasında bahçesi, derslikler, konferans salonları, bütün teknik bölümleriyle bir merkez kütüphanesi bulunuyordu. Din ve dil bilimlerinin yanı sıra matematik ve tıbbın özellikle anılması, geometri, farmakoloji ve hijyenin müfredatta tek tek dile getirilmesi verilen önemi gösterir. Bu bina Moğolların istilası sırasında zarar görmüştür ama bir süre sonra yine onlar tarafından yeniden inşa edilmiştir.[99]

Osmanlı tarihinde ise bu anlamda Orhan Gazi tarafından 1331 yılında İznik Medresesi açıldı. Bursa ve Edirne’de yaygınlaştırıldı. Fatih Sultan Mehmed tara­fından Sahn medreseleri açıldı. Buralarda Selçuklu medreselerinde ve “Bereketli hilal” denilen Maveraünnehir/Mezopotomya, Mısır, Irak ve Suriye’de yetişmiş bilim insanları görev aldı.[100]

Müslüman âlimler, ilimler tasnifinde, Tanrı-evren ve insan ilişkisini açıklar­ken, önce dil ve düşünce irtibatını, bunun mantıklı sunumunun nasıl olacağını belirtirler. Tanrı ve evren ilişkisinin nasıl kurgulandığını, yaratılış sürecini ve bu­nun mahiyetini inceleyen müspet/doğa ilimlerini belirtir. Burada matematik ve müzik disiplinlerinin irtibatını kurması son derece önemlidir. Çünkü Avrupa Müslümanlar tarafından geliştirilen “müzik terapisi” teori ve pratiğini bu çeviri­lerle öğrenmişlerdir.[101]

Bu bağlamda Müslümanlar bir ilaç bulabilmek için minerallerin, bitkilerin ve diğer canlıların (botanik ve zooloji) dünyasını araştırmış, farmakoloji/ilaç bilim ve karmaşık bir eczacılık ilmi oluşmuştur. Tedavi için Nureddin Zenginin 556/1160 kurduğu hastane üç asır boyunca hastalarına ücretsiz baktı.[102] Sonra Tanrı’nın evreni niçin yarattığını, insanın varoluş anlamını ilahiyat ve felsefe bağlamında müzakere eder. Verilerin nasıl hayata geçirileceğini medeni ilimler (siyaset/fıkıh ve kelam) bağlamında inceler.[103]

Fârâbî’nin İlimlerin Sayımı adlı kitabını “Felsefeye Giriş” olarak değerlendir­memizin nedeni, dilin yapısı ve felsefesi ile başlayarak bir nevi “düşüncenin gra- meri”ni ortaya koymasından dolayıdır. Ardından özellikle medeni ilimler bağla­mında hukuk, siyaset ve ahlâk ile ilişkisini ele alıp, bunların ilahiyat ile irtibatını kurması, İslâm medeniyet tasavvurunun metafiziksel temellerini ortaya koyacak niteliktedir. Fârâbî’nin felsefe kurgusu bu nedenle hakikatin birliği anlayışına da­yanmaktadır.[104]

Önemli olan bu hakikate dair tasavvurların farklı zaman ve mekânlarda, farklı dillerde, farklı ırklara gönderildiği ve farklı yol ve yöntemlerle (şerait) uygulan­dığı gerçeğidir. Çünkü Tanrı yatay ilişkilerde tahrifat olduğu zaman dikey müda­hale de bulunur ve aynı mesajı yeni bir form/modelde gönderir. Burada temel husus, bunlar arasındaki farklılıkları bir önceki model/paradigma ve değerler di­zisi olarak görüp, hangisinin Hakikatten ne taşıdığının farkına varmaktır. Bu kül­tür ve bilim tarihi açısından da son derece önemli bir tespittir. Çünkü ilahiyat alanında her peygamberin şeriatını (yol, yöntem ve modelini) adalet ilkesi gereği inceleyip son paradigmaya neler taşıdığına dikkat etmenin aynısı bilim tarihi açı­sından da geçerlidir. Bunu İlimlerin Sayımı eseri bağlamında söyleyecek olursak, etkinlik olarak bilim tasavvuru gereği, insanlığın birikimi olan kadim kültürlerin bilgi, bilim ve medeniyet tasavvurları ve felsefi ekolleri de birbirleriyleyarışan paradigmalar olarak görebiliriz.[105]

Meşşai geleneğini daha sistematik hale getiren Ebu Ali el-Hüseyin ibni Abdul­lah ibn-i Sina el-Belhi (d. 980/1037) hocası Fârâbî’nin et-Tenbih adlı eserindeki yöntem takip ederek, bilgi ve bilimleri teorik ve pratik olarak iki ana kısımda in­celer. İlkinde hükümleri belirli zamanda geçerli olan ve sonra ortadan kalkan ilimler, ikincisi ise bütün zamanlarda geçerli olan ve hikmet diye isimlendirilen ilimlerdir. Bu ilimler arasında usul, tevabi ve füru sayılabilir. Usulü/Yöntemi alet ilimler yani mantık ve alet niteliği taşımayan ilimler diye tekrar ikiye ayırır. İkinci disiplinlerden mevcut âlemin durumları ve âlem ötesi yani metafiziğin du­rumlarının bilinmesinde yararlanılır. Bu kısımda kendi içinde teorik/nazari ve pratik/amelidiye ayrılır. Nazari ilim, marifet ile nefsin arınmasını amaçlar, ameli ilimler ise marifete uygun doğru eylemin/amelin yapılmasını amaçlar. Felsefe­nin hakkın ve hayrın bilgisi diye tanımlanması bundan dolayıdır. Bu ilimle mev­cut eşyanın hakikati araştırılır ve nefsin kemale ermesini hedefler. Bu da öğren­diği şeylerin uygulanmasıyla olur. Özetle nazari ilimlerin gayesi düşünmek olup uygulamak değildir, ama ameli ilimlerin gayesi hem düşünmek hem de uygula­maktır.[106]

Kitabü’ş-Şifabugüne kadar tek kişinin yazmış olduğu en kapsamlı bilgi ansik­lopedisi olan ve İslâm dünyasında en etkili meşşai eser diye nitelenir.[107] İbn Sina, bu eserinde ayrıntılı olarak Mantık bağlamında el-medhal, kategoriler, önerme­ler, kıyas, burhan, cedel, sofistik deliller, hitabet ve poetika/şiir’i incer.[108] Şiir, be­lagat ve cedel gibi insanın ürettiği disiplinlere “intaci ilimler” de denilir.[109] Tabiat ilimleri olarak da Fizik, (es-Simau’t-Tabii) Gökyüzü ve âlem, oluş ve bozuluş (el- kevn ve’l-fesad), etkiler ve edilgiler (el-efalu ve’l-infialat) mineroloji ve meteoro­loji (el-Maadin ve’l-asar’l-ulviyye), psikoloji (Kitabu’n-nefs), botanik (Kitabu’n- nebat) ve biyoloji (Kitabu’l-hayavan) inceler. Matematik ilimleri olarak da geo­metri (usulu’l-hendese), aritmetik (el-hesap), musiki (Cevamiu ilmi’l-Musiki), astronomiyi (İlmu’l-heyet) tahkik edilir.[110] Ardından metafizik (ilahiyat) incele­nir. Madde ile karışımı uygun olmayan ve kendisine hareketin ilişmediği, dolayı­sıyla hakikati itibarıyla maddeden ve hareketten uzak olan durumları inceler.[111]

Çünkü Tevhidi anlamak, evrendeki düzeni anlamaktan geçer. Bu da ancak mate­matik, geometri ve cebr bilmekle mümkün olur. Bu bilgilerin estetiğe yansıması ise İslâm Sanatı ve mimarisinde somut olarak görülür.[112]

Görüldüğü üzere Kindî, Fârâbî ve İbn Sina’nın bilimler tasnifinin öncelemeleri ve önemini belirtmeleri, Tanrı-evren ve insan ilişkisinin kurgusunun nasıl yapıl­dığını gösterir. İnsanın gerek kendi, gerekse dış dünyanın doğasını Allah’ın ayet­leri, yani simgeleri olarak görüp, anlamaya ve açıklamaya çalışması sonucunda (kategorik bir ayrım olarak ortaya çıkan) akli ve İslâmi/şer’i ilimlerin sistematize edilmesi felsefi düşüncenin teşekkülünde önemli rol oynamıştır. Felsefe klasikle­rinin yanı sıra kadim kelam/teoloji kitaplarında ilk konu, bilgi ve bilginin elde edilmesi ve tasnifi, duyular, akıl ve haber-i mütevatirin ne’liği konuları oluştur­ması bundan dolayıdır.

Bu bağlamda fizik (insan/evren) ve metafizik irtibatını Meşşai gelenek şek­linde bir öğretiye dönüştüren bu âlimlerin filozof/hakim aynı zamanda hekim olmaları son derece önemlidir. Doğu’da Fârâbî ve İbn Sina, Endülüs’te en ünlü felsefeciler olan İbn Bacce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd’ün Muvahhidler Devleti yöne­ticilerinin hekimleri olması hekim/hâkim irtibatının kurulmasının sonucudur.[113]

SONUÇ: BİLİMSEL BİLGİ VE BİLİM TASAVVURUNUN YENİDEN İNŞÂSI

Fuat Sezgin “İslâm âlemi niçin geri kaldı?” sorusuna bütün medeniyetlerin ka­deri açısından bakar ve zamanı geldiğinde bulunduğu konumu hazırlanmasına katkıda bulunduğu ardıl/sonraki medeniyete bıraktığını belirtir. Önemli olan, se­bep ve arazları birbirine karıştırmamaktır. O sebepleri savaşların ve yeni deniz yollarının keşfiyle birlikte İslâm dünyasındaki ekonomik ve politik zayıflığın bi­limlerde duraklama olarak görür. O halde bilim tarihçisinin görevi bir yandan geçmişin hatırlanmasını temin etmek, diğer yandan da gerçeğe karşı adil olma­yan yaygın tarihi gelişim tablosunu revizyona tabii tutarak düzeltmektir.[114]

İslâm dünyasında ilk dönemlerden itibaren geliştirilen bilimsel zihniyet ve ürettiği ürünleri bilim tarihi açısından incelemek, Batı bilim tasavvuruna olan etkisini bilmek ve son tahlilde pozitivist bilim tasavvurunun insan ve doğaya yö­nelik tahrip edici yapısını görmek, ancak bu tür okumalarla mümkün olabilir.

İslâm dünyası, Batılı bilgi ve bilim tasavvurunun teknolojiyle oluşturduğu tasal­lutundan kurtulmak ve artık ürün tüketici olmaktan çıkmak istiyorsa, modern bilime hâkimiyeti için yukarıda açıklanan süreçlerdeki gibi insanlık bilim düşün­cesine özgün katkılar üretmeyi hedeflemelidir. Bunun da ilk dönem İslâm bilim geleneğinin iyi bilinmesi ve o dönemdeki zihin yapısının kavranılması üzerine temellenen yeni bir alan kurmak ile olacağı ortadadır.[115]

İslâm bilgi ve bilim tasavvurunun yeniden dirilişi (İhya) dediğimiz tam da bu- dur. Burada salt inşanın ötesine geçmek hedefi vardır. Gelenek ile bağ bilim tarihi ile korunursa, Batı düşüncesinin Batı dışı toplumları denek ve tüketim merkez­leri olarak kurma sarmalından çıkabiliriz. Eğer bunu yapamazsak, Attas’ın ifade­siyle “fikri çözülme” devam eder. Nitekim benzer düşünceleri Batı’da yetişmiş önceleri sosyalist felsefe geleneğine göre metinler üreten daha sonra Uzakdoğu en son İslâm düşüncesiyle hemhal olan Garaudy, 20. Yüzyıl Biyografisi eserinde özetle şöyle der:

İslâmiyet’in ilk dönemindeki yaratıcı dinamizmi kavramak şarttır. Diğer bir ifadeyle, Hz. Muhammed (sav) getirdiği yeni form/şeriati önceki formların or­taya koyduğu bilgi bilim ve medeniyet tasavvurlarıyla yüzleşmesini, kısa sürede kendisine ait yeni bir bilgi, bilim tasavvuru geliştirerek bunu teknolojiye dönüş­türmesini, ortaya koyduğu İslâm Medeniyetinin felsefi temellendirmesini yap­madan İslâm bilgi ve bilim geleneğini önce inşa ve ihya edemeyiz. Yapacağınız tek şey, teknoloji transferidir ki, İslâm âlemi Batılı güçlerin savaş alanı ve üretim­lerini tükettiği mekânlara dönüşmüş durumdadır. Bu durumdan kurtulmak için Garaud işin özünü kavramak ve taklidin cenderesinden çıkmak olarak tanımla­dığı içtihat zihniyetini yeniden diriltmekle mümkün olacağını söyler.[116]

Bu husus, Hz. Muhammed’e gönderilen İslâm’ın kendine özgü bir “episteme”sinin, bir “paradigma”sının olduğunu, ed-Din’in önceki uygulamaları (şer’u men kablena) bilgi ve bilim paradigmalarını yeni forma göre düzenleyip, cedel ve/ya burhan yöntemini tercihe göre bir rekabet ve yarışmanın bulundu­ğunu göstermektedir. Madem insanın amacı dünyada mutluluğu (tahsilu’s-sa- ada) elde etmektir; Yüce Mevla, Hz. Âdem’den itibaren insanlara dünyada refah,  ahirette felahı sağlayacak ilkeleri, farklı zaman ve mekânlarda, farklı dillerde farklı uygulayıcılara (nebi/rasul) göndermiştir, o halde bilim insanlarına düşen görev, hayatı kolaylaştıracak, insanları mutlu kılacak keşifleri yapmaktır.[117] Bu husus, Sasani, Grek/Bizans ve Çin-Hind medeniyetleri ile yüzleşip, kısa sürede kendine özgü bir bilgi, bilim ve medeniyet kurgusu oluşturmasının temellerinin incelenmesi açısından önemlidir. Yeniden bir inşa’dan söz edeceksek, geçmişte bunu yapmış olmak, yeniden yapılabilirliğinin de teminatıdır.[118]

Bunun için de İslâm dünyasında siyasi, fıkhi ve fikri özgürlüğün yeniden te­mini için geleneksel bilgi, bilim tasavvuru ve medeniyeti ile mevcut hâkim Batı paradigmasının bilgisel zeminini mukayeseli ve akademik-etik kurallara uygun bir şekilde müzakere etmekten geçtiğini düşünen Fuat Sezgin ortaya koyduğu eserler ile İslâm bilim tarihini ana hatlarıyla bizlere sunmuştur. Onun okumala­rını ve hedeflerinin kalanını gerçekleştirmek bilim tarihi açısından önemlidir. Buna ilaveten günümüz düşünürleri, özellikle İslâm aleminde ilk dönem âlimleri gibi bu veriler ışığında bir ilimler tasnifi ile başlayıp, pozitif ve beşeri ilimlerin evren ve insan ilişkisinin farklı boyutlarını inceleyerek (S. T. Kuhn gibi) “bir bü­tün içinde” “değerlendirecek ve bir “paradigma” veya “bilimsel gelenek” oluş­turacak ortak çalışmalar yapmalıdır.

KAYNAKÇA

Abdülvehhab, Alib. Halef el-Katib Ebil-Huseyin Ali b.Halef b. Ali, Mevaddü’l-Beyan, yay. haz. Fuat Sezgin, Frankurt, 1986.

Açıkgenç, Alparslan, İslâm Medeniyetinde Bilgi ve Bilim, İsam Yay., İstanbul, 2008. Açıkgenç, Alparslan, İslâmicScience.Towarâs a Definition, ISTAC, Kuala Lumpur 1996. Ahmed Enis, Münevver, “İslâm Bilimi Ne Değildir? İslâm Bilimi Tartışmaları, Ed. Mustafa Armağan, İnsan Yay., İstanbul, 1990.

Ahmed Enis, Münevver, “İslâm Biliminin Temelini Atmak”, İslâm Bilimi Tartışmaları, ed. Mustafa Armağan, İnsan Yay.. İstanbul 1990.

Alcoff, Linda Martin, “Foucault’s Philosophy of Science: Structures of Truht/Structures of Power”, Continental Philosophy of Science, edit. Gary Gutting, Blackweel Publis­hing, Oxford, 2005.

Ali, Mahir Abdülkadir Muhammed, Felsefetül-Uİum, Daru’n-Nahdati’l-Arabiyye, Beyrut, 1984.

Brehier, E, İnsan İlimlerinin BugünküKonularıçev. S. Evrim, Anıl Yay., İstanbul, 1965. Corbin, Henry, İslâm Felsefesi Tarihi, çev. H. Hatemi, İstanbul, 1994.

D.Klemke, R. Hollinger, D.W.Rudge, Prometheus Books, New York, 1998.

Demirci, Mustafa , Beytü’l-Hikme,İnsan Yay.. İstanbul, 1996.

Ebü’l-Fida İsmail b. Ali el-Eyyübi, Takvimül-Büldan-Ebül-Fida Coğrafyası, çev. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yay., İstanbul, 2017.

Eğitimindeki Rolü”, Türkiyat Mecmuası,23, (Güz) 2013, 209-219. el-Behiy, Muhammed, İslâmFDişüncesininİlahi Tarafı, çev. Fuat Sezgin, DİB Yay., Ank 1948. el-Cerbezkani, Muhammed b. Hasan b.Muhammd b. Cafer, Kitabu’r-Ravda,yay. haz. Fuat Sezgin, Frankfurt, 1985/1405.

el-Daffa, Abdullah, “Müslümanların Matematiğe Katkıları” İslâm Bilimi Tartışmaları, ed.

Mustafa Armağan, İnsan Yay., İstanbul, 1990. el-Farabî, Ebu Nasr, “Kitabu’l-Burhan”, el-Mantıkmde’l-Fârâbî, tahk. Macit Fahri, Beyrut, 1986.

el-Farabî, Ebu Nasr, “Kitabu’l-Cem beyne Ra’ye’l-Hâkimeyn”, İslâm Filozoflarindan Fel­sefe Metinleri içinde, çev.: Mahmut Kaya, İstanbul, 2003. el-Farabî, Ebu Nasr, İlimlerin Sayımı,çev. Aygun Aykol, Elis Yay., Ankara, 2017. el-Faruki, İsmail Raci ve L. Lamia el-F”aruki, İslâm Kültür Atlası, çev. M. O. Kibaroğlu, Z. Kibaroğlu, İnkılab Yay., İstanbul, 1999.

el-Fergani, Ebu el-Abbas Ahmed b. Muhammed b.Kesir, Cevamiilm en-nucum ve Usulel- Harekat es-Semaiyye / Astronominin Özeti ve Göğün Hareketlerinin Esasları, çev. Yavuz Unat, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, 2012.

Esin, Emel, “Fârâbî’nin Vatanında İki Kültür Merkezi: Kengü-Tarban(d) ve Sayram”, Ulus­lararası İbn Türk, Haremzmi, Fârâbî, Beyruni ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri (9­12 Eylül 1985), Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1990. es-Safadi, Salahaddin Halil b. Aybek, Ayanu’l-asr ve e’vanu’n-Nasrfyhe Important of Per­sons of the Age), yay. haz. Fuat Sezgin ve Amavi Mazen, Frankfurt, 1990. es-Seyyid Ahmed, Daru’l-beşair’il-İslâmiyye, Beyrut, 1988/1408. Türkçeye çev. Z. Pak, M. A. Özdoğan, Ukde/Vefa kitapevi, Kahramanmaraş 2009.

Farabî ve İhsau’l- Ulum Adlı Eseri” Ebu Nasr el-Farabî, İlimlerin Sayımı, Tercüme, Aygun Aykol ile Elis Yay., Ankara, 2017, 13-73.

Fazlur Rahman, “Bilginin İslâmileştirilmesi: Bir Cevap”, Çağdaş İslâm Bilimine Giriş, ed. M.Uyanık, Fecr Yay., Ankara, 2012.

Feyerabend, Paul, “How to Defend Society against Science”, Introductory Readings in the Philosophy, ed. E.D.Klemke, R.Hollinger, D.W.Rudge, Prometheus Books, New York, 1998.

Ford, Glyn, İslâm Biliminin Yeniden Doğuşu, İslâm Bilimi Tartışmaları, ed. Mustafa Arma­ğan, İnsan Yay.,İstanbul, 1990.

Freund, Julien, Beşeri Bilim Teorileri, çev. B. Yediyıldız, TTK, Ankara, 1991.

Garaudy, Roger, 20. YüzyılBiyografısi,çev. A. Z. Ünal, Fecr Yay., Ankara, 1989.

Gilson, Etienne, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, çev.: Şamil Öçal, İstanbul 2005.

Göker, Lütf, Bilim ve Teknolojinin Gelişimi ile İslâm Bilgnlerinin Yei Elif Matbaası, An­kara, 1988.

Göker, Lütfi, Fen Bilimleri Tarihi ve Türk-lslâm Bilgnlerinin YeriÇMEB, İstanbul, 1998.

Göker, Lütf, MatematikTarihi ve Türk-lslâm Matematikçilerinin Yeri, MEB, Ankara, 1997.

Göker, Lütfi, Türk-lslâm Astronomi Bilginleri ve Gökyüzü Bilgileri,MEB, Ankara, 1995.

Gutas, Dimitri, İbn Sînâ’nmMirası, derl. ve çev. M. C. Kaya, İstanbul, 2004.

Gutas, Dimitri, Yunanca Düşünce, Arapça Kültür, çev. L. Şimşek, İstanbul, 2003.

Habip Türker ve Cemile İpar, Litera Yay., İstanbul, 2006.

Hakimi, Rıza, İslâm Bilim Tarihi,çev. Hüseyin Arslan, İnsan Yay., İstanbul, 1999.

Havkal, Ebul-Kasım, Suretü’l-arz- 10. Asırda İslâm Coğrafyası-, çev. Ramazan Şeşen, Yedi Tepe Yay., İstanbul, 2014.

HoodbLioy, Pervez, İslâm ve Bilim:Bağnazcılığa Karşı Akılcılğm Savaşım, çev. Eser Birey, Cep Yay., İstanbul, 1993.

İbn Haldun, Ebu’z-Zeyd Veliyüddin Abdurrahman b. Muhammed, Mukadime Osmanlı Tercümesi, Pirizade Mehmed Sahib, haz. Y.Yıldırım, S. Ş. Erdem, H. Özkan. M. C. Kaya, Klasik Yay., İstanbul, 2008.

İbn Sina, Kitabu’ş-Şifa:Fizik II, çev. M. Macit ve F. Özpilavcı, İstanbul, 2005.

İstanbul, 1994.

Kaysariyyei, İlyas b. Ahmed, Keşfü’l-Akaba, hzl. Mikail Bayram, Hayra Hizmet Vakfı, Konya, 1981.

Kennedy, Edward S, “Matematiksel Coğrafya” İslâm Bilim Tarihi,e&. Rüşdi Raşit, çev.

Kindi, Ebu Yusuf Yakup İshak, Risale fi Kemiyeti Kutubi Aristutalis ve ma Yuhtacı ileyhi fi Tahsili’l-Felsefe”, Kindî Felsefi Risaleler, çev. Mahmut Kaya, İstanbul, 2002.

Kirmani, Muhammed Zeki, “ Çağdaş İslâm Bilimine Giriş Nasıl Olmalıdır?”, çev. M. Uyanık, Çağdaş İslâm Bilimine Giriş, ed. M. Uyanık, Fecr Yay., Ankara, 2012.

Kirmani, Muhammed Zeki, “Vakar Hüseyninin İslâm Bilim ve Teknolojisi”, İslâm Bilimi Tartışmaları, ed. Mustafa Armağan, İnsan Yay., İstanbul, 1990.

Koyre, Alexendre, Bilim Tarihi Yazıları, çev. Kurtuluş Dinçer, Tubitak, Ankara, 2000.

Kuhn, Thomas S, The Natural and the Human Sciences” Introductory Readings in the Phi­losophy, ed. E. D. Klemke, R. Hollinger, D.W.Rudge, prometheus Books, New York, 1998.

Kuhn, Thomas S, The Structure of Scientific Revolutions, Chicago 1970; Türkçesi, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Nilüfer Kuyas, Alan Yay., İstanbul, 1995.

Lekesiz, M.Hulusi, “Ottoman Scientific Mentality: An Essay on its Formation, Develop­ment and Decline” Science in İslâmic Civilisation, edit. E.İhsanoğlu ve Feza Güner- gun, Ircica, İstanbul, 2000.

Losee, John, A Historical Introduction to the Philosophy of Science, Oxford Universtiy Press, New York, 2001.

McMullin, Ernan, “is Philosophy Relevant to Cosmology” Modern Cosmology and Philo­sophy, ed.. Tohn Leslie, Prometheus Books, New York, 1998.

Morelon, Regis, “İslâm Astronomisinin Genel Bir İncelenmesi” İslâm Bilim Taihi, ed.

Nasr, Syyid Hüseyin, “İslâmi Bilim Nedir?”, çev. M. Uyanık, İslâmî Araştırmalar Dergisi, 7, (1), 1993-1994, 89-93.

Nasr, Syyid Hüseyin, İslâm Bilimi Nedir?, İslâm Bilimi Tartışmaları, ed. Mustafa Arma­ğan, İnsan Yay., İstanbul, 1990, 27-36.

Nasr, Seyyid Hüseyin, İslâm ve Uim,çev. İlhan Kutluer, İnsan Yay., İstanbul, 1989.

Nasr, Seyyid Hüseyin, İslâm ve Modern Bilim Sorunu, çev. H. R. Acar, İslâmi Araşhrmalar Dergisi, 5, (2), 1991, 77-70.

Nasr, Syyid Hüseyin, İslâm’da Bilim ve Medeniyét, çev. N. Avcı, K. Turhan ve A. Ünal, İnsan Yay., İstanbul, 1991.

Negus, Michael Robert, “İslâmi Bilim Kavramı ve Müslüman Bir Bilim Adamının Düşünce Modelleri, çev. Aygün Akyol, Çağdaş İslâm Bilimine Giriş, ed. M. Uyanık, Fecr Yay., Ankara, 2012.

Nev’i Efendi, (Yahya b. Pir Ali b. Nasuh), İlimlerin Özü (Netayic el-Fünün),yay. haz. Ömer Tolgay, İnsan Yay., İstanbul, 1995.

Orak, Kadriye Yılmaz, Mahmut Berköz, “Kelile Ve Dimne Tercümeleri ve Kitlelerin

Poincare, Henri, İlim ve Usiil:Him Felsefesi,çev. Salih Zeki, İstanbul, 1928.

Popper, Karl, “Conjectures and Refatitions” Introductory Readings in the Philosophyed.: E.

Ronan, Colin A, Bilim Tarihi:Dünya Kültürlerinde Bilimin Tarihi ve Gelişmesi, çev. Ekme- leddin İhsanoğlu ve Feza Günergun, Tubitak, Ankara, 2003.

Rosenberg, Alex Philosophy of Science, Routledge, London, 2007.

Rosenthal Franz, Knowledge Triumphant: The Concept of Knowledge in Medieval İslâm, Leiden, 1970.

Rüşdi Raşid çev. Habip Türker ve Cemile İpar, Litera Yay., İstanbul, 2006.

Saçaklızade, Muhammed b.Ebi Bekr el-Meraşi, Tertibu’l-Uİum, tahk. Muhammed b.İsmail

Saliba, George, “Miladi II. Yüzyıldan Sonra Müslümanların Gezegen Teorileri”, İslâm Bilim Tarihi,eâ. Rüşdi Raşid, çev. Habip Türker ve Cemile İpar, Litera Yay., İstanbul, 2006.

Samso, Julio, Juan Vernet, “İslâm Biliminin Endülüs’teki Gelişimi” İslâm Bilim Tarihi, ed. Rüşdi Raşid, çev. Habip Türker ve Cemile İpar, Litera Yay., İstanbul, 2006.

Saraç, Celal, Bilim Tarihi, MEB, Ankara, 1998.

Sayılı, Aydın, ‘ ‘Bilimin Tarihsel gelişmesine Türklerin Katkıları”, Uluslararası İbn Türk, Haremzmi, Fârâbî, Beynini ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri (9-12 Eylül 1985) Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1990.

Sayılı, Aydın, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp (Adlı Ese­rin muhtasarı), hzl. Mübahat Türker-Küyel, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ank., 1996.

Sayılı, Aydın, Turkish Contributions to Scientific Work in İslâm, TTK, Ankara, 1988.

Schubring, Gert, “Recent Research on Institutional History of Science and Its Aplication to İslâmic Civilization”, Science in İslâmic Civilisation, ed. E.İhsanoğlu ve Feza Gü­nergun, Ircica, İstanbul, 2000.

Sezgin, Fuat, Bibliographie der deutschhsprachigen Arabistikund İslâmkunde: Arabicshe Sparche, Pilologie, I, Frankfurt, 1990/1410.

Sezgin, Fuat, İslâm’da Bilim ve Teknik I, çev. Abdurrahman Aliy, İstanbul Büyük Şehir Be­lediyesi ve Kültür Yayınları, İstanbul, 2008.

Sezgin, Fuat, Tarihu’t-turasi’l-Arabi, çev. Mahmud Fehmi Hicazi, İmam Muhammed b.

Ströker, Eİisabeth, Bilim Kuramına Giriş, çev. D. Özlem. İstanbul, 1990.

Suud el-İslâmiyye Üniversitesi Yayını, Riyad, 1983.

Taşköprüzade Ahmed Efendi, Mevzuatü’l-Uİum,Kemaleddin Efendi, Dersaadet, 1313.

Turan, Sefer, Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri,T’vmaş Yay., İstanbul, 2018.

Tusi, Nasiruddin, Tahriru Usuli’l-Hendese ve’l-Hisab/Eukleides’in Elemanlar Kitabının Tahriri, yay. haz. İhsan Fazlıoğlu, Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul, 2012.

Türker, Ömer, İslâm Düşüncesinde İlimler Tasnifi, Sosyoloji Dergisi, 3, ( 22), 2011, 534-544

Uçar, Doğan, “Turkish Cartography in the 16 th Century” Science in İslâmic Civilisation, ed. E.İhsanoğlu ve Feza Günergun, Ircica, İstanbul, 2000.

Uluğ Bey, Zic-i UİuğBey (Astronomi Cetvelleri) çev. Mustafa Kaçar ve Atilla Bir, Kültür

Ural, Şafak, Bilim Tarihi III: Modern Çağ, Bilim ve felsefenin Ortak Gelişimi, Ağaç Yay.,

Uyanık, Mevlüt, ‘ ‘Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak: İslâm Felsefesinin Günü­müzdeki Anlamı Üzerine Bir Deneme”, İslâmiyat,8 (4) 2005, 57-78.

Uyanık, Mevlüt, ‘‘İslâm Medeniyeti ve Felsefesinin Teşekkülünde İlk Bilim Tasnifleri”, Sa­bah ÜlkesiDergsi,56, Temmuz 2018, 64-67; http://www.sabahulkesi.com/ 2018/ 08/04/islâm-medeniyeti-ve-felsefesinin-tesekkueluende-ilk-bilim-tasnifleri/.

Uyanık, Mevlüt, ‘ ‘Lisans ve Lisansüstü Programların Yürütülmesinde Karşılaşılan Sorun­lar”, Türkiye’de İslâm Felsefesi Araştırmalarının Seyri: Kazanımlar, Öncelikler, So­runlar. Ed. M. Nurullah Turan, İrfan Karadeniz, Enver Şahin, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Yayınlan, Rize, 2016.

Uyanık, Mevlüt, Akyol Aygün, ‘Yeniden Yurtlandırmak Projesinin Hareket Noktası Olarak

Uyanık, Mevlüt, Akyol Aygün, İslâm Ahlâk Felsefesi, Elis Yay., Ankara, 2018.

Uyanık, Mevlüt, Barışçıl Bir Dünya İçin İlahi Dinler ve Çoğulcu Evrensellik Tasarımları” Timav ‘‘ Uluslararası Dini Araştırmalar ve Küresel Barış Sempozyumu, Bosna Hersek Saraybosna. 19-21 Mayıs 2016” Sempozyumu.

Uyanık, Mevlüt, Çağdaş İslâm Bilimine Giriş, Fecr Yay., Ankara, 2012.

Uyanık, Mevlüt, Çağdaş İslâm Düşüncesi Bağlamında Varoluşsal Arayışlar Olarak ‘Bilgi­nin İslâmileştirilmesi” ve                                           ‘‘İslâmi Bilim” Projeleri”, Bilim Tarihi ve Felsefesi:

Tarih ve Problemler,ed Ö. Bozkurt, Mardin 2016.

Uyanık, Mevlüt, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yay., Ankara, 2012.

Uyanık, Mevlüt, Selef Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, Araştırma Yay. Ankara, 2016.

Uyanık, Mevlüt, Üç Tarz-ı Tefekkür: Arap, Fars ve Türk Müslümanlığı” http://www.ana- habergazete.com/yazarlar/prof-dr-mevlut-uyanik-yazilari 19 Haziran 2017.

Vural, Mehmet, Tanzimat’tan Günümüze Türkiye’de Felsefe, Elis Yay., Ankara 2018.

Zeki, Salih, Kamus RyaziyyatİstanhuA, 1318.

 

[1]     Fuat Sezgin, Bibliographie der deutschhsprachigen Arabistik und İslamkunde: Arabicshe Sparche, Pilologie, Frankfurt 1990/1410, c. 1, Önsöz, s.7 vd., c 7, 1991/1411, s. 3, 98, Bu cilt tamamen tarihe ayrılmıştır. İslam öncesi enbiya ve evliya tarihi, Arabistan adası, Fars böl­gesi hakkında bilgi veren Sezgin, özellikle Taberi ve İbn Haldun hakkındaki bibliyografya­ları verir (s. 202-234). Aynı hacimli çalışmanın 11 cildinde, İslam’da yönetim teorileri, hila­fet ve diğer üst kademe yöneticilere dair eserler ile iktisatta dair bilgilere yer verir (s. 193­207). 8. ciltte ise İslâm medeniyetinde ortaya çıkan siyasi ilimleri inceler. Bu bağlamda sö­mürgeci ve emperyalist güçler ve bunlara karşı özgürlük arayışlarını, Arap birliği ve İslâm birliği hareketlerini ve kavmî yapılara dair çalışmaları sayar. İhvan-i Safa’yı usuliyyun/fun- demantalist kategorisinde yer verir. Batılı ideolojiler ve düzenlerle olan mücadeleler, çatış­malar, demokratik yönetim şekilleri ve sosyalizm hakkındaki kaynakçaları verir (s. 2-133). Sezgin’in dünya kütüphanelerinde bulunan Arapça el yazmalarına dair eser, Tarihu’t-tu- rasi’l-Arabi adıyla Mahmud Fehmi Hicazi tarafından çevrilmiştir. İmam Muhammed b. Suud el-İslamiyye Üniversitesi tarafından basılmıştır. Riyad 1983/1403, Sezgin; Önsöz, c. 1, s. 7 vd; Bu çevirinin birinci cildin ikinci kısmında dünya tarihi ve İslam devletleri tarihinin tedvini hakkındaki eserleri (s. 119 vd) verir. Colin A. Ronan; Bilim Tarihi: Dünya Kültürle­rinde Bilimin Tarihi ve Gelişmesi, çev. Ekmeleddin İhsanoğlu, Feza Günergun, Tübitak, An­kara 2003, s. 13, 29, 118, 223, 299 vd; Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Ma­tematik, Astronomi ve Tıp, Eserin muhtasarını hzl. Mübahat Türker-Küyel, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1996, s. 1-2, 91, 107; a.mlf, Turkish Contributions to Scientiûc Work in İslâm, TTK, Ankara 198, s. 1 vd; Ebu el-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Kesir el-Fergani, Cevamiilm en-nucum ve Usul el-Harekat es-Semaiyye/ Astronominin Özeti ve Göğün Ha­reketlerinin Esasları, çev. Yavuz Unat, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2012, s. 9-13; Gert Schubring, “Recent Research on Institutional Histoıy of Science and Its Aplica- tion to İslâmic Civilization” ‘Science in İslâmic Civilisation, edit. E.İhsanoğlu ve Feza Güner­gun, Ircica, İstanbul 2000, s. 1-17, 19; Pervez Hoodbhoy, İslam ve Bilim: Bağnazcılığa Karşı Akılcılğm Savaşımı, çev. Eser Birey, Cep Yayınları, İstanbul, 1993, s. 24, 41; Seyyid Hüseyin Nasr, İslam ve İlim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İstanbul, 1989, s. 9-12; a.mlf, İslam’da Bilim ve Medeniydi, çev. N. Avcı, K. Turhan, A. Ünal, İnsan Yayınları, İstanbul 1991, s. 27-38; Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yay., Ankara, 2012, s. 90-99; M. Rıza Hakimi, İslam Bilim Tarihi, çev. Hüseyin Arslan, İnsan Yayınları, İstanbul, 1999, s. 47, 105-108, 146­165; Lütfi Göker, Fen Bilimleri TarHıi ve Türk-İslam Bilginlerinin YerifMEB, İst., 1998, s. 27.

[2]     Bilim tarihi yazımında bir dönüm noktası olan, yeni pozitivizm öğretisinin duyumcu-de- neyci bilim anlayışını eleştiren, T. S. Kuhn ve P. K. Feyerabend’in fikirlerini etkileyen Alexendre Koyre’nin (1882-1964) Modern/çağcıl düşünce hakkındaki değerlendirmesi için bkz. Bilim Tarihi Yazıları, çev. Kurtuluş Dinçer, Tubitak, Ankara 2000, s. 1-14; Thomas S. Kuhn The Structure of Scientific Revolutions, Chicago, 1970, Eserin Türkçesi için bkz. Bilim­sel Devrimlerin Yapısı, Nilüfer Kuyas, Alan Yayınları, İstanbul, 1995; Etienne Gilson’dan ha­reketle düşünce tarihinin antik-orta/skolastik ve yeniçağ diye ayrımın tutarlılığının sorgu­lanması için bkz. Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, s. 11.102-107 Bilimin tarafsızlığı mesele­sine Karl Popper ve T.S. Kuhn’un yaklaşımı ve kısmen eleştirisi için bkz. Karl Popper, “Con­jectures and Refatitions” Introductory Readings in the Philosophy, edit: E. D. Klemke, R. Hollinger, D. W. Rudge, Prometheus Books, New York, 1998, s. 29-37; Thomas S. Kuhn, “The Natural and the Human Sciences” Introductory Readings in the Philosophy, edit: E. D. Klemke, R. Hollinger, D. W. Rudge, Prometheus Books, New York, 2998, s. 110 vd; Hoodbhoy, İslam ve Bilim, 27 vd; Glyn Ford, İslam Biliminin Yeniden Doğuşu, İslam Bilimi Tartışmaları, ed. Mustafa Armağan, İnsan Yayınları. İstanbul, 1990, s. 49-52; Mevlüt Uyanık, Çağdaş İslam Bilimine Giriş,Önsöz,Fecr Yayınları, Ankara, 2012, s. 13-18.

 

  • Fuat Sezgin. Bibliographie der deutschhsprachigen Arabistik und İslamkunde: Arabicshe Sparche, Pilologie,Frar)kfurt, 1991/1411, c. 6, s. 3 vd.
  • Göker, Fen Bilimleri Tarihi, s. 30-31; krş. Mevlüt Uyanık, “Bir Bilim Ahlakı Mümkün mü?, Çağdaş İslam Bilimine Giriş, ed. M. Uyanık, Fecr Yay., Ankara, 2012, s. 183 vd.

[5]     Muhammed el-Behiy, İslam Düşüncesinin İlahi Taraf., DİB Yay., no: 27, Ankara, 1948, s. 7 vd; Çevirdiği eserin İslam düşüncesinin ilk çağını, yani diğer kültürle karşılaşmadan önceki ya­pısını, sonra temel inanç esaslarından sıyrılmadan Antik felsefeyle nasıl yüzleştiğini, 3 ciltte de Mutezile ve eşari kelamcılarıyla İslam mutasavvıflarının Yunan mirası karşısında aldık­ları tutumları incelemesinin önemi üzerinde durarak, bir nevi ileride yapacağı bilimler ta­rihi araştırmasına yönelik tavrını belirtmiş olsa gerektir. Sezgin, Önsöz, s. I.

[6]     Muhammed Zeki Kirmani, “Çağdaş İslam Bilimine Giriş Nasıl Olmalıdır?”, Çev. M. Uyanık, Çağdaş İslam Bilimine Giriş, ed.: M. Uyanık, Fecr Yay., Ankara, 2012, s. 71 vd.; Michael Robert Negus, “İslami Bilim Kavramı ve Müslüman Bir Bilim Adamının Düşünce Modelleri, çev. Aygün Akyol, aynı eser içinde, s. 75 vd.

[7]     Genel olarak bilgi, insan (özne) ile çevresi (nesne) arasında kurulan ilişki sonucunda ortaya çıkan ürün olarak tanımlanır. “Bilgi ve bilmek”, tanımak, kavramak, onaylamak anlamlarında kullanılır. Obje, yani bilinen nesne, özne yani bilen kişinin dışındaki her şey olarak görülürse, bilgi kaynakları/kökeni, algılanması, sınırları, bunların “doğruluk”, ‘gerçeklik” ve “temellen- dirme”sinin nasıl yapılacağıyla bilgi bilim yani epistemoloji ilgilenir. Bilmenin ne olduğu, bil­ginin nasıl elde edildiği, bilgiyi oluşturan etkenlerin neler olduğu sorusu bilginin kaynağı me­selesini oluşturur. Bilginin kaynağı salt akıl mıdır, deneysel midir, sezgi midir vb. soruların cevaplarını arayan; felsefi akımlar vardır. Her ekolün amacı, doğru bilgiye yani gerçeğe uygun bilgiye ulaşmaktadır. Bu bağlamda üretilen bilgi’nin birçok çeşidi olması normaldir, zira top­lumsal bir varlık olarak insanın (öznenin) çevresiyle (nesne) ilişkisi çok boyutludur. Aslında dünyanın ve insanın yeniden keşfi, felsefenin varlık problemini öncelemesini bırakıp, bilginin mahiyeti, sınırları üzerine düşünmesiyle olmuştur da denilebilir. Ural, Bilim Tarihi.i s. 30-31; Uyanık,Felsefi Düşünceye Çağrı,s. 17-22. Celal Saraç, Bilim Tarihi,MEB, Ankara, 1983, s. 1-3.

[8]     Franz Rosenthal, Knowledge Triumphant: The Concept of Knowledge in Medieval İslam, Le­iden, 1970, s. 52, 66.

[9]     Şafak Ural, Bim Tarihini:Modern Çağ, Bilim ve felsefenin Ortak Gelişimi, Ağaç Yay., İstan­bul, 1994, s. 9-10.

[10]   Ronan, Bilim Tarihi,s. 304-305.

[11] “Uyanık, Çağdaş İslam Bilimine Giriş, Önsöz, s. 9-20; a.m.f, Felsefi Düşünceye Çağrı, 85 vd; Er- nan McMullin, “is Philosophy Relevant to Cosmology”, Modern Cosmology and Philosophy, ed. John Leslie, Prometheus Books, New York, 1998, s. 41 vd.

[12]   Paradigma özellikle bilim tarihi ve felsefesinde, tüm bilimsel teorinin, yöntemlerin ve yak­laşımların değişmesine yol açan temel değişme anlamındadır. Ronan, Bilim Tarih,s. 5.

[13]   Ronan, Bilim Tarihi,s. 5-8, 267.

[14]   Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve TeknikI, çev. Abdurrahman Aliy, İstanbul Büyük Şehir Bele­diyesi ve Kültür Bakanlığı, İstanbul, 2008, Önsöz, s. 16; Sefer Turan: Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri, Timaş Yay., İstanbul, 2018, s. 16-18.

[15]   Ronan, Bilim Tarihi,s. 223.

[16]   Ronan, Bilim Tahiçevirenlerin sayfa 223’daki dipnot açıklaması.

[17]   Rüşdü Raşid (ed.), İslam Bilim Tarihi’ çev. Habip Türker ve Cemile İpar, Litera Yay., İstanbul, 2006, s. 15 Önsöz, s. 7; Alparslan Açıkgenç, İslâmic Science:Towards a Defnition, ISTAC, Ku­ala Lumpur, 1996, s. 33 vd; Burada İslam biliminin bir hayat tarzı olarak İslamiyet’in bir par­çası olduğu, onun fikri ve ahlaki dünyasından kopuk bir şekilde öğretilemeyeceği tezi üze­rinde durulmaktadır. İslami değerlerin geniş kapsamlı çatısı içinde bir dünya görüşü oluş­turan İslamiyet’in (bilimin değil) bir alt dalı olarak benzer görüş için bkz. Münevver Ahmed Enis, İslam Biliminin Temelini Atmak”, İslam Bilimi Tartışmaları, Mustafa Armağan(ed.) İn­san Yay., İstanbul, 1990, s. 68-69.

[18]   Sezgin, Bibliographie der deutschhsprachigen Arabistik und İslamkunde: Arabicshe Sparche, Pilologie, Frankfurt, 1991, c. 3, s. 2 vd.

[19]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 3.

[20]   Kitâb’üt-Tahkk Mâ li’l-Hind adlı eserinde hakikat sevgisine, eleştirel düşünceye, keskin bir gözleme, dünya kültürlerine karşı şaşırtıcı bir açıklığa ve objektifliğe sahip olduğu görül­mektedir. Gözlem, nesneyi zamanında ve yerinde değerlendirmeye dayanır der ve çeşitli tanıklık biçimleri hakkında analizler yaparak yöntemini oluşturur. Adil ve doğru olmayı en temel özellikle olarak görür. Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s.33; “Biruni bir konuyu an­lamadığında veya bir kısmını izah edebildiğine bunu net bir şekilde söyler, özür diler ve bu meseleyi bir başka yerde açıklamayı vaad ederdi. Bilgisinin sınırlarının kesin çizgilerle çi- zerdi.””BkL. Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet,s. 226-228.

[21]   Astrolojinin Unsurları çalışması ise Latin Quadrivium öğreniminde temel metin olarak uzun süre okutulmuştur. Bu bağlamda ikinci bilim tarihi kitabı, bu eserin tamamlandığı yılda yani 377/978 de, Endülüslü hekim Süleyman b. Hasan b. Cülcül’ün Tabakat el-Etıbba ve’l-Hukema adlı eseridir. Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik Is.4, 23, 25, 101; Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet,s. 50, 97, 101, 112, 115,136, 152.

[22]   Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyetti. 42-58; E. Renan, ilk dönem büyük Arap filozofu olarak sadece Kîndî’ye görür. Bu konuda C. Efgani ile tartışmalara girer. Hoodbhoy, İslam ve Bilim., s.136-139.

[23]   O kadar ki ileri düzey çalışmalarda Fibonacci’nin ve Nemours’lu Jordan’ın matematik üze­rine yaptığı; Witelo’nun ya da Freiberg’li Theodoric’in optik üzerine yaptığı araştırmalarda Harezmî, Ebu Kamil ve İbn Heysem’e atıfta bulunmuyorsa takdir edilmezdi. Raşid, İslam Bilim Tarihi,s.7, 10-11; Göker, Fen Bilimleri Tarihi, s . 19, 390 vd.

[24]   Ronan, Bilim Tarihi, s. 225; Mehmet Vural, Tanzimat’tan Günümüze Türkiye’de Felsefe, Elis Yay., Ankara, 2018, s. 19 vd.

[25]   Selçuklu devletinin resmi dili Farsçaydı, bu bağlamda h.5 ve 6 asırlarda (m.11-12. yy) telif edilen eser hakkında Fuat Köprülü (Anadolu Selçuklularının Yerli Kaynakları, Belleten, VII, 39) ve Türk Edebiyatı adlı eserinde, İ. Hakkı Zuncarşılı Anadolu Beylikleri adlı eserinde ve Ahmed Ateş, Hicri VI-VIII asırlarda Anadolu’da Farsça Eserleradlı çalışmasına bakılabilir.

Bu konuda ilk yazılan eser, Anadolu’nun ilk fatihlerinden ve Danişmend Oğulları beyliğinin kurucusu Malik b. Ahmed (Gümüş-Tigin)e ithaf edilen İlyas b. Ahmed-i Kaysariyyei’nin Keşiıi’l-Akaba adlı eseridir. Yayına hazırlayan Mikail Bayram, Hayra Hizmet Vakfı, Konya, 1981, s. 7-8, 15; İçeriğinde ilk kısımların tamamen evren ve yaratılışı hakkındaki bilimsel bilgiler, dört ana unsur, dünyanı meskûn ve gayri meskûn yerleri, dünyanın yüzölçümü, filozofların görüşleri, nefsi natıkanın mahiyetine dair görüşler hakkında bilgiler verilmek­tedir. Keşfü’l-Akaba, s .17-19; Öyle gözüküyor ki h.464/1071 Malazgirt zaferinden sonra kit­leler halinde Anadolu’ya gelip yerleşen Oğuz Türkleri arasında yerleşik hayat sürmüş, kül­türlü (danişment) insanların bulunduğu muhakkaktır. Keşiîil-Akaba, s . 21.

[26]   Bkz. Henry Corbin, İslam Felsefesi Tarihi, çev. H. Hatemi, İstanbul, 1994, s.12; Dimitri Gutas, İbn Sınanın Mirası, derl. ve çev. M. C. Kaya, İstanbul, 2004, Önsöz, s . XI-XIX; a.mlf. Yunanca Düşünce, Arapça Kültür, çev. L. Şimşek, İstanbul, 2003, s.15 vd.

[27]   Mevlüt, Uyanık, “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak: İslam Felsefesinin Günü­müzdeki Anlamı Üzerine Bir Deneme”, İslamiyat, 8 (4) 2005, s. 57-78; Farabf den hareketle temellendirme çabası için bkz. Ebu Nasr el-Farabî, İlimlerin Sayımı, çev. Aygun Aykol, Elis Yay., Ankara, 2017; “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak Projesinin Hareket Nok­tası Olarak Farabî ve İhsau’l-Ulum Adlı Eseri” adlı makale, aynı eser, s. 13-73; “Felsefeyi Ana­dolu’da Yeniden Yurtlandırmak”, Muhafazakar Düşünce Dergisi, 15, (54) 2018,179 vd; “Üç Tarz-ı Tefekkür: Arap, Fars Ve Türk Müslümanlığı” http://www.anahabergazete.com/ya- zarlar/prof-dr-mevlut-uyanik-yazilari 19 Haziran 2017.

[28]   Hacı Halife diye de bilinen Mustafa b. Abdillah el-Kustantini el-Hanefi (1017-1067)’nin ese­rinin “Önsöz’unde Şihabüddin el-Maraşi, en-Necefi, yirmi bine yakın kitap ve risaleye ula­şıp, kendisinden sonrakilere ölümsüz bir çalışma bıraktığından bahseder. Sezgin bu sayının 16 bin olduğunu belirtir. Muhammed b.Ebi Bekr el-Meraşi Saçaklızade, (v.1145 h) Tertibu’l- Ulum, tahkik. Muhammed b. İsmail es-Seyyid Ahmed, daru’l-beşair’il-İslamiyye, Beyrut, 1988/1408; Türkçeye çev. Z. Pak, M. A. Özdoğan, Ukde/Vefa Kitapevi, Kahramanmaraş, 2009, Mukaddime, Arapçası, s.42-46, Türkçesi, s. 84-90; Sefer Turan: Fuat Sezgin: Bilim Ta­rihi Sohbetleri, Timaş Yay., İstanbul, 2018, s.44, 97, 100; Sezgin, Bibliographie der deutsch- hsprachigen Arabistik und Islamkunde:Arabicshe Sparche, Pilologe, adlı eserinin 5 cildini bilim tarihi, felsefe, tıp, tabii ilimlere tahsis etmiştir. Antik Yunan’dan İslam âlemine, ora­dan Batı’ya, Doğu Asya’a ulaşmasını inceler. 3 vd Sonra buna ek olarak 11 ciltte (177-217) aynı konularla ilgili kaynakları verir. Nasr, İslam ve İlim, s.14-16; Kitabu’lFihristin tahkiki Rıza Teceddüd tarafından (Tahran 1391) yapılmıştır.

[29]   Taşköprüzade Ahmed Efendi, Mevzuatül-Ulum, (çevirisi oğlu Kemaleddin Efendi tarafın­dan yapılmış.) Dersaadet, 1313, s. 27 vd.; Saçaklızade, Tertibul-Ulum,Mukaddime Arapçası, s. 36-41, Türkçesi, s. 65, 78; Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet, s. 56; Mevlüt Uyanık, “İslam Medeniyeti ve Felsefesinin Teşekkülünde İlk Bilim Tasnifleri”, Sabah Ülkesi Dergisi, 56, Temmuz 2018, s. 64-67 http://www.sabahulkesi.com/2018/08/04/islâm-medeniyeti-ve- felsefesinin-tesekkueluende-ilk-bilim-tasnifleri/.

[30]   el-Fârâbî, İlimlerin Sayımı, s. 78-90; krş. dil ilminin doğuşu ve gelişimine dair literatür için bkz. Sezgin, Tarihu’t-turasil-Arabi I, 7 vd İsmail Raci el-Faruki ve L. Lamia el-F”aruki,İslam KültürAtlası,çev. M. O. Kibaroğu, Z. Kibaroğlu, İnkılab Yay. İst., 1999, s. 337; Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyety. 46, 60-62; Sayılı, Turkish Contributions to Scientiûc Work, s. 8.

[31]   Sezgin, Bibliographie der deutschhsprachigen ArabistikundIslamkunde, (3) 2 vd; Sezgin, hicri 2 asrın başlangıcında müşkl ve yabancı lafızların açıklanmasına dair şu metni yayımlandığını belirtir. Muhammed b. Hasan b. Muhammd b. Cafer el-Cerbezkani, Kitabu’r-Ravda, yay. haz. Fuat Sezgin, Frankfurt, 1985/1405, (l), Naşirin Önsöz’ü; Alib. Halef el-Katib Ebil-Huseyin Ali b. Halefb. Ali. b. Abdülvehhab (H.5.asırın ortalarında yaşamış). Mevaddü’l-Beyan,yay. haz.: Fuat Sezgin, Frankurt, 1986; krş. İsmail ve Lamia el-Faruki, İslam Kültür Atlası, s. 34-55.

[32]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik 1,33.

[33]   Sezgin, İslam’da Bilim ve TeknikI s. 52; krş. Regis Morelon, “İslam Astronomisinin Genel Bir İncelenmesi” İslam Bilim Tarihi, ed. Rüşdi Raşid, çev. Habip Türker ve Cemile İpar, Litera Yay., İstanbul, 2006, s. 15 vd.

[34]   Sezgin, Bibliographie der deutschhsprachigen Arabistik und İslamkunde, (8), s. 3-27; Astro­nomi için bkz. Tarihu’t-turasi’l-Arabi, Riyad 1410, (7), s. 3 vd; el-Fergani, Cevamiilm en-nu- cum ve Usul el-Harekat es-Semaiyye, s . 9 vd; Salih Zeki, Kamus Riyaziyyat, İstanbul, 1318. Bu eser dört cilt olarak düşünülmüş ve matematik ve astronomi ilimlerinde kullanılan bü­tün kavramların tarifini hedeflenmiştir.

[35]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 39.

[36]   Ama bir de zanniyat ve vehmiyat kısmı da bulunur. Bir de yıldızların birleşimi veya hare- ketliğinden hareketle oluşturulan vehmiyat kısmı vardır ki bu hoş görülmez. Nev’i Efendi, Netayic el-Fünün,s. 225 vd; Mevsimler ve hava durumları, gök cisimleri, yıldızların doğuşu ve batışı hakkında yazılan ilk eserlerden birisi için bkz. Ebu Bekr Abdullah b. Hüseyin b. İbrahim b. Hüseyin b. Asım es-Sekafi, İbn Gurbali (h.330/340-403)Kitabu’l-Enva ve’l-Ezmine ve Marifet Ayani’l-Kevakib, haz. Hüseyin Elmalı, TDV, Ankara, 1997, s. 29-59.

[37]   Nasr, İslam ve İlim, s. 27vd; a.mlf, İslam’da Bilim ve Medeniyet, s. 93-97; krş. Nasiruddin Tusi, Tahriru Usuli’l-Hendese ve’l-Hisab. Eukleides’in Elemanlar Kitabının Tahriri, yay. haz. İh­san Fazlıoğlu, Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul, 2012, s. 38.

[38]   Ronan, Bilim Tarih, s. 6-7. Elisabeth Ströker, Bilim Kuramına Giriş, çev. D. Özlem. İstanbul, 1990, s. 7, 13; Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, s . 85-122.

[39]   Mevlüt Uyanık, “Çağdaş İslam Düşüncesi Bağlamında Varoluşsal Arayışlar Olarak “Bilginin İslamileştirilmesi” ve “İslami Bilim” Projeleri”, Bilim Tarihi ve Felsefesi: Tarih ve Problem­ler, editör Ömer Bozkurt, Mardin, 2016, s. 159-194; Colin, Bilim Tarihi, s. 5-8; İsmail ve Lamia el-Faruki, İslam Kültür Atlası, s . 337,348 vd.

[40] Timur Han’ın torunu, Şahrun’un oğlu Muhammed Turgay, genç yaşta Semerkant’ta vali ola­rak atandığı için Mirza Uluğ ya da Ulug Bey diye bilinir. “Gökte burçlar kılan, onları arasında Güneşi ve nurlu Ay’ı var eden Allan ne yücedir. O öğüt alıp düşünmek ve şükretmek iste­yenle için gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır. (Furkan:61-62) Geceyi bir örtü yaptık, gündüzü de çalışıp kazanma zamanı kıldık. Üstünüzdeydi kat sağlam göğü bina ettik, orada yanan bir kandil/güneş yarattık, sıkışan bulutlardan şırıl şırıl akan sular indirdik. (Nebe:13- 16); Uluğ Bey, Zic-i Uluğ Bey, çev. Mustafa Kaçar ve Atilla Bir, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2012, s. 23; Ronan; Bilim Tarihi, s . 243; Müslümanların ilmî bulundukları katkının belki de en ayırt edici özelliği matematik, geometri ve astronomi arasındaki uygunluk yönündeki görüşleriydi. Bunda Kur’an’ın şu ayetinin etkisi vardır. “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefis­lerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, onun yani Kur’an’ın gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun.” (K.K:41/53) “Gökyüzü ve yeryüzü doğru bir şekilde düzenlenmiş, güneş, ay, yıldızlar ve gün ile gece birlikte insanın hizmetine verilmiştir. Her gök cismi kâinatı, hayatı ve var­lığı, küçülmesi ve genişlemesi tamamıyla yaratıcı tarafından belirlenen düzenli bir kozmos haline getirecek şekilde Allah tarafından kendileri için belirlenen bir yörüngede hareket ederler ve bundan hiç sapmazlar. (K.K:14/13, 30/22, 21/33, 36/38-40, 45/13) Bunları önemli motivasyon olarak gören Müslüman astronomlar teorilerini oluşturdular. İsmail ve Lamia Faruki, İslam Kültür Atlası,s. 360-363; Nasr, İslam ve İlim,s. 91 vd.

[41]   Alparslan Açıkgenç, İslam Medeniyetinde Bilgi ve Bilim, İsam Yay., İstanbul, 2008, s. 39 vd.

[42]   Julien Freund, Beşeri Bilim Teorileri, çev. B. Yediyıldız, TTK, Ankara, 1991, s. 3 vd.; Etienne Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhıççev. Şamil Öçal, İstanbul, 2003, s. 46-47.

[43]   Uyanık, Çağdaş İslam Bilimine GrşÖnsöz, s. 9 vd.

[44]   Seyyid Hüseyin Nasr, “İslami Bilim Nedir?”, çev.: M. Uyanık, İslâmiAraştırmalar Dergisi, 7, (1), 1993-1994, s. 89; İslam Bilimi Nedir?, İslam Bilimi Tartışmaları, ed. Mustafa Armağan, İnsan Yay., İstanbul, 1990, s. 27-36; Karşı görüş için bkz. Hoodbhoy, İslam ve Bilim, Muhammed Ab- düsselam-Önsöz, s. 7-12; Mevlüt Uyanık, “1980 Sonrası (İslamcı) Dergilerde Bilgi-Bilim Tasav­vurları” http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/3241-1980-sonrasi – islâmci-dergilerde-bilgi-bilim-tasavvurlari,09/04/2018. http://www.maturidiyeseviotagi. com /1980-sonrasi-islâmci-dergilerde-bilgi-bilim-tasavvurlari/ 07 Nisan 2018. http://kafkas- sam.com/1980-sonrasi-islâmci-dergilerde-bilgi-bilim-tasavvurlari.html 7 Nisan 2018.

[45]   Nasr, “İslami Bilim Nedir?”, çev. M. Uyanık, İslâmî Araştırmalar Dergisi,7, (l), 1993-1994, s. 89-93; a.mlf, İslâm ve Modern Bilim Sorunu, çev. H. R. Acar, İslâmî Araştırmalar Dergisi, 5, (2), 1991, s. 77-70, İslam ve İlim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yay., İstanbul, 1989, s. 9 vd Ronan, Bilim Tarihi,?,. 223-225.

[46]   “Üstelik insan ile doğa arasındaki nazik dengeyi bozmamak ve insanın manevi yönünü za­yıflatmamak için güçleri yetmesine karşın, Müslüman bilim insanlarının karmaşık makina- lar veya silahlar icat etmedikleri de tutarlı değildir. Bu anlamda geçmişte Müslüman dev­letlerin gayri Müslim devletlerden daha farklı bir tarza kullanıp kullanmadığına dair bir bilgi ye sahip değiliz.” İfadesi için bkz. Hoodbhoy, İslam ve Bilim, s. 121-124; Bu anlamda Müslüman devletlerin yine Müslüman devletlere karşı kullandığı silahları düşündüğümüz zaman sorunun günümüz açısından cevabı da bellidir maalesef. Parvez gibi düşünen çağdaş bir alim için bkz. Fazlur Rahman, “Bilginin İslamileştirilmesi: Bir Cevap”, Çağdaş İslam Bili­mine Giıişed M. Uyanık, Fecr Yay., Ankara, 2012, s. 169 vd.

[47]   Elisabeth Ströker, Bilim Kuramına Giriş, s. 16

[48]   Mevlüt Uyanık, “Lisans ve Lisansüstü Programların Yürütülmesinde Karşılaşılan Sorunlar”, Türkiye’de İslam Felsefesi Araştırmalarının Seyri: Kazanımlar, Öncelikler, Sorunlar, ed. M. Nurullah Turan, İrfan Karadeniz, Enver Şahin, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Yayın­ları, Rize, 2016, s. 159-194.

[49]   Sezgin, Bibliographie der deutschhsprachigenArabistikund îslamkunde adlı eserin 3 Ciltini din ve dini ilimlere tahsis etmiştir. Burada İslâm’ın ortaya çıkış ve gelişme evrelerini, diğer dinler ve kültürlerine dair kaynakça taraması yapar. (3), s. 3 vd.

[50]   Eserin bilinen en eski adı Sanskritçe Tantrâkhyâyika’dır. Hertel, Winternitz ve Thomas gibi Batılı âlimlerce, Pançatantra’nın Beydaba olarak da bilinen bir Brahman rahip tarafından Keşmir’de Miladî 300 yılda yazıya geçirildiği ve halkın arasında yüzyıllardır anlatıla gelen hikâyelerden derlendiği düşünülür. Kelile ve Dimne, menşei Sanskritçe Karataka ve Dama- naka -Sanskritçe’de Pança-tantra olarak da adlandırılır-, adaleti ile tanınan İran kisrası Nu- şirevan da varlığından haberdar olduğu bu Sanskritçe eseri, doktoru Berzeveyh vasıtasıyla elde edip Pehlevice’ye tercüme ettirdi. Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknikï, s. 2-3, 8-9; Kadriye Yılmaz Orak, Mahmut Berköz, “Kelile Ve Dimne Tercümeleri ve Kitlelerin Eğitimindeki Rolü”, TürkiyatMecmuası,23, (Güz) 2013, s. 209 vd; http://dergipark.gov.tr/download/ar- ticle-file/173113 Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, İslam Ahlak Felsefesi, Elis Yay., Ankara 2018, s. 135. https://www.fkriyat.com/kultur-sanat/2018/07/02/tarihin-en-cok-okunan-kitabi- kelile-ve-dimne Temmuz 2, 2018.

[51]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Tektıikl, s. 9-10; a.mlf, Tarihu’t-turasi’l-Arabi, Riyad 1983/1403, I, s. 117, 153 vd; aynı eser, II, s. 5; Fıkıh ve ekolleri hakkındaki literatür için bkz. Aynı eser, II (kısım 3), s. 13 vd; İslam dünyasının iki önemli coğrafya kitabından birisi olan Suretü’l-arz (Yerin Haritası) Nusaybinli Ebul-Kasım b. Havkal tarafından 987 yılında tamamlanmıştır.

  1. Asırda İslam Coğrafyası adıyla Ramazan Şeşen tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. Bkz. Yedi Tepe Yay., İstanbul, 2014, s. 7-13. Diğeri ise Makdisi’nin (v.990) Ahsenü’t-Tekasim adlı eserdir. Ebü’l-Fida İsmail b. Ali el-Eyyübi (v.1331) Takvimül-Büldarr. Ebü’l-Fida Coğraf­yası, çev. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yay., İstanbul, 2017, s. 15.

[52]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknikl, s. 14-15.

[53]   Örneğin Salahaddin Halil b. Aybek es-Safadi yaşarken (h.696/1297) çağının önemli şahısla­rın hayatlarını (teracim el-ayan) ve eserlerini bildiren eseri Amavi Mazen’in katkısıyla ya­yımlamıştır. Ayanu’l-asr ve evanun-Nasr(The Important of Persons of the Age) Frankfurt 1990, Editör Önsözü, s. V-VI.

[54]   Sefer Turan. Fuat Sezgin:Bilim Tarihi Sohbetleri, s . 38, 95, 103.

[55]   Fuat Sezgin, Buhari’nin Kaynakları,yay. haz.: Ali Dere, Kitabiyat, Ankara, 2000, s. 11; rivayet kültürü için bkz. S. 23 vd ilk yazılı kaynakları için bkz. S. 51 vd; Turan: Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri, s. 75. Aynı durum teknik/pozitif ilimlerde de görülmektedir. Ebü’l-Fida İsmail b. Ali el-Eyyübi (v.1331) Takvimul-Biildan adlı coğrafya kitabını yazarken 30 yakın kaynağın ismini yazarlarıyla birlikte zikreder., Ebü’l-Fida Coğrafyası, çev. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yay., İstanbul, 2017, s. 7-15.

[56] “Rosenthal, Knowledge Triumphant,s. 1.

[57]   Ronan, Bilim Tarihiy. 224.

[58]   O kadar ki, Yunan simyacı Zomisos’un (350-420) bir risalesinin h. 38/m. 685 Muaviye’nin va­lilik döneminde bile çeviri yapıldığı görülür.Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s . 3; Nasr, İs­lam ve llim,s. 153 vd; Simya’nın metalleri değişip dönüştürmek anlamındaki teknik bilginin yanı sıra ruhun dönüşümünü sağlayan manevi simya diye ikiye ayrılması için bkz. Nasr, İs­lam’da Bilim ve Medeniyet, s. 237-239; Nasr’ın astroloji, gizli ilimler, simyayı İslam bilimi ola­rak görmesine eleştiri için bkz. Münevver Ahmed Enis, “İslam Bilimi Ne Değildir? İslam Bi­limi Tartışmaları ed. Mustafa Armağan, İnsan Yay., İstanbul, 1990, s. 43-44; İlginç olan nokta Roger Bacon (Rogerus Baco, d.1168) değersiz metallerin değerli metallere dönüştürülmesi, yani Simya ve astrolojiyle de yakından ilgilenen bir âlim olmasıdır. Ronan, Bilim Tarihi, s. 285; Yunan düşüncesinde Homeros’un zıttına Heziyod’da insanların ölümden sonar cezalan­dırılmaları ve mükâfatlandırılmalıdıı fikri vardır. İnsanın altın çağından maddi ve manevi bakımdan düştüğü kanaatindedir. Diyonizos’a gördüğü üzere Zeus insanı yaratmıştır. İnsan­ların dünyadaki fillerini kontrol eder ve bunun için birçok aracılara sahiptir. Platon’un ruh anlayışında oldukça etkili olan ve Orfizm ve Eleusis kültlerinden hareketle bir ruhi arınma çabası, bunun Pitagorcular matematik ile kısmen rasyonel düşünceye bırakması felsefi dü­şünceye uygun ortam sağlayan Homeros geleneğinin geri plana itilmesi fikri ayrıca incelen- melidir. Çünkü Ruhun bedende bulunmasının ruh için bir aşağılama, bir alçalma teşkil ettiği fikri Homeros’daki hümanizm anlayışına aykırı düşmektedir. Bkz. Sayılı, Mısırlılarda ve Me- zopotamyalılarda Matematik, Astmomi ve Tıp s.104-106; Homeros ve Hesiodos’un dünyası için bkz. Ronan; Bilim Tarihi, s . 68-69.

[59]   F. W. Koomor’un 1936 yılında “The Status of Mathematics in India and Arabia During the Dark Ages of Europe” yazdığı makale için bkz. Abdullah el-Daffa, “Müslümanların Matematiğe Kat­kıları”, İslam Bilimi Tartışmaları, s. 159; Mustafa demirci, Beytü’l-Hikme, İnsan Yay., İst., 1996, s. 184-186; krş. İsmail Yakıt, Nejdet Durak, İslam’da Bilim Tahilsparta, 2002, s. 67-70.

[60]   Bkz. Kozmogralyamütercim: Salih Zeki, İstanbul, 1332 adlı eserin kapağı.

[61]   İkinci soru/n, ödünç alan toplumun konumu, hâkim durumundayken ve mahkûm duru­mundayken alınan farklıdır. Batı, Müslümanların gerilemesine birlikte onun bilgi ve tekno­lojisini taklit etti ve yeni ama kusursuz bir sentez oluşturdu. O kadar ki, Müslümanların kat­kısı hiç hissedilmiyordu. 3. Soru/n, yeni bir medeniyet için bilimsel ve teknolojik ilerleme­nin “bilgi güçtür” ilkesiyle yapılmasıdır. Bu bilgi ve güç eşanlamlı kullanımını ortaya çıkar­dığı sorunlar malumdur. Bunun için transfer edilen bilim ve teknolojinin mahiyetine dikkat edilmelidir. Muhammed Zeki Kirmani, “Vakar Hüseyni’nin İslam Bilim ve Teknolojisi”, İs­lam Bilimi Tartışmaları, s. 145-146.

[62]   Descartes, bu anlamda, insan hayatını maddi açıdan kolaylaştıracak hususların ıslahına çalı­şırken, üstünlüğü zihne vermesi, Kant’ın evrensel determinizmi maddi olgular açısından ileri sürmesine rağmen insanın kader ve gayesini ancak manevi ve ahlaki kanunlarda görür. E Brehier, İnsan İlimlerinin Bugünkü Konulan, çev. Selmin Evrim, Anıl Yay., İstanbul, 1965, s. 12; Lütfi Göker, Bilim ve Teknolojinin Gelişimi ile İslam Bilginlerinin Yeri, Elif Matbaası, Ankara, 1988, s. 7, 13 vd.; Henri Poincare, İlim ve Usul: İlim Felsefesi, çev. Salih Zeki, İstanbul, 1928, s 3 vd.; Alex Rosenberg, Philosophy of Science, Routledge, London, 2007, s. 1 vd.; Bu bağlamda araştırılması gereken temel sorular şunlardır: Bilimsel araştırmayı diğer araştır­malardan farklı kılan özellikler nelerdir?. Bilim insanı tabiatı araştırmada takip etmesi gere­ken prosedürler nelerdir? Bilimsel açıklamanın doğru olabilmesi için hangi şartlar tatmin edici/uygun olabilir? Bilimsel kanunlar ve prensiplerini bilişsel statüleri nelerdir? Bilim in­sanları ve felsefecilerin “bilim felsefesinin mahiyeti” hakkındaki üç farklı görüş hakkında bkz. John Losee, A Historical Introduction to the Philosophy of Science, Oxford Universtiy Press, New York, 2001, s. 1-3; Özellikle son soru bağlamında P. Feyerabend’in algıladıklarımı­zın inandığımız şeylere dayandığı şeklinde özetlenebilecek tezini de hatırlamak gerekir. Bu durumda toplumun bilime karşı nasıl savunulacağı hususu ortaya çıkmaktadır. Paul Feyera- bend “How to Defend Society against Science”, Introductory Readings in the Philosophy, edit: E. D.Klemke, R.Hollinger and D.W.Rudge, Prometheus Books, New York, 1998, s. 54 vd.; Mahir Abdülkadir Muhammed Ali, Felsefetü’l-Ulum, Daru’n-Nahdati’l-Arabiyye, Beyrut, 1984, (2), s. 11 vd.; Bu hususta Foucault’un fikirleri de mukayeseli olarak incelenmelidir. Linda Martin Alcoff “Foucault’s Philosophy of Science: Structures of Truht/Structures of Power”, Continental Philosophy of Science, edit. Gary Gutting, Blackweel Publishing, Oxford, 2005, s. 211-222; Uyanık, Çağdaş İslam Bilimine Grş,Önsöz, s. 17-18.

[63]   200/815 yılında kurulan bu merkezde, felsefe, tabiat ve matematiğin aynı zamanda bir de rasathanesi (gözlemevi) vardı. Me’mun Bağdat’ta ki Şemmasiye gözlemevinin yanı sıra Şam’da Kasiyun rasathanesini kurmuştur. Gökyüzü, uzay ve evreni inceleyen astronomi ilmi, aynı zamanda matematiğin de üstadı olduğu burada görülür. Kendisi de birçok ilim disiplinine vakıf olan Halife, projelere katılırdı. Bu bağlamda Suriye Çölü ve Irak Ovasında öğle (meridyen) dairesinin bir deresinin hassas bir şekilde ölçülmesine yönelik çalışma ilk faaliyetlerindendi. Güneş parametreleri belirlenmiş, Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketleri izlenmiştir. Ulaşılan sonuçlara itiraz eder, aşılmasını talep eder, yapılan çeviriyi kontrol et­tirir, düzeltmeler yaptırırdı. Böylece kendi yaratıcı karakterini kurumsallaştırmaya çalı­şırdı. Uluğ Bey, Zic-i uluğBey, Giriş, s. 17; Halife Memun zamanında yaşamış olan Ebu el- Abbas Ahmed b. Muhammed b. Kesir el-Fergani, Cevamiilm en-nucum ve Usulel-Harekat es-Semaiyye, s. 13-14; Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I s. 2-3, 10-11; Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet, s. 69; Lütfi Göker, Matematik Tarihi ve Tiirk-İslam Matematikçilerinin Yen, s. 26. Halife Memun’un aslında Mansur (745-775) döneminde sistemli başlayan tercüme ha­reketini geliştirip, bir nevi ilimler akademisine dönüştürdüğü tezi için bkz. Mustafa De­mirci, Beytul-Hikme, Yakıt, İslam’da Bilim Tarihiy. 68-69.

[64]   Bu noktada ünlü Müslüman fizikçi Muhammed Abdüsselam’ın Seyyid Hüseyin Nasr ve Zi- yaüddün Serdar gibi araştırmacıların, İslami bilim çağrısını kültürel gerekçelerle değil de, dini gerekçelerle yapması tutarlı görmeyip, “bilim evrenseldir, Hindu, Yahudi, Hristiyan veya İslam bilimi diye bir şey olamaz” tezini hatırlamak gerekir. Pervez Hoodbhoy, İslam ve Bilim adlı esere Muhammed Abdüsselam’ın yazdığı Önsöz, s. 7-8.

[65]   Ronan, Bilim Tarih, s. 118, 225-229, 267; Turan: Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri, s. 24; Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, s. 1-2, 107.

[66]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 169, Turan: Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri, s. 27­28, 59, 126, 177-178.

[67]   Tusi, Tahrim Usuli’l-Hendese ve’l-Hisab,s. 19 vd.; Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 166; Tusi’nin Ay modeli ve Batlamyus’un öğretilerinin müzakeresi için bkz. George Saliba, “Mi­ladi II. yüzyıldan Sonra Müslümanların Gezegen Teorileri”, İslam Bilim Tarihi, ed: Rüşdi Ra- şid, çev. Habip Türker ve Cemile İpar, Litera Yay., İstanbul, 2006, s. 124, 133 vd.; Henri Hu- gonnard-Roche, “İslam Astronomisinin Ortaçağ Batı dünyasına Etkisi” İslam Bilim Tarihi, s. 343-368; Nasr, İslam ve Uim, s. 182.

[68] Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 53-54; Turan: Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri, s. 16­18, 41; R. Sercan Somuncu Türk Öklidi; Nasiruddin Tusi. https://www.dunyabizim.com /portre/turk-oklidi-nasiruddin-tusi-h4789.html 25 Ekim 2010; Merega rasathanesinden esinlenen Şahruh Han’ın oğlu, Timur Han’ın torunu olan Uluğ Bey Muhammed Turgay/Ta- ragay (796-853/1394-1449) Semerkant şehrini bir bilim ve kültür merkezi haline getirmiş­tir. Timur ölünce oğlu Şahruh imparator oldu, 1409 oğlu Uluğ Beyi Semerkand’a vali olarak atamasında şehrin bilim merkezi olmasının yeri büyüktür. 1447 yılında basasının ölümü üzerine tahta geçen Uluğ Bey, bütün Maveraünnehir’in hükümdarı oldu, ancak iki yıl sonar oğlu Abdüllatifin kiraladığı bir suikastçı tarafından öldürüldü. Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknikl, s. 64; Uluğ Bey, Zic-i uluğ Bey, s. 9, 17 vd.

[69] el-Fergani, Cevami ilm en-Nucum, s. 9-10; Dante, el-Ferganani’nin eserini iki Latince ve Fransızca çeviriye göre hazırlanan İtalyanca nüshalardan faydalandığı için bkz. Sezgin, İs­lam’da Bilim ve Teknik I s. 105; Ebu’l-Ala el-Marri’nin Dante’den önce el-Gufran risalesinde buna benzer tanımlamalar yaptığı da ortaya çıkmıştır. Kirmani, İslam Bilim Tarihi, s. 198­200; Nasr, İslam ’da Bilim ve Medeniyet-, s. 54; Şafak Ural, Bilim TarihiIII, Ağaç Yay., İstanbul, 1994, s. 9; Ronan; Bilim Talihi, 241

[70]   Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik Is. 1-2.

[71]   Fuat Sezgin, Geschichte des arabischen Schrilttums,Frar]k£uri, 1999, (11), s. 384 389; krş. Tu­ran: Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri, s. 134-136; İslam’da Bilim ve Teknik I, s.175; Henri Grosset-Grange, “İslam Denizcilik Bilimi”, İslam Bilim Tarihi, ed Rüşdi Raşid, s. 250 vd.

[72]   Semerkant, Buhara ve Gacvidan da üç önemli medrese kurmuştur. 1448 muazzam bir göz­lem evini Semerkant’da yaptırmıştır. Uluğ Bey, Zic-i Uluğ By,s. 17-19.

[73]   Ronan; Bilim Tarihi, s. 231-240; Rüşdi Raşid (ed. ve önsöz), İslam Bilim Tarihi, s. 8-9; Kirmani, İslam Bilim Tarihi, s. 156; Göker, Fen Bilimleri Tarihi, s . 255-259; a.mlf, Türk-İslam Astro­nomi Bilginleri ve GökyüzüBilgleri,s. 25 vd.

[74]   Burada “Arabistik” kavramını Heinrich Schipperges’den hareketle değerlendiren Sezgin “Arabizm yüzlerce yılı güçlü bir şekilde etkilemiş ve hala eklemekte olan ve onsuz modern dünyanın yapısını anlamayacağımız bir olgu” olarak belirtir.Sezgin, İslam’da Bilim ve Tek­nik I, s.1, 162; Ömer Hayyam için bkz. Göker, Fen Bilimleri Tarihiy. 441-448.

[75]   Mısır, özellikle Mezopotamya ilimleri Yunanlılar yoluyla Orta Çağ İslam dünyasına, geç Orta çağ Batı Avrupa uygarlığı aracılığıyla Yeniçağ Avrupa ilminin dirilmesi ve gelişmesinin te­melinde yer alır. Bkz. Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyaiılarda Matematik, Astrnomi ve Tıp, s. 1-2; Saraç, Bilim Tarihiy. 7 vd.; Ronan; Bilim Tarllıi, s . 13, 29.

[76]   Aydın Sayılı, “Bilimin Tarihsel gelişmesine Türklerin Katkıları”, Uluslararası İbn Türk, Ha- remzmi, Fârâbî, Beyruni ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri (9-12 Eylül 1985) ,Atatürk Kül­tür Merkezi Yayınları, Ankara, 1990, s. 5-6; Sezgin, İslam’da Bilim ve TeknikI, s. 2, 85-86; Turan: Fuat Sezgin:Bilim Tarihi Sohbetleri, s. 29.

[77]   Sezgin, İslam’da Bilim ve TeknikI, s. 97;. Roger Bacon, hikmetin birliği ve İbn Rüşd hakkında yazı yazdığı için birkaç yıl hapis yatmıştır. Felsefe yapabilmek için pozitif ilimlerden haberdar olmayı şart koşan Bacon, Opus Majus isimli eserinde döneminin düşünürlerinin hatalarını dört maddede açıklamıştır. Zayıf ve yetkisiz/değersiz otoriteye teslimiyet, eski alışkanlıklar yani geleneğin etkisinde kalmak, yaygın önyargıların hâkim olduğu cahil bir kamuoyu, kişinin cehaletinin gösterişli ve görünür bir akıllılık ile örtülmesi. Önemli olan burada Kutsal kitapla­rın otoritesini ilk kategoriye dâhil etmemesidir. Bu otorite akılla desteklenmeli, aklın da tec­rübeyle doğrulanması gerekir. Bacon bu tecrübeyi ikiye ayırır. İnsanın doğasından gelen mis­tik tecrübe ile dış sebeplerle elde edilen, vasıtaların yardımıyla desteklenen ve matematiğin kullanımıyla kesinleşen bilgisi. Bu gözlemin sağladığı delilin önemine olan inancını gösterir. Bu, üç yüzyıl kadar sonra büyük önem kazanacak bir tutumdu. Ronan, Bilim Tarihigs. 285.

[78]   Sezgin, İslam’da Bilim ve TeknikI, s. 134-160; Juan Vernet, Julio Samso, “İslam Biliminin En­dülüs’teki Gelişimi” İslam Bilim Tarihi,e& Rüşdi Raşid, s. 295 vd.; Saraç, Bilim Tarihi,s. 64-67.

[79]   Ali b. Abbas bu eseri Büveyhi hükümdarı Adud’uddevli Fenne Hüsrev (949-983) adına telif ettiği için Kamilü’s-Sınaati’t-Tıbbiye diye de tanınır. Batı da ise LiberReguis olarak bilinir. Göker, Fen Bilimleri Tarihi, s. 334-340; Göker, Haçlı seferlerini de İslam dünyasındaki bili­min Avrupa’ya nakledilmesinde beşinci yol, akrabalık ilişkilerini de altıncı yol olarak gör­mesi için bkz.s. 340-347.

[80]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 42-143.

[81]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 100, 134 vd.

[82]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknikl, s. 147-149; Kirmani, İslam Bilim Tarihiy. 156.

[83]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 153-154, 164.

[84]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknikl, s. 157-158; Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet, s. 55; Göker, Fen Bilimleri Tarihi,s. 272, 278.

[85]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 158-159; Nasr, İslam ve İlim, s.182-183; A.mlf, İslam’da Bilim ve Medeniyet.,s. 80-88.

[86]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 63; Kirmani, İslam Bilim Tarihiy. 254-255; İbn Haldun, Mukadime Osmanlı Tercümesi, Pirizade Mehmed Sahib, haz. Y. Yıldırım vd., Klasik Yay., İstanbul, 2008; Ülker Gürkan, “Montesqueeu Ve Kanunlarin Ruhu (Hukuk Sosyolojisi Açı­sından Bir Değerlendirme) http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/302/2834.pdf Bu­nunla birlikte “ilerlemek ve başarmak için için her şeyi mubah gören bir yapısı olduğunu, belki bundan dolayı Niccolo Machiavelli ile de mukayese edilebilir. O, malum olduğu üzere Prens/Hükümdar adlı kitabında manipülasyon yoluyla iktidarı elde etmeye ve kullanmaya ilişkin davranışları açıklamaktadır. Makyevelist kişi, diğerleriyle ilişkilerinde sürekli kazan­mak isteyen bir kişidir ve bu başarı tutkusu, onu sosyal manipülasyona götürmektedir. “İbn Haldun, Tunus sarayında çalışırken Faslıların ülkesine yönelik işgal hazırlıkları vardı. İbn Haldun onlara gerekli bilgiyi verdi. Buna rağmen Faslılar başarıya ulaşamayınca İbn Haldun hayatını kurtarmak için kaçtı. Fas’a gitti, Merini Sultanı Ebu Annan‘ın genel sekteri oldu. Daha sonra başka yerlerde daha iyi imkânlar olduğunu gören İbn Haldun, vezir olabilmek için Bicaye hükümdarı için yeni amirine de ihanet etti. Merini sultanı entrikayı fark etti ve İbn Haldun’u hapise attı. İki yıl yattı, bu arada Kostantine lideriyle yazıştı. İbn Haldun bu hükümdara da Tlemsen Sultanı için ihanet etti. Tlemsen Sultanına da Marakeş Sultanının gözüne girmek için ihanet etti. Aynı senaryo Marakeş ve Gırnata’da tekrarlanınca, İbn Hal­dun kötü şöhreti yüzünden Tunus’tan Atlantik’e kadar bütün Mağrib’te barınacak yer bu­lamadı. Doğu’ya yönelip Mısır’a geldi. Hükümdara hizmet etti. O zamanlar Şam’ı işgal etmiş olan Timurlenk’e tehlikeli bir görev için gönderildi. Görevi başarıyla tamamlayınca fazla­sıyla mükâfatlandırıldı. Bu ve benzeri görevleri başarıyla yerine getirmişti, çünkü mahir bir zekâya sahipti, zor meselelerde doğru kararlar veriyor ve diplomatik görevleri hakkıyla ya­pıyordu. Fakat Mağrib hasreti ağır bastı, gidip her şeye yeniden başlamak istedi. Ama ken­disini 774//1375 yılında İbn Selame kalesinde hapiste buldu. Burada hayatı boyunca dev­letlerin kaderi hakkında öğrendiklerini ve onların yükselme ve çöküşleri hakkındaki tecrü­belerini yazmanın zamanı geldiğini düşündü.” Raci ve Lamia Faruki, İslam Kültür Atlası, s. 339-340; Bununla birlikte “Makyavelizm” kavramını olumsuz durumları ifşa etme mekaniz­ması çerçevesinde daha derinlemesine anlama çabasına dikkat çekilmektedir. Makyave­lizm’in olumsuz durumları ifşa etme niyeti üzerindeki etkisini araştırılmalıdır. Bu amaca yönelik yapılan analizlerde, kurulan hipotez çerçevesinde Makyavelizm’in birinci ve üçüncü kişi olumsuz durum ifşa niyetini negatif yönde etkilediği tespit edilmesi için bkz. Özgür Demirtaş D. Mehmet Biçkes, “Makyavelizm’in Olumsuz Durumları İfşa Etme Niyeti Üzerindeki Etkisi: Bir Alan Çalışması” “İş, Güç” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynaklan Der­gisi, Nisan 2014, Cilt 16, Sayı 2, s. 98-112; http://dergipark.gov.tr/download/article- file/235963. Bu bağlamda Machiavelli’in hayatı boyunca hatta söz konusu eseri dışında yu­karıdaki Makyavelizm tanımını çağrıştıran ne bir eylem içinde olmuş ne de bir eser kaleme almadığını da belirtmek gerekir. “ Hükümdarı kaleme aldığı dönemden (1513) kısa bir za­man önce siyasetten (aslında iktidarın bir parçası olmaktan denmeli) uzaklaştırılmıştı (1512). Hükümdardan önce başlayıp ondan sonra tamamladığı Discourse’nin yazarı Mac- hiavelli ile Hükümdarın yazarı olan Machiavelli farklı iki yazar gibidir. Zira birinde bir dava adamı gibi görünür iken diğerinde gerçekçidir. Dolayısıyla Machiavelli’yi anlamaya çalışan­lar farklı iki siyaset hakkında yazan insanla karşılaşırlar.” Ahmet Kesgin, Machiavelli ve Makyevelizm” Beytulhikme Dergisi, 5, (1), Haziran 2015, s. 107 vd; http://dergipark.gov.tr/ download/article-file/40602 .

[87] Latince de Geber ismiyle yayımlanan bir dizi eserin Cabir külliyatına ait olanların tercümesi olduğu iddiası ve ayrıntılı müzakere için bkz. Nasr, İslam ’da Bilim ve Medeniyet,s. 40-41.

[88]   Kindi, “Risale fı Kemiyeti Kutubi Aristutalis ve ma Yuhtacı ileyhi fi Tahsili’l-Felsefe”, Kindî Felsefi Risaleler, çev. Mahmut Kaya, İstanbul, 2002, s. 17, 263; Saçaklızade, Tertibu’l-Ulum, mukaddime, Arapçası, s.14-16; Uyanık, “İslam Medeniyeti ve Felsefesinin Teşekkülünde İlk Bilim Tasnifleri”, s. 64-67; Ömer Türker, İslam Düşüncesinde İlimler Tasnifi, Sosyoloji Der­gisi, 3, ( 22), 2011, s. 534 vd

[89]   Doğan Uçar, “Turkish Cartography in the 16 th Century” Science in İslâmic Civilisation, edit. E. İhsanoğlu ve Feza Günergun, Ircica, İst., 2000, s. 213; Edward S. Kennedy, “Matematiksel Coğrafya” İslam Bilim Tarihi,edit\ Rüşdi Raşid, s. 227, 237-238; Saraç, Bilim Tarihi,s. 45-46.

[90]   Fârâbî, “Kitabu’l-Burhan”, el-Mantik mde’l-Fârâbî, tahk. Macit Fahri, Beyrut, 1986, s. 53; “Ki- tabu’l-Cem beyne Ra’ye’l-Hâkimeyn”, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri içinde, çev. Mahmut Kaya, İstanbul, 2003, s. 151-181.

[91]   Saçaklızade, Tertibu’l-Ulum, Mukaddime, Arapçası s.17-19; Mevlüt Uyanık, “İslami İlim Kavramsallaştırması”, İslamiyat, 6, (4), 2003, s. 13-36.

[92]   Fârâbî, İlimlerin Sayımı, s. 78 vd.; krş. Dil ilminin doğuşu ve gelişimine dair literatür için bkz. Sezgin, Tarihu’t-Turasi’l-Arabi, Riyad 1988/1408, 8, (kısım 1), s. 13 vd.

[93]   Mevlüt Uyanık, Çağdaş İslam Bilimine GişAnkara, 2012, s. 38-39; İslam akaidi ve tasavvuf disiplinine dair Hasan Basri’den itibaren başlayan literatür için bkz. Sezgin, Tarihu’t-tu- rasi’l-Arabi, Riyad 1983/1403, 1, (Kısım 4, s. 9 vd.; Nev’i Efendi, (Yahya b. Pir ali b. Nasuh: d.940/1533) İlimlerin Özü (Netayic el-Fünün), Master tezi olarak çalışan Ömer Tolgay ya­yına hazırlamış, İnsan Yay., İstanbul, 1995, s. 58.

[94]   Uçar, “Turkish Cartography in the 16 th Century” s. 212-226.

[95]   Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 173-174; Turan, Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri,s. 24-25,30-34, 43,116-117,118; Hâkimi, İslam Bilim Tarihi, s. 151; Biruni aynı zamanda farma­koloji yani eczacılık disiplinini müstakil disiplin haline getirendir. İsmail ve Lamia Faruki, İslam Kültür Atlası, s. 358; Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet, s. 50; Hilmi Ziya Ülken, İslam Felsefesi, Ankara, 1967, s. 88; Zeki Velidi Toğan, “Biruni” md, İslam Ansiklopedisi, c 2, İstan­bul, 1961, s. 639; Aydın Sayılı da Beyruniye Armağan, TTK, Ank., 1974, VII dizi, sayı 68, s. 39.

[96]   Turan, Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri,s. 51-52, 78.

[97]   Turan: Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri,s. 29-30,33, 77.

[98]   Doğan Uçar, “Turkish Cartography in the 16 th Century” Science in İslâmic Civilisation,edit. E. İhsanoğlu ve Feza Günergun, Ircica, İstanbul, 2000, s. 213; krş. Sevim Tekeli, “Map ofjapan by a Turk Mahmud of Kashgar” Erdem, I (3), 1985, s. 665-671.

[99]   Müderris/profesörlerin ataması başlangıç dersini üst seviyedeki idarecilerin ve asillerin bu­lunduğu ders sonunda bakanlıkça yapılıyordu. Yeni atamanın onuruna verilen yemek Ha- life’nin huzurunda akademik bir tartışmayla gerçekleşiyordu. Tartışmalar için görevli mü­derrisler ve müzakereci asistanlar bulunuyordu. Bu açıdan nizamiye medresesi İslam’daki yüksekokul kurumlarına genel ders planını getirmiş olan ilk eğitim kurumudur. Bu sistem Mustansiriye medresesinde (1227) daha da geliştirilmiştir. 1232 yılında Dicle nehrinin sol ta­rafında tamamlanan şeklinde özel bir bina tıp, farmakoloji/ilaç bilim ve tabiat bilimleri eği­timine ayrılmıştı. Burada bir hastane, merkezi yemekhane, hamamlar vardı. Sezgin, İslam’da Bilim ve TeknikI,s. 163-164; Turan: Fuat Sezgin:Bilim Tarihi Sohbetleri,s. 120-121; Kirmani, İslam Bilim Tarihi, s. 162-163; Farmokoloji/eczacılık için bkz. İsmail ve Lamia Faruki, İslam Kültür Atlası,s. 358 vd.; Nasr, İslam ve Uim,s. 187-190; İslam’da Bilim ve Medeniyet,s. 69-79.

[100] M. Hulusi Lekesiz, “Ottoman Scientific Mentality: An Essay on its Formation, Development and Decline” Science in İslâmic Civilisation, edit. E.İhsanoğlu ve Feza Günergun, Ircica, İs­tanbul, 2000, s. 38-39; Ronan; Bilim Tarihi, s . 32-33, 65.

[101] Bu eserin Latinceye çevrilmesi müzik teorisi alanında önemli katkılar yapmıştır. 12. yüzyılın ortalarında musica mundana, humana ve instrumentais (evren, insan ve enstrüman müziği) bölümlemeye ek olarak musica speculative activa (teorik ve pratik müzik) bölümüyle tanıştı. Bu sınıflama aktif müzisyenin eyleminden türemekte olup, ya gözlemlemeyen ve araştıran ya da aktif olabilir. Sezgin, Bilim ve Teknik I, s. 89-90. Ruhi rahatsızlıkların çalgı ve melodiler yo­luyla dizginlenmesi Müslümanların arasında önemli bir tedavi şekliydi. Bunu eski Yunan teo­risinden ve geç dönem antikite pratik tecrübelerinden geliştirmişlerdi. Ayrıca Sasani döne­minde farsların melankoloyi müzik yoluyla iyileştirmeye çalıştıklarından da haberdardılar. Müslüman filozof bilim insanları bu birikimi, Platon sonrası ahlak öğretesinin bedenin dört temel sıvısı ile ud telleri arasında bağlantı kurarak yeni teoriler geliştirdiler ve uygulamaya geçirdiler. Çünkü sihir ve gayri ilmi eski alışkanlıkların Kur’an ve Hadis’te kınanması, Müslü­manları gerçek tıp ilmine ve toplum sağlığına yöneltmiştir. Özellikle Peygamberimizin “Ey insanlar hastalıklarınızı tıbbı yoldan tedavi ediniz. Allah tedavisini yaratmadığı hiçbir hastalık yaratmamıştır. Her hastalığın bir ilacı vardı, o bulunur ve tatbik edilirse o Allah’ın izni ile o iyi olur” demiştir. Ses sanatı (hendese-i savt) için bkz. İsmail ve Lamia Faruki, İslam Kültür Atlası, s. 354, 466 vd.; Nasr, İslam ve llim,s. 153 vd; a.mlf, İslam’da Bilim ve Medeniyet,s. 152.

[102] Sezgin, Bibliographie der deutschhsprachigen Arabistik und İslamkunde: Arabicshe Sparche, Pilologie, Frankfurt 199/1411, (11), s. 208 vd.; Nasr, İslam ve İlim, s. 52 vd.; A.mlf, İslam’da Bilim ve Medeniyet,s. 88; Kirmani, İslam Bilim Tarihi, s. 163.

[103] Fârâbî, İlimlerin Sayımı, çev. M. Uyanık ve A. Akyol, Ankara, 2017, s. 13-73.

[104] Fârâbî’nin İslam felsefesinin kurucu filozofu olması ve vahdeti vücûd nazariyesi açısından tahlili için bkz. Sayılı, “Bilimin Tarihsel gelişmesine Türklerin Katkıları” Uluslararası îbn Türk, Haremzmi, Fârâbî, Beyruni ve îbn Sina Sempozyumu Bildirileri (9-12 Eylül1985)s. 17; Farab şehrinin kültür merkezi olması için bkz. Emel Esin, “Fârâbî’nin Vatanında İki Kültür Merkezi: Kengü-Tarban(d) ve Sayram, aynı eser içinde, s. 40.

[105] Temellendirme için bkz. Mevlüt Uyanık, “Küreselleşen Dünya ve Ortadoğu Müslümanları, Yeni Dünya Dergisi, yıl.3, sayı.30,1996, s. 14-15; Selef Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, Araştırma Yay. Ankara, 2016, s. 135 vd.; Barışçıl Bir Dünya İçin İlahi Dinler ve Çoğulcu Ev­rensellik Tasarımları”, “Uluslararası Dini Araştırmalar ve Küresel Barış Sempozyumu, Bosna HersekSaraybosna. 19-21 Mayıs 2016”Sempozyumu.

[106] Saçaklızade, Tertibu’l-Ulum, Mukaddime, s.68-69.

[107] Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet.,s. 32, 48.

[108] Bu bağlamda Sezgin, Bibliographie der deutschhsprachigen Arabistik und İslamkunde. Arabicshe Sparche, Pilologie, Frankfurt 1991/1411 adlı eserinin 3. Ciltini, şiire ayırır. Burada Arab ve Aristotelesci şiir geleneği, aruz, istiare, teşsih, kaside, muaallakat vb hakkında ay­rıntılı bilgi verir. Bkz. s.3 vd; Taıihu’t-turasil-Arabi, Riyad 1983/1403, 2, (kısım 2), s. 3 vd.; aynı cilt kısım 3 da buna tahsis edilmiştir.

[109] Saçaklızade, Tertibu’l-Ulum, mukaddime, Arapçası, s. 27, Türkçesi s. 53; Nasr, İslam’da Bi­lim ve Medeniyet, s. 60.

[110] Nev’i Efendi, Netayic el-Fünün,s. 141-154, 225-229.

[111] İbn Sina, Kitabu’ş-Şifa: Fizik I çev. M. Macit ve F. Özpilavcı, İstanbul, 2005, s. VX; Metafi- zik/ilahi ilim hakkındaki felsefi fikri şöyledir. İlahi ilmin konusu, ayırt edici akli varlıktır. Bu ilim, mutlak varlığı araştırır. Sınırı bir taraftan diğer ilimlerin kendisinden sudur ettiği nokta, diğer yandan vacibu’l-vucud’un başladığı noktadır. Zorunlu varlık ne bir türe ne de bir sınırlandırmaya veya delillendirme çerçevesine dâhil değildir. O, nicelik, nitelik, mekân, yürüme ve hareketten uzaktır. Onun benzeri, ortağı ve zıttı yoktur. O tekdir. Çünkü o, ba­sittir, gerçek veya farazi parçalara bölünmez. “Saçaklızade, Tertibu’l-Ulum, Mukaddime, Arapçası s. 29, Türkçesi, s. 71.

[112] Nasr, İslam ve llim,s. 75-88; a.mlf, İslam’da Bilim ve Medeniyetti. 157.

[113] Juan Vernet, Julio Samso, “İslam Biliminin Endülüs’teki Gelişimi” İslam Bilim 7arihi, edit. Rüşdi Raşid, s. 320; Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet, s. 191-192, 200 vd.; Nev’i Efendi, Ne- tayic el-Fünün,s. 59.

[114] Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik I, s. 178-179.

[115] Nasr, İslâm ve İlim, s . 14; “İslâm ve Çevre Bunalımı”, çev. M. Uyanık, İslâmî Araştırmalar Dergisi-, 4, (3), 1990, s. 155-174; Uyanık, Çağdaş İslam Bilimine Giriş, s. 27; Bilimsel Sürece dair açıklamalar için bkz. Açıkgenç, İslam Medeniyetinde Bilgi ve Bilimy. 59.

[116] Roğer Garaudy, 20. YüzyılBiyografsi, çev. A. Z. Ünal, Fecr Yay., Ankara, 1989, s. 261-29; Mevlüt Uyanık, “Değişmeyen Yeni Üzerine Düşünceler”, Kitap Dergisi, 44-45, 1990, s. 152­153

[117] Mevlüt Uyanık, İslam İnanç Esasları, Esin Yay., Ankara, 1997, s. 9 vd.

[118] Mevlüt Uyanık, “Çağdaş İslam Düşüncesi Bağlamında Varoluşsal Arayışlar Olarak “Bilginin İslamileştirilmesi” ve “İslami Bilim” Projeleri”, s. 59-194; Yitik Medeniyetimizin İzlerini Ta­kip Ederek Yeniden Diriltmek” Diyanet Aylık Deg,(302), Şubat 2016, s. 26-29; “1980 Sonrası (İslamcı) Dergilerde Bilgi-Bilim Tasavvurları” http://www.kirmizilar.com/tr/in- dex.php/guncel-yazilar3/3241-1980-sonrasi-islâmd-dergilerde-bilgi-bilim-tasawurlari 09/04/2018; Mustafa Armağan (ed.), İslam Bilimi Tartışmaları,İr&an Yay. İst. 1990, s. 11-25.

———————————————-

[i] Keşf-i Kadîmden Vaz’-ı Cedîde İSLÂM BİLİM TARİHİ VE FELSEFESİ, (Editörler: İbrahim ÖZCOŞAR, Ali KARAKAŞ, Mustafa ÖZTÜRK, Sıracettin ASLAN), ISBN 978-605-4239-83-2, Yayınevi Sertifika Numarası – 14320; 1. Baskı, Divan Kitap, 2019,

[ii] Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Yazar
Mevlüt UYANIK

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen