Enformasyon, İdeoloji ve Emperyal Siyasetin Sınırları: Osmanlı-Habsburg Rekabeti Bağlamında Osmanlı Büyük (Grand) Stratejisi 

Enformasyon, İdeoloji ve Emperyal Siyasetin Sınırları: Osmanlı-Habsburg Rekabeti Bağlamında Osmanlı Büyük (Grand) Stratejisi[1]

 

Prof.Dr. Gabor AGOSTON[i]


GİRİŞ

Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ABD’nin tek egemen küresel güç olarak ortaya çıkmasıyla birlikte imparatorluklar hakkında yeniden filizlenen literatür, çoğunlukla “modern” imparatorluk­lara, özellikle de Britanya İmparatorluğu’na ve hakeza uzun bir “emperyal inkarın” ardından “Amerikan İmparatorluğu”na odak­lanmıştır. Bu literatür, Osmanlılar da dahil olmak üzere premo­dern imparatorluklara tek tük göndermeler yapsa da, Osmanlı İmparatorluğu genellikle yakın zamanlardaki çalışmalarda tali konumdadır ve Osmanlı tarihi geniş bir kamuoyu için egzotik ni­telikte olmayı sürdürmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sözde muhafazakârlığı, değişmezliği ve geriliğiyle ilgili Oryantalist ve Avrupamerkezci tarihyazımının yarattığı eski mitlerin çoğu hâlâ uzman olmayan tarihçiliğe hâkim durumdadır. 11 Eylül sonra­sında siyasetin yönlendirdiği dünyamızda, Oryantalist ve Batılı önyargılar yeniden gelişip serpilmekte ve Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki tarihyazımının (özellikle Osmanlı’nın halefi olan devletlerde) ön plána çıkardığı ve Marksist ve Weberyen sosyal bilimlerin altını çizdiği eski basit genellemeler durmaksızın tek­rarlanmaktadır. Bu çalışmalarda Osmanlı İmparatorluğu ve onun Müslüman rakipleri (Safevi İran’ı ve Hint Türk İmparatorluğu) daha on altıncı yüzyılın sonlarında, yükselen “modern” İngiliz, Hollanda ve Fransız deniz imparatorluklarının gerisinde kalarak başarısızlığa uğramış teşebbüsler olarak resmedilmektedir.[2]

Osmanlı İmparatorluğu üzerine çalışanlar “Osmanlı gerilemesi” paradigması hakkında ciddi şüpheler taşımaktadırlar.[3] Osman­lı, Habsburg, Rus ve Moğol imparatorlukları hakkında yapılan karşılaştırmalı incelemelerde, bu emperyal merkezlerin ciddi bir dinamizm taşıdığı görülmüştür. Söz konusu çalışmalar, Osmanlı İmparatorluğu’nu karşılaştırmalı bir bakış açısıyla incelemenin, aynı zamanda hem şimdiye dek pek anlaşılmamış olan premodern imparatorluklar hakkındaki bilgilerimizi ciddi anlamda genişlettiği­ni, hem de Osmanlı’nın emperyal rakiplerini daha iyi kavramamıza yardımcı olduğunu göstermektedir.[4] Osmanlı İmparatorlu ğ u hak­kında özel alanlara yoğunlaşmış çalışmalar, OsmanlIların taşranın ve sınır bölgelerinin idaresi, mali ve ekonomik politikalar veya savaş ve savaş endüstrisi gibi çeşitli alanlarda ne kadar esnek ve pragmatik olduklarını kanıtlamaktadır.[5]

Osmanlı-Habsburg emperyal rekabeti bağlamında Osmanlı “büyük stratejisi”nin unsurlarını ele alan bu bölüm, Osmanlı İm­paratorluğu hakkında yeni ortaya çıkmakta olan bu karşılaştırmalı çalışmalara bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Diğer imparator­lukların tarihçileri bu devletlerin emperyal politikalarının oluşum sürecini ve güçlü ve zayıf yönlerini açıklamak için (devletlerin jeopolitik, askerî, ekonomik ve kültürel olanaklarına ilişkin küresel bir vizyon anlamında) büyük strateji kavramından faydalanmışlar­dır. Bu kavram geçmiş imparatorlukların karar alıcıları tarafından bilinmiyor olsa da, yakın zamanda yapılan bilimsel çalışmalar geçmişteki emperyal politikalara kaynaklık eden ve bu politikaları hayata geçirmek için gereken ekonomik ve insani kaynakları sefer­ber eden bu tip küresel stratejik vizyonları tespit etmenin ve yeniden gözümüzde canlandırmanın mümkün olduğunu göstermektedir.[6]

Bu bölümün başlıca amacı on altıncı yüzyılda Osmanlı büyük stratejisini veya böyle bir stratejinin olup olmadığını tartışmaya açmaktır. Bu makale, Osmanlı-Habsburg ve Osmanlı-Rus rekabe­tinin yaşandığı bir dönemde Osmanlı’nın jeopolitiğini, emperyal ideolojisini, ekonomisini ve askerî durumunu ele alan ve halen devam etmekte olan araştırma projemizde varılan ilk sonuçları içermektedir.

Ana tez, Osmanlı büyük stratejisi olarak adlandırabilecek yak­laşımın oluşumuna Kanuni Sultan Süleyman (1520-66) döneminde tanık olunmaya başlandığı şeklindedir. Bu oluşum süreci, emperyal bir ideolojinin ve bir evrensel imparatorluk vizyonunun formülas- yonunu; Osmanlıların Avrupa siyasetine ve siyasal kültürüne enteg­re olmasına yardım eden imparatorluk sınırları içinde ve dışındaki enformasyon toplama faaliyetlerini; bir dereceye kadar Osmanlı­ların istihbarat toplama kanalları sayesinde elde ettikleri bilgilere dayanan ve Osmanlıların emperyal vizyonunu genişleten bir dış politika ve propagandanın titizlikle geliştirilmesini ve imparator­luğun insani, ekonomik ve askerî gücünün emperyal politikanın hizmetine koşulmasını da kapsamaktadır. Makale, aynı zamanda bu büyük stratejinin uygulamada epey pragmatizm ve esneklik içerdiğini göstermektedir. Osmanlı gücünün meşrulaştırılması konusunda, bilhassa ülke içinde ideoloji ve propaganda önemli olmakla birlikte; siyasal kararlar, tıpkı İspanya ve Avusturya’da olduğu gibi, siyasal seçeneklerin ve istihbaratın titiz bir şekilde analiz edilmesinden sonra alınıyordu. Bu bakımdan Osmanlılar ve onların rakibi olan Habsburglar “modern” ve rasyonel İngiliz, Hollanda ve Fransız denizaşırı imparatorluklarından pek farklı değillerdi.

Kanuni Sultan Süleyman’ın benimsediği büyük stratejinin pek çok unsuru daha kendinden önceki padişahlar döneminde de mevcuttu. Ne var ki, on altıncı yüzyılın ilk on yıllık döneminde değişen jeopolitik koşullar, en önemlisi Safevilerin ve Habsburgla- rın Osmanlıların temel rakipleri olarak ortaya çıkmaları, emperyal stratejide yeni düzenlemeler yapılmasını gerektirdi. Bu makale Habsburg-Osmanlı rekabeti bağlamında Osmanlı emperyal ide­olojisinin gelişmesi ve enformasyon toplama faaliyetleri üzerin­de odaklanmaktadır. Gerçi on altıncı yüzyılın ilk yarısında gerek Habsburglar gerekse Osmanlılar başka birçok siyasal yükümlü­lükle karşı karşıyaydı (örneğin Habsburglar Alman Protestanlığı ve Fransa’yla meşguldü, benzer şekilde Safevi Şiiliği Osmanlı topraklarını Habsburglar’ın Akdeniz’deki ilerleyişinden daha çok tehdit ediyordu), yine de Habsburg-Osmanlı rekabeti uluslararası politikanın ana gövdelerinden birini oluşturmaya devam etti. Yakın zamanda, Osmanlı ve Habsburg emperyal ideolojilerini ve siyasal propagandalarını -ki en etkili şekliyle Sadrazam İbrahim Paşa (1523­1536) ve V. Şarlken’in şansölyesi Mercurino Arborio de Gattinara (1518-1530) tarafından geliştirilmişlerdir- karşılaştırdığım bir ça­lışmamda dinin, milenyumculuğun ve birbiriyle rekabet halindeki Habsburg ve Osmanlı evrensel imparatorluk vizyonlarının, iki hü­kümdarın kendi imparatorlukları içinde ve daha geniş Müslüman ve Hıristiyan toplumlar nezdinde meşruiyetlerini güçlendirmek için nasıl kullanıldığını göstermeye çalıştım. Ayrıca gerek Habs- burgların Müslüman Osmanlı’ya (ve Protestan Almanlara), gerekse Osmanlıların Katolik Habsburglara (ve Şii Safevilere) karşı elde ettikleri askerî başarıların Habsburg ve Osmanlı propagandasının tamamlayıcı bir parçası olduğunu gösterdim.[7] İdeolojinin Osmanlı Devleti’nin stratejik ve politik tercihlerinde sanıldığından daha büyük bir rol oynadığını söylemekle birlikte, imparatorluğun on altıncı yüzyılın ilk yarısında haricî ve askerî ilişkilerinin gündelik işleyişinde karşılaştığı pek çok sorunun çözümünde ideolojiden ziyade pragmatik bir yaklaşıma dayandığını da ileri sürdüm. Bu koşullar altında İstanbul’un rakipleri hakkında sürekli güncellenen enformasyona sahip olması, aynı zamanda Habsburgların evrensel egemenlik iddia ve arzusuna karşı koymaya çalışan uygulanabilir bir Osmanlı dış politikasının da olmazsa olmaz bir koşuluydu.

 

OSMANLI’DA İSTİHBARAT VE İLETİŞİM

Osmanlı’nın enformasyon toplama ve karar alma süreçleri erken modern Osmanlı tarihinin en az anlaşılmış konularından biridir. Dolayısıyla, Osmanlıların Avrupa hakkındaki sözde bilgisizliği, Avrupa siyasetini güya yeterince kavrayamamış olmaları ve Avrupa meselelerindeki dış politika tercihlerinin hatalı oluşu yönündeki kapsamlı genellemelerin sürekli olarak literatürde yeniden su yü­züne çıkmasına pek de şaşmamak gerekir. Bu hükümler sadece anekdotlara dayalı kanıtlara dayanmakla kalmazlar, aynı zaman­da sanki Osmanlı kurumları ve karar alma teknikleri devletin ilk kurulduğu 1300’lerden Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar hiç değişmemiş gibi, statik bir Osmanlı tarihi görüşü sunarlar.[8] Gerek Osmanlı kaynaklarının kendine has özellikleri ve kullanım zorlukları, gerekse Osmanlı istihbarat ve veri toplama faaliyetleri hakkındaki araştırmaların eksikliği sebebiyle, Osmanlı tarihçileri örneğin Venedikliler veya İspanyol Habsburglarının enformasyon toplama ve değerlendirme faaliyetleriyle ilgili sahip olduğumuz incelikli çalışmaları hayal bile edemezler.[9] Ne var ki, eldeki kanıtlar on altıncı yüzyılda Osmanlılar’ın da rakiplerine karşı benzer bir şekilde düzgün bir enformasyon toplama ağına sahip olduğunu göstermektedir. Bu kanıtlara dayanarak, bu ağın ana katmanlarını ortaya çıkarmak o kadar zor değildir.

Ortaçağ Müslüman devletlerinin ve onların halefi olan Selçuk­luların örneğini takip eden Osmanlılar içerde ve dışarda enfor­masyon toplamaya büyük önem vermişlerdir. Onaltıncı yüzyılın Osmanlı bürokrat ve tarihçisi Gelibolulu Mustafa Ali bunu şöyle ifade etmektedir: iyi bir hükümdar gizli casuslar kullanmazsa, devletin ve halkın koşullarım tetkik etmezse, sadece vezirlerine sorup onların verdiği bilgilere inanmakla yetinirse ve sır ortağı konumunda olan ağaların kendisini sadece münferit olarak bilgilendirmesini emrederse; bu ihmalinin bedelini kendi hakkaniyetini, ordusunun kendisine duyduğu saygı ve korkuyu, vezirleri arasındaki birliği ve uyruklarının rahat ve huzurunu kaybederek öder. Çünkü liderlik ve gözetim adeta bir ikiz kardeş haline gelmedikçe ve zulmeden hainler hak ettikleri karşılığı almadıkça ne dünyadaki memleketler gelişip zenginleşir, ne de halkların yaşamı ve rızkları emniyet ve güven içinde olur.[10]

Yurtiçi istihbarat, ba ş ka yolların yanı sıra, yeniçeriler aracılı ğıyla toplanıyordu. Padişaha bağlı devamlı piyade birliklerindeki elit askerlerden oluşan yeniçeriler aynı zamanda askerî polis vazifesi de görüyor ve iç güvenlik ve gözetim açısından önemli bir rol üstle­niyorlardı. Yeniçeri ustaları (düşük rütbeli subaylar) gözetimindeki ajanlar basit kıyafetler içinde İstanbul ve diğer yerlerdeki çarşı, pazar, kahvehane ve eğlence yerlerine gönderiliyor ve Sadrazam’a günlük raporlar hazırlıyorlardı.[11] Merkez ve taşradaki Osmanlı yetkilileri de benzer bir şekilde çok sayıda muhbir çalıştırıyorlardı. Beylerbeyi ve sancak beyleriyle kadılar arasındaki iş bölümü sadece mahalli Osmanlı yetkililerinin gücünü dengelemekle kalmıyor, aynı zamanda vilayetlerdeki enformasyon toplama sürecinde bir kont­rol mekanizması işlevini yerine getiriyordu. Divan’da muhbirler veya mahalli Osmanlı yetkilileri tarafından iletilen konularla ilgili alınan sayısız karara bakıldığında, vilayetlerden gelen bilgilerin zina ve fuhuştan mahalli yetkililerin ve askerlerin yolsuzluk ve suiistimallerine dek çok çeşitli konulara ilişkin olduğu görülmekte­dir.[12] Mühimme defterlerine kaydedilen Hatt-ı Hümayunlar’da ele alınan konular, ayrıca merkezi hükümet ve onun mahalli ajanları tarafından ciddi bir enformasyon tabanlı gözetimin söz konusu olduğunu göstermektedir. Bu, üzerinde daha derin çalışmalar yapılmaya layık bir konudur.

Öyle görünüyor ki Osmanlılar, II. Philip’in başlattığı ancak kısmen sonuçlandırabildiği girişime[13] benzer bir şekilde, hüküm­darın topraklarının genel “haritasının çıkarılması” işine hiçbir za­man girişmediler. Buna karşın Osmanlı İmparatorluğu’nun Sultan Süleyman zamanında, düzenli ve insana şaşkınlık verecek ölçüde sistematik tahrirler (toprakları ve bu topraklardan elde edilen gelirleri gösteren kayıtlar) aracılığıyla “haritasının çıkarılması”, İstanbul hükümetine ve onun mahalli idarecilerine, Osmanlı’nın vilayetlerden küçük idari birimlerinde yaşayan nüfusun büyüklü­ğü, bileşimi ve ekonomik koşulları hakkında kapsamlı ve düzenli bir veri tabanı sağladı. Osmanlı vergi kayıtları, belki de Osmanlı tarihinin üzerinde en iyi çalışılmış belgeleridir;[14] buna kar şın gerek imparatorluğun veri toplama ve işleme olanaklarının değerlendiril­mesinde, gerekse erken modern Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu özellikler ve tebaasıyla kurduğu ilişkilerin enformasyon tabanlı gözetim bağlamında ayrıntılı olarak incelenmesinde şimdiye dek bu belgelerden faydalanılmamıştır. Yine de Osmanlı karar alıcıla­rının elinde çok miktarda ve çeşitli türlerde veri kaynağı olduğu söylenebilir. Toprakları ve buralardan elde edilen gelirleri gösteren ayrıntılı (mufassal) ve özet (icmâl) defterler; vergilendirme ve vergi­lerle ilgili belli başlı düzenlemeleri özetleyen ve genellikle birçok Osmanlı öncesi düzenlemeyi de kayda geçiren liva kanunnameleri;[15] verilen tımarları günlük olarak kaydeden defterler;[16] Defterdarlık’ta bulunan çok sayıda mali kayıt;[17] Hatt-ı Hümayunlar[18] ve benzeri belgeler söz konusu veri kaynakları arasındadır. Divan’daki karar alıcılar bu kayıtlara ihtiyaç duyduklarında ya da davacılar veya düşük rütbeli yetkililer tarafından kendilerine sunulan verilerin geçerliliğini kontrol etmek zorunda kaldıklarında, istedikleri za­man ihtiyaçları olan bilgiyi ilgili dairelerden elde edebiliyorlardı. Ordu gittiği yerlere en önemli defterleri de beraberinde götürdüğü için, ordu sefere çıktığında hızlı bir şekilde hareket edilmesine imkân sağlayan verilere savaş zamanında bile ulaşılabiliyordu.[19] Bu tür kayıtlar İstanbul hükümetine “uzun bir kurumsal hafıza” sağlıyordu.[20]

Osmanlı Devleti yurt içindeki veri ve istihbarat toplama faaliyet­lerine ek olarak komşu ve düşmanları hakkında da bilgi topluyordu. Bu istihbarat faaliyeti düşmanların özellikle Osmanlı karşısındaki siyasal kararları ve siyasetleriyle ilgili olduğu kadar bu ülkelerin askerî ve ekonomik açıdan sahip olduğu güç ve zaaflarla da ilgi­liydi. Bu alanda Osmanlıların enformasyon toplama faaliyetlerinin dört düzeyde gerçekleştiği söylenebilir: (1) İstanbul’daki merkezi istihbarat; (2) Osmanlı’nın mahalli yetkililerinin, bilhassa da sınır bölgelerindeki yetkililerin topladığı enformasyon; (3) İstanbul’a bağlı devletlerin topladığı istihbarat ve (4) Osmanlı casuslarının ya­bancı ülkelerde yürüttüğü casusluk ve karşı casusluk faaliyetleri.[21]

İstanbul’daki İstihbarat Faaliyetleri

Osmanlı enformasyon toplama faaliyetleri hiçbir zaman Venedik ve İspanyol istihbarat servislerinin karmaşıklık ve çok yönlülük düzeyine ulaşamamış olsa da, Osmanlı yöneticilerine pekâlâ hizmet etmiştir. Çağdaşları çoğu zaman Osmanlıların gerek Avrupa’da­ki belli başlı siyasal ve askerî olaylar hakkında, gerekse daha az önem taşıyan siyasal kararlar hakkında nasıl olup da bu kadar iyi bilgi sahibi olduklarına şaşmışlardır. Eylül 1569’da Venedik Tersanesi’nde çıkan yangın ve İ spanyol Armadası’nın 1588’deki yenilgisiyle ilgili haberler bunun en çarpıcı örneklerinden sadece ikisidir. Osmanlıların 1569 tersane yangınını, Avrupa’da çok sayıda temsilcisi ve geniş bir ticari ilişkiler ağı bulunan nüfuzlu Yahudi ailesi Mendesler’e mensup olan ve İstanbul’a yerleşip çok sayı­da sadrazamın sırdaşı konumuna gelen Yasef Nasi’den çabucak öğrenmiş olması manidardır.[22] Bu bakımdan, Sultan Süleyman’ın Nasi’yi “içinde Hıristiyan dünyasındaki bütün gelişmeleri gördü­ğü ve bütün ülkeler hakkında bilgi edindiği bir ayna” olarak tarif etmesine şaşmamak gerekir.[23] 1569 Venedik tersane yangınıyla ilgili bilgi sahibi olunmasının ve bu konudaki haberlerin manipüle edil­mesinin San Marko Cumhuriyeti’ne karşı girişilen savaşta hayati öneme sahip olduğu anlaşılmıştır. Savaş yanlısı siyasetten yana olanlar yangının Venedik donanmasına verdiği hasarı abartarak rakiplerine karşı başarı kazanmışlardır.

Bu konudaki diğer örneğimiz de bir o kadar çarpıcıdır. 1588’de Osmanlı sadrazamına İngiltere’nin İspanya’nın “yenilmez Arma­dası” karşısındaki zaferini haber vermeye can atan İngiliz büyükel­çisi, Osmanlı hükümetinin savaşın sonuçlarını çoktan Don Alvaro Mendes, namı diğer Salomon Aben Yaeş’ten öğrendiğini görünce çok şaşırmıştı. Kraliçe Elizabeth’in özel doktorunun eniştesi olan Salomon Aben Yaeş 1585’te İstanbul’a yerleşmiş ve Yasef Nasi’nin Osmanlı sarayındaki nüfuz sahibi konumunu devralmıştı. İspanyol Armadası’nın yok edilmesiyle ilgili bilgi çok daha önemliydi, zira İstanbul’daki Dubrovnik temsilcilerinin deniz savaşının İspanyol zaferiyle sona erdiğini iddia etmesi besbelli ki Osmanlı başkentinde ciddi bir endişe yaratmıştı.[24]

Enformasyon toplama ve Osmanlı karar alma süreçlerine etki etme konusundaki rolleri çoğu zaman abartılan padişahın Yahudi tebaasının yanı sıra, Osmanlı’ya gönderilen Avrupalı elçilerden ve İstanbul’daki Avrupalı elçilik personelinden de istihbarat alı­nıyordu. Osmanlı idarecilerinin Avrupalı elçilerden bilgi edinme konusundaki başarılarının göstergelerinden biri, Macaristan’ın stratejik bakımdan en önemli garnizonlarını listeleyen, ki meçhul yazara göre bunların fethedilmeleri arzu edilmektedir, Macar ka­lelerini gösteren bir defterdir. Burada kaleler sahiplerine göre liste- lenmiştir. Bunlar Macaristan’ın en önde gelen aristokrat ve devlet adamlarıdır. Ayrıca kalelerin mevkii ve yakın tarihleri hakkında kısa değerlendirmeler de bulunmaktadır. Rapordaki bilgiler büyük ihtimalle 1540 sonbaharında Osmanlı’ya gönderilen Macar elçile­rinden edinilmiş ve söz konusu liste Sultan Süleyman’ın 1541’deki Macaristan Seferi’nde bir fetih planı vazifesini görmüştür.[25]

Birbiriyle rekabet halindeki Avrupa devletlerinin İstanbul’daki daimî elçileri çoğu zaman rakipleri hakkındaki bilgilerini Osmanlı­larla paylaştıklarından Osmanlılar, Avrupa-Osmanlı diplomasisinin tek taraflı tabiatına ve on sekizinci yüzyılın sonuna (hatta fiilen 1830’ların ortasına kadar) Avrupa başkentlerinde sürekli elçilikler bulundurmamalarına karşın,[26] diplomasiden ve diplomatlardan bilgi toplamak amacıyla faydalanmayı başarabilmişlerdir. Örne­ğin Mart ve Haziran 1527’de İstanbul’daki Venedik elçisi sadece Osmanlı sadrazamını yeni seçilmiş iki Macar kralı Janos Szapolyai (1526-40) ve Habsburg hanedanından Ferdinand (1526-1564) ara­sındaki iktidar mücadelesi (bu mücadele Sultan Süleyman’ın 29 Ağustos 1526’da Mohaç Meydan Savaşı’nda kazandığı zaferin ve bu savaş sırasında Macaristan Kralı Jagiello hanedanından Louis’nin öldürülmesinin doğrudan sonucuydu) hakkında düzenli olarak bilgilendirmekle kalmıyor, ayrıca İstanbul hükümetini Szapolyai’yi  desteklemeye teşvik ediyordu. Venedik Devleti, elçisi aracılığıyla paşalara, şayet Avusturya Arşidükü ve halihazırda Bohemya Kralı olan kardeşi Ferdinand Macar tahtını ele geçirirse (ki 3 Kasım’da nihayet Macar Kralı olmuştur) İmparator V. Şarlken’in gücünün haddinden fazla artacağını hatırlatmaktaydı.[27]

İstanbul’daki Avrupalı elçilerin aynı zamanda casusluk faaliyet­leriyle de meşgul olduklarını bilen Osmanlı hükümeti İstanbul ile çeşitli Avrupa başkentleri arasındaki enformasyon akışını kontrol altına almaya çalışıyordu. Bâb-ı Âli, Habsburglar’ın 1573 ila 1578 tarihlerinde İstanbul’daki daimî elçisi David von Ungnad’tan, “İmparator’a göndermek istediği mektupları önceden okumak üzere” kendisine teslim etmesini rica etmişti. Mektupların gönderil­meden önce “Frankfurtlu Ali Bey” denen bir tercümana gösterilmesi ve Türkçeye tercüme edilmesi gerekiyordu. Elçi saraya çağrılarak mektuplar kendisine yüksek sesle Türkçe okutturulmuş, daha sonra hiçbir şey eklenemesin diye “gözlerinin önünde” mühürlenmişti. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa Habsburg ulaklarının beraberinde gitmek üzere bir Türk sipahisi görevlendirmiş ve ulakların derhal yola çıkmalarını emretmişti. Sadrazam ayrıca Budin Beylerbeyi’ne gönderdiği mektupta, “yanlarında başka bir mektup taşımaları ih­timaline karşı ulakların iç çamaşırlarına kadar soyulmaları” lazım geldiğini de yazıyordu.[28]

İstanbul’daki Avrupalı diplomatlar veya yerleşik elçiler Osmanlı Türkçesi bilmediklerinden ve Osmanlı diplomasisinin karma şık özelliklerine vakıf olmadıklarından tercümanları kullanmak zo­rundaydılar. Hiç şüphe yok ki dil en büyük engeldi. Habsburg- ların İstanbul’daki ilk yerleşik elçisi Giovanni Maria Malvezzi, normalde Ferdinand’ın düşmanları tarafından Bâb-ı Âli’ye yazılan mektupları ele geçirip kopya etmekte çok başarılı olmasına karşın, Szapolyai’nin (ve daha sonra dul karısının ve çocuğunun) önde gelen adamlarından Friar Georgious’un kendisini atlattığından ya­kınıyordu. Zira bu “ihtiyar tilki” mektuplarını Osmanlıca yazdığın­dan Malvezzi bunları ne okuyabiliyor, ne de kopya edebiliyordu.[29]

Avrupa elçilikleri, Venediklilerin giovani della lingua modelini takip ederek kendi tercümanlarını yetiştirmeye başlamadan önce, İstanbul’daki Avrupalı yerleşik elçiler genellikle Galata ve Pera’daki Latinlerden ve Ortodoks Rumlardan faydalanıyorlardı. Ne var ki bunlar padişahın tebaası olduklarından hiçbir diplomatik ayrıcalığa sahip değillerdi. Dolayısıyla Bâb-ı Âli onları bilgi vermeye zorla­yabilirdi ki zorladı da… Bu durum da haliyle onların patronlarına olan bağlılıklarını tartışmalı kılıyordu.

Avrupalı elçiler sadece padi ş ahın Latin ve Rum tebaasını tercü­man olarak tutmakla yetinmiyorlar, Malvezzi de dahil olmak üzere çoğu zaman Bâb-ı Âli’nin kendi tercümanlarına da başvuruyorlardı. Muhteşem Süleyman döneminde Bâb-ı Âli tercümanlarının pek çoğu Avrupalı mühtedilerdi ve bunların da çoğunun Osmanlı İmparatorluğu sınırları dışında yaşayan Hıristiyan akrabalarıyla bağı vardı. Yunus Bey Osmanlıların yakın zamanda (1500) Venedik­lilerden aldığı Modon’da doğmuş bir Rum’du. Yunus’un kızkardeşi

Marietta ve yeğeni Nicolo Stefani Venediklilerin kontrolündeki Zante’de yaşıyor, kardeşi Mustafa Ağa (Ö.1565) ise Süleyman’ın sarayında kapucubaşı görevinde bulunuyordu. İbrahim Bey, namı diğer Strasz/Strozzeni bir Polonya mühtedisiydi. Tercüman Mah­mud, Jacob von Pribach adında Viyanalı bir Yahudi tüccarın oğlu Sebold von Pribach olarak doğmuştu ve annesi de dahil olmak üzere akrabaları Viyana’da yaşıyordu. Dragoman Murad, namı diğer Balazs Somlyai, Nagybanya/Szatmarbanyalı (Asszonypataka/ Rivuli Dominarum, bugün Romanya’daki Baia Mare) bir Macar’dı ve 1526 veya 1529’da esir alınmıştı.[30] İstanbul’un Avrupalı dostla­rının ve düşmanlarının çoğu, Bâb-ı Âli dragomanlarının gönlünü kazanmak (veya muhtemel olumsuz davranışlarını engellemek) için yıllık maaş ve hediyeler vererek bu tercümanlara yaranmaya çalışıyorlardı. Peki bu, dragomanların sadakatlerini Avrupalılara satıp padişaha ihanet ettikleri anlamına geliyor muydu? Bâb-ı Âli dragomanları hakkında monografik çalışmalardan yoksun oldu­ğumuz için bu soruyu cevaplamak o kadar kolay değildir. Yine de insanın, bariz bir şekilde çelişkili olsalar da, mevcut kaynaklardan edindiği izlenim dragomanların çoğunun Avrupalı elçilerle Os­manlı amirlerinin bilgisi dahilinde işbirliği yaptıkları şeklindedir. Bunlardan bazısı Avrupalı elçilerin gelen ve giden mektuplarını kopya etmişlerdir. Örneğin Habsburglar hesabına Fransızların ve Venediklilerin mektuplarını kopya eden Tercüman Mahmud gibi. Bununla birlikte, dragomanların çoğu Babıali’nin mesajını dışarı iletmek, İstanbul’un dost ve düşmanlarını uyarmak veya dezenformasyon amacıyla kasıtlı olarak bilgi sızdırmışlardır.

Bâb-ı Âli dragomanları, bildikleri Avrupa dilleri, Hıristiyan akrabalarıyla bağları ve gerek Avrupa’nın yerleşik ve geçici elçile­riyle gerekse hükümdar ve devlet adamlarıyla ilişkileri sayesinde Osmanlı’nın istihbarat ve dezenformasyon faaliyetlerinde ve bil­hassa padişahın elçileri olarak Avrupa’ya sık sık gerçekleştirdikleri resmi ziyaretlerde hayati bir rol üstlenecek bir mevkiye yerleştiler.

Bir o kadar önemli olan bir özellikleri de dragomanların Habs­burg, Avusturya, Venedik, Macaristan, Erdel ve Polonya hakkında gelen istihbaratı değerlendirmekte ve bu ülkelerin tarihi ve mevcut durumu hakkında temel bilgileri sağlamakta oynadıkları roldü. Bunların çoğunun Avrupa’da yazılmış eserleri satın alıp okudu­ğunu biliyoruz. Örneğin Tercüman Mahmud 1573’te Viyana’dan Abraham Ortelius’un (1527-98) Theatrum Orbis Terrarum (Dünya Sahnesi) adlı eserinden iki adet sipariş etmişti. Gerçek anlamda ilk modern atlas olan bu eser, standart harita sayfaları ve kitap formatında bunları destekleyen metinler ihtiva etmekte ve on altıncı yüzyılın kartografik bilgilerini özetlemekteydi. Dragoman Mahmud en son gelişmelerden şaşırtıcı derecede haberdardı, zira Ortelius’un kitabı ilk kez 1570’te yayınlanmıştı. İmparatorluğun Avrupalı rakiplerinin tarihine yoğun bir ilgisi vardı ve bugün ka­yıp olan Latince Ortaçağ Macar kroniklerini kullanarak ve belki de Macar mühtedisi meslektaşı dragoman Murad’ın bilgisinden faydalanarak bir Macar tarihi (Tarih-i Ungurus) yazmıştı.[31]

Eyalet ve Sancaklarda İstihbarat Toplama Faaliyetleri

İstanbul’daki istihbarat toplama faaliyetlerinin dışında, sınır eyaletlerindeki Osmanlı idarecilerinin temel görevlerinden biri im­paratorluğun komşuları hakkında bilgi toplamaktı. Bu, İstanbul’un fermanlarda sıklıkla hatırlattığı hayati öneme sahip bir görevdi. Doğu eyaletlerindeki beylerbeyi ve sancakbeyleri Akkoyunlular, Memlükler ve Safeviler hakkındaki olayları bildirirken[32], Maca­ristan’daki beylerbeyi ve sancakbeyleri Viyana’nın Erdel, Polonya ve Osmanlı Macaristan’ına yönelik politikaları, Habsburglarla Safeviler arasındaki diplomatik ilişkiler, Habsburg birliklerinin konuşlandıkları yerler ve bu birliklerin güçleri ve askerî seferler gibi birçok konuda İstanbul’a bilgi göndermekteydiler.[33] Maca­ristan’daki Osmanlı idarecileri esir alınan Habsburg Macaristanı askerlerinden değerli bilgiler elde ediyorlardı. Örneğin 1547’de Budin Beylerbeyi, Kuzeybatı Macaristan’daki esas Habsburg askerî birliğinin bulunduğu ve Macaristan Tuna flotillasının merkezi olan Komârom birliğine mensup bir esir askerden Habsburgların askerî hazırlıkları, I. Ferdinand’ın bulunduğu yer ve ağabeyi V. Şarlken’le müzakereleri hakkında önemli detaylar öğrendi. Osmanlı belgelerinde dil olarak adlandırılan bu esir asker, aynı zamanda Ferdinand’ın askerî birliklerinin gücü hakkında da gerçekçi değer­lendirmeler sunmaktaydı.[34] Bu bilgiler tam zamanında İstanbul’a ulaştırıldı.

Beylerbeyi ve sancakbeylerinin esir alınan düşman askerleri ve ajanlarının dışında kendi casusları da vardı. Doğu eyaletlerindeki beylerbeyleri bu işte Türkler, Kürtler ve Araplardan faydalanırken[35], Macaristan’dakiler esas olarak Macarları ve Slavları kullandılar. Osmanlı casusları düzenli olarak Osmanlı Macaristanı ile Habs­burg toprakları arasında gidip geliyorlardı. Osmanlı ve Macar belgelerinde pribek olarak adlandırılan bu casuslardan biri 1547’nin sonunda Komârom birliğine mensup esir askerden alınan bilgiyi 1548 başında teyit etmekteydi.[36] Bu örnek Osmanlıların aldıkları bilginin doğruluğunu kontrol etmek için birden fazla kaynak­tan haber almaya çalıştıklarını göstermektedir. Osmanlıların sınır bölgelerindeki komutanları, belli ki düşman hakkında oldukça çok şey bildiklerinden emindiler. 1561’de Macaristan’daki İstolni Belgrad (Szekesfehervär/Stuhlweissenburg) sancakbeyi Hamza Bey büyük bir Habsburg ordusunun üzerine gönderileceği tehdidini aldığında, Habsburg kralının bu iş için emrinde yeterince asker olmadığını hatırlatmıştı. I. Ferdinand’ın yeterince askeri olsaydı, Hamza mutlaka bundan haberdar edilirdi:

Çünkü altı yıldır Viyana’da yaşayan bir casusum var. Karısı ve çocukları da orada yaşıyor. İsterse kilise ayininde ilahi okuyabilir, bir Yahudi din adamı, bir Alman, bir Macar, bir oyuncu, bir asker ya da topal bir adam olabilir; isterse senin gibi dümdüz yürür, üstelik her dili bilir.[37]

Habsburg sınırındaki Osmanlı idarecileri, casus ve muhbirlerine dayanarak Viyana tarafından beslenen Macar birlikleri hakkında sürekli güncel bilgiler elde ediyorlardı. Bu konuda Budin Beylerbeyi Üveys Paşa’nın (1578-80) başarısından bahsedilebilir. Habsburg askerî yetkilileri Tuna ötesindeki Kanije civarında bulunan kaleleri yenileştirdikten kısa bir süre sonra, Üveys Paşa bölgenin detaylı ve şaşırtıcı derecede doğru bir haritasını çıkarmış ve İstanbul’a göndermişti. Hazırlanan harita bütün kaleleri ve belli başlı nehir geçişlerini göstermekteydi.[38]

İstanbul’un Vasallarının İstihbarat Toplama Faaliyetleri

Bâb-ı Âli’nin bağlı devletleri veya vasallarından da komşu ül­keler hakkında İstanbul’a bilgi sağlamaları bekleniyordu. Osmanlı istihbaratı bilhassa Dubrovnik’e, Erdel’e ve Eflak ve Boğdan’a itimat edebiliyordu. Bir tarafta Dubrovnik İstanbul’a Avusturya ve İspanyol Habsburgları ve aynı zamanda İtalya hakkında enfor­masyon sağlıyordu. Bu enformasyonu şehirde ikamet eden veya geçip giden İspanyol, Venedik ve Fransız ajanlarının yanı sıra, kendi oluşturduğu karmaşık casus ve muhbirler ağı (ki bunların çoğunun daha sonra ikili veya üçlü oynadıkları ortaya çıkmıştır) ve Avrupa ve Osmanlı İmparatorluğu’yla arasındaki yoğun ticari ilişkiler aracılığıyla elde etmekteydi.[39] Diğer tarafta Erdel, Habs- burgların yönetimindeki Macar krallığı ve Tuna Habsburg monar­şisi hakkındaki haberleri iletiyor, İstanbul’u Viyana’nın Macaristan ve Erdel hakkındaki siyasetleri, Habsburg birliklerinin planlanan ve gerçekleşen hareketleri ve Macar ve Habsburg garnizonlarının durumları hakkında bilgilendiriyordu.[40] Gerçi bu vassal devletler, özellikle de Dubrovnik, Osmanlılar arasında da casusluk yapıyor ve çıkarları gerektirdiğinde Habsburglara ve Venediklilere Osmanlılar hakkında bilgi veriyorlardı, yine de bu devletler sayesinde toplanan istihbarat Osmanlılar için çok değerliydi.

 

İstanbul’un Ajanları, Elçileri ve Casusları Tarafından Avrupa’da Toplanan İstihbarat

Osmanlı beylerbeyi ve sancakbeylerinin komşu ülkelere gön­derdikleri casusların yanı sıra İstanbul’daki merkezi hükümet de istihbarat toplamak amacıyla Avrupa’da kendi temsilci, ajan ve casuslarını görevlendiriyordu. II. Bayezıd’ın ajanları Fransa ve İtalya’ya giderek, Bayezid’in saltanat iddiasına meydan okuduğu için hayatının son on üç yılını Memlüklerin elindeki Mısır’da, Rodos’ta, Fransa’da ve Roma’da geçiren ve buralarda Avrupa monarkları ve papalık tarafından Osmanlılara karşı girişilen Haçlı planlarında bir piyon olarak kullanılmaya çalışılan padişahın kar­deşi Cem hakkında casusluk yapmışlardı.[41]

Sultan Süleyman dönemindeki Osmanlı elçileri de Venedik, Viyana, Macaristan veya Polonya seyahatlerinde istihbarat top- luyorlardı. İstanbul görevlendirdiği misyonlarda kendi mühtedi tercümanlarını bulunduruyor ve bu kişiler sadece gönderildikleri ülkenin dilini konuşmakla kalmayıp buralardaki akrabaları ve tanıdıklarını ziyaret edip görüşmeler yapıyorlardı. Rum doğumlu

Yunus Bey Venedik’i 1525’te baş tercüman olmadan önce iki kez (1519, 1522), olduktan sonra da en az dört kez (1529, 1532-3, 1537, 1542) ziyaret etmişti. Yunus Bey aynı zamanda Viyana’ya (1533) ve Macaristan’a (1534) da gönderilmişti. Onun baş dragoman mev- kiindeki halefi Polonya mühtedisi İbrahim Bey Venedik’i (1553 ve 1566), kendi memleketi Polonya’yı (1564), Viyana ve Fransa’yı (1568) ziyaret etti. Viyana doğumlu dragoman Mahmud 1550’nin başında Viyana’ya gönderildi ve burada annesi ve akrabalarıyla görüştü. Ayrıca resmî görevle Erdel, Polonya, İtalya ve Fransa’ya gitti ve 1575’teki son yolculuğunda Prag’da öldü. 1550’de Viya- na’dayken Habsburg hanedanından I. Ferdinand ile Erdel’in önde gelen siyasal figürlerinden Rahip George (Martinuzzi) arasındaki müzakereler hakkında önemli bilgiler elde etti. Mahmud’un bir alt mevkideki meslektaşı (ve belki de Viyana’dan eski okul arkadaşı) olan Macaristan mühtedisi Murad 1551’de Macaristan’a gitti ve burada Gianbattista Castaldo tarafından esir alındı. Otuz ay süren bir esaretin ardından Sadrazam Rüstem Paşa tarafından fidyeyle kurtarıldı ve 1553’te tercüman yapıldı. İstanbul seçilen Macar kralı Jânos Zsigmond’a (Johann Sigismund, 1554-1566) başka bir Macar mühtedisi olan dragoman Ferhad’ı gönderdi.[42]

Bâb-ı Âli bu mühtedilerin yeteneklerini ve Avrupa’daki ilişki­lerini kıymetli bulmuş ve onları eski memleketlerine gönderirken onlara güven duymuş olmalıdır. Mühtedilerin çoğu eski hem­şehrilerine bilgi sunsa da, onların sadakatlerinin sorgulanması veyahut ihanetle suçlanmaları nadir rastlanan bir durumdu. Bu, Erdel’deki Szeben (Hermannstadt/Sibiu) doğumlu bir Macar/ Sakson olan Hidayet Ağa, namı diğer Markus Scherer’in başına gelmişti. Hidayet Ağa birçok Budin Beylerbeyi’nin emri altında Ma­carca ve Latince tercüman ve kâtip olarak çalışmış, sonra da Bâb-ı

Âli dragomanı olmuştu. 1565’te bir barış anlaşmasını tamamlamak için Viyana’ya gönderildi. Ne var ki, tam o sırada savaş partisi İstanbul’da kontrolü yeniden ele geçirdi ve dönüşte Hidayet Ağa Habsburglarla Osmanlılar arasında barış sağlama faaliyetlerinden dolayı yargılandı.[43]

İstanbul, resmi elçilerin dışında yabancı ülkelerde ajan ve ca­suslar da çalıştırıyordu. İstanbul’daki Venedik konsolosunun veya İstanbul ve Venedik’teki Habsburg ikamet elçilerinin raporlarından anlaşıldığı kadarıyla bunlar bilhassa İspanya, Venedik ve Avusturya Habsburg topraklarında aktifti.[44] Bu casusların bir kısmı ikili ajanlık yapsa da, diğerleri hayatları pahasına dahi olsa padişaha sadık kaldılar. “Kendini Martinengolu rahip Ludovico olarak tanıtan bir Türk casus” Habsburg karşı istihbaratı sayesinde Viyana’da yakalandı. Habsburg ajanının üzüntüyle anlattığına göre “Baştan ölmekten korktuğu için itiraf etmeye başladı, (…) ama sonra mu­hafızlardan birinin hançerini kaptığı gibi dört defa kendine sapladı ve boğazını kesti. Yeri gelmişken, bu bizim açımızdan hiç de iyi olmadı, çünkü ondan çok şey öğrenebilirdik.”[45]

İster yurt içi, ister uluslararası meselelerle ilgili olsunlar, san­cak ve eyaletlerden Osmanlı başkentine gelen bilgi ve haberlerle merkezden taşraya iletilen emirler, ulak veya menzilhane sistemi denilen karmaşık bir kurye ve iletişim ağı aracılığıyla iletiliyordu.

Osmanlı ulak ve menzilhane sistemi, Roma ve Bizans’taki ilk örnekleri gibi karmaşık bir yol ağına dayanmaktaydı. Bu yol ağının kendisi de Roma ve Bizans zamanlarından kalmaydı. Osmanlı yol ağı hem Avrupa’da, hem de Küçük Asya’da üç ana güzergahtan oluşuyordu: Sol, merkez ve sağ kol/kanat. Altı ana yolun her biri­nin birçok küçük kolu vardı. Başkentten çıkan bu kollar Avrupa’da Selanik/Atina, Edirne/Sofya/Belgrad/Budin ve Kırım’a, Küçük Asya’da ve Arap eyaletlerinde Erzurum/Kafkasya, Diyarbakır/ Musul/Bağdat/Basra ve Halep/Şam/Kahire’ye (veya Mekke) ulaşıyordu. Arazinin yapısına göre altı ila on iki saatlik (veya yirmi ila yetmiş kilometrelik) aralıklarla yerleştirilen posta istasyonları ulaklara at sağlıyor ve rapor ve emirlerin hızlı ve etkin bir şekilde iletilmesini sağlıyordu. Sistemdeki ihmaller daha Muhteşem Sü­leyman zamanında başladı, ama yine de Osmanlı haberleşme ağı her tür istihbarat, haber ve raporun yanı sıra padişah fermanlarının iletilmesinde hayati bir rol oynamaya devam etti ve haklı olarak im­paratorluğu bir arada tutan temel araçlardan biri olarak görüldü.[46]

On altıncı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu, enformasyon top­lama faaliyetleri ve yol ve haberleşme ağının bir sonucu olarak, Avrupa siyasetinin ve enformasyon akışının ayrılmaz bir parçası olmayı sürdürdü. Sicilya Genel Valisi Juan de Vega, 1557’de Osman­lıların İspanyol ve İtalyan Akdeniz’indeki olaylar hakkında bilgi almakta İspanyol hükümeti kadar hızlı olduğunu ifade etmektey­di.[47] Muhteşem Süleyman döneminde Osmanlıların Habsburglar karşısındaki emperyal ideolojisi, propagandası ve dış politikasına yüzeysel olarak göz atmak bile yukarıdaki yargıyı doğrulamakta ve Divan üyelerinin politikalarına sağlam bir temel oluşturmaya yetecek ölçüde bilgiye sahip olduklarını göstermektedir.

JEOPOLİTİK VE EMPERYAL İDEOLOJİ VE POLİTİKALARIN ÇATIŞMASI

Osmanlı karar alıcıları on altıncı yüzyılda gerek içeride, gerekse dışarıda çok sayıda siyasal sorunla meşguldüler. Bu sorunlar arasın­da İstanbul’daki karar mercileri açısından en endişe verici gelişme, on altıncı yüzyılın başında Safevilerin, 1520’lerdeyse Habsburgların iki yeni güçlü rakip olarak ortaya çıkmalarıydı. Safeviler Doğu Anadolu’da ve Azerbaycan’da (bilhassa Türkmenler ve göçebe Kürt kavimleri arasında) Osmanlı hâkimiyetine ve dinsel meşruiyetine meydan okudular. Buna karşılık Akdeniz’de ve Orta Avrupa’da 1250’lerdeki Habsburg ilerleyişi de Osmanlıların yeni ele geçirmiş olduğu topraklardaki hâkimiyetini tehdit etmeye başladı.

1512-1520 tarihleri arasında hüküm süren Yavuz Sultan Selim, enerjisinin ve imparatorluk kaynaklarının büyük bir kısmını Safevi problemiyle uğraşmaya vakfetti. Doğrudan askerî güç kullanı­mı (Çaldıran, 1514), propaganda, ikna ve (bilhassa Şah İsmail’in Türkmenler ve Kürt göçebeler arasındaki takipçileri kar ş ısında) yatıştırma ve kooptasyon gibi araçlardan faydalanarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Osmanlı hâkimiyetini tesis etmeyi başar­dı. Bununla birlikte bu bölgelerdeki Osmanlı hâkimiyeti sallantılı vaziyetini korudu. Osmanlı-Safevi karşıtlığının en önemli sonuç­larından biri Selim’in Mısır ve Suriye’deki Sünni Memlüklere karşı giriştiği zaferle sonuçlanan seferler sayesinde 1516-1517’de Bilad-ı Şam denilen Toros Dağları’yla Sina Çölü arasındaki toprakları ve Mısır’ı fethetmesiydi.

Bu mücadele, Osmanlı tarihinde daha önce görülmemiş ölçüde ağır askerî yükümlülükler getirmenin yanı sıra; Osmanlı ideolojisi, meşruiyet anlayışı, propagandası ve kendini temsil etme biçimle­rinin yeni duruma uyarlanmasını gerektirdi. Osmanlı propagan­dası Selim’in seferlerini meşrulaştırmak için Şii düşmanı ve onun Kızılbaş müttefiklerini “zındık” ve hatta “kâfir” olarak sundu. Bunlar Osmanlıların Hıristiyan düşmanlarıyla mücadelesine zarar veriyorlardı. Hâlbuki gazi padişahların esas vazifesi on beşinci ve on altıncı yüzyıl Osmanlı kroniklerine ve nasihatname yazarlarına göre bu kâfirlerle savaşmaktı. Sünni Memlükler “zındık” Safevilerle  işbirliği yaptıklarından onlarla savaşmak da meşruydu. Osmanlı propagandasına göre padişah ancak bu asi Müslümanları hallettik­ten sonra imparatorluğun Hıristiyan düşmanlarıyla uğraşabilirdi.[48]

Sultan Selim’in 1516-1517’de Suriye, Filistin, Hicaz ve Mısır’ı fethetmesinin ardından Osmanlılar rakipsiz bir İslam İmparator­luğu haline geldiler. İslam’ın kutsal şehirleri Mekke ve Medine’yi, peygamberin göğe yükseldiği Kudüs’ü ve Hz. İbrahim’in gömül­düğü el-Halil’i (Hebron-Hevron) elinde bulundurması Osmanlı sultanlarına İslam dünyasında benzersiz bir meşruiyet sağladı. I. Selim’den itibaren Osmanlı sultanları Hadimü’l-Harameyn eş-Şerefeyn (İki kutsal toprağın, yani Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) unva­nını gururla kullandılar.[49]

Mısır’ın fethedilmesinin de Osmanlı emperyal politikasının şekillenmesinde önemli etkileri oldu. İstanbul ve Mısır arasın­daki hayati öneme sahip deniz yollarının savunulması Osmanlı donanmasının güçlendirilmesini gerektiriyordu. Bu, Osmanlı’nın aynı zamanda Akdeniz’in belli başlı Hıristiyan deniz güçleri olan Rodos Şövalyeleri, Venedikliler ve Ispanyol Habsburglarıyla da karşı karşıya gelmesine yol açtı. Venedik raporları 1518-1519’da Osmanlıların İstanbul’daki tersanede geniş kapsamlı bir gemi yapım faaliyetine giriştiklerini ve Hıristiyan Avrupa’ya, iddia edildiğine göre Rodos’a karşı kapsamlı bir Osmanlı saldırısının planlandığını bildiriyorlardı.[50] 1519’da Batı Akdeniz’deki İ spanyol ilerlemesi yüzünden tehdit altında olan Osmanlı deniz çıkarları açısından daha önemli olan gelişme, “Cezayir korsanı” Barbaros Hayreddin’in I. Selim’in hizmetine girmesiydi. Selim, Barbaros Hayreddin’i “Cezayir Beylerbeyi” yaparak Osmanlı nüfuzunun Cezayir ve Tunus’a kadar uzanmasını sağladı.[51] Osmanlı ilerlemesi Kutsal Roma İmparatorluğu’nda vaktinde kaydedildi ve Reichstag “Türk tehdidi”yle ilgili çok sayıdaki kararlarından birini kabul etti.[52] Ne var ki, Sultan Selim’in ölümüyle birlikte Akdeniz’deki Os- manlı-Habsburg cepheleşmesi onun halefi olan Sultan Süleyman’a miras kaldı.

Yakın zamanda yapılmı ş bir çalı şmada, Sultan Süleyman devri­nin ilk yıllarında Osmanlı politikasının, çoğu zaman padişahın oto­ritesine içeriden ve dışarıdan yönelen tehditlere karşı bir reaksiyon niteliğinde olduğu vurgulanmaktadır.[53] Osmanlı politikası Sultan Süleyman döneminde çok yönlü olmaya devam etti ve gerçekten de çoğu zaman tepkiseldi, yalnız bu dönemde büyük bir değişiklik gerçekleşti. Bu değişikliğin temel özelliği imparatorluğun Hıristiyan düşmanlarıyla husumetinin yeniden canlanmasıydı. Her ne kadar bu değişim, ideolojik sebeplerden ziyade sosyo-politik, ekonomik ve askerî sebeplerden kaynaklanıyor olsa da İstanbul’un yeni po­litikası, hükümdarlığının ilk otuz yılında Süleyman’ı “(Sünni) İslam’ın savunucusu” ve “cihan fatihi” olarak resmeden Osmanlı ideolojisi ve propagandasıyla uyumluydu.[54] Tabii bu unvanların hiçbiri yeni değildi. Sultan Selim sahib-kıran veya cihan fatihi ola­rak tanımlanmıştı. On altıncı yüzyıl Osmanlı kaynaklarına göre, Selim fetihlerine devam etseydi (erken ölümü buna engel oldu) “İskender ve Cengiz Han çapında evrensel bir fatih olacaktı.”[55] Ne var ki Selim ile Süleyman arasında önemli bir fark vardı. Osmanlı kronik yazarları, belli ki Sultan Selim’in “kâfir” Hıristiyanlara karşı savaşmayı ihmal etmiş olmasını meşrulaştırmak ve bu du­ruma açıklama getirmek için ciddi çaba sarfetmişlerdi[56] hâlbuki Süleyman’ın imajını oluşturanlar açısından böyle bir problem yoktu. Çünkü Süleyman’ın birçok seferi imparatorluğun Hıristiyan komşularına karşıydı ve onun devrinde Osmanlı’yla Habsburglar ve onların müttefikleri arasında yaşanan cepheleşme (aslında bu en azından belli bir noktaya kadar babasının Akdeniz’deki fetihlerinin bir mirasıydı) Süleyman’ı İslam’ın savunucusu olarak sunmak için bol miktarda malzeme sağlıyordu.

Süleyman tahta çıktığında Selim’in Safeviler karşısındaki po­litikasının artık sürdürülebilir olmadığı açıkça ortaya çıkmıştı. 1511’den bu yana devam eden savaş, imparatorluğun Doğu eya­letlerini büsbütün perişan etmiş ve imparatorluk ordusu stratejik açıdan aşırı uzanım noktasına ulaşmıştı. Uzaklık, soğuk iklim (erken kışlar ve kar) ve Şah İsmail’in “yakıp yıkarak geri çekil­me” politikası mevsimsel seferleri etkisiz hale getirerek normalde iyi örgütlenmiş Osmanlı iaşe sistemi açısından ciddi problemler doğurmaktaydı. Padişahın Asyalı birlikleri Şah’ın Anadolu’daki Kızılbaş takipçilerine (Türkmenlere ve göçebe Kürtlere) karşı gö­nülsüz bir şekilde savaşıyorlar, çoğu zaman orduyu terk ediyor veya düşmana katılıyorlardı.

Mart 1519 tarihli bir Venedik raporuna göre askerler doğuda yeterince savaşmışlardı ve daha zayıf olduğunu düşündükleri Macaristan’a karşı savaşmak istiyorlardı. Aynı şekilde Rumeli birlikleri de İstanbul’a Macar Krallığı’nın zenginliği ve ordusunun zayıflığı hakkında abartılı raporlar göndererek ekonomik olarak fayda sağlamayı umdukları Avrupa seferlerinin yeniden başlaması için ortam oluşturmaya çabalıyorlardı.[57]

Anlaşıldığı kadarıyla, Osmanlı stratejisinin yeni rotasına işa­ret eden ilk büyük askerî girişim niteliğindeki Süleyman’ın 1521 Macaristan seferiyle ilgili karar padişahın tahta çıkmasından (30 Eylül 1520) kısa bir süre sonra alınmıştı ve Süleyman’ın elçisine Macar Kralı Jagiello hanedanından II. Layoş’un gösterdiği kötü muamele sadece bir bahaneydi. Seferin hazırlıkları 1520 sonbaha­rında başlamış ve Memlüklerin tarafına geçen Şam valisi Canberdi Gazali’nin isyanına karşın kış boyunca devam etmiş olmalı. Gerek 1521 Macaristan Seferi ve o dönemde Macarların “Macaristan’ın anahtarı” olarak adlandırdıkları Belgrad’ın fethi,[58] gerekse 1522’de Rodos’un alınması, stratejik önemleri bir yana Sultan Süleyman’ın Avrupa’da yenilmez bir düşman, İslam dünyasında da “İslam’ın savunucusu” olan bir gazi padişah olarak kabul edilmesini sağladı.

Hadimü’l-Harameyn eş-Şerefeyn unvanını kullanmaya devam eden Sultan Süleyman’ın padişahlığı döneminde din önemli bir meşruiyet aracı olmaya devam etti. Mekke’ye her yıl yapılan haccı organize eden, hac yollarını koruyan, Mekke ve Medine halkları­na her yıl yardım (surre) yollayan, Mekke ve Medine’de camiler ve başka kamusal binalar inşa eden veya mevcut olanları tamir eden ve Kâbe’nin bakımını yapan Sultan Süleyman Müslüman dünyasındaki meşruiyetini sağlamlaştırdı.[59] 1540’lardan itibaren padişah ayrıca halife unvanını da kullanmaya başladı. Şeyhülislam Ebussuûd Efendi’nin tarif ettiği şekliyle bunun amacı, Safevi Şah Tahmasp’ın Doğu Anadolu ve Azerbaycan’daki Osmanlı uyruk­ları üzerinde, V. Şarlken’in de dünya Hıristiyanları üzerindeki hâkimiyet iddialarını dengelemekti.[60]

Elabsburglar ve Osmanlılar arasındaki karma şık propaganda savaşının ve emperyal ideolojiler çatışmasının örneklerinden biri hükümdarlar arasındaki unvan rekabetiydi. Sultan Süleyman ol­dukça uzun resmî lakaplar listesinde[61], kendisini İslam’ın dört kutsal şehrinin hâkimi olarak görüyordu. Bu şehirler arasında Mekke ve Medine’nin yanı sıra El Halil ve Kudüs de vardı. Ne var ki Kudüs üzerindeki egemenlik iddiası V. Şarlken’inkiyle çatışıyor­du. O imparatorluk lakapları arasına “Kudüs hâkimi”ni almakla kalmıyor, aynı zamanda propaganda sorumluları tarafından Kutsal Topraklar’ı “imansızların” elinden alacak Hıristiyan hükümdar olarak sunuluyordu.

Şarlken hem İspanyolların, hem de Avusturyalı/Germenlerin evrensel bir monark beklentisinin varisiydi. “Son Dünya İmpara­toru” olarak görülüyor ve böyle sunuluyordu. Onun hükümdarlığı altında Yahudiler ve Paganlar Hıristiyanlığa döndürülecek, daha sonra İsa Mesih’in bin yıllık krallığı, yani “milenyum” başlayacak ve Son Hüküm Günü gelecekti. Daha 1515’te Bruges ziyareti sırasında müstakbel “İspanya Hükümdarı” Kudüs’ün gelecekteki fatihi ola­rak resmedilmişti. 1519-1520’ye gelindiğinde Şarlken “Romalıların Kralı, seçilmiş imparator, daimi August”, ayrıca “İspanya, Sicilya, Kudüs, Balerik Adaları, Macaristan, Dalmaçya, Hırvatistan ve Hint Adaları Kralı” idi. Büyük Şansölye Gattinara, Şarlken’in Kutsal Roma İmparatoru seçildiği (1519) haberini getiren Alman prensle­rinin elçilerine verdiği söylevde Charles’ın seçilmesinin ilahi takdir olduğunu ve “Sacrum Imperium’un (Kutsal İmparatorluk) yeniden kurulması” anlamına geldiğini iddia etmiş ve V. Şarlken’in Kutsal Topraklar’ı kurtaraca ğını ileri sürmü ş tü. 1530’da Bologna’daki taç giyme töreni de imparatorun yeni bir haçlı savaşında Türkleri yenilgiye uğratacak olan bir inanç savunucusu şeklindeki imajını desteklemek için başka bir fırsat sunmaktaydı. Danışmanları ve destekçileri tarafından ezilen bu imaj, onların etkili propaganda kampanyası sayesinde çok geçmeden Charles’ın uyrukları arasında da yaygın bir beklenti halini aldı.[62]

Habsburg propagandası, V. Şarlken’in “Katolik inancının sa­vunucusu” imajını yaygınlaştırmak için, öngörü ve kehanetler­den başka Osmanlılara karşı savaşlardan da faydalandı. Gerek propaganda sorumluları, gerekse imparatorun kendisi padişahın 1532’de Viyana’ya saldırmasına engel olan gücün kendi birlikleri (Ferdinand’a göre 80 bin yaya ve 6 bin atlı)[63] olduğunu ileri sür­dü.[64] V. Şarlken’in İslam’a karşı en büyük zaferi olan 1535 Tunus Seferi inancın düşmanlarına karşı zaferle sonuçlanan bir haçlı sa­vaşı olarak sunuldu. Ressamlar, şairler ve resmi kronikçiler zaferi kutladılar. İmparator’un 1535-36’da İtalya’daki zafer yürüyüşü ve Palermo, Messina, Napoli, Roma ve Floransa’ya tıpkı eski Roma Sezarları gibi organize edilen giriş merasimleri, İmparator’un inancı savunan, “Türkleri mahveden” ve “Afrika’yı adam eden” hükümdar imajını yaygınlaştırmak için alışılmadık ölçüde uzun süren bir fırsat sağladı.[65]

Milenyum kehanetleri ve kıyamet (apokaliptik) beklentileri on altıncı yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’nda da mev­cuttu.[66] Halkı da etkisi altına alan bu beklentiler, padişahın imajı­nı oluşturanlar tarafından, Sultan Süleyman’ın yeni bir evrensel imparatorluğun hükümdarı, bir sahib-kıran olarak imajını yeni­den tesis etmek ve yaygınlaştırmakta kullanıldı. (Padişahın ima­jını oluşturanlar arasında en etkilileri Sadrazam İbrahim Paşa ve

onun sırdaşı Lodovico Gritti’ydi. Gritti, İstanbul’a Macaristan ve Habsburg meselelerinde danışmanlık yapan Venedik dukasının gayrimeşru oğluydu.) İbrahim Paşa, genç padişah üzerindeki nü­fuzundan ve onunla arasındaki dostluktan faydalanarak Osmanlı emperyal ideolojisi ve politikasının oluşumunda benzersiz bir rol oynadı.[67] Sadrazam, Sultan Süleyman’da kendisinin ve efendisinin en sevdiği tarihsel kahraman olan Büyük İskender’i görüyordu. Öyle görünüyor ki İbrahim Paşa tam da Gattinara’nin başarısız olduğu konuda başarılı olmuştu: İbrahim Paşa’nın mesiha söylemi ve emperyal hedefleri padişahın kulaklarına ulaşmakla kalmayıp onun aklına da hitap ediyordu. Buna karşılık V. Şarlken, kıyamet beklentileri ve Büyük Şansölyesi Gattinara’nın kendisini evrensel hükümdarlık görevine hazırlamak için sunduğu birçok layihayı (consultas) ihtiyatlı bir şüphecilikle karşılamaktaydı. İbrahim Paşa bir Venedik elçisine, Süleyman ile birlikte gençliklerinde okudukları bir kehanet kitabında İbrahim adında bir adamın yükseleceğinin ve onun efendisinin Roma İmparatorluğu’nu (l’imperio di Roma) ele geçireceğinin söylendiğinden bahsetmişti.[68]

Süleyman’ın Avrupalı çağdaşları da onun emperyal niyetlerinin farkındaydılar. Gattinara 1527’de Kastilya Meclisi’ndeki konuşma­sında Osmanlıların Asya ve Avrupa’daki bütün fetihlerini sıralamış ve dinleyicilere Süleyman’ın daha şimdiden Büyük İskender’den ve Roma’nın Sezarlarından çok daha geniş bir imparatorluğa hük­mettiğini hatırlatmıştı. Gattinara konuşmasının sonunda Kastilyalı dinleyicileri padişahın bir dünya imparatorluğu (la monarchia de tudo el mundo) kurmak niyetinde olduğu konusunda uyardı.[69] Gattinara, Sultan Süleyman’ın emperyal hedeflerini abartmıyordu. Aralık 1527’de, yani tam da Büyük Şansölye’nin bu konuşmayı yaptığı sıralarda, İkinci Vezir Mustafa Paşa Macaristan Kralı Jânos Szapolyai’nin elçisi Hieronim Laski’ye Süleyman’ın Allah’tan baş­ka herkesten üstün olduğunu ve gökte nasıl tek bir güneş varsa dünyada da tek bir hükümdar olması gerektiğini, bu hükümdarın da kendi padişahı olduğunu söylemişti.[70]

 

EVRENSELCİ VİZYONLARIN BAŞARISIZLIĞI VE ORTA AVRUPA’DA OSMANLILARLA HABSBURGLARIN YENİŞEMEMESİ

Orta Avrupa’daki Osmanlı-Habsburg cepheleşmesi Macaristan ve Bohemya Kralı II. Layoş’un öldürüldüğü Mohaç Savaşı’nı takip eden olaylarla yakından ilişkilidir. İki seçilmiş kral Jânos Szapolyai ve Habsburg hanedanından Ferdinand önderliğinde Habsburg yanlısı ve karşıtı cephelerin oluşması, tarafların birbirleri üzerinde tayin edici bir zafer kazanamamaları ve bu yüzden de sırasıyla Osmanlı ve Kutsal Roma İmparatorlukları’nın diplomatik ve askerî desteğine ihtiyaç duymaları Orta Avrupa’da iki imparatorluk ara­sında kaçınılmaz bir cepheleşmeye yol açtı.

Osmanlı tehdidi ister gerçek, ister sezgisel, isterse abartılmış olsun, on dördüncü yüzyılın sonlarından itibaren Orta Avrupa’da hanedanlar arasında çeşitli koalisyonlar kurulmasına sebep olmuş­tu. Ferdinand “Türk kartı”nı nasıl oynayacağını çabucak öğrendi ve Szapolyai’ye karşı konumunu güçlendirmek için Ortaçağ’dan miras aldığı Hıristiyanlığın koruyucusu (antemurale Christianitatis) görüşünü yeniden canlandırdı. Ne var ki, gerek Habsburgların yükümlülüklerinin çok oluşu (Kuzey İtalya, Almanya, Hollanda, Akdeniz, Kuzey Afrika, Macaristan), gerekse Avusturya ve Ispan­yol Habsburglarmm farklı önceliklere sahip olmaları Ferdinand ile Jânos Szapolyai arasında bir yenişememelerine yol açtı ve her biri Macaristan’ın sadece belli kısımlarını ellerinde tutabildiler. Üstelik 1532 Seferi V. Şarlken’in de, Sultan Süleyman’ın da büyük bir savaşın riskine girmek istemediklerini göstermişti. Protestan Alman prenslerine karşı yürüttüğü savaşla ve kendi imparatorlu­ğunun topraklarıyla meşgul olan V. Şarlken kardeşine padişahla savaşmaktan kaçınmasını emretti ve “Sadece ikimiz Türklere karşı güçsüzüz” diyerek Ferdinand’ı Sultan Süleyman’la bir barış anlaş­ması yapmaya zorladı. Ferdinand 1532’de, sona ermek üzere olan mevcut Osmanlı-Habsburg ateşkesini devam ettirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Süleyman’dan bir barış anlaşması koparmak ve Osmanlı ilerleyişini ilan edilen hedef olan Viyana’ya varma­dan durdurmak için, Avusturya’daki ata topraklarının savunması açısından stratejik önemi büyük olan bazı önemli kaleler dışında Macaristan’dan vazgeçmeye hazırdı.[71]

Osmanlı’nın aksi yöndeki söylemlerine ve Süleyman’ın Macaristan’a Imparator’un güçleriyle zorlu bir savaşa girişmek üzere gittiğini ilan etmesine karşın,[72] Osmanlı askerî hedeflerinin daha mütevazı düzeyde tutulması mümkündür. Yine de Osmanlı stratejisinin bütünü açısından o kadar da önemsiz değildir. Gülru Necipoğlu’nun konuyla ilgili kaynaklardan anlaşıldığına göre, 1532 Seferi, İbrahim Paşa’nın padişahını cihan fatihi olarak sun­mak için organize ettiği, Osmanlı İmparatorluğu’nun azametinin görkemli bir şekilde sergilendiği, kareografisi ustaca kotarılmış bir imparatorluk geçit töreniydi. Bu, aynı zamanda İbrahim Paşa’nın V. Şarlken’in 1530’da Bologna’daki taç giyme törenine verdiği cevabıydı.

Süleyman’ın Niş ve Belgrad’a girişi Batılı gözlemcilere (ki Ordu-yu Hümayun’un yürüyüşü bunların çoğuna bu şehirlerdeki merkezi camilerin minarelerinden zorla izletilmişti) İmparator V. Şarlken’in taç giyme kutlaması sebebiyle düzenlenen geçit törenini hatırlatmıştı. Süleyman’ın başındaki bu tür zafer yürüyüşlerinde giydiği dört katlı başlık İbrahim Paşa tarafından Venedik’ten sipariş edilmişti. Kabul sırasında mevcut bulunan Avrupalı diplomatların yanlışlıkla hükümdarlık tacı sandıkları bu tören başlığı, üç katlı Papalık tacına ve V. Şarlken’in Bologna’da taç giyme töreninde giy­diği taca benzetilmişti. Mesaj gayet açıktı: Süleyman hem papanın, hem de imparatorun otoritesine meydan okuyordu.[73]

1532 Seferi’nin gerçek amacı ne olursa olsun, İbrahim Paşa tara­fından düzenlenen geçit törenleri Osmanlı karar alıcılarının sadece V. Şarlken’in emperyal niyetlerinden gayet iyi haberdar olmakla kalmayıp, bu niyetlerin çağdaş Avrupa’da hangi dil ve sembollerle açığa vurulduğuna da aşina olup bunlara meydan okumak için aynı propaganda dilini ve emperyal sembolleri kullanmaya hazır olduklarını göstermektedir.

1540’ların başına gelindiğinde imparatorun da, Sultan Süleyman’ın da evrensel bir hükümdarlık kuramayacağı açıklık kazanmıştı. Akdeniz’de ve Macaristan’daki cephelerde patapat kalındı. Macaristan’daki askerî denge 1540’ta Szapolyai’nin ölü­müyle bozulunca, Orta Avrupa’da Habsburglara bağlı yeterli gücün olmayışı Macaristan’ın üçe bölünmesine ve ülkenin ortasında bir Müslüman-Hıristiyan sınırının oluşmasına sebep oldu. Ferdinand 1541’de Macaristan’ın geri kalanını ele geçirmeye çalıştı. Bu adım, Osmanlıların bölgedeki pozisyonunu tehdit etti ve Szapolyai za­manında bölgedeki nüfuzunu himayesindeki kral aracılığıyla sür­dürmüş olan Süleyman’ı Macaristan’ın ortasında, Orta Avrupa’ya giden Tuna Su Yolu’nu kontrol eden başkent Budin de dahil olmak üzere, stratejik önemi olan yerleri fethetmek zorunda bıraktı. Do­layısıyla 1541’de Orta Macaristan’ın fethedilmesi, emperyal ideo­lojiden veya dünya hâkimiyeti arzusundan değil, reelpolitikten ve Osmanlı’nın Orta Avrupa’daki konumunu koruma ihtiyacından kaynaklanıyordu.

SONUÇ

Her ne kadar erken modern devletler modern “enformasyon devletleriyle karşılaştırılamazlarsa da, yurtiçi ve yurtdışından istihbarat toplama, manipülasyon faaliyetleri ve enformasyon ta­banlı gözetim gibi genellikle modernlikle ilişkilendirilen unsurlar Osmanlıların düzenli şekilde faydalandığı metotlardı. Osmanlı istihbarat toplama faaliyetlerine ilişkin araştırmalar, Osmanlıların rakipleriyle ilgili bilgi toplamalarına ve bunları değerlendirmelerine imkân sağlayan düzgün ve iyi işleyen bir sisteme sahip olduklarını göstermektedir. Diplomasideki Osmanlı tek taraflılığı, yani yurtdı- şında daimî Osmanlı elçiliklerinin bulunmayışı Babıali’yi önemli bir istihbarat aracından yoksun bırakmış olsa da (nitekim ikamet elçilerine çoğu zaman “imtiyazlı casus” denirdi), diğer koşullar Osmanlılar lehineydi. İmparatorluğun muhteşem askerî gücü ve başarıları, belli başlı ticaret yolları üzerindeki hâkimiyeti, toprak­larının uçsuz bucaksız genişliği ve kıskanılan zenginliği, birçok Avrupalı hükümdarın zoraki sağlanan bir dinsel homojenlik pe­şinde olduğu bir çağda sahip olduğu nispeten açık ve dinsel olarak hoşgörülü toplum yapısı ve imparatorluk nüfusunun çok kavimli dokusu başkent İstanbul’u sadece birçok Avrupalı için arzu edilen bir durak haline getirmekle kalmıyor, buranın haberlerin, doğru ya da yanlış bilgilerin, fikirlerin ve mitlerin durmaksızın değiş tokuş edildiği ideal bir yer olmasını da sağlıyordu. İstanbul’da yaşayan birçok etnik ve dinsel grup, kültürel, dinsel ve dilsel engelleri aşan ve farklı kültürlere mensup sıradan insanların yanı sıra Osmanlı­larla düşmanları, rakipleri ve müttefikleri arasında da aracı vazifesi gören faydalı bir insan havuzu oluşturuyordu.

İmparatorluğun Müslüman siyasi elitinin yanı sıra (ki onların da birçoğu Hıristiyan-devşirme kökenliydi) Avrupa’dan kovulan Yahudiler, Hıristiyan maceracılar ve mühtediler ve daha sonra İstanbul’un Fener Rumları hep birlikte, gerek enformasyonun toplanması ve değerlendirilmesinde, gerekse Osmanlı stratejisi, dış politikası ve propagandasının şekillenmesinde rollerini oynadılar. Osmanlı ve Habsburgların emperyal güçlerinin sınırlarım fark etmek açısından istihbarat hayati öneme sahipti ve İstanbul’un Habsburglar karşısındaki Osmanlı politikasını daha gerçekçi bir şekilde değerlendirmesine yardım etti. Her ne kadar propaganda ve sözde dünya egemenliği iddiası rekabet halindeki iki monar- kın meşruiyetlerini pekiştirmede belli bir rol oynamış olsa da, bu cepheleşmede galip gelen reelpolitik ve siyasal pragmatizmdi.

 

Dipnotlar

[1]     Bu makale Onur Güneş Ayas tarafından çevrilip aşağıdaki kitap içinde yayınlanan makalenin düzeltilmiş halidir: Virginia H. Aksan ve Daniel Goffman (haz.) Erken Modern Osmanlılar: imparatorluğun Yeniden Yazımı (trc. Onur Güneş Ayas), (İstanbul: Timaş Yayınları, 2011), s. 105-142.

[2]     Örneğin bknz. Arthur Goldschmidt, A Concise History of the Middle East (Boulder, CO: Westview, 2002); Bernard Lewis, The Muslim Discovery of Europe, 2. baskı (Londra: Phoenix, 1994) ve Bernard Lewis, What Went Wrong? Western Impact and Middle East Response (New York: Oxford University Press, 2002) [Türkçesi Hata Neredeydi?: 300 Yıldır Sorulan Soru, çev. Harun Özgür Turgan/Serpil Bilbaşar (İstanbul: Oğlak, 2004)]. Lewis’in “İslam dünyası” ve “Batı” hakkındaki koşullara bağlı olarak tanımlanmamış olan genellemeleri, kronolojiyi göz ardı edişi, birbiriyle ilgisiz ve farklı dönemlerden alınmış “kanıtları” aynı torbaya doldurma tekniği çoğu zaman yanıltıcıdır. Onun Hata Neredeydi? adlı kitabının keskin bir eleştirisi için Juan Cole’un şu kaynaktaki değerlendirmesine bakılabilir: http://www.juancole.com/essays/revlew.htm. Yakın zamanda yayınlanmış, tarihyazımı açısından genel bir Oryantalizm değerlendirmesi için bknz. Zachary Lockman, Contending Visions of the Middle East: The History and Politics of Orientalism (Cambridge: Cambridge University Press, 2004).

[3]     Cornell Fleischer, “Royal Authority, Dynastic Cyclism, and ‘Ibn Khaldunism’ in Seventeenth Century Ottoman Letters”, Journal of Asian and African Studies 18 (1983): 198—220; Douglas A. Howard, “Ottoman Historiography and the Literature of‘Decline’ of the Sixteenth and Seventeenth Centuries”, Journal of Asian History 22 (1988): 52—77, Douglas A. Howard, “With Gibbon in the Garden: Decline, Death and the Sick Man of Europe”, Fides et Historia 26 (1994): 22—34; Linda Darling, Revenue-Raising and Legitimacy: Tax Collection and Finance Administration in the Ottoman Empire 1560—1660 (Leiden: Brill, 1996), s. 1—21 ve Cemal Kafadar, “The Question of Ottoman Decline”, Harvard Middle Eastern and Islamic Review 4 (1997-8): 30-75.

[4] Örneğin bkz. Palmira Brummett, Ottoman Seapower and Levantine Diplomacy in

the Age of Discovery (Albany, NY: State University of New York Press, 1994) [Türkçesi Osmanlı Denizgücü, Keşifler Çağında Osmanlı Denizgücü ve Doğu Akdeniz’de Diplomasi, çev. Nazlı Pişkin (İstanbul: Timaş Yayınları, 2009)]; Virginia Aksan, “Locating the Ottomans among Early Modern Empires”, Journal of Early Modern History 3 (1999): 103-34; Daniel Goffman, The Ottoman Empire and Early Modern Europe (Cambridge: Cambridge University Press, 2002) [Türkçesi Osmanlı Dünyası Ve Avrupa 1300- 1700, çev. Ülkün Tansel (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2004)]; Dominic Lieven, Empire: The Russian Empire and its Rivals (New Haven, CT: Yale University Press, 2002); Molly Greene, A Shared World: Christians and Muslims in the Early Modern Mediterranean (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2000); Suraiya Faroqhi, The Ottoman Empire and the World around it (Londra: I. B. Tauris, 2004) [Türkçesi Osmanlı imparatorluğu ve Etrafındaki Dünya, çev. Ayşe Berktay (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2007)]; Sanjay Subrahmanyan, “‘A Tale ofThree Empires,’ Mughals, Ottomans, and Habsburgs in a Comparative Context”, Common Knowledge 12 (2006): 66-92.

[5]     Gabor Agoston, “A Flexible Empire: Authority and its Limits on the Ottoman Frontiers,” International Journal of Turkish Studies 9 (2003): 15-31; Şevket Pamuk, A Monetary History of the Ottoman Empire (Cambridge: Cambridge University Press, 2000) [Türkçesi Osmanlı imparatorluğunda Paranın Tarihi, (İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 1999)]; Şevket Pamuk, “Institutional Change and the Longevity of the Ottoman Empire, 1500-1800”, Journal of Interdisciplinary History 35 (2004): 225-47; Rhoads Murphey, Ottoman Warfare, 1500—1700 (Londra: UCL Press, 1999) [Türkçesi OsmanlIda Ordu ve Savaş 1500-1700, çev. Tanju Akad (İstanbul: Homer, 2007)]; Virginia Aksan, “Ottoman War and Warfare, 1453-1812”, Jeremy Black (ed.), War in the Early Modern World (Londra: UCL Press, 1999) içinde, s. 147-75; Gabor Agoston, “Ottoman Warfare, 1453-1826”, Jeremy Black (ed.), European Warfare, 1453—1815 (Londra: St. Martins Press, 1999) içinde, s. 118-44; [Türkçesi Gabor Agoston, Avrupa’da Osmanlı Savaşları 1453—1826, Jeremy Black , Top, Tüfek ve Süngü Yeniçağ’da Savaş Sanatı 1453—1815 (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003)] içinde, s.128- 153. Gabor Agoston, Guns for the Sultan: Military Power and the Weapons Industry in the Ottoman Empire (Cambridge: Cambridge University Press, 2005) [Türkçesi Barut, Top ve Tüfek/Osmanlı imparatorluğunun Askerî Gücü ve Silah Sanayisi, çev. Tanju Akad (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2006)].

[6]     E. N. Luttwak, The Grand Strategy of the Roman Empire from the First Century to the Third (Baltimore, MD: Johns Hopkins University, 1976); Geoffrey Parker, The Grand Strategy of Philip II (New Haven, CT: Yale University Press, 1998); John P LeDonne, The Grand Strategy of the Russian Empire, 1650—1831 (Oxford: Oxford University Press, 2004).

[7]     Gabor Ägoston, “Ideologie, Propaganda und politischer Pragmatismus: Die Auseinandersetzung der osmanischen und habsburgischen Grossmächte und die mitteleuropäische Konfrontation”, Martina Fuchs, Teréz Oborni ve Gabor Ujvary (ed.), Kaiser Ferdinand I. — Ein mitteleuropäischer Herrscher (Münster: Aschendorff, 2005) içinde, s. 207-33.

[8]     Örneğin bknz. Lewis, Müslümanların Avrupa’yı Keşfi ve Lewis, Hata Neredeydi?

[9]     Venediklilerin enformasyon toplama faaliyetleri konusunda bknz. Paolo Preto, “La guerra segreta: spionaggio, sabotaggio, attendati”, Maddalena Redolfi (ed.), Venezia e la difesa de Levante da Lepanto a Candia, 1570—1670 (Venice: Arsenale, 1986) içinde, s. 79—85 ve Paolo Preto, Iservizisegretidi Venezia (Milan: Il Saggiatore, 1994). Venedik’in ve diğer İtalyan devletlerinin Osmanlı’yla ilgili daha erken istihbarat top­lama faaliyetleri hakkında bknz. Kate Fleet, “Turks, Italians and Intelligence in the Fourteenth and Fifteenth Centuries”, Çiğdem Balım-Harding ve Colin Imber (ed.), The Balance of Truth, Essays in Honour of Professor Geoffrey Lewis (İstanbul: İsis, 2000), s. 99—112. II. Philip’in enformasyon ve iletişim faaliyetleri ve toplanan enformasyonu nasıl işleyip ondan nasıl faydalandığı konusunda mükemmel bir çalışma için bknz. Parker, The Grand Strategy of Philip II, 2. bölüm.

[10]   Mustafa Ali, Meva’idü’n-Nefa’is fi Kava’idi’l-Mecalis. Tables of Delicacies Concerning the Rules of Social Gatherings, Çev. Douglas S. Brookes (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2003), s. 25. Mustafa Ali hakkında bknz. Cornell Fleischer, Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire: The Historian Mustafa Ali (1541—1600) (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1986) [Türkçesi Tarihçi Mustafa Ali/ Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı (1541- 1600), çev. Ayla Ortaç (İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 2008)].

[11]   Robert Mantran, Istanbul dans la seconde moitié du XVIIe siécle (Paris: A. Maisonneuve, 1962), s. 160—1; Robert Mantran, XVI—XVII. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat (İstanbul, 1991), s. 80.

[12]   Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde (BOA) bulunan Mühimme Defterleri’ne (MD) dayanarak benzer pek çok vaka incelenebilir. Mühimme Defterleri’nin 3, 5, 6, 7, 12, 82, 83, 85, ve 113. ciltleri arşiv çalışanları tarafından yayımlanmıştır. Referanslar orijinal ciltlere ve şayet bunlar yayınlanmışsa tıpkı basımlara yapılmıştır. Örneğin bknz. MD 6, s. 567 (bir fahişeyle evlenen bir sipahiden bahseder); MD 75, s. 227, n. 471 (bir yeniçerinin karısının bir Hıristiyan uyrukla zina yaptığından bahseder); MD 3, s. 304, n. 890 (sahte bir defterdardan bahseder); MD 6, s. 23 (kadı mühürlerinin sahtesinin yapılıp kötü amaçlar için kullanılmasından bahseder); MD 6, s. 82 ve 235 (sahte para yapımından bahseder); ve MD 10, s. 67 (Eski Temeşvar Beylerbeyi’nin yolsuzluklarından bahseder).

[13]   II. Philip’in kendi imparatorluğunun haritasını çıkarması konusunda bknz. Parker, The Grand Strategy of Philip II, s. 59—63.

[14]   Bu konuda bknz. Gyula Kaldy-Nagy, “The Administration of the Sanjaq Registrations in Hungary,” Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae21 (1968): 181—223; Heath W Lowry, “The Ottoman Tahrir Defterleri as a Source for Social and Economic History: Pitfalls and Limitations”, H. W. Lowry, Studies in Defterology: Ottoman Society in the Fifteenth and Sixteenth Centuries (Istanbul: Isis, 1992) içinde, s. 3-18; Colin Heywood, “Between Historical Myth and Mythohistory: The Limits of Ottoman History”, Byzantine and Modern Greek Studies 12 (1998): 315-45, yeniden baskı: C. Heywood, Wri ti ng Ottoman History: Documents and Interpretations (Aldershot: Ashgate, 2002); Halil İnalcık ve Donald Quataert (derl.), An Economic and Social History of the Ottoman Empire, 1300—1914 (Cambridge: Cambridge University Press, 1994) [Türkçesi Osmanlı imparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, çev. Halil Berktay (I. Cilt), Ayşe Berktay/Serdar Alper (II. Cilt) (İstanbul: Eren, 2004)].

[15]   Bu konuda bknz. Heath W. Lowry, “The Ottoman Liva Kanunnames contained in the Defter-i Hakani”, Lowry, Studies in Defterology, içinde s. 19—46; Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, 9 cilt. (İstanbul: FEY Vakfi, 1990—6).

[16] Ruznamçe denilen ve Defter-i Hakani/Defterhanede tutulan bu kayıtlar, taşradaki idareciler veya merkezi yönetim tarafından tımarlar için çıkarılan tezkerelerin kro­nolojik kayıtlarının yanı sıra Divan tarafından çıkarılan nihai beratları da içermek­teydi. Bknz. D. A. Howard, “The Historical Development of the Ottoman Imperial Registry (Defter-i hakani): Mid-Fifteenth to Mid-Seventeenth Centuries”, Archivum Ottomanicum 11 (1986[1988]): 213—30.

[17]   Bu konuda bknz. Darling, Revenue-Raising and Legitimacy.

[18]   Literatürdeki en güncel çalışma için bknz. Geza David, “The Mühimme Defteri as a Source for Ottoman—Habsburg Rivalry in the Sixteenth Century,” Archivum Ottomanicum 20 (2002): 167—209.

[19]   Osmanlı arşivi ve merkezi bürokrasisi hakkında bknz. Josef Matuz, Das Kanzleiwesen Süleyman des Prächtigen (Wiesbaden: F. Steiner, 1974); Klaus Röhrborn, Untersuchungen zur osmanischen Verwaltungsgeschichte (Berlin: De Gruyter, 1974). “Seyyar Osmanlı Arşivleri” hakkında bknz. Feridun Emecen, “Sefere Götürülen Defterlerin Defteri,” Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1991) içinde, s. 241—68.

[20]   Çeşitli arazi kayıtlarının Osmanlı İmparatorluğu hakkında çalışanlar açısından önemi hakkında bknz. Halil İnalcık and Şevket Pamuk (derl.), Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik (Ankara: T. C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, 2000). “Uzun kurumsal hafıza” tabirini Parker’ın The Grand Strategy of Philip II adlı çalışmasından aldım.

[21]   Osmanlı enformasyon toplama sistemi hakkında bir değerlendirme için bknz. Gabor Âgoston, “informaciöszerzeses kemkedes az Oszman Birodalomban a 15—17. szazadban” [Osmanlı İmparatorluğunda On Beşinci ila On Yedinci Yüzyıllarda Enformasyon Toplama ve Casusluk Faaliyetleri] Tivadar Petercsak ve Matyas Berecz (derl), Informâcioâramlâs a magyar es török vegvâri rendszerben (Eger: Heves Megyei Muzeum, 1999) içinde, s. 129—54; Gabor Âgoston, “Birodalom es informaciö: Konstantinapoly, mint a koraujkori Euröpa informaciös központja,” [İmparatorluk ve Enformasyon: Erken Modern Avrupa’da Enformasyon Toplama Merkezi Olarak 1 stanbul] Gabor Hausner ve Laszlo Veszpremy (derl.), Perjes Geza Emlekkönyv (Budapeşte: Argumentum, 2005) içinde, s. 31—60. Bu çalışmanın genişletilmiş bir İngilizce versiyonu bu konu hakkında yakında çıkacak bir kitapta yayınlanacaktır. Osmanlı enformasyon kaynakları hakkında genel bilgi için bknz. Faroqhi, The Ottoman Empire and the World Around It, s. 179—210.

[22]   Venedikliler 1571 ’de Osmanlıların Kıbrıs’ı fethetmesiyle sonuçlanan İnebahtı Savaşı’na yol açan 1570-73 savaşlarının kendilerine karşı “Yahudiler’in çevirdiği dolaplara ve sağladığı istihbarata dayanan Türkler tarafından” yürütüldüğüne inanmaktaydılar. Hatta bazıları İstanbul’un Akdeniz’deki rakibinin donanmasını mahveden yangının bile Nasi’nin ajanları tarafından çıkarıldığından şüphe ediyordu. Bknz. Brian Pullan, The Jews of Europe and the Inquisition of Venice, 1550—1670, 2. baskı (New York: I. B. Tauris, 1997), s. 179; Benjamin Arbel, “Venezia, gli ebrei e l’attivita di Salomone

Ashkenasi nella Guerra di Cipro”, Gaetano Cozzi (ed.), Gli Ebrei e Venezia secoli XIV—XVIII. Atti del Convegno internazionale organizzato dall’Istituto di storia della societ’a e dello stato veneziano della Fondazione Giorgio Cini, Venice, Isola di San Giorgio Maggiore, Haziran 5—10, 1983 (Milan: Edizione Comunit’a, 1987), s. 172. Venediklilerin savaş tan önce kendilerine karş ı bir “Yahudi komplosuna” giriş ildi ği konusundaki inançları ve Nasi’nin bu komplodaki muhtemel rolü hakkında daha incelikli bir değerlendirme için bknz. Benjamin Arbel, Tradi ng Nati ons: Jews and Venetians in the Early Modern Eastern Mediterranean (Leiden: Brill, 1995), s. 55—63. Aile ve bilhassa kurucusu Señora Gracia Mendes (Luna) hakkında bknz. Marianna D. Birnbaum, The Long Journey ofGracia Mendes (Budapeşte and New York: Central European University Press, 2003). Bu kaynakta ayrıca önceki çalışmalar da listelen­mektedir.

[23]   Salo Wittmayer Baron, A Social and Religious History of the Jews. Late Middle Ages and Era of European Expansion 1200—1650, vol. XVIII: The Ottoman Empire, Persia, Ethiopia, India, and China, 2. baskı (New York: Columbia University Press, 1983), s. 91.

[24] A.e., p. 144; Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler (İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın 1995), s. 138.

[25]   Pal Fodor, “Ottoman Policy towards Hungary, 1520-1541”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae 45/2-3 (1991): 319-20.

[26]   Osmanlı diplomasisi hakkında Daniel Goffman’in bu kitapta yazdığı bölüme bakı­labilir. Ayrıca bknz. A. Nuri Yurdusev (ed.), Ottoman Diplomacy: Conventional or Unconventional (Basingstoke: Macmillan, 2004).

[27]   Bárdossy László, Magyarpolitika a mohácsi vész után [Mohaç Savaşı’ndan Sonra Macar Politikası] (Budapeşte: Holnap Kiadó, 1992 [1943]), s. 62—3.

[28]   Bu anekdot Stephan Gerlach’ın Türk günlüğüne veya 1573-1578 döneminde Istanbul’da elçilik yapan David von Ungnad’ın yaptığı bir yolculuğu anlatan bir 1 stanbul gezi kitabına dayanmaktadır. Bildiğim kadarıyla 1674’te Frankfurt’ta yayınlanan orijinal Almanca eserin (Stephan Gerlachs des aeltern Tage-Buch der von zween glorwürdigsten Römischen Kâysern Maximiliano und Rudolpho beyderseits … und durch … David Ungnad… glücklichst-vollbrachter Gesandtschafft, Frankfurt am Main, 1674) hiçbir modern versiyonu bulunmamaktadır. Alıntılar bu eserin (kısmi) Macarca çevirisinden yapılmıştır. UngnádDávidkonstantinápolyi utazásai [David von Ungnad’ın İstanbul’a Yolculukları] (Budapeş te: Szépirodalmi Könyvkiad0, 1986), s. 174. Eserden bariz bir şekilde anlaşıldığı kadarıyla Habsburg elçileri Viyana’ya haber iletmenin bir yolunu buluyorlardı. Osmanlı yetkililerinin görmesi amacıyla yazılan mektuplar “içinde hiçbir kusur bulunamayacak” şekilde kaleme alınıyordu. Buna karşılık, Ungnad’ın bütün faaliyetlerini ve tanık olduğu olayları detaylı olarak anlattığı diğer mektuplar limon suyuyla yazılıyor ve mektuplar Türk usulünce kullanılıyordu. Böylece mektuptaki

Ungnad zarfın içine sanki sevgilisine selam yolluyormuş gibi, her çeşit ipekli kumaşı doldururdu. İmparator da Paşa tarafından bilinmesini istemediği şeyleri mektubunda satır aralarına limon suyuyla yazardı. (s. 173—4).

[29]   Pal Török, I. Ferdinandkonstantinâpolyi beketârgyalâsai [I. Ferdinand’ın İstanbul’daki Barış Müzakereleri] (Budapeşte: Magyar Tudomanyos Akademia, 1930), s. 89. Malvezzi’nin yazışmaları için bknz. Austro-Turcica, Diplomatische Akten des habsbur­gischen Gesandtschaftsverkehrs mit der Hohen Pforte im Zeitalter Süleymans des Prächtigen, Bearbeitet von Srecko M. Dzaja unter Mitarbeit von Günter Weis. In Verbindung mit Mathias Bernath herausgegeben von Karl Nehring (Munich: R. Oldenbourg, 1995).

[30]   Avrupalı ülkelerin diplomatik yazışmalarında bu dragomanlardan sıklıkla bahsedilme- sine karşın, onlar hakkındaki bilgiler çoğu zaman tutarsız, eksik ve yanlıştır. Buradaki hataların çoğu literatürde de tekrarlanmaktadır. Buna Josef Matuz’un konuya giriş oluşturan öncü çalışması da dahildir: “Die Pfortendolmetscher zur Herrschaftszeit Süleyman des Prächtigen”, Südost-Forschungen 34 (1975): 26—60. Yunus Bey hak­kında bknz. Maria Pia Pedani, In nome del gran signore: inviati ottomani a Venezia dalla caduta di Costantinopoli alla guerra di Candia (Venice: Deputazione Editrice, 1994), s. 144—53, ve Gülru Necipoğlu, The Age of Sinan: Architectural Culture in the Ottoman Empire (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2005), s. 484—6; İbrahim Bey hakkında bknz. Dariusz Kotodziejczyk, Ottoman-Polish Diplomatic Relations (15th—18th Century). An Annotated Edition of Ahdnames and Other Documents (Leiden: Brill, 2000); Mahmud ve Murad Beyler hakkında bknz. Ernst Dieter Petritsch, “Der habsburgisch-osmanische Friedensvertrag des Jahres 1547”, Mitteilungen des Österreichischen Staatsarchivs38 (1985): 60—6, ve Pal Acs, “Tarjumans Mahmud and Murad: Austrian and Hungarian Renegades as Sultan’s Interpreters”, Bodo Guthmüller ve Wilhelm Kühlmann (derl.), Europa und die Türken in der Renaissance (Tübingen: Niemeyer, 2000) içinde, s. 307—16.

[31]   Österreichische Staatsarchiv, Haus-, Hof- und Staatsarchiv, Turcica Karton 30. Konv. 1. Fol. 29. (January 22, 1574). Bu referans için meslektaşım ve dostum arşiv­ci Istvan Fazekas’a teşekkür borçluyum. Ayrıca bknz. Sandor Takats, “A magyar es török irodeakok” [Macar ve Türk katipleri] Sandor Takats, Müvelödestörteneti tanulmânyok a 16—17. szâzadbol [On Altıncı ve On Yedinci Yüzyılların Kültürel Tarihi Hakkında Çalışmalar] ed. Kalman Benda (Budapeşte: Gondolat Kiado, 1961) içinde, s. 179; György Hazai (ed.), Nagy Szülejmân udvari emberenek magyar kronikâja. A Tarih-i Ungurus es kritikâja [Muhteşem Süleyman’ın Nedimi’nin Macar Kroniği.

Tarih-i Ungurus ve Kritiği] (Budapeşte: Akadémiai Kiado, 1996); Ayrıca bknz. Acs, “Tarjumans Mahmud and Murad”, s. 312.

[32]   Örneğin bu konuda bknz. J. E. Woods, “Turco-Iranica I: An Ottoman Intelligence Report on late Fifteenth/Ninth Century Iranian Foreign Relations”, Journal of Near Eastern Studies38 (1979): 1-9. Jean-Louis Bacqué-Grammont, “Études turco-safavides, XV. Cinq lettres de Hüsrev Paşa, beylerbeyi du Diyar Bekir (1552-1532)”, Journal Asiatique 279/3-4 (1991): 239-64.

[33]   Örneğin bknz. MD 9, s. 107; 10, s. 338, n. 550; 64, s. 121; Halil Sahillioğlu (ed.), Topkapı Sarayı H.951-952 tarihli ve E-12321 numaralı Mühimme Defteri ( İ stanbul: İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, 2002), s. 173-4, no. 215; s. 310, no. 428.

[34]   “Ugnod [Johannes Ungnad] adında bir bey ve 1000 silahlı adam vardır. Kalenin… Tuna’da otuz iki şaykası [altı düz yayvan gemi] ve her şaykada otuz adam bulunur. Bu

da toplam dokuz yüz altmış kişiye tekabül eder.” Géza David ve Pal Fodor, “Ottoman Spy Reports from Hungary”, Ugo Marazzi (haz.), Turcica et Islam i ca: studi i n memoria diAldo Gallotta (Naples: Universita degli studi di Napoli L’Orientale, 2003), s. 121-31 içinde, alıntı 124. sayfadandır.

[35]   Örneğin Diyarbakır Beylerbeyi Hüsrev Paşa (1522-31) Türk ve Kürt casusları Safeviler hakkında casusluk yapmak için Azerbaycan’a göndermiştir. Bacqué-Grammont, “études turco-safavides.”

[36]   David ve Fodor, “Ottoman Spy Reports”, s. 126-8.

[37]   Sandor Takats, “Kalauzok és kémek a török vilagban” [Osmanlı Macaristanı’nda Kılavuzlar ve Casuslar] Sandor Takats, Rajzok a török vildgbol [Macaristan’ın Türk Geçmişinden Tablolar] 4 cilt. (Budapeşte: A Magyar Tudomanyos Akadémia Kiadasa, 1915-32), cilt II içinde, s. 170.

3 8 Üveys Paşa’nın haritası İstanbul’da kopya edildi ve üzerindeki açıklamalar Habsburglann 1578-1581 tarihlerinde İstanbul elçisi olan Joachim von Sinzendorf tarafından İtalyancaya çevrildi. Elçi haritayı Viyana’ya geri gönderdi. Bu örnek, Habsburg elçi­lerinin de karşı istihbaratta becerikli olduklarını göstermektedir. Haritanın İtalyanca kopyası Viyana arşivlerinde bulunabilir. (Österreichische Staatsarchiv, Haus-, Hof- und Staatsarchiv Turcica Karton 43. Konv. 2. Fol. 50) Şu kaynakta haritanın tıpkıbasımı yapılmıştır: Géza Pàlffy, Europa védelmében (Papa: Jokai Mor Vàrosi Könyvtâr, 2000), tıpkıbasım III.

[39]   Nicolas H. Biegman, The Turco-Ragusan Relationship. According to the Firmans of Murad III (1575—1595) Extant in the State Archives of Dubrovnik (The Hague: Mouton, 1968); N. H. Biegman, “Ragusan Spying for the Ottoman Empire. Some 16th-Century Documents from the State Archive at Dubrovnik,” Belleten 27 (1963): 237—55.

[40]   Örneğin bknz. MD 7, s. 230, no. 637; 12, s. 339, no. 689; 67, s. 150; 69, s. 107; 71, s. 97; On the Romanian principalities see MD 3, s. 391, no. 1165; a.e., s. 490, n. 1457.

[41]   V. L. Ménage, “The Mission of an Ottoman Secret Agent in 1486”, Journal of the Royal Asiatic Society (1965): 112—32; Nicolas Vatin, “Itinéraires d’agents de la Porte en Italie (1483—1495): réflexions sur l’organisation des missions ottomanes et sur la transcription turque des noms de lieux italiens”, Turcica 19 (1987): 29-50 ve Nicholas Vatin, Sultan Jem. Un prince ottoman dans l’Europe du XVe siècle d’après deux sources contemporaines: Vakiàt-i Sultan Cem, Oeuvres de Guillaume Caoursin (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1997).

[42]   29. dipnotta belirtilen literatürün yanı sıra bknz. Anton C. Schaendlinger ve Claudia Römer, Die Schreiben Süleymans des Prächtigen an Karl V., Ferdinand I. und Maximilian II. Transkriptionen und Übersetzungen (Vienna: Verlag der Österreichischen Akademie der Wissenschaften, 1983), s. 27 (Mahmud hakkında); İstanbul, BOA, Mühimme Defterleri 5, p. 443; Nr. 1185 (Murad ve Ferhad hakkında).

[43]   Takáts, “A magyar és török íródeákok,” s. 182—3.

[44] Örneğin 1570-3 Osmanlı-Venedik Savaşı sırasında İstanbul’daki Venedik balyosu Venedik’te faaliyet gösteren birçok Osmanlı casusunu açığa çıkarmıştı. Bknz. Preto, “La guerra segreta”, s. 80—1. Mayıs 1581’de Habsburgların İstanbul’daki ikamet elçisi (1578—81) Joachim von Sinzendorf İsviçreli tüccar kılığındaki bir Osmanlı casusunu açığa çıkardı. Bknz. Robert Anhegger, “Ein angeblicher schweizerischer Agent an der Hohen Pforte im Jahre 1581,” Istanbuller Schriften 11 (1943): 9. Ispanya’da faaliyet gösteren Osmanlı casusları hakkında bknz. Miguel Ángel de Bunes Ibarra, “Charles V and the Ottoman War from the Spanish Point of View”, Eurasian Studies, 1 (2002): 168-9.

[45]   “Çok akıllı bir adamdı ve majestelerini de ziyaret eden, Angulema’nın akrabası olan ve sizin hizmetinize girmek istiyormuş gibi yapan bir casus olduğuna emin olduğum Juan Mida’nın dostuydu.” Alıntı için bknz. Ibarra, “Charles V and the Ottoman War”, s. 169.

[46]   Colin Heywood, “Some Turkish Archival Sources for the History of the Menzilhane Network in Rumeli during the Eighteenth Century”, “The Ottoman Menzilhane and Ulak System in Rumeli in the Eighteenth Century” ve “The Via Egnatia in the Ottoman Period: The Menzilhanes of the Sol Kol in the Late 17th/Early 18th Century”, hepsi Heywood, Writing Ottoman History içinde; Yusuf Halaçoğlu, Osmanlılarda Ulaşım ve Haberleşme (Menziller) (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2002).

[47] M. J. Rodríguez-Salgado, The Changing Face of Empire: Charles V Philip II and Habsburg Authority, 1551—9 (Cambridge: Cambridge University Press, 1988), s. 263.

[48]   Elke Eberhard, Osmanische Polemikgegen die Safawiden im 16. Jahrhundert (Freiburg: Schwarz, 1970); M.C. Şehabeddin Tekindağ, “Selimnameler,” İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi 1 (1970): 197—230; Ahmet Uğur, The Reign of Sultan Selim in the Light of the Selimname Literature (Berlin: Schwarz, 1985); Ayrıca bknz. Colin Imber, “Ideals and Legitimation in Early Ottoman History,” Metin Kunt ve Christine Woodhead (derli), Süleyman the Magnificent and his Age: The Ottoman Empire in the Early Modern World (Londra: Longman, 1995) içinde, s. 140—4, 153; Markus Dressler, “Inventing Orthodoxy: Competing Claims for Authority and Legitimacy in the Ottoman-Safavid Conflict”, Hakan T. Karateke ve Maurus Reinkowski (derl.), Legitimizing the Order: The Ottoman Rhetoric of State Power (Leiden: Brill, 2005) içinde, s. 151—73.

[49]   Halil İnalcık, The Ottoman Empire. The Classical Age, 1300—1600 (Londra: Weidenfeld and Nicolson, 1973; reprinted New York: Aristide D. Caratzas, 1989, 1995) [Türkçesi Osmanlı imparatorluğu Klasik Çağ (1300- 1600), çev. Ruşen Sezer (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları)], s. 57; Halil İnalcık, “Selim I”, EI2, vol. IX içinde, s. 129.

[50]   Kenneth M. Setton, The Papacy and the Levant (1204—1571) vol. III (Philadelphia: American Philosophical Society, 1984), s. 193. Osmanlı kronikleri de bu bilgiyi des­teklemektedir. Hoca Saadeddin (ö. 1599) ve Gelibolulu Mustafa Ali’nin(d. 1600) (bu konuda bknz. Selahattin Tansel, Yavuz Sultan Selim [Ankara: Milli Eğitim Basimevi, 1969], s. 242—3, dipnot 3) iddialarının yanı sıra, 1516’da Divan mensubu olan ve dolayısıyla olayların çağdaşı konumundaki Celalzade Mustafa (ö. 1567) da Osmanlı donanmasının “kâfirlere” karşı saldırıya hazırlandığını iddia etmektedir. Bu konuda bknz. Celia J. Kerslake, “The Selim-name of Celal-zade Mustafa Çelebi as a Historical Source”, Turcica 9/2—10 (1978): 43.

[51]   Hayreddin Paşa hakkında bknz. Aldo Gallotta, “Khayr al-Din Pasha, Barbarossa”, EI2, vol. IV içinde, s. 1155, Svat Soucek, “The Rise of the Barbarossas in North Africa”, Archivum Ottomanicum 3 (1972): 228—50.

[52]   Ârpad Karolyi ve Laszlo Bardossy’ye göre bu, Reichstag’da “Türk tehdidi” ile ilgili olarak kabul edilen bu türden ilk teklifti. Bknz. Laszlo Bardossy, Magyar politika Mohâcsi vesz utân (Budapeşte: Egyetemi Nyomda, 1943), s. 17. İstanbul’un düşme­sinin ardından Alman imparatorluk meclisinde (Reichstage) Türklere karşı çok sayıda konuşma (Türkenrede veya Türkenkriegsrede) yapılmış ve bunları çeşitli tartışmalar ve silah altına alma kararları takip etmiştir. Bu konuda bknz. Johannes Helmarth, “The German Reichstage and the Crusade”, Norman Housley (ed.), Crusading in the Fifteenth Century. Message and Impact (Basingstoke: Macmillan, 2004) içinde, s. 53-69.

[53]   Rhoads Murphey, “Süleyman I and the Conquest of Hungary: Ottoman Manifest Destiny or a Delayed Reaction to Charles V’s Universalist Vision”, Journal of Early Modern History 5 (2001): 197-221.

[54]   Bknz. Imber, “Ideals and Legitimation”; Christine Woodhead, “Perspectives on Süleyman”, Kunt ve Woodhead, Süleyman the Magnificent, içinde, s. 164—90; Cornell Fleischer, “The Lawgiver as Messiah: The Making of the Imperial Image in the Reign of Süleyman”, Gilles Veinstein (ed.), Soliman le Magnif ique et son temps (Paris: Documentation Française, 1992), s. 159—77; Barbara Flemming, “Sahib-kıran und Mahdi: Türkische Endzeiterwartungen im ersten Jahrzehnt der Regierung Süleymans”, György Kara (ed.), Between the Danube and the Caucasus (Budapeşte: Akademiai Kiad’o, 1987), s. 43-62.

[55]   Fleischer, “The Lawgiver as Messiah”, s. 162.

[56]   Selimname literatürünün bazı yazarlarının Selim’in şehzadeyken Trabzon valisi olarak kâfirlere, yani Gürcülere karşı savaşlarını hatırlatmak ve (bunların önemini abartmak) için ne zahmetler çektiklerini akla getirmek öğreticidir. Bknz. Tekindağ, “Selimnameler”, s. 204, 215. 1543’te tamamlanan bir Osmanlı kroniğinde ölüm döşeğindeki Sultan Selim kâfirlere karşı savaşma fırsatı bulamadığından yakınır. Bknz. Barbara Flemming, “Public Opinion under Sultan Süleyman”, Halil İnalcık ve Cemal Kafadar (derl.), Süleyman the Second and His Time (İstanbul: İsis, 1993), s. 54.

[57]   Pal Fodor, “A Becsbe vezetö üt. Az oszman nagyhatalom az 1520-as evekben” [Viyana’ya Giden Yol: 1520’lerde Osmanlı İmparatorluğu], Pal Fodor, A szultân es az aranyalma [Sultan ve Kızıl Elma] (Budapeşte: Balassi, 2001) içinde, s. 370.

[58]   Bu konuda bknz. Ferenc Szakaly, “Nandorfehervar, 1521: The Beginning of the End of the Medieval Hungarian Kingdom,” Geza David ve Pal Fodor (derl.), Hungarian- Ottoman Military and Diplomatic Relations in the Age of Süleyman the Magnifıcent (Budapeşte: Loránd Eötvös University/ Hungarian Academy of Sciences, 1994) içinde, s. 47-76.

[59]   Suraiya Faroqhi, Pilgrims and Sultans: The Hajj under the Ottomans, 1517—1683 (Londra: Palgrave, 1994) [Türkçesi Hacılar ve Sultanlar, 1517- 1638, çev. Gül Güven (Çağalı) (İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 2008)]; kamusal yapılar inşa etmenin bir meş­ruiyet aracı olarak kullanılması hakkında ayrıca bknz. Hakan T. Karateke, “Interpreting Monuments: Charitable Buildings, Monuments, and the Construction of Collective Memory in the Ottoman Empire”, Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes 91 (2001): 183-99.

[60]   Colin Imber, “Süleyman as Caliph of the Muslims: Ebu’s-Su’ud’s Formulation of Ottoman Dynastic Ideology”, Veinstein, Soliman le Magnifique, içinde, s. 179-84.

[61] Örneğin Süleyman’ın Habsburg hükümdarları Şarlken, I. Ferdinand, I ve II. Maximilian’a gönderdiği mektuplarda kullandığı lakaplar için bknz. Schaendlinger ve Römer, Die Schreiben Süleymans des Prächtigen, mektup 1, 6, 7, 19, 23, 25 ve 32.

[62]   Peter Burke, “Presenting and Re-presenting Charles V”, Hugo Soly (ed.), Charles V 1500—1558 and his Time (Antwerp: Mercatorfonds, 1999) içinde, s. 411-18, 426-33; John M. Headley, “The Habsburg World Empire and the Revival of Ghibellinism”, Medieval Renaissance Studies 7 (1975): 93-127, bilhassa 97-8, yeni baskı J. M. Headley, Church, Empire and World. The Quest for Universal Order, 1520—1640 (Aldershot: Ashgate, 1997), makale V (orijinal sayfalandırma).

[63]   Ferdinand’ın 2 Ekim 1532 tarihinde kız kardeşine yazdığı mektuba bakın: Franz Bernhard von Bucholtz, Geschichte der Regierung Ferdinand des Ersten, 9 cilt. (Vienna: Schaumburg und Compagnie, 1831-8) vol. IV, s. 115, alıntının yapıldığı yer Bardossy, Magyar politika, s. 344.

[64] Bknz. James D. Tracy, Emperor Charles V Impresario of War: Campaign Strategy, International Finance, and Domestic Politics (Cambridge: Cambridge University Press, 2002), s. 145-6.

[65]   İmparatorun kişisel komutası altındaki müttefik Hıristiyan donanması La Goletta ve Tunus’u ele geçirerek Süleyman’ın amirali Barbaros Hayreddin’i bölgeden çekil­meye zorladı. V. Şarlken’in Tunus seferi ve bununla ilgili Habsburg propagandası hakkında bknz. Wilfried Seipel (ed.), Der Kreiszug Kaiser Karls V gegen Tunis Kartons und Tapisserien (Vienna: Kunsthistorisches Museum, 2000); Alfred Kohler, Karl V 1500—1558. Eine Biographie (Munich: Beck, 1999), s. 106-8; Wim Blockmans, Emperor Charles V1500—1558 (Londra: Arnold, 2002), s. 173-4; Burke, “Presenting and Re-presenting Charles V”, s. 433-4. Tunus 1569’a kadar İspanyolların elinde kalıp 1573-4’de geri allınmış olmasına karşın, Osmanlıların zafer kazandığı 1538 Preveze Savaşının uzun vadede daha önemli olduğu ortaya çıktı. Bknz. J. F. Guilmartin Jr., Gunpowder and Galleys: Changing Technology and Mediterranean Warfare at Sea in the Sixteenth Century (Cambridge: Cambridge University Press, 1974, yeniden baskı Londra: Conway Marine, 2003), s. 42-56.

[66]   Fleischer, “The Lawgiver as Messiah”.

[67]   Bknz. Hester Donaldson Jenkins, Ibrahim Pasha: Grand Vizier of Suleiman the Magnificent (New York: Columbia University Press, 1911); Ferenc Szakaly, Lodovico Gritti in Hungary 1529—1534: A Historical Insight into the Beginnings ofTurco- Habsburgian Rivalry (Budapeşte: Akademiai Kiado, 1995).

[68]   Robert Finlay, “Prophecy and Politics in Istanbul: Charles V, Sultan Süleyman, and the Habsburg Embassy of 1533—1534”, Journal of Early Modern History 2/1 (1998): 22.

[69]   John M. Headley, “Germany, the Empire and Monarchia in the Thought and Policy of Gattinara”, Heinrich Lutz (ed.), Das römisch-deutsche Reich im politischen System Karls V (Munich: Oldenbourg, 1982) içinde, s. 22, yeniden basıldığı yer Headley, Church, Empire and World, Makale VI.

[70]   “Nonne scis, quia magnus Dominus noster primus est post divinam Potentiam, et uti unus sol per caelum vagatur, sic tutius mundi Imperator noster Dominus est.” taski’nin misyon hakkındaki raporu yolculuğundan sonra, muhtemelen 1528 yazında kaleme alındı ve Matyas (Matthias) Bel, Adparatus adHistoriam Hungariae, sive collectio Miscellanea . . . (Posonii, 1735), s 159—89 ve Eudoxiu de Hurmuzaki tarafından, Documente privit’ore la Istoria Românilor I/2, 1451—1575 (Bükreş: C. Göbl, 1891), s. 38—67 yayımlandı. Alıntı 42. sayfadan. Açıklamalı Macarca çeviri için bknz. Gabor Barta in Gabor Barta (ed.), Ket târgyalâs Sztambulban (Budapeşte: Eur’opa Könyvkiad’o, 1996) s. 105.

[71]   Bardossy, Magyarpolitika, s. 105—9- Ayrıca Ferdinand’ın Bucholtz’ta Süleyman’a gönderdiği elçilerine verdiği talimat için bknz. Regierung, vol. IV, s. 98.

[72]   Süleyman’ın Ösek’teki (Eszek/Osijek) Osmanlı kampından Ferdinand’a gönderdiği 17 Temmuz 1532 tarihli mektubuna bakın. Yayınlandığı yer Istvan Bariska (ed.), Köszeg ostromânak emlekezete [Köszeg/Güns Kuşatmasını Hatırlamak] (Budapeşte: Europa Könyvkiado, 1982), s. 170.

[73]   Gülru Necipoğlu, “Süleyman the Magnificent and the Representation of Power in the Context of Ottoman-Habsburg-Papal Rivalry”, İnalcık ve Kafadar, Süleyman the Second içinde, s. 163—91.

———————————————-

[i] Gábor Ágoston, Budapeşte Üniversitesi Tarih ve Türkoloji bölümlerinden mezun olup, 1986’ta doktora, 1994’te doçentliğini aldı. 1986 ile 1998 tarihleri arasında Budapeşte ve Pécs Üniversitelerinde Macar ve Osmanlı tarihi dersleri verdi. 1998 yılından beri Georgetown Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyeliği yapan Gábor Ágoston, 15.-18. yüzyıllar arası Osmanlı, Habsburg ve Macar tarihi ile ilgili İngilizce, Türkçe, Macarca ve Almanca dillerinde yayımlanmış, 60’ı aşkın makalenin ve beş kitabın yazarıdır. Kitapları Oxford, Cambridge, Thames, Hudson gibi dünyanın önde gelen yayınevleri tarafından yayınlanmaktadır.

Yazar
Gabor AGOSTON

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen