Türk milliyetçiliği 150 yıllık siyasi tarihinin en ağır krizi ile karşı karşıya

Prof.Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ

7 Haziran ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerinin ardından, Türk siyasi hayatı ve milli cephede tartışmalar yeniden gündeme gelmiştir. Daha çok dekoratif-tali unsurlar / kadro değişimi etrafında süre giden tartışma, meseleyi kuramsal bir perspektife bağlı olarak anlamak ve gereği gibi izah etmekten uzaktır. Sorunun görünen boyutu, tezahürü bir kadro ve liderlik meselesi olduğu kadar, ideoloji, proje, fikir ve refleks üretememe (kültürel şizofreni/mumyalaşma tehlikesi ), kendini çağdaş siyasal dil ve yöntemleri ile ifade edememe (politik iletişim) meselesidir.

Maalesef ki; Türk milli düşünce geleneği soğuk savaş sonrası içeride ve dünya konjonktüründe oluşan dönüşümü “yapı“yı (sosyolojik ve politik anlamda) tahlil ederek, yeni duruma uygun teorik bilgi ve (ideolojik anlam dünyasını oluşturacak) dili, dünyayı, paradigmayı üretememiştir.

Siyasal değişim ve dönüşümleri ekonomi politikten bağımsız sırf “moral ve kültürel değerler” gibi üst yapı kurumları üzerinden okumaya ve anlamaya alışık bir zihinsel arka plan ve pratik için bu girdaptan çıkmak ancak statükoyu mahkûm eden gelenekteki kurucu ilkeleri sıkı bir eleştiriye tabi tutarak tevarüs eden yenilikçi bir sıçrama ile mümkündür.

Bu krizden en fazla etkilenen siyasal yapı, Türk milliyetçiliğinin politik temsil kulvarı olan MHP’dir.

  1. TEORİK SORUNLAR VE ÖNERİLER BAHSİ

Tüm medeniyetlerin kurucu temelleri, muhakkak ki bir evren tasavvurundan, varlık, etik, bilgi, insan, siyaset,  anlayışından başlayarak, diğer alanlara doğru genişler. Türk kültürünün genel planda özelde Türk milliyetçiliğinin mevcut açıklama modelleri artık bu çağı açıklamaktan ve izahtan varestedir.

Uygarlık tarihindeki büyük gelişim ve dönüşümlerde milletlerin, kendi kültür havzalarının ve dünya kültür mirasının temel metinleri ile kurdukları diyalojik ilişkinin çok önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Bu açıdan her çağın ve o çağı yaşayan milletin kendi çağına ve ihtiyaçlarına özgü okuma ve yorumları yapması son derece önemlidir. Bilimsel, dini ve kültürel metinlerin nihaî ve donmuş bir anlamı yoktur. Bu mirasla kurulacak ilişkinin düzeyi ve derinliği, yaratıcılığı yeni bir medeni hamle için temel referansları oluşturacaktır. Bütün bu okuma ve diyalog, ontolojik, epistemolojik ve etik düzeyde açılımlara imkan vermeli, zaman, mekan, insan, evren, dünya, eşya, siyaset felsefesi anlayışını temellendirebilecek bir kuşatıcılığı olmalıdır. Türkler kendi tarihlerinin son yüz yıllık dilimi öncesinde bu ameliyeyi çok başarılı bir biçimde başarabildikleri için tarihlerinin her döneminde bulundukları coğrafyanın belirleyici aktörleri olagelmişlerdir. Modern dönemde Türk düşüncesi bir kriz halindedir.

Bu büyük fotoğrafa bağlı olarak Türk milliyetçiliği 150 yıllık siyasi tarihinin en ağır krizi ile karşı karşıyadır. Türkiye eksenli kurumsal milliyetçilik algısı özellikle MHP kurumsal geleneğinde fiilen [1969-2015] indirgenmiş durumdadır. Türk milliyetçiliği sırf Türkiye’ye MHP’ye özgü bir mefkûre gibi değerlendiriliyor. Önceki birikimlere eklemlenen ve bütüncül bir kavrayışla meselelere yaklaşan vizyon yoktur.

ÜNİVERSALLIKTAN YERELLİĞE DOĞRU SAVURMAKTA

MHP, son 150 yıllık milliyetçi mefkûre tarihinde Türk dünyasının diğer bölgelerindeki milliyetçi birikimden senkronizasyon ve etkileşimini bu denli hiç kaybetmemişti. Bu durum onun üniversallıktan yerelliğe doğru savurmaktadır.

MHP’nin kullandığı literatür-siyasal dil ve tavır, “bireye ve onun özgür tercihlerine dayanması gereken çağımız siyasal ve sosyal düzeninde“, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı insan hakları sorunsalı, hukuk devlet ideali, din-devlet ilişkileri problematiki, çağdaşlaşma, kültürel çoğulculuk ve gerçek bir halk demokrasisi inşa etme, kalkınma-refah, eşitlikçiliği gözeten bilimsel bir eğitim anlayışı var kılma ve mikro etnisitelerin dayattığı şoven politik talepleri deşifre edecek-varlık nedenini ortadan kaldıracak teorik açıklama ve kuşatıcılıktan uzaktır.

“Kesintisiz, amasız ve keşkesiz” bir insan hakları ideali, yurttaş hukuku ve çağdaş demokrasi ile taçlandırılmış, kimsesi olmayanların kimsesi bir cumhuriyet idealini bana göre en çok savunması ve temsil etmesi gereken “hukuk devletini, özgürlük ve eşitlik prensiplerini dünyaya armağan etmiş olan” milli düşüncenin devamı politik temsili olan kurumlardır.

“Mükemmellik bile kuru tekrarın ağır yükünü taşıyamaz”. İngiliz filozof Alfred North Whitehead’in bu yargısı, şöyle devam eder:

“Bir ilk kıvılcımın yaratacağı yoğunluğa sahip bir medeniyeti üretebilmek, bilimden daha fazla şeylere ihtiyaç duyar. O hâlde yeni bir mükemmellik arayışı demek olan macera duygusu kaçınılmazdır.” Köhnemiş yapılarla bir yere gidilemez.

Türk milliyetçiliği birikimi içerisinde 1980 sonrası dönemde “Yeni Düşünce” gazetesi etrafında oluşan fikri, entelektüel birikim aradan geçen uzun yıllara rağmen aşılamamıştır. Hala o ölçekte bir düşünce dergisi, teori pratik etkileşimi kurulamadı. Türk milliyetçiliği mecmualar etrafındaki fikri üretimlerin yarattığı atmosfer etrafında gelişmiş bu atmosfer, milli politik çizgiyi de önemli ölçüde beslemiştir.1980’li yılların ortasına kadar Türk sağının ortalama aydını kendini ve düşüncelerini, milli mefkûrenin üretimlerine yaslanarak ifade ediyordu.1980 öncesinde Tercüman gibi orta sağ gazetenin 1000 Temel eser serisi Türk sağının kültürel şemalarını oluşturan önemli bir mecraydı. Arkasında hep milli çizgideki insanlar vardı.1980 öncesinde siyasal İslam ve her türlü hizbi “milli mefkûrenin kapsayıcılığı, kuşatıcılığı ve kültürel hegemonyası karşısında “kendilerini kamusal alanda görünür kılmak” ve itibar görmek için “milliyetçi muhafazakar” tabirini kullanıyorlardı/kullanmak durumunda kalıyorlardı. Siyasal İslamcılar, 80 sonrasında liberalizm ve neo Marksist literatürle kurdukları ilişki ve okumalar neticesinde kendi eksiklerini ve özgüvenlerini bu literatürden devşirdikleri kavramlarla yeniden ürettiler. Halde her birinin bir yayınevi, onlarca tematik dergisi mevcut. Milli birikim “Yeni düşünce” çevresinden sonra akim ve atıl kaldı.

SORUN, POLİTİK AVAMLIKTAN KURTULMAK

Milli birikim, Küreselleşme, Neoliberalizm, etnik ve dinsel ayrışmalar sürecinde kendi metinlerini dünya deneyimleri ışığında bir eleştiriye tabi tutarak yeniden güncellemekte gecikti. Hal böyleyken durup durup “Atsız’ın narası ile indik Tanrı dağından”, “Kurt , Kımız, Kopuz”, Gökalp dedi ki, Rahmetli Dündar Taşer’den dinledim, Galip Erdem Hergün’de böyle yazdıydı. Öğretmen okulunda yatılıyken Ocak seminerinde şunu dinledim, Türkçe’nin Sırları ile dil felsefesi, Türk İslam Ülküsü ile yeni bir medeniyet anlayışı inşa edemezsiniz. İstediğimiz kadar kızalım, realite bu.

Esasen, pratik alanın sorunlarının tanımlanıp değerlendirilmesi teorik/nazarî bir çalışmadır. Bu bağlamda mevcut güncel sorunların ne türden yapısal “bilimsel” özellikler sergilediğini görmek için; Türk milliyetçiliği üzerine yapılacak tartışmalar, belli temalar ve başlıklar altında yapılmalı, Türk milliyetçisi olduğunu ifade bir partinin ciddi bir Türk dünyası politikası olmalıdır. Dış Türkleri severiz menakıbı dışında bir fikrin göze çarpmaması görece eski bir siyasal organizasyon için hazindir.

Sorun;  menkıbeler kelam-ı kibarlar, özlü sözler, sloganlar, dualar, mugalata yarışı ile süren taht kavgası sorunundan çok daha ciddi ve yapısaldır. Sorun, politik avamlıktan kurtulmak, bilimle, bilgi çeşitleri ile beslenmiş bir üst dil ve teorik zemin kurma sorunudur.  Bilinmelidir ki uzun süredir bunu talep eden seçmen (Türkiye’de siyasal ve toplumsal değerler skalasındaki CHP-MHP ve eski Merkez sağ gelenekten gelen seçmen potansiyeli) % 60 oranından daha az değildir.

Henüz bu anlamda bütün taraflarda <bazı olumlu emarelere rağmen> ciddi bir gündem teklifi ve perspektifi yoktur.

Entelektüel ilksel kaynak (teorik zemin) sorununa örnek olması açısından denilebilir ki, Türk milliyetçiliğinin önemli talihsizliklerinden birisi de yerli Gökalp’ın Akçura’yı gölgede bırakmasıdır. Türk milli düşüncesi tarihsel gelişim süreci içerisinde Akçura’yı ıskalamış, ondan yeteri kadar beslenmeyi başaramamıştır.  Bir imparatorluğun çözülüş sürecinin yarattığı sosyo-psikolojik travma ortamında yetişen Gökalp, dönemin tüm aydınlarının ortak özelliği olan eklektik, pragmatik, teleolojik düşünce biçimiyle, mutlak güncelleme ve tartışmaya açık(muhtaç)tır.

Lüzumun aciliyetiyle politik akla teorik zemin hazırlanmış, teorik temelden siyaset doğrudan ve doğal olarak türememiştir. Gökalp’ın “fert yok cemiyet var, hak yok vazife var” (çokluk içinde eriyen birey) anlayışına karşı, şahsiyeti, cemiyeti ve hürriyetçiliği, kalkınmayı esas alan Akçura anlayışı içselleştirilebilse idi kuşkusuz milli düşünce çok daha başka mecralara açılma imkanı bulabilirdi.

Cumhuriyet sonrası Türk milliyetçiliğinin temel handikaplarından biri ağırlıklı olarak ekonomi politik okumaları zayıf olan ilmi Türkçülük ve Türkoloji geleneğinden beslenmesidir. Rusya’dan gelen kadrolar içinde özellikle Akçura ve Ağaoğlu’nun bu anlamda tespitleri lâyıkıyla anlaşılamadı. Zira onlar kültürel ve siyasal değişimde ekonominin başat rolünü gayet iyi biliyorlardı.

Akçura’nın örtük Gökalp eleştirilerinde bu açıkça görülür. “Batının ilmini fennini al kültürünü alma” yüzeyselliğine Akçura henüz o zamanlarda itiraz eder.

Pek çok kavramı yeniden güncellemek gerekir. Bugün “i’lây-ı kelimetullah” tılsımlı kavramı “kamu düzeni” dışında yorumlanırsa “demokrasi ve hukuk devleti” ilkesinden vazgeçmek, herkesi bizim gibi olana kadar aynılaştırmak gerekir ki, günümüz dünyasında böylesi bir homojenizasyon hem imkansız hem de etik dışıdır.

Bir diğer husus Hilmi Ziya Ülken hümaniter felsefi temelli metinlerinin milli camiada anlamıyla makes bulamamış olmasıdır. Keza Nurettin Topçu’nun kavram ve eleştirileri etkilemesine rağmen ana akım milli söylemi şekillendiremedi.

Sonuç yerine;

Kök anlamı bakmak-seyretmek-temaşa etmek olan teori deyimi; felsefe ve bilimde belli bir konunun temel unsurlarını tanımlayarak, sınıflayarak, tutarlı bir biçimde açıklayarak, bütünlüklü bir “yapı” kurmak anlamını kazanmıştır. Teori, dünyayı kuşatmak aklileştirmek açıklamak ve ona egemen olmak amacıyla atılan ağdır[1]. Metodolojik şartlara uymak koşuluyla, her konunun teorileştirilmesi mümkündür. Bu bağlamda teori sorunun genel bir resminin ortaya konması yanında sorunun nasıl ele alınması gerektiğini de ortaya koyar. Hangi sorun alanı olursa olsun, konuya ilişkin bir açıklama hiçbir zaman yetmemiş ilgili alana ilişkin çok sayıda açıklamalar yapılmıştır. Bunun nedeni her araştırmacının öne çıkardığı değer ya da ilkenin farklı olması yanında sorulan sorunların ve yaşanılan dönemin farklılıklarıdır. Bir bakıma sorunlar şartlara bağlı olarak da değiştiğinden her nesil kendi açıklamalarını yapmakla yükümlü ve buna yazgılıdır.

Sorun-teori ilişkisinde önemli bir ayırım da, bir sorunun(sorunsalın) teorileştirilmesiyle teorik sorunlar farklılığıdır. Teorik sorunlar esas itibarıyla değerlerin inanışların kurumların dayandıkları ilkelerle ilgilidir. Bu sorunlara ilişkin temellendirmeler, ister istemez ilkelere dayanmak zorunda olduklarından temellendirmelerde teorik olarak kabul edilmedir.

Felsefenin çalışma alanı, onu ortaya koyan sorunlar çerçevesinde oluşmuştur. Kısaca üzerinde durulan sorun alanları, düşünürlerin konuya yaklaşım tarzlarıyla biçimlenmektedir. Her alanın kendine özgü kavramsal çerçevesi ve soruları, alanın düşüncedeki sürekliliğini sağlamaktadır. Aynı soruya her düşünür farklı cevap verdiğinden ve kavramlara yüklenen anlamlar değiştiğinden, kişisel felsefe denemeleri sınırlı bir etkiye sahiptir oysa kavramsal yapı ve sorunlar tüm düşünürlerin zihnini meşgul eder.

Bireyler, üyesi oldukları toplumun evren tasavvurunda içkin olan insanlık tarihi düşüncesini esas alarak düşünce ürettiklerinden, insanlık kavramı ve onunla ilgili öne sürülen betimlemeler önemli hatalar içerebilmektedir. Değerler ve kurumlar üzerine kurulan yeni bir insanlık tarihi bakışı, felsefe yapmanın şartları arasında yer almalıdır. Dolayısıyla “tarih” felsefenin önde gelen disiplinlerinden biri olarak başat yerini almalıdır.

Velhasıl yaşadığımız coğrafya cehennem günlerinden geçerken milli aydınlara camdan kulelerde gözlem yapmak ayıp sayılır. Kaygılarımızın yegane etik dayanağı budur. Kişiler üstü bir ilkeler manzumesi ortaya konulmalı, akıp giden zamana karşın, geleceği kucaklayacak yeni bir siyasal dil ve düşüncenin temeli atılmalıdır. Salt gerekliliğin altını çizen “giriş” niteliğindeki çalışmamızın nedeni budur. 

Sorun basit bir kadro, teşkilat, politik temsil ve siyasal iletişim sorunu değildir. Mevcut durumda siyasal Türk Milliyetçiliği, “teorik ve pratik” açıdan kronikleşmiş sorunlar yumağı ile karşı karşıya ve bunlardan muzdariptir.

Milli mefkûrenin siyasal temsili olarak MHP’nin bugünkü yönetimi karşımızdaki siyasal bloğun siyasi, entelektüel, tarihsel söylemini çürüterek millete yepyeni bir ufku işaret edecek donanımdan uzaktır [istisnalar kaideyi bozmuyor ne yazık ki]. uzun yıllardır ARGE’si atıl durumdadır ve milli mefkûreyi sırf politik temsile indirgeyerek literatüre kelime katmamıştır. Bilim, kültür ve sanat mahfilleri ile, Türk dünyasının milli düşünürleri ile arasında anlaşılmaz bir bariyer mevcuttur.

Bunları tarih ve maşeri vicdan önünde dile getirmek aydın olarak bizlerin borcudur. Tarih hesabı halktan değil aydınlardan sorar. Aydınlar olarak konuştuklarımız kadar sustuklarımızdan da mesulüz. “Sazına vuran eline kurban ağabey, ne hikmetli çıhış ettin diyerek bonus toplamak bu “ateşten günlerde namuslu kültür bilimcilere” yaraşmaz.

Şahıslar ve şahsiyetler her durumda muhteremdir. Bizi ilgilendiren olay ve olgulardır. Mefkûre herkesten, hepimizden önemlidir.

ÇIĞIRTKAN PAZARCI ÜSLUBUYLA DEKLARE EDİLMEZ

Böylesi bir yapıda ısrar etmek esasen Türk milletinin kötü kaderine razı olunması demektir ve hiçbir surette millilikle bağdaştırılamaz. Türk milleti ile en geniş mutabakatı sağlayacak siyasal dili üretmek gerekiyor. Siyaset, toplumsal sınıfların siyasal taleplerinin bir kompozisyon içerisinde uyumlaştırılarak çözüm için sisteme aktarılması demektir. Sendikaların sivil toplumun ayağına gidilerek çözüm ortağı ve paydaş olarak görüşlerine başvurulmalı, talepleri alınmalıdır.

Eleştirel özgür düşünceyi kurmadan bu yol yürünemez. Etnik siyasal şiddetin sosyolojik tabanı Türkiye’nin geneline teşmil edilecek yurttaş hukuku ve evrensel insan hakları, hukukun üstünlüğü güvencesi ile çözülmeye uğratılabilir.

Türkiye’nin ekonomik gelişmesinin de en önemli şartı hukukun üstünlüğüne bağlı bir yönetim anlayışını kurmaktır. Müdafaa-yi hukuk kubbesi altındaki siyasal değerlerin sosyolojik tabanı %60 mertebesindedir. Söylem düzeyinde bu değerleri kapsayacak bir yeni siyasal dil lazım. Araştırmalar bunu çok net gösteriyor… Milli hedefler ciddi ülkelerde ve geleneklerde çığırtkan pazarcı üslubuyla deklare edilmez. ABD örneğindeki gibi barış ve demokrasi denir.

Türk milli mefkûresine yapılacak en büyük katkı onu yeni yüzyılda Türk dünyasına ve insanlığa çare olacak şekilde siyasal ve kültürel bir dil olarak inşa etmektir. Türk milliyetçiliğini sırf politik bir hareket olarak sınırlandırmak ona yapılabilecek en büyük kötülüktür.[kamacı mitoloji bunu kuramaz bilgi ile donanması lazım]

Türk kültürü gelenek ve geleceği yeni bir bakışla okuyup, yorumlayıp günümüzün ihtiyaçlarına cevaplar üretmelidir. Çok şükür artık bu üretimi dünya seviyesinde yapabilecek arkadaşlarımız var. Eksik olan bir sistematik, kurumsal akıl ve perspektif etrafında bu faaliyetleri bir amaca dönük olarak planlamaktır.

Tek ve en büyük eksik budur. Gücü takati olan maddi, manevi buna destek olmalıdır.

Bu olmadan basit güncel polemik ve lafazanlıklarla bir şeyi değiştiremezsiniz kendinizi kandırırsınız. O yüzden bir çözümler, tespitler, projeler, öneriler sürecinde olmamız gerekir…

Delegelerle medeniyet kurulmaz birikimle kurulur, delegasyon üretilen bir şey varsa onu aktaracak…

Türk milliyetçiliğinin politik temsili artık heyecan derneği, icabı halinde milli duyguları teyakkuz ettirip statükonun emrine sunan bir ünite değildir. İktidara talip bir siyasal harekettir. Buna önce önderliğin inanması lazımdır. Milli, sivil, cemiyetçi, adalet, insan hakları, hukukun üstünlüğü ilkelerini mihver edinmiş, manevi ve metafizik tecrübeye hürmetkâr, akla ve bilime nanik yapmayan Türklüğü geçmişe dönük değil geleceğe dönük olarak inşa edecek bir anlayış lazım.

Bugüne kadar bu anlayıştan neden sarfı nazar edildiğinin bir muhasebatı verilmesi icap eder.

Kamayı çekip” özlü sözler, dua ve sloganlarla, boş sözlerle yürümeden önce Türkiye’deki toplumsal sınıflara ve aydınlara, paydaşlara sonra Türk dünyasına ve insanlığa aşağıdaki başlıklarda dişe dokunur, çağdaş, mantıklı, tutarlı bir beyanname sunmanız, bu alanda bilimsel çözümler ortaya koymanız, bunları politik dile aktarmış olmanız icap eder.

Kalem, kalpak ve revolver “Yeni Osmanlılar/Genç Türkler/İttihat ve Terakki çizgisinin teori eylem praksisini sembolize eden üç semboldü. Tarihsel etkisi ortadadır. Bu çizgiyle başlayan heyecan dalgası Türklüğün yeni bin yıldaki “entelektüel meydan okumasına” zemin hazırlayacak arketipsel, mitolojik formları barındırır. Türkistan/Maveraünnehir irfanı, ve teşkilatçılığı, stratejik dehası bu formun çekirdeğini oluşturabilir. Bunu sağlayacak olan şey, şahsiyete ve onun özgür tercihlerine önem veren yöntem olarak eleştiriye yaslanan bir fikri, ameli, entelektüel dinamizmdir.

Aranan, bu değerleri ve çözümleri, projeleri üretecek kadroya liderlik yapacak, onu organize edecek basiret ve sağduyudur. Bu yaklaşımı ne yazık ki görememekteyiz. “Keçeye pala, testiye kurşun geleneksel yeniçeri talimi, komitacılık yöntemleri artık bu çağı yürüyemez.

Baattin tarzı tuhaf açıklamalar, artık mizah etkisi bile yaratamaz.

Bizden söylemesi.

“Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar

Not: Önümüzdeki süreçte Türk milliyetçiliğinin siyasal temsiline önderlik etmek isteyenlere, sefil ve sığ bir gündemde boğulmadan, şahsiyetçilik, “dedin dedim” tuzağına düşmeden, fikir ve birikimlerini kamuoyuna sunup tartışacak bir tartışma çerçevesi öneriyorum. Kimin eteğinde ne taş varsa, diğerlerinden farkı ne ise buralarda temayüz ettirebilir. Millet kimin ne dediğini, ne istediğini, bizi nasıl daha iyi bir yarına taşıyacağınızı bir tartma anlama imkânına kavuşsun.

BİR TARTIŞMA GÜNDEMİ İÇİN BAŞLIKLAR

[Bu başlıklar çağdaş bilimsel verilerin Türk milli mefkûresi penceresinden damıtılması tartışılması, telif edilmesi suretiyle oluşturulmalıdır. Dünyayı keşfetmiş gibi bize klasik liberal ekonomi politikaları anlatılmamalı. İnsan odaklı bir yeni üretim ve tüketim, ekonomi anlayışı nasıl olmalıdır?

Keza eğitim, nasıl bir eğitim kes, kopyala yapıştır olmamalı. yeni medeniyet iddiası ile çelişmeyen politik hedefler ve teknik çözümler üretilmelidir. Bizim enflasyonu, işsizliği konuşurken şiir okumaya, slogan atmaya değil bu soruları cevaplamaya ihtiyacımız var. Bunların cevabını merak ediyoruz. Sloganı ve duaları, lider adaylarının kadrolarından çok daha tumturaklı bir şekilde yapmaya muktediriz. Bizim müşkülâtımız aşağıya derc edilmiştir. Lütfen müşkülatımız nasıl çözeceksiniz anlatın. Helal süt emmiş kadrolar gelecek sorunlar bitecek, sert tokalaşırsak sorunlar çözülür, gibi afazik sözlerle hiç başlanmamalı.]

  1. Eğitim akademik, bilimsel, özgürlükçü, görece fırsat eşitliğini gözetleyen bir eğitim politikası
  2. Hukuk devleti ve adalet sistemi, saydamlık, insan hakları
  3. Dış Politika, Türk dünyası, İslam dünyası
  4. İçişleri, kamu yönetimi reformu
  5. Yerel Yönetimler ve katılımcılık
  6. Tarım ve hayvancılık, deniz ürünleri
  7. İhracat/ithalat
  8. Bilimsel araştırmalar, üniversiteler ARGE
  9. Kültür
  10. Çevre ve ekoloji
  11. Engelliler ve dezavantajlı Sosyal kesimler, kadın [bacı ve abla değil!]
  12. Sosyal devlet
  13. İşsizlikle mücadele ve istihdam
  14. Ekonomi ve Maliye, Hazine politikaları
  15. Doğal kaynaklar madenler, orman
  16. Enerji politikaları
  17. Ulaşım/Ulaştırma
  18. Bilişim teknolojileri
  19. Siyasal iletişim
  20. Milli Savunma
  21. Kentleşme ve İskan, Altyapı, Konut
  22. Sağlık
  23. Din devlet, toplum, bilim ilişkileri

 

————————————————-

[1] Bkz., Detaylı bilgi için Karl Popper eserleri (Bilimsel Araştırmanın Mantığı).

 

Kaynak :

http://odatv.com/turk-milliyetciligi-150-yillik-siyasi-tarihinin-en-agir-krizi-ile-karsi-karsiya-2012151200.html

 

Yazar
Kemal ÜÇÜNCÜ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen