Rusya’nın Türk Bölgesi Asimilasyon Politikası

 

Rusya’nın Türk Bölgesi Asimilasyon Politikası[1]

  

Esra ARAÇLI

Murat TOPÇU

Ali Eşref ATICI

   

SEMİNER ÇALIŞMASI

 

 

İÇİNDEKİLER 1

1. KÜLTÜRALANINDA ASİMİLASYON 2

1.1. RUS KÜLTÜR VE SİYASETİNE GENEL BİR BAKIŞ 3

2.EĞİTİM ALANINDA ASİMİLASYON 9

2.1.TÜRKİSTAN’DA YERLİ MÜESSESELER: MEKTEP VE MEDRESELER 9

2.2. SIR-DERYA İŞGAL HATTINDA AÇILAN RUS OKULLARI VE FAALİYETLERİ 12

2.3. KIZLAR İÇİN AÇILAN OKULLARIN AMACI VE FAALİYETLERİ 13

2.4. RUS MESLEKİ EĞİTİM OKULLARININ RUSLAŞTIRMA FAALİYETLERİ 14

2.5. TÜRKİSTAN’DA AÇILAN YATILI OKULLARIN AMAÇLARI VE FAALİYETLERİ 15

2.6. RUSLAŞTIRMA SİYASETİNDE ORTAK RUS-YERLİ OKULLARININ ROLÜ 17

3. DİN ALANINDA ASİMİLASYON 20

3.1. DİN 22

3.2. DEVLETİN RESMİ İSLAMİYET POLİTİKASI 23

3.3. TÜRKİSTAN BÖLGESİNDE İLK RUS OKULU 24

3.4. MASLOV VE DİN OKULLARI 25

3.5. RESMİ İSLAMİYET POLİTİKALARININ SONUÇLARI 26

4. DİL ALANINDA ASİMİLASYON 28

4.1. RUSLARIN ALFABE DEĞİŞİMİ VE ÖNCESİ DURUM 29

4.2. RUS TÜRKOLOJİ’Sİ VE ALFABE DEĞİŞİMİNDEKİ ROLÜ 32

4.3. BATI VE RUSLARIN, TÜRKLERİN ALFABELERİNİ DEĞİŞTİRMELERİ 36

4.4. ALFABE DEĞİŞTİRMELERİYLE ALAKALI OYUNLAR-1- 37

4.5. ALFABE DEĞİŞTİRMEDE İŞLENEN CİNAYETLERİ ÖRTME 42

4.6. ALFABE DEĞİŞTİRMELERİYLE ALAKALI OYUNLAR-2- 44

4.7. LATİN ALFABESİNDEN RUS ALFABESİNE GEÇİŞ 45

4.8. RUS ALFABESİNE GEÇİŞTE RUS TÜRKOLOJİSİ 47

KAYNAKÇA 54

 

  1. EĞİTİM ALANINDA ASİMİLASYON[2]

Giriş

Türkistan’da uygulanan Ruslaştırma siyasetinin temel aracı eğitim idi. Türkistan’daki bu eğitim programının teorisyenleri ise Nİ. İlminski, N.P. Ostroumov ve A.E. Alektorov gibi meşhur Rus misyonerleridir. Rus eğitim programının ilk hedefi Türkistan’da yaşayan her Türk boyuna Kiril alfabesi esasına dayanan ayrı birer alfabe benimsetmekti. Rus yönetimi bölgedeki Ruslaştırma siyasetinin kuvvetli ve sistemli bir şekilde devam ettirmek için Moskova’da özel bir misyoner teşkilatı kurdu. Bölgedeki Rus idarecileri basın yayın faaliyetlerine ağırlık vermişlerdir. Birçok Rusça süreli yayının yanı sıra Kiril alfabesi kullanılarak çeşitli Türk lehçelerinde birçok kitap basılmıştır. Misyonerler, Türkleri tam olarak kaliteli bir eğitim ve öğretime tabi tutmak taraftarı değillerdi. Amaçları onları kendi kültürlerinden koparmak ve Ruslaştırma sürecini hızlandırmaktı.[3]

26 Mart 1870 tarihli halk eğitim bakanlığı raporunda Türkistan halkının konuşma dillerinin dikkate alınarak onların kendi dillerinde eğitim görmeleri tavsiye ediliyordu. Böylelikle Türkistan da kültür birliği bozulacağı ve yerli halkın asimile edilmesinin daha kolay olacağı fikri savunulmaktadır. Bu rapordaki önemli maddelerden bazıları şunlardır.

1-Türkistan bölgesinin hangi vilayetlerinde Kırgız, Sart, karakırgız, Karakalpak vs boyları için Rusya devlet hazinesinin desteğiyle ayrı ayrı bu bölgelerde özel yerli okulları açılacaktır.[4]

2-Bu okullarda verilecek eğitim ve öğretimde yerli lehçeler kullanılmalıdır. Yerli lehçelerin yazıya aktarılmasında Kiril alfabesi kullanılarak bölge halkına Rus harfleri tanıtılmalıdır.

3- Bu okulların öğretmenleri Rus dilini ve yerli şiveleri çok iyi bir seviyede bilmelidir.

4-Rus ve yerlilerin nüfus oranının birbirine yakın olduğu bölgelerde Rus yerli okulları açılmalı ve bu okulların programlarında Rusça ağırlıklı olmalıdır, yerli dil ikinci derecede olmalıdır.

5-Mektep ve medreselerde hazırlık sınıfları açılarak Rusça öğretilmelidir.

Türkistan çocuklarının kendi lehçelerinde eğitilmesine önem veren halk eğitim bakanı şu tavsiyelerde bulunuyordu.

“Sart, Kırgız, Kara Kırgız, Karakalpak’ların dilleri Türkçe olduğu için edebiyatları derinlemesine incelenmemiştir. Bu sebeple onların edebiyatları hakkında geniş çaplı araştırmalar yapılarak birbirinden ayırmaya dikkat edilmelidir. Bu halkların kendi şivelerinde ders kitapları çıkartılmalıdır.

Türkistanlı çocukları mektep ve medreselerde aynı kitaplardan faydalanmalıdır. Bu okulların müfredatları Rusya’nın faaliyetlerine uygun değildir. Yeniden düzenlenmesi ve şu hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir. 

Yerli eğitim müesseslerinde sistem değişikliğine gidilmesi, zorla Rus dili ve kültürünün öğretilmesi Müslüman halkının hoşnutsuzluğuna sebep olabilir.

Yerli şivelerin çok fakir olması birtakım zorluklara yol açabilir. Bunu göz önünde bulundurarak yerli şivelerde çıkarılacak kitaplara öncelik en önemli derslere verilmelidir, Rusça, Rus edebiyatı, tarihi ve coğrafyası dersleridir.

Rus yönetimi bahsettiğimiz metotları sistematik bir şekilde uygulamaya koyma safhasında iken Tatar okulları meselesi ile karşı karşıya kaldı.19.yy’da tatar edebiyat bilimleri gelişmiş bir seviyedeydi. Tatar Türkçesi Türkistan’da ki diğer Türk lehçelerine yakın olduğundan Rus yönetimi bu okulların açılmasını engelliyordu. Halk eğitim bakanı bu politikanın gerekçelerini şöyle açıklıyordu. “ Yerli halkın tatar dilinde eğitim görmesi engellenmelidir. Tatar okullarının maksadı Türk halklarını bir araya getirerek Rusya’dan ayrı Avrupa tarzında yapılanmış bağımsız bir Türk devleti kurmak ve Türk kültürünü canlandırmaktır. Türkistan çocuklarının bu tür okullarda eğitim görmelerine izin vermek çok büyük bir hata olur. Rus yönetiminin tatar okullarının yayılmasını önlemesi lazımdır. Türkistanlıları kendi benliklerinden uzaklaştırarak Rus şuuruyla yetiştirip Türk kültürüne karşı alet olarak kullanmalıyız.”

 

1.1. Rus Kültür Siyasetine Genel Bir Bakış

Türkistan’da uygulanan Rus Kültür politikasının amacı, yerli halkın düşüncesini, şuurunu ve hayat biçimini Ruslara yaklaştırmak ve Türkistan halkını parçalayarak onları ayrı ayrı milletler haline getirmekti. Bunun için de Türkistan halkının Ruslaşmasını sağlayacak Rus kültürünü onlara benimsetmek gerekliydi. Bu politikada en önemli yeri eğitim tutuyordu. Bu sahada Kaufman yoğun bir şekilde faaliyette bulundu. O, yerli ve Rus çocukların bir arada eğitim almalarından yanaydı. Kaufman’ın fikrine göre ‘Müslüman ve Rus okulların ayrı olması Rusya için ekonomik ve siyasi yönden çok zararlı olacaktır.’

Kaufman’ın bu fikrini destekleyen ve devam ettiren General Rozenbah ortak Rus- yerli okullarının açılmasına dair levhayı hazırladı. 1884’te Taşkent’te ilk Rus-Yerli Okulu açıldı. 19. Yüzyılın sonuna doğru bu okulların sayısı 100’den fazlaydı.

Türkistan’da uygulanan Ruslaştırma siyasetinin çerçevesini çizenlerde Rus misyonerleri N.İ. İlminski, N. P. Ostroumov ve A.E Alektorov’dur. 1870 yılında Rus Eğitim Bakanlığı ‘ Rusya’da yaşayan Müslüman halkın eğitimi’ hakkında kanun hazırladı. Bu kanunda İlminski Türkistan’ı Ruslaştırmak ve Hıristiyanlaştırmak siyaseti doğrultusunda hazırladığı program temel olarak alındı. Bu metotların en önemlileri şunlardır:

“Dersler yerli dilde ancak Kiril alfabesi ile okutulacaktı. Bu alfabe lehçelere göre değiştirilecekti. Böylece Türkçe konuşan halkın dili farklılaştı. Bununla beraber yıllardan beri aynı coğrafyada bir bütün olarak yaşan halk birbirinden ayrı milletler durumuna geldi. Dil üzerinde uygulanan Rus politikası ise bölünmeyi daha da hızlandırdı.”

Yazı dilini, okumasını bilmeyen halk tarihinden, inancından ve geleneklerinden uzaklaştırılarak ‘itaatle her şeyi kabul eden kullar (mankurt)’ haline getirildi. Kazak Türkçesinde hazırlanan 72 kitabın tamamı sadece Hıristiyan dinin esaslarını anlatan kitaplardı.

Türkistan’ı Ruslaştırma ve Rus nüfusunu bölgeye yansıtma görevi özel olarak kurulan ‘Ruslaştırma Kurumuna’ verildi. Ostroumov “Türkistanskiye Vedomosti gazetesi” nde Rusya’nın Türkistan’a yönelik amaçlarını şöyle ifade etmektedir: “ Bizim devletimize yönelik siyasetinin amacı onları Ruslaştırmaktır. Başka bir amacımızda bu iki halkı kaynaştırarak bir bütün haline getirmektir. Ancak bu bütünlük içinde Rus milleti hâkim durumda olacaktır.” Bu tutum Sovyet zamanında aynı şekilde devam etmiştir.

Dersler Rus dilinde yürütülecek, yerli öğrencilerin konuyu anlamadığı noktalarda yerli dilde açıklamalar yapılacaktı. Bu metot genellikle ortak Rus-Yerli okullarında uygulandı. Rus dili belli bir seviyeye kadar öğretildi. Rus idareciler yerli çocukların Rus dilini çok iyi bir seviyede öğrenmelerine karşı çıkıyordu.

Rus idarecileri Türkistanlıları yarı cahil bırakmak için onları sıradan öğretmenlerle hazırlanan ansiklopedik kitaplarla eğitiyorlardı.

Genellikle Türkistan genel valiliğinde yerli çocuklar Ruslar tarafından açılan Rus, Ortak Rus-Yerli, din okullarında Terentyev’in, Nalivkin’in, Bukin’in, Lenin’in hazırladığı kitaplarla eğitildi.

Dersler sırf Rus dilinde yürütülerek sınıflarda başka bir dilin konuşulması yasaklandı. Bu metot Türkistan’ın Rus bölgelerinde açılan okullarında kullanıldı.

Türkistan’ın Ruslaştırılmasında basının önemli rol oynayacağına inan çarlık yöneticileri basın ve yayın organlarının sayısını çoğaltmaya çalıştılar. Rus düşüncelerini, fikirlerini ve kültürünü Türkistan’da yaymak için çok sayıda gazete, dergi ve tercüme büroları açıldı. 

Söz konusu basın organlarından en önemlileri “Türkistanskiye Vedomosti gazetesi, Türkistan vilayetinin gazetesi gibi.”[5]

10 Mayıs – 3 Haziran 1905 tarihleri arasında yapılan Türk halklarını eğitme meseleleri ile ilgili toplantıda Türkistan’daki eğitim programında Ruslaştırma prensibi temel alındı. Bu programa göre Türkistan Türkleri (Tatarlar hariç) Rus okullarında ilk iki yıl kendi lehçelerinde ders görecekti. Daha sonra ise dersler Rusça işlenecekti bu uygulamaların amacı iki büyük türk boyunu daha da farklılaştırarak yeni nesli Rus kültürü ile yetiştirmekti.

Rus bilim bakanlığının eğitim ile ilgili özel talimatında Rusya sınırları içinde yaşan Müslümanlara yönelik eğitim siyasetinde ağırlığın misyoner faaliyetlere verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. İlk, orta, din, öğretmen ve ortak Rus- Yerli okulları ile Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetinin kademeli bir şekilde yayılması bu tür okulların yerliler üzerindeki etkisini daha da güçlenmesi gerektiği belirtilmiştir.

1881 yılında İlminski, Maslovskiye gönderdiği mektupta Türkistan halkının eğitilmesinden özellikle onların yüksek öğretim okullarını kazanmasından çok çekindiğini ve bunun Moğol istilasından daha korkunç sonuçlar doğuracağını yazmıştı. Yerlilerin ilkokul seviyesinde bir bilgi düzeyine bile sahip olmasını fazla bulan İlminski “ Yerlilerin kendi gramerlerini öğrenmeleri fazladır, zararlıdır ve oldukça mahvedicidir” ifadelerini kullanmaktadır. Milliyetler politikası İlminski’nin ilk çalışmalarından itibaren Kafkaslarda ve Orta Asya’da çeşitli “sunî” halkların oluşturulması/icat edilmesi, toprağa ve dile bağlı bir sınıflandırma yapılması, son aşamada ise siyasal ve stratejik bir mantıkla toprakların bölünüp ayrıştırılarak yönetilmesi üzerine kurulmuştu.[6]

Türkistan bölgesini Ruslaştırmayı ve Hıristiyanlaştırmayı hedefleyen Ostoumov’un “Müslümanlar arasında Hıristiyanlık misyonerliğin tarihi ve zamanımızdaki önemi”  (Kazan – 1894) “Türkistan bölgesinde yerlilerin eğitimi meselesindeki tereddütler” (Taşkent – 1910) “ İslam bilimi” ( Taşkent – 1910)  “Türkistan okulunun 25 senelik faaliyetinin raporu” (Taşkent – 1900) “Arabistan ve Kuran” ( Kazan – 1899), “ Sartlar”  (Taşkent- 1908) “Göçebe Asya halkının Hıristiyanlık inancını ve Hıristiyanlık medeniyetini kabul etme yeteneği” (Taşkent – 1895),  “İslam bilimi kursuna giriş” Taşkent – 1914) adlı eserleri vardır.

Aynı zamanda Türkiye Türkleri ile Türkistan Türklerinin kaynaşmasının engellenmesi gerektiğini savunmuştur. Bunu dikkate alan çarlık idarecileri Türkiye vatandaşlarını Türkistan genel valiliği hududuna girmelerini yasaklayarak Türkistan ile Türkiye’nin ticari ve diplomatik bağlarını koparmaya çalıştı.

Rusların asimilasyon siyasetini açıkça gösteren dokümanlarından biride Türkistan genel valisi Dohovskoy’un 1899 yılında Rusya eğitim bakanlığına gönderdiği Türkistan da İslam adlı raporudur. Bu raporda genel vali Türkistan bölgesinin sır-derya, Fergana ve Semerkant vilayetlerinde 119 Rus okuluna karşılık 5246 mektep ve medresenin bulunduğunu, 42 Ortodoks kilisesine karşılık 11.964 cami bulunduğunu dile getirerek dengenin Rus müesseseleri lehine değiştirilmesi gerektiğini ifade etti. Dohovskoy’un amacı İslam diniyle mücadeleydi. Ona göre İslam dini Ruslaştırmanın ve Hıristiyanlaştırmanın önünde büyük bir engeldi ve Türkistan halkını birliğe çağırıyordu.

Türkistanskiye Vodomosti Gazetesi’nde Türkistan bölgesindeki eğitimle ilgili bir makalede Türkistanlıların kendi eğitim seviyelerini yükseltme konusunda çok istekli olduğunu belirtiyordu. Makalede onların Avrupai eğitime çabuk önem sağladıkları belirtilmektedir. Bu ifadeler Türkistan da ki Ceditçilik hareketinin büyük ölçüde başarı kazandığını göstermektedir. Ancak gazetede Türkistan da ki cedit okulları hakkında bilgi çok azdır. Makalede şu düşünceler ileri sürülmüştür:

1-Rus nüfusunu güçlendirerek Rus göçmenlerinin sayısı daha da arttırılmalıdır.

2-Yerlilerin eğitimi belli bir seviyede tutulmalıdır.

Araştırmacıların verdiği çeşitli bilgilere göre 1876 yılına kadar Türkistan genel valiliğinde 10 Rus Okulu açıldı.

Şehirlerde açılan Rus bilim müesseseleri Ruslaştırma siyasetinin mühim merkezleri olarak hareket ediyordu. Bunlar Rus- yerli okullardan yatılı okullar olarak ayrılmıştı. Yatılı okullarda yerli çocuklar Rus çocuklarla beraber kalıyordu. Bu tutumda müstemlekeciler için yararlıydı. Türkistan genel valisi Çernayev Çimkent şehrinde yatılı okulları çoğaltmak için bütçeden 100.000 ruble ayırmıştı. Lıkoşın ise Rusçayı yerli çocuklara okulda değil Rus çocuklarla sohbet ederek çabuk öğreneceklerine inandı. Böylelikle Rus yönetiminin Ruslaştırma siyasetini eğitime yöneltmesi tesadüf değildi. Onlar yerliler arasında kendi menfaatlerine uygun kadroları hazırlıyorlardı.

1898- 1899 yıllarındaki genel valilik yetişkinler ve öğrenciler arasından seçtiği Türkistanlıları merkezi Rusya’ya gönderdi. Bu tür seyahatlerin maksadı “ Sartlar ve Kırgızlar Rusya’nın gücünü kudretini ve zenginliklerini görerek Rusların sanat ve ticaret faaliyetlerini yakından tanıyarak bunları başkalarına aktaracaklardır.”

Rus işgalcileri için Rusçayı iyi bir seviyede bilen ve halkı aydınlatarak gaflet uykusundan kaldıracak aydınlar gerekli değildi. Bunun içinde zaman zaman sınırlayıcı tedbirler aldı.

Türkistan halkının kendi kültür varlıklarını yok etmek için çalışan Rus idarecileri çeşitli yollarla Rus kültürünü, özellikle kendi müziklerini yaygınlaştırmaya çalıştılar. 1872 ve 1873 te sadece Taşkent’te 8 Rus drama oyunu oynandı.

1880 de Nikitnikov rehberliğinde Türkistan bölgesinde Rus sanat toplulukları teşkil edildi. Taşkent müzik cemiyeti kuruldu. Sonradan bu cemiyet bir koro ve orkestra kurdu. Türkistan genel valisi Semerkand şehrinde müzik drama cemiyetinin kurulmasına izin verdi. Bu cemiyetlerin kuruluşundaki asıl maksat Türkistan’da Rus müziğinin ve drama eserlerinin geniş kitlelerce tanınmasını sağlamaktı. Böylelikle bölgeye Rus kültür ürünlerinin daha da sokulmasını sağladı.

Türkistan genel valisi ayrıca Taşkent şehrini Rus müziğinin güçlü merkezlerinden biri haline getirmeye çalıştı. Yapılan konserler yerli halkı celp edebilmek için bedavaydı.

Rus sömürgecileri bir yanda Türkistan topraklarını, tabi zenginliklerini sömürüyordu diğer bir taraftan da kültür politikası ile Türkistanlıların ruhunu ve zihniyetini değiştirmeye çalışıyordu. Ruslaştırma siyasetinin icabı olarak Türkistan medeniyetini ve halkın maneviyatını Rus tesirine sokmaya çalıştılar. Rus idarecileri kültür siyasetinin temel amaçlarını şöyle açıklamaktadır.

1-Türkistan’da Rus hâkimiyetini devam ettirmenin, diğer bir yolu da Türkistanlıların milletseverlik, yurtseverlik duygularını yok etmekti.

2- Türkistan halklarının kültürlerinin bir birinden ayrılması sağlanmalıdır. Bu sahada Çarlık Rusya’sı çok etkili bir politika yürüttü. İlim cemiyetleri vasıtasıyla Türkistan tarihine dair maddi kalıntılar ve yazılı bilgiler toplanarak Petersburg ve Moskova’ya gönderildi. Rus Çarlığı çok kurnazca bir siyaset yürüterek, Türkistanlıları kendi tarihlerini Rus ilim merkezlerinde öğrenmek mecburiyetinde bıraktı.

3-Türkistan Türklerinin maddi kültürlerine ait en ufak ayrıntıları bile atamayan Rus araştırmacıları, elde ettikleri bulguları Türkistanlılar arasındaki farklılıkları vurgulamakta kullanıyordu. Bu amaçla onların giysilerine ve resimlerine bile dikkat ediyorlardı.

19. yüzyılın ortasında Türkistan’da Rus resim sanatı gelişmeye başladı. Bu sahadaki faaliyetler ile Türk boylarının resim kültürünü farklılaştırmanın temeli atıldı. Ressamlar arasında Vereşyagin Türkistan bölgesinde Rus kültürünü yaymada ve yerli halk arasına ayrılılıklar sokmada önemli rol oynamıştır. Onun Türkistan ile ilgili resimlerini 2 gruba ayırmak mümkündür:

1- Etnografik kompozisyon resimleri; Ressamın bu tarz resimlerinde Türkistan bölgesinin mimari eserleri, el sanatları giysilerdeki süslemeler tasvir edilmektedir. Bu resimlerin en önemli yanı Türkistan halkını tasvir ederken onların iç dünyalarını da yansıtılıyor olmasıdır.

2-  Ressam, Türkistan bölgesinde müstemleke şartlarındaki halkın derviş ve dilencilerin kıyafetlerini de tasvir etmektedir.

Bu çalışmalar halkın zihninde aşağılık duygusu kendi kültürüne yabancılaşma politikası Rus anlayışını ve Rus estetiğini yerleştirmek için yapılmıştır. Halk bu resimler yoluyla Türkistan’a Rusların iyilik ve mutluluk getirdiklerine inandırılmak istenmiştir.

Başka bir Ruslaştırma yöntemi de yer adlarının Rusça kelimelerle değiştirilmesidir. Yer isimlerinin değiştirilmesi Ruslarla yerlilerin yakınlaşmasını sağlayan bir faktör olmuştur. Yerleşim yerlerinin isimlerindeki değişiklik Rus köylülerin isteğiyle gerçekleştirilmiş değildir. Ruslar bu uygulamalarla Rus büyüklüğünü, gücünü göstermek maksadını güdüyordu. Ayrıca Türkistan bölgesine Türkistan’ın bir parçası görüntüsü verilmeye çalışmışlardır. [7]

Sonuç olarak Sovyet kültür politikasının amacı:

  • Halk kültürü içindeki entelektüel geleneklerin parçalanarak bir “gerici” ve bir “ilerici” kültür kolları içine serpiştirilmesi
  • Şekil bakımından “milli” hâlbuki gerçekte sosyalist olan yeni bir kültürel ortaya çıkarılması
  • Edebiyatta milli mahiyetteki yazıların yerini sosyalist realizmin alması için gerekli tedbirlerin uygulanması.

Bundan başka bütün entelektüel hayatı Marksist- Leninist ideolojisine uydurmak yolunda gösterilen çabalara ilaveten yukarıda sıralanan 3 eğiliminde Rus kültürünün hâkimiyetini kabul ettirmek amacını taşıdığı aşikârdır. 

 

2. EĞİTİM ALANINDA ASİMİLASYON

2.1. Türkistan’da Yerli müesseseler: Mektep ve Medreseler

19. yüzyılda Rus istilasına uğrayan Türkistan’da Rus Kültürünü yerleştirmek isteyen Çarlık yönetimi, bunun ancak eğitim yoluyla mümkün olabileceği kanaatinde idi. Mektep ve medreselerin faaliyetlerinin ileride Rusya için büyük bir tehlike teşkil edeceğini gören Ruslar Türkistan’ı tamamen işgal ettikten sonra yerli okullara karşı tavırlarını değiştirdiler. Çarlık yönetimi önceleri ilgisiz kaldığı Müslüman okullarını daha sonra baskı altına almaya başladı.

Rus çarlığı ilk aşamada yerli halkın tepkisini çekmeden mektep ve medreselerin güçlenmesine engel olarak Rus okullarının yaygınlaşmasını sağlamaya çalışıyordu. Medreseleri finanse eden vakıfların faaliyetlerini kısıtlayan Çarlık yönetimi bu vakıflarının idaresini kendi uhdesine aldı. Diğer taraftan da İslam dinini karalama kampanyası başlatıldı. Ruslar tarafından çıkarılan gazete ve mecmualarda İslam dinini tahkir eden ve acımasız bir din olarak gösteren makaleler yayınlanıyordu. Örneğin; “İslam Hıristiyanlığa olduğu kadar ilme de düşmandır.” Yerli halk Hıristiyan olmaya zorlanmıyordu, ancak İslam dininden dönenlere Genel Valilik bütçesinden maaş ödenmesi gibi teşvik edici kararlar alınmıştı.

Genel valiliğin bütçesinde eğitime ayrılan ödeneğin sadece %1 yerli halkın eğitimi için harcanıyordu. Bütçenin % 25 i Rus- Yerli okullarının giderlerine ve % 74 Rus okullarının ve Hıristiyan din okullarının masraflarına ayrılmıştı.

Dağıstan gibi nüfusunun tamamına yakını Müslüman olan bir yerde maarif bütçesinden ayrılan pay 2.000 kişiye bir ruble değildi. Tiflis de ise hemen hemen üç kişiye 2 rublelik yatırım ve harcama yapılmaktaydı.[8]

19. yüzyılda Türkistan mektep ve medreselerinin eğitim kalitesinin düşmesi de Rusların işine yaradı. Türkistan’da mektep ve medreseler yerli halkın dini ve manevi yönden birliğini muhafaza etmesini sağlıyordu. Bu bakımdan medreseler Rus devleti için büyük bir tehdit unsuru idi. Mektep ve medreselerin Rus siyasetinin yürütülmesine engel olacağını göz önüne alan Rus misyonerleri bu müesseseleri tamamen ortadan kaldırmanın yollarını aradılar. Mesela Türkistan bölgesi üzerinde çalışan araştırmacılar Rusya’nın Türkistanlıların din çatısı altında birleşmesine karşı dikkatli olması gerektiğini sürekli vurguluyordu.

Rus basını Türkistan mektep ve medreselerini fanatizmin ve karanlığın mekânları olarak göstermeye çalışıyor ve yerli halkı bu eğitim kurumlarından soğutmaya çalışıyordu. Bu müesseselere hükümet tarafından yardım edilmemesi, sürekli eleştirilmesi etkisini gösterdi ve 20. yy’ın başında medreselerin sayılarının azalmasına sebep oldu. Bu dönemde mektep ve medreselerin açılması ve faaliyetlerin devam ettirilebilmesi için vakıfların genel valilikten izin alması gerekiyordu.

Mesela 17 Temmuz 1895 yılında kabul edilen kanuna göre Türkistan bölgesinde (Semerkant, Fergana ve Sır Derya vilayetlerinde) medrese açmak için şu şartları yerine getirmek gerekiyordu:[9]

1-Medreselerin kendi kendilerine finanse edebilmeleri ve genel valiliğe vergi ödemeleri gerekiyordu.

2-Medreselerin ders programlarında Rusça dersinin de yer alması gerekiyordu. 

General Kondratoviç Rusya eğitim bakanlığına sunduğu raporda mektep ve medreseleri kontrol altına alınması gerektiğini öne sürmektedir. Bunun için müfettişler kurumunu kurarak mektep ve medreseler için yeni reformlar yapılmasını istedi.

Kontrolü sadece yerli dili, onların okul programını ve kitaplarını tanıyan şahısların yapabileceğini göz önüne alan Kondratoviç bunu ortak Yerli- Rus okullarının öğretmenlerinin yapabileceğine inandı. Bu fikrin Türkistan genel veliliği kalem müdürlüğü tarafından kabul edilmesi sonucunda müderrisler için yeni talimatlar hazırlandı. Bu talimatlar 25 maddeden oluşmaktadır. Önemlileri şunlardır;[10]

1-Müderrisler, müfettişlerin ve diğer Rus idarecilerin taleplerini tetkiksiz yerine getirmek mecburiyetindedir.

2-Medreselerde vukuu bulan olaylar hakkında müderrisler derhal müfettişe haber vermelidir.

3-Her Aralık ayının başında baş müderris müfettişe, müderrislerin, mütevellilerin ve mollaların isim listesini vermelidir.

4-Türkistan genel valiliği eğitim genel müdürü Kerenski’den Sır Derya askeri valisinden mektep ve medrese müderrislerinin isteklerinin Rusça veya Rus diline tercüme edilmiş şekilde kabul edilmesini istedi.

Türkistan mektep ve medreselerinde müspet ilimlerden uzaklaştırarak sadece dini ilimlere ağırlık verilmesi medreselerden cemiyetin ihtiyaç duyduğu sahalarda elaman yetiştirilmemesine sebep oldu. Medrese öğrencileri ezbere dayalı öğrendikleri Farsça ve Arapçanın Türkçe karşılığını bilmediği için bu bilgiden de faydalanamıyordu. [11]

 Rus işgalinden önce Türkistan mektepleri camilerin yanında bulunuyordu, mektep binaları ise yerli halkın bağışları ile inşa ediliyordu. Öğretmenlik görevini cami imamları yapıyorlardı. Onların geliri de yine yerli halkın bağışlarından ibaretti. Bunun dışında bir öğrenci bir dersi bitirdiği zaman imama bir cüppe hediye ediyordu. Mektep öğrencilerinin yaşı 6-15 arasında değişiyordu. Sınıfların mevcudu ise 8 ile 30 kişi arasındaydı. Bazen bu sayının 40’a yükseldiği oluyordu.

Ancak mektep öğrencisi yazı yazmayı beceremiyordu. Nalivkin 1864 yılında ortak Rus-Yerli okulunun açılışı esnasında en başarılı mektep öğrencisini sınava tabii tuttuktan sonra şu açıklamada bulundu: “ en iyi mektep öğrencisi bile en basit kelimelerin imlasında birkaç hata yapıyordu.”[12] Dört senelik mektep eğitimi bittikten sonra öğrenci aldığı bilgileri unutuyordu. Rusların yaptığı istatistik araştırmaların sonuçlarına göre Taşkent şehrinde bulunan 167, sır Derya vilayetinde bulunan 1402 mektebin mezunlarının %50 si okuma yazmayı bilmiyordu. Bunun sebepleri de öncelikle mektepte okutulan metinlerin öğrenci tarafından anlaşılmaması, ikinci olarak yerli halkın çok az sayıda kitaba sahip olmasıydı.

Türkistanlı kız öğrenciler cami imamlarının eşlerinden eğitim alıyordu. Onlarda aynı şekilde Kuran-ı Kerimden sureler ezberliyordu. Mektep mezunlarının çok azı medreselerde eğitim görüyordu. Türkistan medreseleri aynı şekilde halkın bağışları ile inşa ediliyordu. Ve bu müesseselerin işleyişinde vakıfların büyük rolü vardı. Medreselerin fiziki şartları yetersizdi. Her bir çalışma odasında 3-5 öğrenci bulunuyordu.

Medrese müderrisi han veya vilayet hâkimi tarafından tayin ediliyordu. 1891 yılından itibaren medrese müderrislerinin tayin işini Rus idareciler kontrol altına aldılar. Sadece onların uygun gördüğü şahıslar bu göreve tayin ediliyordu. Taşkent’te 1876’da 11, 1910 yılında 22 medrese bulunmaktaydı. Fergana vilayetinde 1892 yılına ait bilgilere göre 120 medrese, 186 yılında 121’i şehirlerde ve 79’u kırsalda olmak üzere 180 medrese vardı. Halk eğitim bakanlığının raporuna göre 1911 yılında Fergana’da 204 medrese bulunmaktaydı. 1876’da Semerkant’ta 18, 1893 yılında 23, 1912 yılında 19 medrese bulunmaktaydı.

Medreselerde Akaid dersleri ağırlıklı idi. Medresenin ikinci öğretim yılında öğrenciler Arapça grameri içeren “kapiya” kitabından eğitiliyordu. Bu kitaptan onlar Arapça dil bilgisini ve cümle yapısını öğreniyorlardı. Ancak Ostroumov’a göre bu kitapla en iyi seviyede eğitilen bir öğrenci dahi yazıda basit gramer hataları yapıyordu.

Türkistan medreseleri öğrencilerin akli gelişimlerine katkıda bulunmuyordu. Bunun sebebini Ostroumov şöyle açıklamaktadır. “ en basit matematik işlemlerinde medrese müderrisi Arapça kesir adlarını bildiği halde derste kullanamıyordu.”[13]

Böyle bir eğitim sisteminin iktisadi, ticari ve tıbbi bilgilerden yoksun ve diğer fen dallarından uzak kalan Türkistan Türklerinin maddi kalkınmalarına ve Ruslara karşı kendilerini müdafaa edecek teknik güce ulaşmalarına yardımcı olması mümkün değildi.

Mehmet Saray’ın ifadesine göre mektep ve medrese eğitiminin tek faydalı yönü İslamiyet’in halka öğretilmesi ve Türk- İslam ananelerinin yaşamasını sağlamaktı. [14]

İşgalci Ruslar bütün bu araştırmalar sonucunda mektep ve medreselere müdahale etmeme ve yavaş yavaş Ruslaştırma siyasetini yürütmeye devam ediyorlardı. Ostroumov “ yerli halk arasında fanatizmi uyandırmadan mektep ve medreselere karşı uygun siyaset yürüterek onları yavaş yavaş Rus okullarına yaklaştırarak asimile etmek gerektiğini” söylüyordu.

 

2.2. Sır-Derya İşgal Hattında Açılan Rus Okulları ve Faaliyetleri

Ruslar 1860-67 yılları arasında işgal ettikleri Sır Derya bölgesinde 3 önemli istihkâm kurdu. Bunlar Fort 1, fort 2 ve fort Perovsk. İşgal hattının üzerinde ki bu şehirlerde Rus generalleri, subaylar ve iki papaz görev yapıyordu. Bunların arasında aileleriyle yaşayanlar vardı. Çocuklarını yerli medrese ve mekteplere vermek istemeyen Rus ailelerin onları Orenburg şehrinde ki Rus okullarına da göndermelerine imkân yoktu. Böylece Rus askeri personeli Perovsk ve Fort 1’de ilk Rus okullarının açılmasına sebep oldu. İlk yıllarda okullar Ruslar ve yerliler için ayrı ayrı kurulmuştu.

Bu okullarda dersleri bir papaz veriyordu. Hıristiyanlaşmaktan korkan yerli aileler ise kendi çocuklarını bu tür okullara vermek istemiyorlardı. Bu okullar Orenburg ve Ufa piskoposları tarafından destekleniyordu. Bu okullarda erkek ve kız öğrenciler birlikteydi ve onların din eğitimi dışında aritmetik dersi de vardı. Ayarıca bu okullarda Kırgız mahkeme yöneticisi tarafından da uygun görülürse Kırgız çocuklarının da eğitilmesine izin verildi. Genellikle bu okullara pravoslav Hıristiyan çocukları kabul edildi. Böylece 5 Mart 1859 yılında Rus eğitim programı kabul edildi. Rus yönetimi ilk olarak okula 7-14 yaş arasında 33 erkek ve 23 kız çocuk almayı planlıyordu. Her odada Rus çarının resmi asılı duracaktı ve bir masada 5 çocuk eğitim görecekti. Okul hazırlık maiyetinde birinci, ikinci ve üçüncü sınıflara ayrıldı. Plan gereğince hazırlık sınıfında çocuklar okuma yazma ve Hıristiyan dualarını öğreniyorlardı.

Genel olarak hazırlık sınıfında ki çocuklar ansiklopedi tarzında bir kitapla eğitiliyordu. İkinci sınıfa geçmek için çocukların Rusça okuma yazma da başarılı olmaları mecburiydi. İkinci sınıfı bitiren çocukların Rusya tarihinin önemli olaylarını bilmeleri, Hıristiyan akaidini, Hıristiyanlık tarihinin sözlü anlatmaları ve bunlara göre sonuç çıkartabilmeleri gerekiyordu. Üçüncü sınıfa sadece erkek çocuklarsı geçme hakkı vardı.

Kazalinski Rus garnizonunda okul 21 Ocak 1860 yılında açıldı. Okula aşağı tabakadan 31 Rus erkek ve 2 kız öğrencisi kabul edildi. Okul binası 50 kişilikti ve içinde bir yemekhane vardı. Okul inşaatının masrafları Türkistan’da çadır başına alınan vergilerden gelen 7214 ruble ile karşılandı. Kazalı ve Perovsk okullarında eğitimde Lankostor metodu kullanılıyordu. Bu metot doğrultusunda öğretmen sadece başarılı çocuklar ile ilgileniyordu. Bu çocuklarda öğretmenin kontrolünde diğer çocuklarla ilgileniyordu. Tabii ki bu metot sonuç vermedi. Kaufman bu okulları ziyaret ettiğinde okulun eğitim seviyesinin çok düşük olduğunu belirtti.

Müdüre yerli çocukların Rus çocuklarla birlikte eğitilmesini bunun yanı sıra yerlilerin inancına dokunulmaması emrini verdi. Sır Derya askeri valisine göre bu okulların açılması yerli ve Rus çocuklarını bir ortamda bulundurmanın en mükemmel vasıtasıdır. Böylelikle yerlilerin şuurunda Rus kültürünün daha üstün olduğu hissi uyandırılabilirdi.

 

2.3. Kızlar İçin Açılan Ortaokulların Amacı ve Faaliyetleri

1866 yılında Kaufman yerli çocukların geleneklerini unutarak kendi milletine karşı saygısızlaşacağını bunun içinde mensup olduğu milletten utanacak şekilde eğitim verilmesi gerektiğini belirtti. Ona göre bunun yollarından biri de yerli kızları Rus kültürü ile eğitmekti. Rus kültürü ile yetişen kızlar ileriki yıllarda anne olarak gelecek nesilleri Rus kültürü atmosferinde terbiye edecekti.

General Korolkov’un Çara takdim ettiği raporda yerli halkın yaşayışında manevi unsurları yozlaştırmak gerektiğini, bunun içinde kızlara ve çocuklara Rus hayat tarzı benimsetilmelidir. Onun fikrine göre Rus kadını erkeğine bağımlı ve çeşitli haklardan mahrum edilmiş yerli kızlar için iyi bir örnek teşkil edecek ve onlarda bu hakları elde etme isteği uyanacaktır. Bu da aile içinde çatışma çıkmasına yol açacaktır.

Yerli kızlara “tuzemka” diyen aşağılayıcı bir ifade kullanan general itiraflarına şöyle devam ediyordu.[15]”Tek başına Türkistan kızı Rus kadını ile yaşayacaksa ve onunla devamlı iç içe olacaksa o kız hayat tarzını Rus kadınına göre değiştirmeye başlayacak. Kendine Hıristiyanlık tasavvurlarını içererek çocuklarına da tesir edecektir. Böyle bir kızın çocukları Müslüman olmayanlara düşman olamaz.”

Bu gibi düşünceleri yerine getirmek için Korolkov Türkistan bölgesinde kızlar dispanserlerinin çoğaltılmasını teklif etti, bunun yanı sıra o, Türkistanlı kadınları Ortodoks dini görüşleri ve hayat tarzını öğrenmeleri için Rus Ortodoks manastırları ve dispanserlerde çalıştırılması için alınması gerektiği görüşündeydi. Ayrıca Korolkov bu bölgedeki Türkistanlı kızların örtü zulmünden kurtulması gerektiğini ve bu kızların ileride Rusların en iyi ittifakçısı olacaklarını söylüyordu.

Vodomosti Gazetesi’nde yayınlanan “Bir Rus’un düşünceleri” adlı makalede Türkistan’ı bir korku ve dehşetle Ruslaştıramayız. Bölgede yerli kızları Ruslaştırmalıyız, barış yolu aracılığıyla yavaş yavaş Rus nüfusunu çoğaltmalıyız ve onları iç içe yaşatmalıyız diyen fikirler yer almaktadır. Böylelikle Türkistan’da açılan Rus okulları Ruslaştırmanın en büyük merkezleri olarak hizmet etti. Yatılı okullarda yerli kızların Rus kızlarla iç içe yaşamaları, Rusçayı iyi bir biçimde özleştirmeleri görüldüğü gibi Rus yönetimi için çok faydalı idi.

1 Ekim 1876 yılında hazırlık sınıfıyla birlikte 4 yıllık olan Taşkent ortaokulu açıldı. 31 Ağustos 1874 yılında Halk eğitim bakanının imzaladığı eğitim programına göre okulda din dersi Rus dili, aritmetik, Rusya tarihi ve coğrafyası, Alman ve Fransız dili, müzik ve elişleri dersleri verilecekti. Okul yönetimi kızların ahlaki terbiyelerine çok önem veriyordu.

Genel valilik tarafından okul müdürlüğüne tayin edilen Gratsianki ifadesine göre “ kızlar erkek öğrencilere göre verilen dersleri daha büyük dikkatle ve sorumlulukla yerine getiriyordu. Bunun yanı sıra yerli kızlar Rus kızlarla arkadaşlık kurarak Rus kültürüne karşı saygı hisleri besliyorlardı.

 

2.4. Rus Mesleki Eğitim Okullarının Ruslaştırma Faaliyetleri

1870 yılında Türkistan genel valiliğinde eğitimi Rusya Standartlarına göre düzenlemek amacıyla bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyon eğitim ile ilgili bir proje hazırlayarak Rusya savaş bakanına gönderdi. Savaş bakanının tasvip ettiği projenin önemli maddeleri şöyledir. [16]

  • Yerlilerin Rus ideolojisine göre eğitilmesi
  • Açılan okullar dini nitelikte olmamalı ve yerlilerin dini inancına dokunulmamalıdır.
  • Yerliler Kiril alfabesini öğrenmeli ve bu alfabe ile eğitilmelidir.
  • Kırgız ve Sartlar birbirinden ayrılarak eğitilmelidir.
  • Türkistan bölgesindeki Rus öğrencilerine gelince alt tabakalardan olan insanların çocukları ayrı halk okullarında, üst tabaka insanların çocukları da ayrı okullarda eğitilmelidir.

Bu komisyonun sunduğu rapor genel valilik tarafından da hoş karşılanarak yerlilere yönelik şu kararlar alındı:

  • Bütün Rus okulları onlara da açılacak
  • Yerli öğrenciler için yatılı okullar açılacak
  • Büyükler için açık öğretim, akşam kursları açılacak
  • Öğrencilerin kendi lehçelerinde eğitilmesi için özel öğretmen okulları açılacak

Bütün bu çabaların hedefi Türkistan bölgesini Ruslaştırmak ve Ostroumov’un Türkistan öğretmen okulunun kuruşunun 25 yıllığını kutlamasında ifade ettiği şekli ile “Türkistan bölgesini Ruslaştırarak Rusya ile bir bütün haline getirmekti.”

Mesleki liseleri açmaktaki amaç ise şehir hayatı için gerekli meslek kollarına kadrolar hazırlamak ve bu yetişmiş elemanları Rus sanayisinde iş gücü olarak kullanmaktı. Açılan bu tür okullar Türkistan genel valiliğine bağlı idi ve eğitim programı tabii kaynaklar bakanlığı tarafından hazırlanıyordu. Okulda genel olarak yerli öğrenciler eğitiliyordu. Öğrenciler 12-18 yaş grubundaydı, okulda eğitim bedavaydı. Dersler Rusça işleniyordu fen bilimlerine ise önem verilmiyordu.

 

2.5. Türkistan’da Açılan Yatılı Okulların Amaçları ve Faaliyetleri

Rus idarecileri yerli çocukların daha etkili bir şekilde Ruslaşması, Hıristiyanlaşması için öğretmen ve din okullarına yatılı bölümler açtı bu bölümlerde yerli ve Rus öğrencileri birlikte eğitiliyordu. Bu düzenleme ile yerli öğrencilerin zihniyetine ve şuuruna Rus kültürünü ve düşüncesini yerleştirmek hedefleniyordu. Böylece onları gelecekte istedikleri ideolojiye göre yönlendirmek için daha elverişli bir ortam hazırlanmış oluyordu. Yatılı bölümlerin açılmasının sebeplerini Türkistanskiye Vedomosti gazetesi şöyle açıklamaktadır:[17]

  • Yerlileri Rus liselerine kazanmak için bir hazırlıktı. Ayrıca yerlilerin Rus dil bilgisini daha iyi bir seviyeye getirmek hedefleniyordu.
  • Rus ve yerli çocukların bir yerde okumaları, beraber yatıp kalkmaları ve yemek yemeleri, aynı giysileri giymeleri yerli çocukları Rus çocuklarının ruhuna yaklaştıracaktı.
  • Yerli çocukların zihniyetine Rus devletinin onların ana vatanı olduğu düşüncesini yerleştirmek ve yerleşmesini onların Rusçayı ana dilleri olarak kabul etmelerini sağlamak.

Türkistan genel valiliğinin 30 Eylül 1886 tarihli genelgesinde yatılı okulların açılma maksatları şöyle açıklanmaktadır. “ Yerli öğrencileri Ruslaştırmak ve Türkistan halkının Rus Devleti bünyesine katmaktır.”

Mihaylov papazların ve Rus öğretmenlerinin Türkistan’da yaptıkları faaliyetlerin çok değerli sonuçlar verdiğini bununla beraber yerliler arasında en çalışkan öğrencilerin bile Rusların hazırladığı eğitim sistemine dayanamayarak ders dönemi bittikten sonra okuldan kaçtıklarını ifade etmektedir.

Ruslaştırmanın ve Hıristiyanlaştırmanın en sert metotlarını kullanan İlminski ile Hıristiyanlığı kabul eden tatar Türklerinden Timofeyev ve Çuvaş papazlarından Zolotnitski faaliyetleri sonucunda şu gelişmeler oldu.

  • Rus okullarına yerli çocuklar alınmaya başladı ancak okullarda Rus çocuklarına öncelik veriliyordu.
  • Rus dilinin grameri ve Hıristiyanlık tarihi ile ilgili yerli lehçelerinde kitaplar yazıldı ve yerli dilin öğretimi kontrol edildi.
  • Yerli dilde eğitim Rus okulları için bir reklamdı. Rus okullarında çocuklarının kendi dillerinde eğitim alması, yerli anne ve babaların tereddüt etmeden çocuklarını bu okullara vermelerini sağlıyordu. Oysa bu okulların amacı yerli çocukları Hıristiyanlaştırmaya yönelikti.
  • Öğrencilere Çağatay, Kazan ve Orenburg lehçelerinin çok farklı olduğu propagandası yapıldı. Yerli dilin öğretiminde öğretmenin dersi çok iyi vermemesi için dersler kontrol ediliyordu. Bunun dışında yerli dile çevrilen gramer kitapları, Rusça atasözleri, şiirleri, tarih ve coğrafya kitapları, Rus-Yerli sözlükleri yayınlanıyordu.

Rus idarecilerin ifadesine göre bu tür yatılı okullara yerlilerden yetim çocuklar alınıyordu. Rusların bu yetim çocukları eğitmekteki maksadı onların şuuruna Rus kültürünü yerleştirerek onları ileride kendi ideolojilerini yaymak için Türkistan’ın idari makamlarına yerleştirmekti.

Ruslar tarafından açılan okul sayısı yirmi yıl içerisinde 10 kat artmıştır. Ayrıca 1885 yılından itibaren açılan yeni Ortak Rus-Yerli okulların açılmasıyla ilgilidir. Öğrenci sayısı 20 yıl içerisinde 7 kat artmıştır. Kız öğrenci sayısının da arttığı görülmektedir.

Çocuk giysileri Rusların elbiselerine benziyordu, ancak Kırgız ve Sart çocukların giysilerindeki süslemeler farklı idi. Bu farklılıkları Ruslar kasten belirginleştiriyordu. Kız öğrencilerin giysilerinde Rus kültürüne ait süslemeler vardı. Yemekler Rus usulü ile hazırlanıyordu. Rus ve Yerli öğrenciler sınıfta belli bir programa göre eğitiliyordu. Ders sonrası bir gözetmenin kontrolü altında ödevler yapılıyordu. Rusça konuşma pratiği yapılıyordu.

31 Mayıs 1872 yılında kabul edilen eğitim programının 13. Fırkasına göre yatılı bölümlerde İslam tarihi, Kuran ve yerli dil gramerlerinin öğretilmesi yasaklandı. Sabah ve akşam dersleri Rusça işleniyordu. Öğretmenler sadece yerli öğrenciler konuyu anlamadıkları zaman yerli lehçeleri kullanıyorlardı. Hatta her derste Sart ve Kırgızların ayrı milletler oldukları söyleniyordu.

 

2.6. Ruslaştırma Siyasetinde Ortak Rus-Yerli Okullarının Rolü

Kurulan bu Rus eğitim müesseseleri yerli halka nüfuz etmekte yetersiz kalıyordu. Rus okulları şekil olarak Türkistanlı çocukları için yaratıcı bir görünüm arz etmekte idi. Masa ve sandalyelerin yer aldığı sınıflar Rusça işlenen dersler sebebiyle Türkistanlı çocuklar bu okulları benimsemiyorlardı. Çarlık yönetimi bütün bunları göz önüne alarak yeni bir eğitim politikasını belirledi.

1884 yılında genel vali başkanlığında toplanan gizli komisyonda mektep ve medreselere Rus eğitim sisteminin benimsetilmesi önerildi. Ancak bu öneriyi reddeden Rozenbah Rus Yerli okullarının kurulması kararını aldı. Rus Yerli okullarının başarılı olması ve yerli halk tarafından rağbet görmesi için Türkistan çocuklarına din derslerinin mollalar tarafından verilmesinin uygun olduğu görüşüne varıldı.

1887 senesinde genel valilik Rus yerli okullarının müdürlerine yerlilerin Ruslarla kaynaşmasına dair bir önergeyi ilan etti. Rus yerli okulların öğretmenleri derste yerlilere saygı ve hürmet göstermeleri ayrıca onların örf adet din ve geleneklerine dokunulmamaları istendi. Rus öğretmenlere Türkistanlı çocukların eğiti dışında onların dilini ve adetlerini öğrenmeleri önerildi. Bu siyaset 20. yy sonuna kadar devam etti.

Rusların yaptığı bu düzenlemelere rağmen ebeveynler çocuklarını bu okullara göndermekte tereddüt ediyorlardı. Çarlık yönetimi ise bu isteksizlik karşısında Rus Yerli okullara rağbeti arttırmak için bazen baskı uyguladığı gibi bazen de maaş ve ödül vermek gibi teşvik edici metotlar uyguluyordu. Okula gelmeyen çocuklar kasabanın mülki amirinin emri ile polis tarafından getiriliyordu. Okula düzenli olarak devam eden öğrencilere ise hediyeler veriliyor tatlı ve pide ikram ediliyordu.

Ruslar Türkmenlerin bölgelerini işgal ettikten sonra kendi amaç ve yararına kullanabilecek komutanları tercümecileri idarecileri vb. yetiştirmek için ilk defa şimdiki Beherden ilçesinde 1893 yılında Rus-Türkmen mektebi kurulmuş oldu. Rusların düşündükleri gibi olmayınca 1898 yılında okulun yerini değiştirmişler. Bu okullarda Rus öğretmenleri olmakla birlikte ağırlıklı ders olarak da ilk başta Rus dili okuma yazma fen matematik ve diğer dersler okutulmuştur. Bölgelere göre değişik ve ihtiyaçtan ötürü bahçecilik çiftçilik gibi okullara da ihtiyaç uyulmuş ve bu tür birçok okul yaptırılmıştır.[18]

12 Ekim 1892 tarihinde Türkistan Bölgesi Eğitim müdürlüğüne sunulan raporda Taşkent Rus-Yerli okuluna yerli çocukların katılma oranının azaldığını yazmaktır. Bunun sebeplerini öğrenmek ve tedbir almak için okul müdürü polislerle temasa geçerek Taşkent Rus- Yerli okulunu ziyaret etti. Bu durumda iki etkin faktör tespit edildi.

Birincisi dini ve siyasi kaynaklı olarak yabancı unsurların yerlileri Ruslara karşı mücadele etmesi gerektiği propagandasını yapması, ikincisi Rus-yerli okulların yeri çocuklara çok yabancı gelmesidir.

Genelde Rus yerli okullarda belli bir eğitici kitabı yoktu. Öğretmenler tercüme metodu ağırlıklı kendileri hazırladıkları programlarla eğitim yapıyordu. 1907 senesinde sır Derya vilayeti müfettişi teklifi ile bu metot vazgeçilerek derslerde farklı eğitim araç ve gereçlerin kullanıldığı bir metoda geçildi. Bunun için özel bir komisyon kuruldu. Görevi de Rus yerli okullara yeni öğretim plan ve programları hazırlamaktı.

Okulu bitirenlere sınavlar uygulanıyordu. Bu sınavların amacı öğrencilerin aldığı eğitimin istenilen seviyede olup olmadığını tespit etmekti. Rapora göre sınava girenler Rus dilini gayet güzel konuşuyordu. Öğrenciler sadece iyi yazıp konuşmakla kalmıyor aynı zamanda Rusça sorulan sorulara mükemmel cevap veriyor Rus şairlerin şiirlerini ezbere okuyor hatta Rusya devleti ile ilgili önemli bilgileri sunabiliyorlardı.

Türkistan genel valiliği Rus Yerli okullarını bitirenler için Rusya’nın merkezi şehirlerine eğitim amaçlı geziler düzenliyorlardı. Gezilerin asıl amacını Türkistan bölgesinin eğitim müdürü raporunda şöyle ifade etmektedir. “Türkistanlı gençlerin Avrupa Rusya’sına yapacakları geziler çok önemlidir. Bu geziler Türkistanlı gençlerin belleklerinde Rus medeniyetinin eserlerinin yerleşmesini sağlayacaktır.

Rus halkı ile doğrudan temasa geçecek olan gençlerin milli şuurlarından kaynaklanan Rus kültürüne karşı mesafeli tutumu ortadan kalkacak. Türkistanlı gençler Rus hükümetinin kültürel uygulamalarına karşı çıkmayacak ve hükümetin emirlerini anlayışla karşılayacaktır. Kırgızların ve Sartların çocukları Rusya’nın büyüklüğü ve zenginliğini, Rus vatandaşlarının üretkenliğini ve ticari faaliyetlerini görerek bunları hayatları boyunca hafızalarında tutarak izlenimlerini Türkistan halkına aktaracaklardır.”

Eğitimin İdeolojik yönü 1930’lu yıllarda iyice arttı. Özellikle tarih dersleri bir ideolojik propaganda fırsatı olarak kullanıyordu. Rusya Tarihi Sovyetler birliği tarihi olarak anlatılırken komünist toplum idealize ediliyordu. [19]

 

 3. DİN ALANINDA ASİMİLASYON[20]

GİRİŞ

Türkmenler uzun tarihi geçmişi olan Müslüman bir millettir. Türkmenler kendi arzu ve istekleri doğrultusunda kitleler halinde İslam’a girmişlerdir, Onlar bu dine girdikten sonra, onu bütün insanlığa tanıtmak için çok samimi bir gayret içinde olmuşlardır.  Nitekim İslam,  onların sayesinde inanan kitleler ve coğrafi alan itibariyle çok geniş topraklara yayılmıştır.   Bugün Anadolu’nun İslamlaşmasın da ve İslam’ın yayılmasında onların çabalarını herkes kabul etmektedir. Kültürel alanda da Türkmenlerin İslam’a hizmetlerini kimse inkâr edemez. Özellikle İslam kültürün yapı taşları denebilecek âlimlerin çoğu Türkmenlerin arasından çıkmıştır.  Ancak bu büyük mazinin torunları,  geçmişte yaşanan acı olaylar nedeniyle,  atalarının mirasımdan mahrum kalmış ve bunun bedelini de çok ağır ödemiştir.[21]

Rusya’nı uygulamış olduğu anti-İslam politikasının tarihi oldukça eskilere dayanmaktadır. 1552-1554 yıllarında Astragan ve Kazan Müslüman bölgelerini fetheden Rusya bu tarihten itibaren anti İslam politikası geleneğini başlatmış, İslam devletlerine karşı yapmış olduğu mücadeleler neticesinde sınırlarını genişletebilmiştir. Böylece İslam Ülkelerini fethetmek ve buralarda anti İslam politikasını uygulamak çarlık Rusya’sının devlet politikası haline gelmiştir.

Bu politikayı iki ana başlık altında tespit eden Ruslar ilk olarak İslam’ın nesilden nesle aktarılmasını sağlayan organlarını yıkmaya çalışmışlardır. Ardından söküp atılan İslam’ın yerine, onun yerini alacak yeni benlik veya benliklerin yerleştirilmesini sağlayarak bu mühim tehlike ile başa çıkmayı planlamışlardır.

İslam dininin örgütsel yapısına karşı: alınan bu önlemlere rağmen 1831 Kırım,  1872 Kafkasya ve 1878’de Orenburg’da İslam dinine ait örgütlerin kurulmasına izin verilmiş,  ancak bu örgütlerin faaliyetleri Rus iç işleri Bakanlığı tarafından düzenlenmiştir.  Böyle bir dini teşkilatın Türkistan’da kurulmasına ise izin verilmemiştir.  Buna gerekçe olarak da asıl amacın Müslüman dayanışmasını yok etmek olduğu Türkistan genel valisi tarafından itiraf edilmiştir.

İslam’a karşı mücadeledeki en keskin etap olarak Birinci Dünya Savaşı’nı göstermek mümkündür.  Rusya’nın Osmanlı Devleti ile savaş halinde olmasını gerekçe gösteren Rus hükümeti, İslami hareketleri denetim altında tutmayı,  zayıflatmayı ve hatta dağıtmayı düşünmüş ve bunun için her türlü vasıtayı kullanmaktan çekinmemiştir.

Birinci Dünya Savaşı esnasında Bolşeviklerin hükümeti ellerine geçirmesi İslam’ın Rus topraklarındaki serüveninde bir başka donum noktası olmuştur. Çünkü Sovyet yöneticilerinin gözünde din ve Marksizm uzlaştırılamaz iki unsurdur ve bir arada yaşaması mümkün değildir. Yine Marksistlere göre din halkın afyonu olup bilimsel olmayan bir ideolojidir. Dolayısıyla Marksizm’in ve İslamiyet’in ittifak halinde bulunması imkân dâhilinde görülmemiş, ancak Türkistan Cumhuriyetleri’nin ve Azerbaycan halkının yoğunluğunun Müslüman olması ona karşı ciddi tedbirler alınmasını zorunlu bir hale getirmiştir.

Bolşevik iktidarının ilk yıllarında Sovyet Hükümeti’nin İslam karşısında radikal önlemler almadığı görülmüş, hatta İslam ile Komünizmin aynı doktrin olduğu,  Hz. Muhammet’in tüm icraatlarında sosyalist bir havanın hissedildiği defalarca vurgulanmıştı.   Ancak izlenilen bu strateji ile başarılı olunamayacağını anlayan Sovyet Hükümeti, İslamiyet’i ortadan kaldırmak için çeşitli teşebbüslerde bulunmayı gerekli görmüş,  1918 yılında Türkistan’da şeriata dayalı yargılama sistemi ortadan kaldırılmıştır. Ülkedeki tüm İslam örgütlerini yasaklamış, camilere ve vakıf mallarına el koymuş,  İslam’ın önde gelen liderlerini tutuklamış, bu sayede İslam’ın arz ettiği tehlikeyi bertaraf etmeye çalışmıştır.

Oysa Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin anayasasının 131. maddesinde:  “Vatandaşlara vicdan özgürlüğü temin etmek maksadıyla Azerbaycan’da din devletten ve mektep dinden ayrılmıştır.  Bütün vatandaşlar dini ayinler icra etmekte ve din aleyhinde propaganda yapmakta özgürdürler” denilmekte idi.  Ancak Bolşeviklerin iktidarları boyunca yapmış oldukları icraatlar anayasa ve onun sağladığı hakların sadece kâğıt üzerinde olduğunu göstermekle kalmayıp İslam ile mücadele için her türlü yola bas vuracaklarını da ispat etmiştir.

1929 yılından itibaren Bolşeviklerin daha radikal kararlar aldığı görülmüştü bu kararlardan ilki ülke dâhilin de yasayan Müslümanların ad ve adreslerini tespit etmek olmuştur. Daha sonra dini kitapların yayını ve dini nikâh yasaklanmış, mevcut bütün kuran baskıları toplatılıp yakılmıştır,   Hatta Müslümanların evlerinde bile dini tören yapmaları men edilmiştir.  Ancak Sovyet Hükümeti almış olduğu bütün tedbirlere rağmen İslam dininin gönüllerde yaşamasını engelleyememiştir.

Bolşeviklerin hükümeti ele geçirip sinsi politikalarını Azerbaycan ve tüm Kafkasya’da uygulamaya başladıkları bir dönemde yayım hayatına başlayan Yeni Kafkasya Mecmuası’nın Rusya’nın uygulamış olduğu dini politikalara bakış açısını değerlendirmeden önce mecmuanın dine yaklaşımını açıklamak daha doğru olacaktır. Bilindiği gibi istiklal, hürriyet ve demokrasi prensiplerine sıkı sıkıya bağlı olan ve bu uğurda mücadele veren Yeni Kafkasya Mecmuası dinin gerekli olduğunu her fırsatta dile getirmiş,  Azerbaycan bayrağının renklerini oluşturan kırmızı yeşil ve mavi rengi, Türklük,  çağdaşlık ve İslamiyet olarak nitelemiştir.

Mecmuanın bağlı olduğu Müsavat Partisi’nin 1917 yılındaki ilk resmi kurultayında ilan edilmiş olan programında: “Din hayattaki önemli noktalardan biridir. Her din inananları arasında büyük bir irtibat ve bir nevi medeniyet hâsıl eder”  sözleriyle dinin önemi vurgulanmış,  aynı zamanda dinin medeniyete ve insan hayatına olan katkıları da ifade edilmiştir. Aynı programda çarlık devri zamanında din ulemasının devletin bir memuru olduğu ve çarın bu sınıfı dilediği gibi kullanıp kendi siyasi amaçlarına alet ettiği, Sovyet devrinde ise din fikrinin tamamıyla kaldırılarak cami ve mabetlerin eğlence mahalline çevrildiğinden bahsedilmiştir. Her iki rejimden farklı düşünen Müsavatın ise din ulemasının haysiyet ve hürriyetlerini temin etmek ve halkın tamamıyla İslam’a uygun yasamasını sağlamak amacıyla ulemayı devlet memurluğundan çıkararak dini devletten ayırdığını,  ancak bu icraatın dine karsı yapılmış bir hareket olarak algılanmaması gerektiği dile getirilmiştir.

Din fikrinin zikredildiği diğer bir yerde 28 Mayıs 1918 tarihinde ilan olunan Azerbaycan Misak-ı Millisi’dir. Misak-ı Milli’nin dördüncü maddesinde : “Azerbaycan halk cumhuriyeti millet, mezhep, sınıf, meslek ve cins farkı gözlemeden hududu dâhilinde yaşayan bütün vatandaşlara hukuk-u siyasiye ve vataniye temin eyler.” Denilmekteydi. 4. Maddede de görüldüğü gibi milli şura millet ve mezhep farkı gözetmemekle hiçbir dini iltizam ve himaye etmeyeceğini bildiriyordu. Bu karar istiklal devrinde uygulanma fırsatı bulmuş, din devlet işlerinden ayrılarak vicdanlardaki mühim mevkiini almış, bu şark âlemi içinde o güne kadar görülmemiş bir gelişme olmuştur. Böylece demokratik hayatın prensipleri olan vicdan, iman ve fikir hürriyeti gerçekleşmiş medeni hayatın temelleri atılmıştır.

 

3.1. Din

Lenin ve Stalin iç savaş kaosunu kendi kurdukları düzen lehine sonuçlandırmalarının ardından kendi dönemleri öncesinde de Rusları hep meşgul etmiş olan İslamiyet sorununu çözmeye karar verdiler Çünkü 8. Yüzyıldan itibaren İslamiyet bu bölgede yayılmaya başlamış ve kendi kültür dokusunu oluşturmuştu. Ruslara göre bu durum, buralarda yaşayan toplulukların asimile edilip Rus kültür tarihinin doğal unsurları haline getirilememesindeki başarısızlığın başlıca nedeni idi. Aynı durum yeni yönetimin ideolojik dayanaklarından en önemlisi olan, tek tip bireylerden oluşan bir yurttaşlık bilinci yaratılması prensibine de aykırı idi. Sistemin daha baştan çıkmaza girmesine sebep olabilirdi. Ayrıca, Bolşevikler sadece İslamiyet’i değil bütün dinleri toplumu çeşitli kamplara bölen ve dolayısı ile toplumsal huzuru tehdit eden ve onların deyimi ile “Proletarya Dayanışmasını” engelleyen bir unsur olarak gördüğünden reddetmişti.[22]

Bolşevikler güçlendikçe, etnik ve dini azınlıklara tanıdıkları hoşgörü de azaldı. Bu durumun yaratacağı sonuçlar, 1923’ten sonra başlayan Stalin önderliğindeki idarede yavaş yavaş netlik kazanmaya başladı. Yeni yönetim, Sovyet coğrafyasında farklı bir kimlik olarak var olan İslamiyet’e müdahale edileceği sinyalleri vermekte idi. Çünkü iç savaş boyunca ve iç savaş sonrasında Ruslar, İslamiyet’in siyasal boyutunu çok iyi kavramışlardı. İşte bu sebeplerle, Bolşevikler bölgeyi yapay cumhuriyetlere böldükten sonra burada en birleştirici unsur olan İslamiyet’e saldırmaya başladılar. Böylece, 2 Kasım 1917 beyanatındaki “milli ve dini inançların serbestçe tatbiki” sözü rafa kaldırılmış oldu.

1923’ten sonra Orta Asyalıların, sistematik bir şekilde benliklerini değiştirmeye zorlandıkları gözlemlenmektedir. Bolşevikler,  bu amaçla iki aşamalı bir plan hazırlamışlar ve hemen uygulamaya geçmişlerdi. Planın ilk aşamasını, Yeni nesillerin İslami bir kültür ortamında yetişmelerinin engellenmesi ve bu amaçla İslami kuruluşlar ve onların temsilcilerinin yok edilmesi oluşturulmakta idi. ikinci aşama ise, ortadan kaldırılan İslam  ve onun kültürünün bıraktığı boşluğu “Tek tip Sovyet Vatandaşı” yaratmaya yönelik sistemli bir asimilasyon politikası ile doldurmaktı.   

Bu planın ilk aşaması, Komünist Parti’nin çeşitli kademelerinde görev verilen bazı Müslüman kökenli liderlerin karşı devrimcilikle suçlanıp görevden alınmaları ve daha sonra da idam edilmeleri ile uygulamaya kondu. 1923 Yılında Sultan Galiyev ilk tutuklanan lider oldu.  İslamiyet’e özel bir statü verilmesini talep eden yerel düzeydeki pek çok Müslüman lider de aynı uygulamanın kurbanları oldular.

Bu yok etme politikasının en sert örnekleri, 1928-1938 arasında gerçekleştirildi. Bu dönemde, İslami müesseselere ve buralarda hizmet veren kişilere yapılan saldırılar dehşet verici boyutlarda idi. Yüzlerce camii Yıkıldı ve buralara bakan din adamlarının bir kısmı öldürüldü bir kısmı da çalışma kamplarına gönderildi.  1917’den önce,  Çarlık Rusya’sında tahmini 26 bin camii varken, bu rakamın 1942’de 1312 ye indiğini görmekteyiz. Aynı şekilde, vakıflar ve İslami eğitim veren bütün okullar kapatılarak, topluma din hizmeti veren bütün unsurlar ortadan kaldırılmış oldu. Bütün bu çalışmalardan alınmak istenen siyasi sonuç,  İslamiyet’in kendisi ile birlikte O’nun uluslaşma sürecinde yaptığı katkıyı ortadan kaldırmaktı. Ancak, Sovyetler Birliği ile ilgili yapılan çalışmalar, 1940’lara gelindiğinde bu hedefe ulaşamadıklarını ve Sovyetlerde bir politika değişikliği olduğunu göstermektedir.[23]

 

3.2. Devletin Resmi İslamiyet Politikası

İslamiyetçin uygulanması ve öğretilmesi için camii ve medreseler önemli birer kurum olmalarına rağmen zorunlu değillerdi. Bir Müslüman ibadet yapmak için her mekânı kullanabilir ve din eğitimi aile içinde de verilebilirdi. Fakat kilise ve genelde Hıristiyanlık için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir. Diğer bir ifade ile kilise ve onun etrafında kurumsallaştırılmış bazı dini kalıplar Hıristiyanlıkta çok daha belirleyici bir konuma sahiptir. İşte, Sovyetlerdeki politika değişikliğine yol açan sebep, İslamiyet’in bu özelliği idi. Bu nedenle,1940’lardan itibaren Sovyetlerin İslamiyet’i tamamen yok etme siyasetinden vazgeçtiklerini ve devletin kontrolünde resmi bir İslamiyet Politikası izlediklerini görmekteyiz.

1941 Yılında Diyanet işleri de diyebileceğimiz, Müslüman nüfusun din işleri ile ilgilenecek bir birim kuruldu. Bu birim 1942 Yılında Sovyetler Birliğinde dört Müslüman bölge oluşturdu ve bunların başına birer müftü atadı. Bunlardan en önemlisi bölgenin taşıdığı önem gereği,  Taşkent’te bulunan Türkistan Müftülüğü idi. Bu müftülerin temel görevi, İslamiyet’le Sosyalizmin bağdaştığını halka anlatmaktı. Ayrıca, camilere imam atama yetkisi de bu kişilere verilmişti. Adeta devletin maşası konumunda olan bu müftüler, bazen devleti dahi şaşırtabilecek beyanlarda bulunabiliyorlardı. Bunlardan bazıları yaptıkları konuşmalarda “Komünizm Hazreti Muhammed’in vaazları ile başlamıştır.” Diyebilecek kadar gerçeğe aykırı beyanlarda bulunabilmişlerdir.

Ruslar II. Dünya Savaşının sona ermesinden SSCB’nin yıkılışına kadar dış dünyaya, özellikle Orta Doğu ülkelerine, Sovyetler Birliği’nde İslamiyet’e dokunulmadığı,  hatta gelişmesi için teşvik edildiği yönünde propaganda yapmaya özel bir önem vermişlerdir.  Bu amaçla, Taşkent Müftülüğü Sovyetler Birliği’ndeki resmi İslam’ın merkezi haline getirildi. Burada, İslamiyet’le ilgili pek çok konferanslar verildi ve yurt dışından gelen temsilciler hep burada ağırlandı.1945 Yılından itibaren Hacca gitmeye müsaade edildi. Ancak, gidenlerin tamamı resmi din görevlileri idi. Fakat, bu dış görünüşün altındaki gerçek çok farklı idi. 1985’e gelindiğinde, SSCB’nin tamamında 400 camii, 70 civarında öğrencisi bulunan Buhara ve Taşkent Medreseleri ve ülke içinde dağıtımı yapılmadığı için Müslümanların okuma imkanı bulamadığı “Sovyet Müslümanları” adlı bir dergi vardı.

Bütün bunlarla yapılmak istenen,  İslamiyet’i Sovyet idari sistemi içine alıp daha sıkı kontrol edebilmekti. Çünkü 1940’11 Y1llara kadar uygulanan top yekûn yok etme siyaseti istenilen sonucu vermemişti. Bir anlamda, bu politika değişikliği Sovyetlerin İslamiyet’i tamamen ortadan kaldıramayacaklarını dolaylı da olsa kabullendiklerini göstermektedir. Bu resmi İslamiyet politikasının,  SSCB’nin dağılışına kadar devam ettiği gözlenmektedir.

 

3.3. Türkistan bölgesinde ilk Rus din okulu

Türkistanlıların Hıristiyanlaştırılması Rus siyasetinin önemli hedeflerinden biriydi. Ruslar Taşkent şehrini işgal ettikten sonra 1869 yılında sır-derya nehrinden 15 km uzaklıkta Çinaz’da bir kilise kurarak Türkistan bölgesinde ilk Rus din okulunun temelini attılar. İşgal edilen bölgede Rusların dini ihtiyaçlarının karşılanması için Vısotskiy adında bir papaz getirildi. Bu papaz orenburg piskoposluk dairesinden gönderildi. Okul ve kilisenin temelini atan Vısotskiy okulun açılışını 25 Temmuz 1870 yılında gerçekleştirdi.

İlk açıldığı günlerde okul kitap sıkıntısı çekiyordu ve papaz sır-Derya askeri valisinden yardım istedi. 26 ağustos 1870 yılında vali papaza gönderdiği mektupta okul için gerekli olan 171 nüsha din kitabı ve para göndereceğini belirtti. 1870 yılında okula 13 öğrenci alındı. Okulun eğitim programında Rus dili, Rusya tarihi ve Ortodoks dini kaideleri yer alıyordu.

İşgalin ilk yıllarında bu okulda subayların ve askerlerin çocukları eğitiliyordu. İlk yıllarda okulun yerliler üzerinde pek etkisi yoktu. Hatta bu okulun açılışına yerlilerden itiraz edenlerde vardı. Yıllar geçtikçe okul ilk meyvelerini vermeye başladı ve okula yerli çocuklarda kabul edildi.1873 yılında kapanan bu okul Türkistan genel valiliğinin önemli merkezlerinde birkaç yeni Rus din okullarının açılmasına öncülük etmesi bakımından önemlidir.

 

3.4. Maslov Din Okulları

1891 yılının sonunda Moskova’da vefat eden Maslov’un vasiyetnamesinde şöyle denilmektedir:[24] “Rahmetli büyük imparator Aleksandr Nikolayeviç ve şanlı çarlık devrinde gerçekleştirilen reformların başarılı sonuçlar vermediği ortadadır. Rus topraklarında milli eğitim seviyesi yükseltilmelidir. Bu amaçla cenaze masrafları karşılandıktan sonra mirasımın kalan kısmımın köy okullarının kurulması ve geliştirilmesi amacıyla kullanılmasını vasiyet ediyorum.

Ancak bu isteğimin yerine getirilmesi esnasında vasilerim, Rusya imparatorluk topraklarında yaşayan farklı millet ve dini toplumlar arasında ayrım yapmamalıdır. Özellikle fakir nüfusun fazla olduğu yerlerde maddi desteğe aşırı ihtiyaç duyan tüm okullara 10 ar bin ruble para yardımı yapılmalıdır. Mirasım sözünü ettiğimiz amaçların dışında herhangi bir amaçla kullanılmamalıdır.”

Maslov tarafından vasi olarak bizzat belirtilen şahıslar hayatta olmadığından vasiyeti gerçekleştirmek amacıyla özel komisyon kuruldu. Vasiyetname gereği servet dokunulmazlık özelliğine sahip olduğundan okulların tüm maddi ihtiyacı bundan elde edilecek faizle karşılanacaktı. Bu yüzden Maslov okullarının binalarının kiralanmayıp özel olarak ayrılmış arazilere inşa edilmesi ve masrafların karşılanmasının zorlaştığı durumlarda önceki yılların faizlerinden yararlanılacağı hükme bağlandı. [25]

Türkistan genel valiliği okulların açılması için uygun olan yerleri kendilerine tavsiye edileceğini bildirmişti. Ancak sadece Fergana eyaletinde pokrovsk köyünde bir okul (1891’de) açılabildi.

 

3.5. Resmi İslamiyet Politikasının Sonuçları

Devletin dini kontrol altına almak istemesindeki temel hedef,  dinsel kurumların toplum üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak ya da bu etkinin devletin istediği yönde şekillenip sürmesini sağlamaktı.

Sovyet yöneticileri. 1980’lere kadar bu Resmi İslamiyet politikasının, Müslüman etnik azınlıkları Sovyet toplumu ile bütünleştirmede başarılı olduğu kanısındadırlar. 1972 yılında SSCB’nin kuruluşunun 50. yıl dönümü münasebeti ile Komünist Partisi Merkez Komitesi görüşmelerinde “…Sovyetler Birliği ulusları arasındaki farkların ortadan kalktığı ve bunların yerini Sovyet halkının ve Sovyet ulusunun aldığı”  dile getirilmişti. Hatta Komünist Partinin 1981 deki 16. kongresinde, Brejnev, “SSCB’de yaşayan yaklaşık 100 millet arasında artık etnik ve ilkel sınırlar olmadığını ve bunların SSCB’ye bağlı birer yurttaş olmalarının partinin bir başarısı olduğunu beyan etmiştir.” 

Bütün bunlara rağmen, Sovyetler, kendi yaptıkları sosyolojik araştırmalarda çok ilginç sonuçlarla karşılaşmışlardır. Bir araştırmada yer alan Hıristiyan orijinli deneklerin %80’i ateist olduklarını ifade ederken, Müslüman orijinli deneklerde bu oranın tam tersi ortaya çıkmıştır. Araştırmanın ortaya çıkarttığı bir diğer ilginç sonuç ise, ateist olduklarını beyan eden %20’lik Müslüman orijinli deneklerin sünnet olduklarını, dini bayramlara riayet ettiklerini ve dini nikâh yaptıklarını beyan etmiş olmalarıdır.  Rusları hayrete düşüren bir diğer ilginç sonuç ise, Bütün camii ve dini okulların kapatıldığı Türkmenistan ve Çeçen-inguş Cumhuriyetinde dini faaliyetlerin diğer bölgelere oranla en yüksek düzeye ulaşmış olduğunu öğrenmek olmuştur.  Ayrıca,  SSCB’nin Afganistan’ı işgalinden iki ay sonra buraya sevk ettiği Orta Asyalı askerleri geri çekmek zorunda kalmasını, Sovyet Müslümanlarının dini dayanışma duygularını hala muhafaza ettikleri şeklinde yorumlamak mümkündür.  Çünkü bu askerlerin Afgan Mücahitleri ile hemen kaynaştıkları gözlenmiştir.

Sonuç olarak, denilebilir ki,  Orta Asya’da ve genelde SSCB-de İslamiyet’i ortadan kaldırmaya ya da devlet güdümüne sokmaya yönelik bütün politikalar,  başarısızlıkla sonuçlanmıştır; ortaya çıkan sonuç, hedeflenenin tam aksi olmuştur. Diğer cumhuriyetler gibi, Orta Asya Cumhuriyetleri de (Kazakistan hariç)  SSCB-den ayrılma hususunda hiç bir tereddüt yaşamamıştır. SSCB’nin dağılmasından hemen sonra, bölge, kendi öz benliğine dönmüştür.

4. DİL ALANINDA ASİMİLASYON[26]

Türk cumhuriyetlerinde uygulanan dil asimilasyonuna geçmeden önce Türklerin kullandıkları alfabeler hakkında bilgi vermek gerekir.

Türkler tarihleri boyunca beş büyük alfabe kullanmıştır. Bunlar;

Göktürk alfabesi,

Soğd kökenli Uygur alfabesi (VIII – XV. asırlar arası),

Arap kökenli Türk alfabesi (X- XX. asır),

Kiril kökenli Türk alfabeleri (XX-XXI. asırda ),

Latin kökenli Türk alfabeleridir (XX.- XXI asırlar arası)[27]

Rusya, çağın gelişen şartlarına ayak uyduracak bir toplum yapısının ortaya çıkmasının asgari şartı olan eğitim faaliyetlerini düzenlerken hiçbir zaman Türklerin daha genel deyimiyle Müslümanların ihtiyaç ve isteklerini nazar-ı dikkate almadı. Bu hususta takip edilen politika ya Türkleri eğitimsiz,   cahil insan topluluğu olarak bırakmak ya da Ruslaştırmanın bir gereği olmak üzere Rus okullarında öğrenim görmelerini sağlamak idi.[28]  Bunu en çok eğitim, din ve dilde gerçekleştirdi.

Rusların dil alanındaki çalışmaları, Çarlık döneminde başlamıştır. Ancak Çarlık döneminde, Orta Asyalılar arasındaki dil birliği yok edilip, Rusçayı bölgede hâkim dil haline getirme çalışmalarının istenilen sonuç vermediği anlaşılmaktadır.[29]

Çarlık döneminde yarım kalan çalışma, SSCB döneminde izlenen sistemli bir dil politikası ile tamamlanmak istenmiştir.[30]

Birinci Cihan Harbinin getirmiş olduğu hazin acılar, binbir çeşit yokluklar, yıkıntılar; o zamanki insanlığın iktisadi, içtimai ve siyasi hayatında; birçok mahşeri yeniliklerin, yeniden oluşmalarına sebep oldu. Nesiller yenileniyorlardı.

Dil politikasını; Çarlık Dönemi, 1917 -1930, Stalin Dönemi, 1930 -1953, Brejnev Dönemi, Gorbaçov Dönemi, Bağımsızlık Dönemi şeklinde ele almak gerekir. Çarlık Rusya’sı idaresi altındaki Türkleri Hıristiyanlaştırabilmenin ilk adımı olarak Arap alfabesinin kaldırılarak yerine Rus alfabesinin uygulanma fikri Rus misyoner Nikolay İvanoviç İlminskiy (1822 -1892) tarafından ortaya atılmıştır. Tatar dilinin gramerini Kiril alfabesinde Tatarlara öğretmeye başlayan İlminskiy, 1864 yılından itibaren Kazan’da okullar açarak, onların dilinde ama Kiril harfleriyle dersler vermeye başlamıştır.[31]

O sırada Rusya; kendi hâkimiyetinde bulundurduğu halklarla; insanlığın yürüdüğü umum yoldan ayrıldı. Nereye çıkacağı meçhul, izahı çok çok güç garip bir yol tuttu. Bununla beraber eski sapık ihtiraslarından da asla vazgeçmiyordu. Onlardan; Panslavist aldatmacasına bürünmüş Panmoskovist saplantılarına; Kızıl inkılabın yenilenme tutkularından faydalanarak oradaki Türklere Alfabeleri kabul ettirildi. Bulgarların(Tatarların), Kazakların, Özbeklerin, Türkmenlerin, Azerilerin ve benzerlerinin Türkleştirmiş oldukları Kur’an Esaslı Alfabe alındı, onun yerine Latin Alfabesi getirildi.[32]

Rusların bu yaptıkları Hristiyan Âlem ve Siyonist Dünyası tarafından alkışlarla karşılandı. Çünkü bu ihtilalin temeli, onlar tarafından asırlar boyu desteklenip hazırlanmıştı. Ruslar sadece garip icracıydılar… bir şehrin bile adının değiştirilmesine müsaade etmeyen muasır medeniyet; koca bir ırkın kültürünün  alfabesinin değiştirilmesine, göz yumdu, öncülük etti!..

Türklere verilen Alfabe: Türklerin yıldızlar hakkında, Yüce Tanrı ve diğerleri hakkında, ebedi insanlar hakkında topraklar, sular, kayalar hakkında, ilim hakkında, sanat hakkında, hayat hakkında, ahiret hakkında bildiklerini yazdıkları, alfabe değildi.[33]

Balkanlardan-Çin çöllerine kadar; Slavların ellerine bırakılan biçare Türkler, kitaplarını sığır derilerine sararak, kırlara gömdüler. Kendi kitaplarına yabancılaştırılan Türkler, kitaplarını imha ettiler, onları kaderlerine ve çok eski inanışlarına terk ederek, mahvolmalarına sebep oldular. Bazıları da işgal altında hazine saklıyorlarmış gibi, kitaplarını sakladılar. Ancak hazineler mücevherdi, altın değildi; bu hazineler terk edilince her an çürüyebilecek hazinelerdi.[34]

 

4.1. Rusların Alfabe Değişimi ve Öncesi Durum

Ruslar, Türklere kendi alfabelerini empoze etmek için Türk dünyasında alfabe değişikliği yapmadan önce, derslerin Kiril alfabesi ile okutulmasına başlanılmıştı. Okullarda bu çalışmalara başlanılmıştı bile.

Dersler yerli dilde ancak Kiril alfabesi ile okutulacaktı. Bu alfabe lehçelere göre değiştirilecekti.[35]

Ruslar, Bulgar aşiretleri arasında, süre gelen düşmanlıklara dayanarak, ezeli Türk yurtlarını işgal ettiler. Bu ezeli yurtlarda Rus makamları, Türkleri yok emek için, ellerinden geleni asla artlarına koymadılar.

Mevzumuz olan, Rus işgali altındaki Türklerin alfabelerinin değiştirilmesi meselesi, tamamıyla Rus Türkoloji’sinin mahsulüdür. İşgal altındaki Türklerin alfabelerini değiştirmeleri Rus Türkoloji’si tarafından sevk ve idare edilerek, iki devrede gerçekleştirilmiştir. Bu iki devir; Rusya siyasi hayatının esaslarını teşkil etmektedir. Buna göre; Müstebit Çarlık Rejiminde Hristiyanlaştırılan; Sovyet rejiminde de Sovyetleştirilen Türklerin alfabelerini değiştirmeleridir.[36]

Ruslar 1487 yılında Kazan’ı işgal etmeye başladıktan sonra buralarda asimile politikalarına başlayıp buralara Rusları getirip yerleştirdiler. Bundan sonra buralarda kaleler kurup kilise ve manastırlar inşa ettiler. Ve Bulgarları(Tatarları) katletmeye başladılar.

Ruslar tarafından Türk köylerinde inşa edilen kiliselerde, yeni din tatbik edilmeğe başlatılmış ve Türklere şimdi yeni kitaplar verilmiştir. Rus alfabesi esas tutularak Çuvaş alfabesi hazırlanmış ve bu harflerle 1769 yılında ‘Çuvaş Dili Grameri’ yazılmıştır. Çarlık idaresinin; Türklerle alakalı sinsi siyasetlerinde, Türk diline uygulanan Rus alfabesiyle (1769), Rus hâkimiyetinde ki Türk boylarının hayatlarında, özlerini yabancılaşmaya götüren, yeni bir çığır açılmıştır. Çuvaş Türkleri arasında açılan Kilise Mekteplerinde, yeni alfabeyle tedrisat yapılmış, kitaplar basılmış ve Rus alfabesi bu kitaplar vasıtasıyla, halkın arasına yayılmıştır. Çuvaş Türk Diline uygulanan Rus Alfabesi zaman zaman (1804,1836,1858) yenilenmiş; 1873 yılında ise İ. Ya. Yakovlev tarafından, tekrar ıslahata tabi tutularak, uzun yıllar kullanılacak olan şeklini almıştır. Çuvaş Türkleri, ikiyüz küsur yıldır Rus alfabesinin açtığı yoldan yürüyerek, şimdiki hallerine biçimlenmişlerdir.[37]

1881 yılında İlminski, Maslovskiye gönderdiği mektupta Türkistan halkının eğitilmesinden özellikle onların yükseköğretim okullarını kazanmasından çok çekindiğini ve bunun Moğol istilasından daha korkunç sonuçlar doğuracağını yazmıştı. Yerlilerin ilkokul seviyesinde bir bilgi düzeyine bile sahip olmasını fazla bulan İlminski “ Yerlilerin kendi gramerlerini öğrenmeleri fazladır, zararlıdır ve oldukça mahvedicidir” ifadelerini kullanmaktadır. Milliyetler politikası İlminski’nin ilk çalışmalarından itibaren Kafkaslarda ve Orta Asya’da çeşitli “sunî” halkların oluşturulması/icat edilmesi, toprağa ve dile bağlı bir sınıflandırma yapılması, son aşamada ise siyasal ve stratejik bir mantıkla toprakların bölünüp ayrıştırılarak yönetilmesi üzerine kurulmuştu.[38]

Çuvaş Türkçesine uydurulan bu Rus alfabesi 1769 yılından itibaren 8 devir geçirmiştir. Çuvaş Türklerine uygulanan Rus alfabesinin birinci devrinde (1769-1873) 35 işaret mevcuttur. İkinci devrinde (1873-1919) çeşitli çevirilerin tesiriyle baştan 25 olarak kabul edilen harflerin sayıları 30’a çıkarılmıştır. Üçüncü devirde (1919-1926) bazı yeni imla kaideleri getirilse de kelimelerin fonetik yazılışlarında farklılıklar giderilemez. Dördüncü devirde (1926-1933) iki işaret ilave edilir. Beşinci devirde (1933-1938) altı harf ilave edilir. Altıncı devirde(1939-1948) ve yedinci(1949-1951) ve sekizinci devirlerde bir harf daha ilave edilip harf sayısı 37’ye çıkarılsa da Çuvaş Türk diline uygulanan alfabe, hala tatmin edici değildir.[39]

Çavuş Türklerinden sonra, Ruslar tarafından, sistemli olarak Hristiyanlaşma siyasetine tabi tutulan Türkler; Sibirya Türklerinden olan Sahalardır. Saha Türkleri Ruslar tarafından kendilerine takılan ‘Yakut’ psevdoetnoniminden hoşnut değillerdir. Bunu her vesileyle belirtirler ve kendilerini ‘Saha’ olarak belirtirler.

Hristiyanlığın Saha Türlerine kabul ettirilmesinden sonra, Rus Alfabesinin de Saha Türklerine uygulanarak devreye sokulması, sıraya girmiştir. Saha Türkçesine ilk uygulanan Rus Alfabesi 1819 yılında G.Ya.Popov tarafından hazırlanmış misyoner alfabesidir. Saha lehçesinde ilk kilise kitapları bu alfabeyle halk arasında yayılmışlardır. Rusya Çarlığı 1853 yılında 1853 yılında Yakutsk şehrinde Hristiyanlığı Yayma Komitesi kurmuştur.   

Hristiyanlığı Yayma Komitesi; Popovun Alfabesiyle, kilise ayin kitabı neşretmeye devam eder. Kullanılan alfabenin kitap basımında getirdiği zorluklara, Komite muntazam olarak şahit olmaktadır. Bu sebepten dolayı Hristiyanlığı Yayma Komitesinin gaye edindiği en ehemmiyetli maksatlardan biri, kullanılan alfabeyi ıslah etmek ve onu Saha Türk lehçesine, uygun hale getirmek, olmuştur. Misyonerler bu gayeleri hizasında çalışırlar, alfabe eksiklerini tamamlarlar ve Saha Alfabesini yenilerler. Komitenin 1858 yılında neşretmiş olduğu Saha Türkçesine uygulanan Rus Alfabesi, eski alfabeye kıyasen daha beğenilir ve daha zengindir. Buna rağmen yine Saha Alfabesi üzerinde çalışmalar durmaz, alfabedeki kusurlar devamlı olarak tamamlanır. Rus esaslı Saha Türkçesi Alfabesi 1894 yılında tekrar yenilenir;1900 yılında Saha Türk Dil Grameri yayınlanır; 1930 yılında tamamlanacak olan, gerçek ilim adamı Pekarski’nin meşhur Saha Türk Dili Sözlüğünün neşredilmesi,1907 yılında başlar…[40]

O sıralarda Altayları Hristiyanlaştırma misyonunun şefi Arhimandrit Makariy Gluharyov, mezkûr Misyonunun; Rus Alfabesinin Altay Türkleri şivesine uygulama hazırlıkları içinde (29 Aralık1841) olduğunu beyan etmektedir. Aynı yılarda neşredilen Rus Kilisesi kaynaklarında; Altay, Tatar, Kalmik lehçesi gramerleri hazırlandığı bildirilmekte ve 1867 yıllarında Altay Türkçesinin tedrisatında Rus Alfabesin tatbik edilmesi, kesinleşir. Bundan sonra, Altay Türklerinin hayatlarında yeni bir devrin başladığı söylemek mümkündür…[41]

Dersler sırf Rus dilinde yürütülerek, sınıflarda başka dilin konuşulması yasaklandı. Bu metot Türkistan’ın Rus bölgelerinde açılan okullarda kullanıldı. Mesela 1876 yılında Taşkent şehrinde açılan Kız Ortaokulunda bu metot kullanılıyordu. Ruslar tarafından açılan okullarda yerli öğrencilerde Rusya devletine karşı saygı ve hürmet hisleri uyandırarak sevgi ve itaatkârlıklarını temin edecek tarih, coğrafya, din derslerine ağırlık verildi.[42]

Rus harfleri Türk dilinin hususiyetlerine çalışılmıştır. Çoğu kilise mevzularında olmak üzere; kitaplar basılmış ve her yeni kitapta, kullanılan alfabenin biraz daha karıştığı, önceki çıkan kitaptan, biraz daha farklı değişik olduğu, sezilmektedir.

Altaylarda 1914 yılına doğru 82 kilise mektebi vardır. Bu mekteplerde Rus Alfabesiyle yazılan Altay Türk Lehçesiyle tedrisat yapılmış, resmi tebliğler dağıtılmış, hatta bazı evraklar basılmıştır.[43]

Türkistan’ın Ruslaştırılmasında basının önemli rol oynayacağına inan Çarlık yöneticileri basın ve yayın organlarının sayısını çoğaltmaya çalıştılar. Rus düşüncelerini, fikirlerini ve kültürünü Türkistan’da yaymak için çok sayıda gazete, dergi ve tercüme büroları açıldı.  Söz konusu basın organlarından en önemlileri “Türkistanskiye Vedomosti gazetesi, Türkistan vilayetinin gazetesi gibi.”[44]

 

4.2. Rus Türkolojisi Ve Alfabe Değişimindeki Rolü

Türkoloji ilmi; Batı Siyasetinin, Türkleri yıkma stratejilerinin mahsulüdür. Türkoloji ilim olarak; Türklerin bulundukları yerlerde ezeli olduklarını ve Türklerin medeniyetin esaslarını oluşturduklarını, kapatıp, örtmeye çalışır. Türkoloji; Türklerin ‘Orta Asyalı’ olduklarını ileri sürer. Rus Türkoloji’si, bu Batılı zihniyetle kurulması itibarıyla, aynı yıkıcı hususiyetleri taşımaktadır.

Hristiyanlaştırılan Türklerin Alfabelerinin değiştirilmeleri, ilmi esaslara dayandırılarak, müstebit Çar Hanedanlığının rehberliğinde, Rus Türkoloji’si tarafından idare edilmiştir. Rus Türkoloji’si, Rus Devletine, Türkleri yıkıcı esasları belirleyip, etraflı olarak anlatmıştır. Rusların, Türkleri etraflı olarak tanıyıp anlamaları; Türklere karşı Çarlığın ısrarla belirlediği kötü niyetlerin en rasyonel şekilde sırası ile gerçekleştirmelerinde, kader belirleyici amil olmuştur.[45]

Rus Çarı Deli Petro zamanından (1689-1725) itibaren, Türkler hakkında ilmi ve diplomatik mahiyet taşıyan eserlere tesadüf edilmektedir. Ruslarda; Türkler hakkında, diplomatik alanda evrak ve bilhassa ilmi yazılara tesadüf edilmesi, o zamanda sonra Türklerle münasebetlerin, ilmi esaslara oturtulduğunu, göstermektedir.

Rusya’da, Deli Petro’nun uzun çarlığı esnasında Şark Dilleri Akademisinin, dolayısıyla Türkoloji’nin de, temelleri atılmıştır. Daha sonraları, bu istikamette kendi kadrolarının çalışma usullerinden, fazla tatmin olmayan Çar Hanedanlığı, Batıdan âlim kişiler getirme hevesine, kapılmıştır. Bu vesileyle Batıdan getirilen şarkiyatçılardan biri Şlezingen doğumlu (1972-1740) Yakop Kern’dir. Alman Yahudi’si olan Yakop Kern’in Rus Türkoloji’sine büyük hizmetleri geçmiştir, Yakop Kern’in esasta verdiği istikamet; bu gün de Rus Türkoloji’sinin muhafaza edilmiştir.[46]

31 Mart 1906 tarihinde Türk halklarının Kiril alfabesine geçmesine dair kanun çıkarıldı. Ancak o zamanlarda Rusya sosyal ve siyasal çalkantılar içinde bulunduğu için bu kanunu yürürlüğe sokmadı.[47]

Daha sonraları XIX. asrın başlarında Gimnaziyumlarda verilen bilgiler yetersiz, kesat bulunurlar. Bu sebepten, Rus İmparatorluğunun istila ettiği Türkleri hâkimiyeti altında bulundurabilmesi için, daha geniş ve daha derin bilgilere ihtiyaç duyulduğundan; şimdi Rusya’nın birçok şehirlerinde Üniversitelerde Şarkiyat Bölümleri açılır. Genelde bu yeni bölümler teamülün yalnız Türkoloji Kürsüleri olarak faaliyet yürütmüşleridir. Harkov Üniversitesinde 1804 yılında – 1917 yılına kadar; Kazan Üniversitesinde 1807 yılında – 1917 yılında kadar; Petersburg Üniversitesinde 1819 yılından – 1919 yılına kadar Türkoloji okutulmuştur.[48]

Yazı dilini, okumasını bilmeyen halk tarihinden, inancından, geleneklerinden uzaklaştırılarak “itaatle her şeyi kabul eden kullar” (Mankurt) haline getirildi. 1860-1917 yılları arasında N.İ.İlminski’nin Kiril alfabesiyle Kazak Türkçesinde hazırladığı 72 kitabın tamamı sadece Hıristiyan dininin esaslarını anlatan kitaplardı.[49]

Birinci Cihan Harbinden sonra, Çarlık Rejiminin yerine geçen yeni Komünist rejim; eski müstebit idarenin Türklere karşı yürüttüğü Panmoskovist siyasetten ve Türkoloji tedrisatına verdiği mahiyetten asla vazgeçmemiş, bilakis aynı hırsla Türkoloji dallarında, Türklerin eritilmelerini kolaylaştırılacak her çeşit araştırma enstitüleri açmağa devam etmiştir. Türkoloji Enstitülerinin çoğaltılmaları sebebiyle, buralarda kendilerinden faydalanılacak Türklerin bulundurulmasına ihtiyaç duyulmuş ve böyle yerlerden çalışan Türklerin sayıları titizlikle çoğaltılmışlardır. Ancak, Türk asıllılarından Türkoloji ilmini, Türk gerçeklerine götürmek isteyen Türk asıllı veya Türk’e yabancı ilim adamları, Çarlık Rejiminde olduğu gibi, çeşitli baskılara tabi tutularak, mahvedilmişlerdir.

Sovyet devrine geçiş sayılan 1918 yılında; Harkovda Şarkiyat Teknikumu açılmış, Rus devletinin eski payitahtı Petrogratta ise hemen “Yaşayan Şark Dilleri Enstitüsü” kurulmuştur. Bundan sonra tüm Rusya’nın Merkezi İcra Komitesinin kararı ile, 1921 yılında bütün Rusya Şarkiyatçıları Birliği Cemiyeti, kurulmuştur. Aynı yıl Ruslar; kendi Panmoskovist emellerini, işgal edemedikleri Türklerin arasında gerçekleştirmek için; Proleter Komünist inkılabı söylentileri ardında gizlenerek, Moskova’da “Doğu Emekçilerinin Komünist Enstitüsü” nü açmışlardır. Nazım Hikmet ve arkadaşları bu Enstitüde okumuşlardır. Panmoskovist Rus Bolşevik Devleti aynı maksatla; Kırım’dan, Kazan’dan, Kafkaslardan, Orta Asya’dan bütün Sibirya Dâhil, Türk Cumhuriyetçiklerinde ayrı üniversiteler açmıştır. Açılan bu üniversitelerde Türkoloji Kürsüleri tesis edilmiştir. Daha sonra bu kürsüler, genelde sosyal ilimleri kapsayacak olan, fakültelere temel teşkil etmişlerdir.[50]

Hazırlanan yeni Rus Türkoloji’si Panmoskovist Karargâhları; Rus Çarlığı menfaatleri hizasında; işgal altındaki Türklerin dilini, dinini, örf ve adetlerini yıkmayı hedef olarak belirlemişlerdir. İstila edilen yerlerde, Türkologların verdikleri usullerle; asırlar boyu inşa edilmiş olan Sultanlıkların, Hakanlıkların, Beyliklerin; Türk töre ve ananelerine göre kurulan düzenleri bozulmuştur. Kaldırılan, Tecrübe edilmiş eski Türk düzeninin yerine, Rus kanunları ve Rus tertibi getirilmiştir. Getirilen Rus kanunları, Rusların yetiştirdikleri Türkler vasıtasıyla, uygulanmışlardır. Ruslar gayeleri uğruna, kendilerine yamak olarak yetiştirdikleri Türklerden onlara soydaşlarından üstün görünme hakkını tanıyarak, onlardan faydalanmışlardır. Rusların hizmetinde bulunan bu Türkler; isteyerek veya istemeyerek, Rus Çarlığının; Türkleri sindirme siyasetine devamlı yardımcı olmuşlardır. Ruslar; kendileri ile işbirliğine yanaşmayan Türk asıllı Şarkiyatçıları, millet yolu tutan Türkleri; ülke dışına kovmuşlar, tutuklayıp Sibirya’ya göndermişler yahut da katletmişlerdir. Rus hizmetine bırakılan, Rus yetiştirmeleri Türkler ise, çoğu defa, İslam dinine karşı çıkmışlar, Hıristiyanlığı kabul etmişler ya da Rusya’nın teşvikiyle; İslam dinini, Türk örf ve adetlerini, ıslahatçılık maskesi altında, gizlenip, tahrip etmeye kalkmışlardır.[51]

Bu çalışmalar halkın zihninde aşağılık duygusu kendi kültürüne yabancılaşma politikası Rus anlayışını ve Rus estetiğini yerleştirmek için yapılmıştır. Halk bu resimler yoluyla Türkistan’a Rusların iyilik ve mutluluk getirdiklerine inandırılmak istenmiştir.

Başka bir Ruslaştırma yöntemi de yer adlarının Rusça kelimelerle değiştirilmesidir. Yer isimlerinin değiştirilmesi Ruslarla yerlilerin yakınlaşmasını sağlayan bir faktör olmuştur. Yerleşim yerlerinin isimlerindeki değişiklik Rus köylülerin isteğiyle gerçekleştirilmiş değildir. Ruslar bu uygulamalarla Rus büyüklüğünü, gücünü göstermek maksadını güdüyordu. Ayrıca Türkistan bölgesine Türkistan’ın bir parçası görüntüsü verilmeye çalışmışlardır. [52]

 Çar Petro’dan sonra, Rusya’da tesirli bir şekilde Türkoloji ile II. Katerine(1762-1796) alakadar olmuştur. Katerina’nın arzuları doğrultusunda, Türk diyarlarında birçok Rus mektebi açılır. Hıristiyan ruhani mekteplerine Türk gençleri alınır. Bu faaliyetlerle alakalı 26 Ağustos 1784 tarihinde II. Katerina; Nijegorod ve Alator Piskoposundan Ruhani Mekteplerinde okutulan bütün ders dilleri “sözlerinin Rus sözleri alfabesiyle” verilmesini ister. Aslında büyük Katerina’nın; Türklerinin alfabelerinin değiştirilmeleri anlamına gelen bu fermanı; Rus Türkoloji’sini ilk merhalede, esas gayelerinden biri olacak olan Müslüman Türklerin dillerini, Rus alfabesine uydurma çalışmalarını, başlatmıştır.

1785 yılında Rus alfabesiyle yazılmış bir lügat neşredilmiştir. Rus alfabesiyle hazırlanan bu tür lügatler; Müslüman Türk diyarlarında faaliyet gösteren birçok Rus mekteplerinde okutulan derslerde ve Rus makamlarının Türkler kendi münasebetlerinde kullanılmıştır. Ancak bu çevrelerden dışarı hiçbir zaman asla çıkmamışlardır. Hiçbir zaman Türk Müslüman cemiyetleri; ne Ruslarla münasebetlerinde nede kendi aralarında bu alfabeyi kullanmamışlardır. Onlar eskiden olduğu gibi Kur’an esaslı alfabelerinden faydalanmaya devam etmişlerdir. Rus alfabesinin Türk diline işlenmesinde, Türklerden faydalanma usullerinin temelleri o sıralar atılmıştır. Daha sonraları Türk dillerine tatbik edilen, Rus alfabesi geliştirilerek; Türkleri kendi halkları arasında, adeta Rus alfabelerinin pazarlamacıları yapmışlardır. Bu hizada Türkleri basit vasıta olarak kullanma usulü, Ruslarca bir siyaset haline getirilmiş ve bu emellerine nail oluncaya kadar, Ruslar bu siyasetlerinden vazgeçmemişlerdir.[53]

Rus alfabesi ile Türk Dili Gramerleri tertip edilmelerinde; bu tür eserlerin halkın arasına dağılımında; Müslüman Türklerle beraber; Türklerin, Ruslara yardımcı olmaları, acı gerçeklerden biridir. Bu gerçekte Rus siyasetinin başarısını, Türklüğünde zaaflarına işaret etmektedir. Rus siyasetine hizmet etmiş Halfin sülalesini (İshak, İbrahim, İsmail, Şahin ve Girey) göz önünde bulundurarak XIX. asrın ilk yarısında yazılmış bir Rus kaynağı, Ruslarla yapılan bu fedakâr Türk hizmetini şöyle anlatmaktadır. “Halfin ekolünden mütehassıs kişiler, Rus devletinin çeşitli kademelerinde mevki almışlar ve devletin kendilerinden umduğunu fazlasıyla vermişlerdir.[54]

 

4.3. Batı Ve Rusların, Türklerin Alfabelerini Değiştirmeleri

İşgal altında tuttukları Türklerin efendileri ise İsmail Gaspıralı ve onun gibileri düşman bilmişlerdir. Çeşitli vesilelerle onları devamlı baskı altında tutmuşlardır. Onlara iş ve yaşama imkânı vermemişlerdir, vatanları terk ettirmişler, aşağılamışlar takip ettirerek yok etmişler. Ancak Ruslar işgaller altında tuttukları Hrıstıyan halklara, mesela Ermenilere, Gürcülere onların alfabeleriyle alakalı benzer muamelede bulunmamışlardır.

Doğu Türkleri; evvela İslam dinine bağlılıklarından; sonra da o zamanın şartlarına göre, Hristiyan Âleminin kültür etkinlerinden uzaklarda bulunmalarından dolayı, Türk İslam kültürü bünyesinde oluşturdukları milli değerleri muhafaza edebiliyorlardı.

Nesillere yadigâr; sırası geldiğinde, kendilerinin zamana ayak uydurmalarını sağlayacak kitapları vardı. Müsait şarlar oluştuğu bir çağda bu hazineden faydalanabileceklerdi. İşte Ruslar ve Hristiyan âlemi, Türkleri o hazinelerinden, varolma kaynaklarında koparmak için; onların aralarında, devamlı olarak Kur’an esaslı Türk Alfabesinin, kendi alfabeleriyle değiştirilme mücadelesini, veriyorlardı. Türk diyarlarındaki Rus mektepleri; Hristiyanlığın o günlere Türkler arasındaki sapık maariflerinin emsalleriydi.[55]

Ruslar tarafından ve Dünya Hristiyanlığı tarafından; Türklerle alakalı alfabe değiştirmelerinin, medeniyetin vazifesi olarak, hatta bir insanlık vazifesi olarak buna “Kültür Taşımacılığı“ deniliyordu.

Rusların, Türklere kültür yani iyilik gösterdiklerine, Türklerin ileri gelenlerinin çoğu inanmağa başlamıştı. Çünkü onlar Rus varlığını enselerinde hissederek, yetişen“ileri gelenlerin “evlatlarıydılar. Bu yeni yetiştirdiklerini sayelerinde Ruslar, yıllardır hedeflediklerini, şimdi daha yakın görüyorlardı.

Rus basını Türkistan mektep ve medreselerini fanatizmin ve karanlığın mekânları olarak göstermeye çalışıyor ve yerli halkı bu eğitim kurumlarından soğutmaya çalışıyordu. Bu müesseselere hükümet tarafından yardım edilmemesi, sürekli eleştirilmesi etkisini gösterdi ve 20. yy’in başında medreselerin sayılarının azalmasına sebep oldu. Bu dönemde mektep ve medreselerin açılması ve faaliyetlerin devam ettirilebilmesi için vakıfların genel valilikten izin alması gerekiyordu.

Mesela 17 Temmuz 1895 yılında kabul edilen kanuna göre Türkistan bölgesinde (Semerkant, Fergana ve Sır Derya vilayetlerinde) medrese açmak için şu şartları yerine getirmek gerekiyordu:[56]

 

4.4. Alfabe Değiştirilmeleriyle Alakalı Oyunlar -1-

Rus Devletinin, işgal altında bulundurduğu Türklerin Kur’an Esaslı Alfabelerini XVIII. Asrın ortalarından hemen hemen XX. Asrın onlu yıllarının ortalarına kadar; Rus Alfabesiyle değiştirmek için, azami gayretler sarf ettiğini gördük. Türkler; bir taraftan yok edilerek Hristiyanlaştırıldılar, diğer taraftan onların alfabelerini Rus Alfabesi harfleri ile değiştirdiler. Kalan kılıç artığı Türklere, zorla, Rusların zorla ikrar ettirdikleri Hristiyanlığın Ortodoks mezhebi ve kullandıkları kendi Kril Alfabesi kabul ettirildi.[57]

Ve birden 1917 yılının o Mart ayında; Türkler arasında Rus Alfabesi tatbikattan kaldırılarak, Batının kullandığı Latin Alfabesi tatbikatına geçilmeye, başlandı. Türklerin aralarında Rus Alfabesini tatbik etmekten vazgeçilip, Latin Alfabesine geçilmesi; Rusya için inkılaptan daha öte, adeta bir tufandı.

Latin Alfabesinin uygulanmasına; şimdi Rus Alfabesinin en başarılı şekilde uygulandığı uzak Saha Türkleri arasında başlandı. Saha Türkleri arasında fazla Rus bulunmuyordu. Ruslaştırılmış Türk de pek yoktu. Sahalar, Hristiyanlığa Türk inancından geçmişlerdi. Burada okur-yazar sayısı pek az değildi. Saha Türklerinin dilleri, Hristiyan Çuvaş Türklerinden, Doğu Türklerinin dillerine çok daha yakındı. Ve Doğu Türkleri arasında; Altay Türklerinden; daha fazla seviliyorlardı. Ruslarında Sahalara yaklaşımı daha ılımlıydı. Burada her şey; Kazandan, Altaylardan sanki daha farklı gelişiyordu. Her şey daha insani yaklaşılıyordu. Bu şekilde Sahalarda kadim Türk inancından Hristiyanlığa geçiş, hiçbir küçük mesele bile çıkarılmadan gerçekleştirildi.[58]

Burada ücra Yakutsk şehrinde, XIX. asrın başlarında, birileri Hristiyanlığı Yayma Komitesi kurmuştu. Şüphesiz bu komite belirlediği hedefler hizasında, çalışmalarını mükemmel bir şekilde sürdürüyordu. Rus Alfabesi de Saha Lehçesi üzerinde başarıyla uygulanıyordu. Hatta buradan; öteki Türk şivelerine; alfabe ve dil meseleleri ile ışık tutuluyordu. Komite; Türkoloji ve Şarkiyat konularına vakıf olan kadrolar tarafından idare edilmekte idi. Diğer taraftan komite; doğrudan doğruya Rus Sarayına bağlıydı ve Çarın temasta olduğu kişilerce idare edilmekteydi.[59]

Novgorodov’un;1917 yılının mart ayında, Rus esaslı Saha Alfabesinin, kendisinin hazırlamış olduğu Latin alfabeyle değiştirilmesini teklif etmesi, Rus kamuoyu tarafından az istisnalarla; sessiz sedasız, yani tepkisiz karşılandı. Burada Rus Alfabesinden, Latin Alfabesine geçilmesiyle; Rus çarlığının kendi işgali altında tuttuğu Türklerle alakalı, şimdiye kadar yürütmüş olduğu siyasetten vazgeçmesi mevzu bahisti.[60]

O yıllarda yani 1971-1918 yıllarında tatbik etmeye başlanan Latin Alfabesi, Bolşevik İnkılabından sonra kurulan Saha Muhtar Cumhuriyetçiği makamları tarafından1922 yılında çıkarılan bir genelge ile kanunlaştırılarak; Cumhuriyetçin çapında tatbikinin resmiliği temin edilmiştir. İmlada fonetik kaidelere dayanan ilk Latin esaslı Saha Türk Lehçesi Alfabesi, sonraki yıllarda, devamlı olarak mükemmelleştirilerek, başarıyla tatbik edilmiştir.

Rus Alfabesi yanında, çok daha masum ve cezp edici görünen Latin Alfabesinin, Rus işgali altında bulunan Türklere benimsetilmesi ile, bütün Türkler yine tek alfabeye geçecekler ve işgal altındaki Türkler; nasıl olsa zalim Rus’un alfabesinden, kurtulacaklardı. Mason Teşkilatı tarafından alevlendirilen; Turanizm, Pantürkizm sevdalarına kapılan bazı Osmanlı Türkleri münevverleri de, Latin Alfabesine geçilmesinde öncülük edecekler ve bu şekilde Doğu ve Batı Türkleri, bir alfabe, bir dilde toplanacaklardı. Sonrada, dünyada Pantürkizm mefkûresi ile Turancılık muzaffer olacaktı.[61]

Birbiriyle konuştuğu zaman çok iyi anlaşan halklar alfabe değişikliği yapıldıktan sonar ortak seslerin yerine uyduruk harflerin çıkması ile dil birliğini kaybettiler. Bununla beraber yıllardan beri aynı coğrafyada bir bütün olarak yaşayan halk, birbirinden ayrı milletler durumuna geldi. Dil üzerinde uygulanan Rus politikaları ise bölünmeyi daha da hızlandırdı.[62]

Türkler arasında, Alfabe değiştirmelerini eden Devletler Üstü Güçlere göre ise, Latin Alfabesinin kabulü ile, dünyada Tür İslam Medeniyeti, tarihe karışacaktı… Ve Türkler, kendini tanıyamaz, özlerinden güç alamaz hale getirileceklerdi. Saha Türkleri buralarda Komünist inkılabından çok daha evvel Rus Alfabesi yerine; Ortodoks Hristiyanlığına rağmen Katolik Alfabesi sayılan Latin Alfabesini kabul ettiler. Aslında Saha Türkleri; alfabe değişiminden, Ruslardan biraz uzaklaştıklarından memnundular.

Birinci Cihan Harbi bitmişti. Rusya bu harpten, Türk tebaasına muhtaç bir vaziyette çıktı. Türklüğe bağışlanan ümitli günler, sanki gelmişti. Moskova’da 1971 yılının baharı Mayıs ayının birinden, on birine kadar “Rusya Müslümanlarının Umum Kongresi “toplandı. Umum Kongrede; Türklerin özlerine sadık kaldıkları müddetçe, beklene çağda, yeni ufuklar açılabilmeleri için, fırsat getirdi.[63]

Rusların uzun yıllar yürüttükleri çeşitli sindirme siyasetleriyle, işgal altındaki Türkler; kendilerinden alınanları ve alınacak olanları; göremez yahut da umursamaz hale getirilmişti. Kongre Türklük adına yapılan an hassas ve en samimi konuşmalar bile; genelde Rusça olarak, Rus’un dilinde yapılıyordu. Oysa buraya toplananlar, Geniş Türk tabakalarına hitap eden kişilerdi. Onlar ise, şimdi olanlardan, olacaklardan bihaber, Türklere yabancı olan cereyanların tesirlerine kapılmışlar yaşadıkları hadiselerin kendi halkının evlatları olarak değil; kökeninden, özünden yetişmiş olarak değil; Genelde Rus olarak değilse de, bir Rus hayranı olarak, hatta ve hatta olan hadiseleri, beynelmilel yaşıyorlardı…

Kongrede her şeyden bahsedildi, ancak Türklük için en tehlikeli olan bölücülük meselelerinin üstüne hiç varılmadı. Sanki Türklerin önünde böyle bir tehlike yoktu. Oysa Türkler görüş açıları itibariyle 1917 Rus Bolşevik İhtilalinin daha ilk tufanlı anlarında; Türkçüler, Şeriatçılar ve Sosyalistler olarak, üç kısma bölündüler. Saydığımız bu her bir fıkranın fikirlerinde; en azından bir batı taklitçiliği vardı ki, aslında öze ihanet işte burada başlıyordu. Bu sebepten Ruslara; Türklerin içişlerine karışmalarına sebep verildi ve parçalanmalar daha büyük ebatlara gittiler, vardılar… Sonrada Türk topluluklarının önde gelenleri hadiselerin bu şekilde inkişaf etmeleri karşısında toparlanarak, halkın; özü, dili ve dini etrafında bütünleşip, milli hâkimiyetlerini sağlamadan; sisli sosyal meselelerin çözümünü yüklemiş cereyanlara kapılarak, parçalanıp gittiler.[64]

Hristiyan âlemince ve Rusya tarafından ezeli Türk toprakları hesabına büyütülen Ermenistan; hudutlarındaki konar-göçer, yani Kürt olan Türklerin; Kur’an Esaslı Türk Alfabelerini, alıp değiştirir. Ancak onlara, beklendiği gibi, Latin Esaslı Alfabe vermeyip, Ermeni alfabesi verilir. Kürtlere Ermeni alfabesi verilmesine ne Komünistler ne de Ruslar, hiç ses çıkarmazlar. Ermeni ve Rusların 1921 yılında konar-göçer, yani Kürt Türklerine yaptıkları; onlara ileride yapılacaklara adeta ışık tutmaktadır. Ermeni Alfabesinin benimsetilmesiyle; bu konar-göçer Kürt Türkleri Ermenileştirilecekler, Ermenileşmeyenlerde katledileceklerdir. Bu gerçeklere göre; burada Ermeni ve Gürcü Alfabelerinin değiştirilmeleri bir yana; Devletler Üstü Güçlerin ve Rusların; Ermeni nüfusunu, Türkleri onlara hazmettirerek, büyütmek istedikleri, anlaşılmaktadır.[65]

Maarif Grupları adı altında faaliyet gösteren Özel Alfabe Değiştirme Tayfaları; vardıkları yerde mukavemeti, Güvenlik Güçleri yardımıyla boğduktan sonra, ahaliyle çeşitli münasebetler kurarak, kendilerine sağlıklı muhit hazırlamaktadırlar. Maarif Gruplarının, bulundukları yerlerde ve tüm ülkede mevzileri kuvvetlenince, Devlet onlara 22 Temmuz 1922 tarihinde Sovyet Komünist Rejiminin “Yeni Alfabe Komiteleri “makamları olarak meydana çıkarıp, onlara resmiyet kazandırır. Yeni Alfabe Komiteleri; devlet tarafında ehemmiyet verilen muazzam bir müessese olarak, Bolşevik Partisi emsal alınıp, onun yapısına göre şekillendirilir. Buna göre; yerel, eyalet komiteleri ve Merkez Komitesi Tesis edilir. Rus Devleti; Yeni Alfabe Komiteleri Merkez Komitesinin Azerbaycan’ın Bakü şehrinde bulundurulacağını, ilan eder. Alfabe Merkez Komitesi azalarının ve rehber kadrolarının çoğu aslen Türk olmalarına; Alfabecilik Merkez Komitesinin, Azerbaycan Türk Cumhuriyetçiğinde bulundurulmasına rağmen, Komitedeki Türkler, Sadece birer kukla vaziyetinde; aciz, heyecanlı ve dar görüşlü icracıdırlar.[66]

Yeni alfabe, bütün cumhuriyetlerin ortak alfabesi değildi. Her cumhuriyetin dili farklı olduğundan alfabeleri de farklı olmalı idi. Amaç, birbirlerine çok yakın olan lehçeleri farklı alfabelerle okutup yazdırarak, benzerlikleri ortadan kaldırmak ve bu lehçeleri özgün birer dil haline getirmekti. Bu yapay çalışmalarının ana hedefi, küçük etnik yerel gruplara ulus statüsü kazandırmaktı.[67]

Mayıs 1920’de Eğitim Halk Komiserliği okullarda din eğitiminin kaldırılmasına karar verdi. Din kanun dışı ilan edildi. Vakıflara ait mallara devlet tarafından el konulduğu için camiler ve medreseler bakımsız kalmış buradaki din âlimleri ve görevlileri de dağıtılmıştır. Din görevlileri yetiştiren okullar da kapatılmıştır. [68]

Bütün Türk Cumhuriyetçiliklerine öyle veya böyle sokulan Latin Alfabesi 1922 yılından itibaren; yarı resmi olarak da olsa Türklerin hayatlarında yer almaya başlamıştır. Evvela Yeni Alfabe Komiteleri, yoğun olarak alfabe değiştirmelerine; Kafkaslarda, Kazan ve Kazan Havzası bölgesinde, hız kazandırırlar. Rus Hristiyan idaresi bu ezeli Türk bölgelerinde, değer Türk bölgelerine kıyasen daha güçlüdür. 

Bu sinsi taktik ilmi esaslara dayanan bir psikoloji oyunu veya usulüdür. Rus Panmoskovist siyasetinin ve Devletler Üstü Güçlerin menfaatleri; siyasette bu “Tere yağdan kıl çekme “usulünü veya oyununu gerektirmektedirler. Bu sinsi taktik uygulaması, Azerbaycan’da ve diğer Cumhuriyetçiklerde, başarıyla tatbik edilir.(Bakü’de Rusça çıkan “Bakinskiy Raboçiy“ gazetesi, 26 Haziran be 31 Ekim 1923.;O sıralar Azerbaycan’da çıkan“Komünist“mecmuası-26 Ekim 1923.;O tarihte Türkçe olarak Latin Harfleriyle çıkartılan “Yeni Yol“ gazetesi-9 Haziran, 17 Temmuz ve 3 Eylül 1924 tarihli sayıları).

Azerbaycan’dan sonra Latin Alfabesi, bütün Kafkasları alır ve sarar. Rus Devleti talimatı üzerine yapılan idareli ve titiz toplantılarda, İslam dininin temellerine saldırılır ve sonra İnguşların, Çeçenlerin, Kabardinlerin ve Karaçayların resmen Latin Alfabesine geçmeleri temin edilir.

Öyle ki 1926 yılının sonlarına doğru, Sovyetler Birliği Rus Devletinin hummalı çalışmaları neticesi; Türk Cumhuriyetçiklerinde Latin Alfabesine geçilir. Ancak başta Kazakistan ve Türkmenistan olmak üzere daha birkaç Tür Cumhuriyetçilerinin ulu rehberleri, bu oldu-bittileri imzalayarak, onları kanunlaştırma adımının atılmasını, uzun yıllar geciktirirler.

İşte o zaman; Sovyetler Birliği Rus Devleti, bu sessiz diremiş karışında, böyle vaziyetler için, el altında tuttuğu; yapışacak birkaç işi, faaliyete geçirir. Orada, İnkılap Komiteleri tarafından 1923’de Hakas Türklerine tekrar kabul ettirilen Rus Alfabesi yürürlükten alınır ve yerine 1917’den 1922 yılına kadar kullandıkları Latin Alfabesi verilir. Hadise, evvela Latin Alfabesinin yürürlükten alınması ve tekrar Rus alfabesine geçilmesi hadisesi; ilgili kamuoyuna; Alfabe Komitesinde çalışan, çok sinsi sınıf düşmanlarının yani burjuvanın işi olarak, duyurulur. Latin Alfabesine geçilmesiyle de, İnkılap Güçlerinin böyle hataların üstesinden gelebilecekleri ispatlanmış olur…

Ancak Türklerin alfabelerini değiştirmeye yatışmaları için Saha Türklerinin Latin Alfabesine döndürülmeleri galiba pek tesirli olmaz. Oynanan bu tür gizli oyunlara rağmen, halk çok yerlerde, alfabe değişmelerine teşkilatlı olarak, karşı koymaya başlar. Alfabe meselesi Türkler arasında gittikçe dayanışma ve birleşmeye sebep olur. İşte o zaman Sovyetler Birliği Rusya Devleti; Türkleri kendi alfabelerinden vazgeçirmek için, ikinci ağır kozunu, oynamaya mecbur kalır. Sahalar dan sonra Hristiyan Türklerden Altayların Rus Alfabelerini “Umum Türk Alfabesi “dedikleri Latin Alfabesiyle değiştirir.

Latin Alfabesiyle alakalı oluşturulan kamuoyuna göre, Latin Alfabesinin Rusçulukla hiçbir alakası olmadığı, her vesile ile vurgulanır. Sonra, ardından, bütün Hristiyan ve Müslüman Türklerin tek alfabe kullanacakları, böylece bütün Türkler arasında, zamanın geçmesiyle güçlü birlik sağlanacağı, ileri sürülür. Latin Alfabesinin Türk diline, Türklerin şimdi kullandıkları alfabeden çok daha uyumlu ve çok daha kolay olduğu iddiaları, halka devamlı tekrarlanır. Latin Alfabesinin, bütün milletleri ileri götüren, meşhur Batı medeniyetinin alfabesi olduğunu mütemadiyen vurgularlar. Bu tarifler; tamamı ile Pantürkizm ve Turanizm anlayışlarıyla örtüşürler. Türklerin bazı ileri gelenleri de, esaslarını unutarak, İslam devirlerinde Kur’an Esaslı Türk Alfabesi ile yığmış oldukları birikimleri “hiç“ sayarak, bu demagojiye kapılırlar ve asla halklarının ne kaybedeceklerini düşünmeyerek, usubeciliğe öncülük edeler.[69]

Birçok Türk Cumhuriyetçikleri almış oldukları kararla, yirmili yılların başlarından beri zaten hayatlarının her dalına girmiş olan Latin Alfabesini, belirli kurumlardan geçirerek, resmileştirir. Bu yalnız, bir formalitedir. Ancak Ruslar bu formaliteye çok fazla bir ehemmiyet vermektedirler.

Başkurtlar, Tubalar, Uygurlar, Kazaklar, Özbekler, Türkmenler galiba acizliğinden ses çıkaramamaktadırlar. Bu mert insanlar, yani insandan daha insan olan insanlar canavarın huyunu değiştiremeyeceğine inanmaktadırlar ve kendi tarzlarına göre, alfabe değişimlerine öylesine direnmektedirler. Alfabe değiştirmenin; tanıtıldığı gibi, zenginleştirecek Türk İslam kültürünü, inkişaf ettirmek için değil; bilakis Türkleri kendi milletlerinden, kendi dinlerinden, medeniyetlerinden, özlerinden koparmak için sinsi bir vasıta olduğunu bilmeliler.[70]

İşgal altındaki Müslümanların, Kur’an Esaslı Türk Alfabeleri değiştirildi. Kur’an Esas Türk Alfabesiyle yazılmış olan eserler harp ilan edildi. Düşman eski kitapları, kültür eserlerini yakıp yıkıp bitirdikten sonra; yakıp yıkacak bir şey kalmadı. O zaman sıra eski yazıyla yazılı, mezar taşlarına geldi. Kur’an Esaslı Türkçe Alfabeyle yazılan mezar taşlarını yıkmalar, kırk yıl devam etti.1972 yılında “Sovyet Sosyalist Muhtar Tatar Cumhuriyeti“ diye anılan, Kazan Bulgarları Devleti hudutlarında, Kur’an Esaslı Türk Alfabesiyle yazılı bütün mezar taşları kırdılar. Demir paletli traktörler üstünden geçerek, onları çakıl haline getirdiler ve onları Kolhoz yollarına döşediler. Kazan Bulgarlarına Rus mezalimi yaklaşık üç yıldan beri devam ediyor.[71]

 

4.5. Alfabe Değiştirmelerinde İşlenen Cinayetleri Örtme

Alfabe değiştirmeleri sırasında; Türklere yapılanların, bir cinayet olduğuna inanmak ve inandırmak çok güçtü. Rus Güvenlik Güçleri, Türklerin gözlerinde adeta yırtıcı kuşlar gibi, Türklerin kara başlarında dönüyorlardı. Kendi siyasetlerine karşı fikirleri; daha doğuşlarında; milliyetçilikle, irticalıkla, aksi inkılapçılıkla suçlayıp, hemen eziyorlardı. Bütün cinayetler Komünist İnkılabı adına, açıkça işleniyordu. Halkı, kurbanların; Komünizmin parlak aydın ufuklarına daha çabuk varabilmesi için, harcandıklarına inanıyorlardı. Oysa Komünist tanrısına adanan kurbanlar insandı. Olanlar korkunçtu!

Bütün olup bitenlere rağmen, Latin Alfabesinin Türklerin hayatlarına sokulmasına ve çeşitli müesseselerce tasdik edilmesine rağmen; daha birçok Cumhuriyetçik İdarelerince, Latin Alfabesi hala remi olarak kabul edilmemişti. Bu Cumhuriyetçiklerin Türk rehberleri, Rus Komünist İdaresine dağlılıklarına rağmen, bir türlü son adımı atmaya, Türkleri ve Müslümanlıkları önünde, cesaret edemiyorlardı.

Direnenler; nereden yardım bekliyorlardı ki, yardım yollarını bizzat kesmişlerdi. Allahın izniyle İslam dinini muzaffer kılmış olan Türkler; Kuran Esaslı Alfabelerinden vazgeçerek, Hristiyan alfabesine geçmişlerdi. 7 Ağustos 1929 tarihinde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin İcra Komitesi ve sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin Halk Komiserliği Şurası kendi genelgesiyle Sovyetler Birliğindeki Türk Cumhuriyetçiklerinde resmi alfabenin Latin Alfabesi olduğu, kendi celselerinde kabul edilerek, resmen bildirildi.[72]

Alfabe genelgesinden sonra, Sovyetler Birliği Rus Devleti, Türkler arındaki alfabe meselesinin bu merhalesini, gayri halletmiş saydı. Ancak gizli olarak, Latin Alfabesini hala kanunlaştırmayan Cumhuriyetçikleri, bu hususta baskı altında tutmaya, devam etti. Neticede; Başkurtlar, Tubalar, Uygurlar, ta 1930 yılında, kendi kanun ve kaidelerine göre nasıl olsa işlemde olan Latin Alfabesini, kendi Cumhuriyetçiliklerinde resmileştirdiler. Kazakistan’ın, Özbekistan’ın, Türkmenistan’ın bu yabancı alfabeyi nihayet resmileştirmeleri ise 1934 yılını buldu. Bu gecikmeler her şeye rağmen, Kur’an Esaslı Türk Alfabesinin değiştirilmesinin, asla Türklerin razılığı ile olmadığını gösteren, çok delillerden biridir.[73]

Devlet Üstü Güçlerin ve Rusların zaferinden sonra Türk sahasındaki Türkler, bir uçtan bir ucu, alfabelerini bırakarak, Latin Alfabesine geçtiler. Bu zafer; Türkleri yok etmeyi planlayanlar için, çok büyük bir zaferdi. Zaferde Rus Panmoskovist Türkoloji’sinin ve Rus Bolşevik Komünizminin payları en büyüktüler. Panmoskovist Türkoloji’nin yıllardır topladığı malzeme ve biriktirilen Türkleri asimile etme zengin tecrübeleri ve tecrübelere dayanarak hazırlanan tasarılar potansiyeli harcanarak; eski ve yeni şartlara dayanılarak; ısrarlı Komünist demagojisi ile; Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Kırımda, Kazanda, Özbekistan’da, Kazakistan’da halk; geçici suni siyasi ve sosyal teşekküllerde faydalanılarak, galeyana getirildi. Neticede Türklerin yazıları kısa bir zamanda ellerinden alındı…[74]

Aslında Türlerin alfabelerinin değiştirilmeleri bir cinayet idi. Medeniyete karşı işlenen bu cinayette; Hristiyanlaştırılmış Türklerin yahut da Hristiyan Gagavuzların, Musevi, Karayimlerin, Müslüman alfabe ıslahatçılarının suçları olmayabilir. Fakat A.N. Samoyloviç, S.E. Malov, N.K. Dimitriev, K.H. Yudahin, N.A.Baskakov, E.V.Sevortyan gibi Türkoloji olanında mütehassıs sayılan kişilerin; bin küsür yıldan beri biriktirilmiş ve bununla daha ötelere uzanan Türkün ilim hazinesi, Türkün medeniyetimi-Türk’e unutturmak; Türkleri- Türklükten ve kendi seçtikleri dinlerden saptırtmak için, şuurlu olarak yaptıklarından, kesin olarak suçludurlar. Onunla birlikte yani Rus Türkoloji’siyle birlikte, Dünya Türkoloji’si de suçludur. Çünkü Devletler Üstü Güçler, onların teşvik ve yardımları olmadan, hiçbir şekilde bu yaptıklarını, elbette, yapamazlardı…[75]

İlk günlerden itibaren; Kur’an Esaslı Türk Alfabesinin; Latin Alfabesiyle değiştirilmesi, Sovyetler Birliği Rusya Devlet makamları tarafından, yakından takip ve idare edilmiştir. Öyle ki Sovyetler Birliği Rus Devleti, Türk diyarlarında yürütülen alfabe değiştirme kampanyalarını adeta muharebe eder gibi yürütmüştür. Üst seviyeden Sovyet salahiyetlileri, Alfabe Komitelerinin; nerede olurlarsa olsunlar, her adımı takip etmişler, onlara gerekli desteği sağlamışlar ve onları idare etmişlerdir. Bizzat Lenin 1922 yılında; Azerbaycan’da Kur’an Esaslı Türk Alfabesinden; Latin Alfabesine geçiş içim yapılanlar hakkında, Azerbaycan Komünist Devleti yöneticilerinden bilgi almıştır. Alfabe değiştirmeleri sıralarında 1926 yılında yapılan dünyada ilk Türkoloji kongresi, tamamıyla Stalin’in zevk ve idaresince gerçekleştirilmiştir. Kongre Rusya Türklerinin yeni Latin Alfabesine geçişini onaylar.[76]

Bakü’de 1926 yılında yapılan Türkoloji Kongresinde; Rusların, Türklerin alfabelerini ısrarla değiştirme çabalarında; ne Vatikan’ın ne de Siyonist Dünyasının; Türklere ulaşıp, İslam’ı yıkmak için yüzlerce yıl beslediği hayalleri sezmek ne de Panmoskovistlerin yok edici emellerini görmek mümkündür. Kongrede celseler törenli havada geçmektedir; kader belirleyici cinayet mahiyetinde kararlar, koskoca ilim adamları tarafından, Türklerin iştirakinde, sarhoş mesuliyetsizliği ile alınmaktadır. Kongre kararlarında; yeni kabul edilen Latin Alfabesinin; yazmayı, okumayı ve ifade etmeyi kolaylaştıracağı vurgulanıyordu. Bir defacık olsun bu alfabe değiştirmeyle; dile, dine, kültüre, tarihe darbe indirildiğinden, hiç kimseler asla söz etmiyordu. Acaba onlar önlerini göremediklerinden mi?…[77]

Sovyetler Birliği Rus Devleti; uzaktan uzağa görünmeden idare ettiği, Maarif Gruplarını 1920 yılında “Yeni Alfabe Komitesi“ olarak resmileştirdi. daha sonra bu görünmezden idare ettiği güya muhtar olan müesseseyi 1926 yılında “Bütün Birliğin Yeni Türk Alfabesi Merkez Komitesi“ olarak değiştirdi. 1929’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin Merkezi İcra Komitesi, bir karar alıp, Latin Alfabesini Türk Cumhuriyetçiklerinde devlet yazışma yazısı olarak, kullanılmasını emretti. Böylece Latin Alfabesinin kullanımı resmileştirilmiş oldu.[78]

 

4.6. Alfabe Değiştirmeleriyle Alakalı Oyunlar – 2

Latin Alfabesinin; Türk Cumhuriyetçiklerinde kullanılmasını emreden, Sovyetler Birliği Rus Devleti Genelgesinde; tam bir yıl sekiz gün sonra, yani 15 Ağustos 1930 tarihinde, Sovyetler Birliği Rus Devleti, toplanıp Yeni Türk Alfabesi Komitesinin faaliyet raporunu dinledi. Raporu dinleme; tamamıyla Komünist usullere göre yapıldı. Alınan kararlar üzerine raporlar yazıldı. Alınan kararlara göre raporlar dinlendi. Ve alınan kararlara göre, raporlarda yazılanlara, münasebet alındı…

O zamana kadar Yeni Türk Alfabesi Komitesi tarafından bütün yapılanları, Sovyetler Birliğinin Rus Devleti gayet müspet olarak değerlendirdi. Sonra yeni bir karar aldı. Ve “Yeni Türk Alfabesi Komitesi” şildinde “Türk” adını çöplüğe attı. Bu müessesenin adı şimdi “Yeni Alfabe Komitesi” kaldı ki; Türklere oynanan Alfabe oyununun, ikinci devresinin başladığına dair ilk işaretidir. İkinci işarette; Yeni Alfabe Komitesinin Merkez Komitenin Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den Moskova’ya taşınması oldu. Ancak devran dönüyordu. Hem de nasıl dönüyordu bu Kızıl Komünist devranı!.. Şimdi Alfabe Komitesinin merkezinin Bakü’den Moskova’ya taşınmasıyla, Alfabe meselesi kapanmadı. Alfabeciler; çeşitli Türk Cumhuriyetçiklerinde 40’a yakın mümessillik bıraktılar. Moskova’da Alfabe Merkez Komitesinin adında “Türk” sözcüğü atıldı, ancak Türklere henüz verilen alfabe ile uğraşılmaya Panmoskovistçe devam edildi. Bu alfabe meselesinin devam edeceğinin başka bir görülür deliliydi…[79]

 

4.7. Latin Alfabesinden Rus Alfabesine Geçiş

Türkçeden, Rus Alfabesi tehlikesi kalkınca Türkler Eski Kur’an esaslı Alfabelerine dönmek için uğraştılar. Dış politikada serbestlik kazanan Ruslar buna elbette izin vermeyecektiler. Alfabe üzerine yeni bir kongre yapılacağını 1932 yılında duyurdular. Ve kongre için hazırlıklar başladı. Yeni Alfabe Komitesi, Kongre ile alakalı acilen “İnkılap ve Dil” adlı kapsamlı bir mecmua çıkardılar. Bu mecmua da N. F. Yakovlev tarafından kaleme alınan yazı Rus Hükümetinin emelini açıkça gösteriyordu ve bu yazı devlet genelgesi niteliğindeydi. Rusların amacı Türk diyarlarında Rus alfabesini hâkim kılmaktı. Ve bunun için çok hızlı bir çalışmaya girildi. Yakovlev’in yazısında ve benzeri yazılarda Türk dili imlasının ehemmiyetsizliği üzerinde duruluyordu ve Rus dil unsurları ile değiştirmeleri gayeleri güdülüyordu.[80]

Rus Devletinin koskoca bir kongre tertiplemesi icap etti. Ayrıca Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Merkezi İcra Komitesinin Milliyetler Şurası Prezidiyumuna bağlı Tüm Birliğin Yeni Alfabe Komitesi toplanarak 15-19 Şubat 1933 tarihleri arasında Moskova’da Birinci Hususi kongresini yaptı. Kongrede ana mevzu olarak A.A. Palmbah’ın Milli Alfabeleri Hazırlama raporu dinlendi. Raporda öne sürülen “Milli Otografyaları Hazırlama İlkeleri”nin Türk dili lehçelerinin birbirinden uzaklaştırıp, onları Rusçaya yaklaştıracağı apaçıktı. Ancak bu görüntüler üzerine konuşmaya hiç kimse cesaret edemedi.[81] Kongrede söz alıp konuşanlar yeni alfabeyi övüp Eski Kur’an Esaslı Alfabeyi eleştirdiler. Kongrede beklenmedik bir meselede gündeme geldi. Bu konu küçük hanlıkların bir araya getirilmesi meselesiydi. Sovyetler bunu kabul edecek değildiler ve bu düşünce yasaklandı dile getirilenler cezalandırıldı.[82]

1862’de Hıristiyanlaştırılmış Tatar Türkleri (Kreşen Tatarları), 1871’de de Çuvaş Türkleri Rus (Kiril) alfabesini kullanmaya başlamış, onları Yakut Türkleri takip etmiştir. Fakat Çarlık rejiminin uygulamaları, misyonerlerin Türk dilli ahali arasındaki faaliyeti, bazı Türk dilli halklara Kiril alfabesinin zorla kabul ettirilmesi, Rusya’da yaşayan Türkler arasında Rusluğa karşı bir nefret uyandırmıştır. İşte bu yüzden Ruslar taktik değiştirmiş ve Kiril yerine Latin alfabesine geçilmesi gerektiğini dile getirmeye başlamıştır.[83]

1940’lara gelindiğinde, yeni sistemin aksayan yönleri olduğu ve istenen sonuçları tam olarak vermediği tartışmaları başladı. Bölge halkının Ruslarla tam olarak kaynaşamadığı ve toplumdaki İslami motiflerin istenilen ölçütlerin ortadan kalkmadığı, esas tartışma noktaları idi.[84]

Moskova Birinci Hususi Kongresinde konuşturulan Altay ve Çuvaş Türkleri delegeleri; eskiden bazı Türk boylarının kullandıkları Rus alfabesinin, Türk diline, Latin asıllı alfabeden daha uygun olduğunu iddia ettiler. Çuvaş Türkleri Rus alfabesi ile yazmağa devam ediyorlar ve bu alfabenin Türk diline elverişliliğini burada kendi tecrübelerinden emsallerle göstermeğe, çalışıyorlardı. Altay Türkleri de Rus alfabesinden, Latin alfabesine döndürülmüşlerdi; onlar da burada Rus alfabesinin Türk diline uyumluluğuyla alakalı bir şeyler söylediler.[85]

Kongrede konuşulanlara bakıldığında, Sovyetler Birliğinin Rus Devleti; Türklere kendi kabul ettirdiği Latin Alfabesini, şimdi galiba tatmin edici bulmuyorlardı. Latin Alfabesinin tatbikinde yapılanlardan, devamlı olarak asılsız memnuniyetsizlik ifade ediliyordu. Kongrede tüm Sovyetler Birliği halklarının kullanabilecekleri “Tek Alfabeden” ve “Tek İmladan” öyle veya böyle bahsedilmesi; mutlaka Rus alfabesine ve Rus imlasına işaret ediyordu. Zaten bazı delegelerin burada yaptığı konuşmalar; doğrudan doğruya Rus alfabesini ve Rus imlasını, sanki Türkçeye en münasip alternatif olarak, gösteriyorlardı. Ancak bizimkiler anlamadılar ya da anlamak istemediler. Hususi kongrede Sovyetler Birliğinin Rus Devleti “Parçala ve Hâkim Ol!” anlayışını esas alarak; Rus işgalinde yaşayan halkların dillerini; şive ve ağızlarına göre, milletlere ayırdı. Dilin şive ve ağzını konuşan aşiretlerin, millet olarak tanınmalarını istedi. Bazı toplulukların az-çok Rusça bilmeleri dikkate alınarak, onlarında millet olarak tanınmaları istendi. Bu istekler en kısa zaman içinde yerine getirileceklerdi.[86]

Alınan kararlara göre, verdiğimiz iktibastan da anlaşıldığına kadar; dilden “ananevi tarihi kaideler” atılarak, Türk dili yolundan saptırılacak; Rusça ile Türkçe arasındaki “tezatlı morfolojik ve fonetik kaideler” düşürülecek ve Türkçeden “Emekçi kitlelerin iş muhitlerinde konuştukları dil” meydana getirilecektir. Komünist Partisi iktidarında, idarenin vardığı bütün neticeler, kanun mahiyeti taşıdıklarından, kongrede alınan çeşitli kararlarda, en küçük ayrıntılarına kadar yerli Cumhuriyetçikler, ister tasdiklesinler, ister tasdiklemesinler, hemen yürürlüğe sokularak, tatbik edileceklerdi. Böylece Rusların korktukları, tekâmülen Umum Türkçeye götüren yol da kesinleşmiş olacaktı.[87]

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin Merkezi İcra Komitesi; Sovyet Devletinin en yüksek makamı olarak, 1935 yılında Yeni Alfabe Komitesinin Merkez Komitesini çağırıp topladı. Kendi idaresinde gerçekleştirdiği, mahkeme niteliğinde geçen bir sıra sıkı duruşmalarda, Yeni Alfabe Komitesinin faaliyetlerini, durup ince ince inceledi. Yapılan bu incelemelerde; Latin alfabesinin uygulanmasında görülen kusurlar ayrıntılarıyla, Panmoskovist Rus devletinin çok daha evvelleri planladığı bir şekilde, kamuoyuna duyurdular. Bu şekilde kamuoyu gelecekte olacak olan değişikliklere, bir nevi hazırlanmış oluyordu. Merkezi İcra Komitesi; Yeni Alfabe Komitesini 16 Haziran 1935’de tekrar topladı. Bu toplantıda; şimdi Latin Alfabesinin kullanan Sovyet halklarının dillerine göre, yazılarının ve imlalarının, hatta dillerinin; zamanın ihtiyacına uyum sağlayamadıkları, ayrıca bu halkların Sosyalizmin ilerleyişine, ayak uyduramadıkları belirtildi. Bunun için Alfabe Komitesi yıkıcı bir üslupla tenkit edildi. Alfabe komitesinden; dilde, yazıda, imlada Sosyalizmin ilerleyişine yaraşır yenilikler getirmesi istendi.[88]

Yeni Alfabe Komitesi, verilen vazifeyi gerçekleştirmesi ve beklenenleri yerine getirebilmesi için, İcra Komitesiyle 17 Ağustos 1935 tarihli toplantıda alınan bir karara göre; Cumhuriyetçiklerde mevcut, kırka yakın yerel Alfabe Komitesinin emrine; yazı, fikir ve imla ile işi olan kurum ve kuruluşlar verildi. Bunların aralarında SSCB Şarkiyat Enstitüsü, SSCB İlimler Akademisi Dil ve Düşünce Enstitüsü, SSCB Merkezi İcra Komitesine Bağlı Milliyetler Enstitüsü, SSCB Yazarlar Birliği, milliyetlerden onları hazmetme maksadıyla alakadar olan Yerel Kültür Komiteleri vardı. Bu alakalı kurum ve kuruluşların her Cumhuriyetçikte; onlarca temsilcilikleri, yüzlerce memurları vardı. [89]

 

4.7. Rus Alfabesine Geçişte Rus Türkoloji’si

Otuzlu yıllarda Rus Türkoloji’si yine askeri karargâh olarak ortaya çıktılar. Astıkları astık kestikleri kestik idi. Onların maiyetlerine, Panmoskovistlerin en çok güvendikleri; binlerce, on binlerce insan seferber edildi.  Bu hizada Tüm Birliğin Yeni Alfabe Komitesi, Mart 1936da Türk Cumhuriyetçiklerindeki Yerel Alfabe Komitelerini çağırıp; Çuvaş Türkleri Muhtar Cumhuriyetçiği Başkenti Eski Rus Karakolu Çeboksarıya topladı. Burada Çuvaş Türklerinin Köklü Rus Alfabesi sayesinde; ilimde, kültürde, sosyal hayatta, ekonomide;  bir sözle “yüce sosyalizm kuruculuğunun” her çeşit sahasında ulaşmış oldukları başarılar; “eksikli”,  “kusurlu   olan ve kullanmaya asla hiç “uygun olmayan “Latin alfabesini kullananlara gösterdi. Otuzlu yılların ilk yarısından sonra, Sovyet basınında, Latin Alfabesinden vazgeçerek Rus Alfabesine geçenlerin isimleri yayınlanmaya başlandı. Bununla birlikte, henüz kabul ettikleri Latin Alfabesinden neden vazgeçtikleri de, uzun uzadıya teferruatlarıyla anlatılıyordu. Latin alfabesinin kusurlarını anlatan mektuplar yazdırılıyor bunlar çeşitli kurum ve kuruluşlara gönderiliyordu.[90]

Sovyetler Birliği Rus Devletince, yirmili yıllarda olduğu gibi, kullanışta olan alfabeye karşı tekrar azılı bir kampanya başlatılmıştı. Bu mevzuda Sovyetler Birliğinin bütün iletişim vasıtaları, seferber edildiler. Bütün yerleşim yerlerinde Latin Alfabesinden vazgeçme toplantıları düzenletiliyordu. Köylerde, şehirlerde alfabe toplantıları düzenletiliyor. Halk da sürüler halinde toplatılıp toplantılara getirtiliyor.  Mahsus hazırlanmış kişiler konuşturuluyor. Konuşulanlar gazetelerde, radyolarda yayınlanıyor. Sinemalarda boy boy gösteriliyordu. Alfabeyle alakalı bütün olanlar halkın isteğiyle oluyormuş gibi sergileniyordu.[91]

Türkler parçalanıyorlar.

Türkler; hayır mı, şer mi bu olanlar diye düşünüyorlar.

O sıralar Türkler; Kırgız, Hakas, Kazak ve saire diye yazılarak, ayrı düşürüldüler ve toptan, Rusçaya doğru yönlendirildiler. İbray Altınsarin Aleksandır’ın bir zamanlar Kırgız Türkleri için hazırladığı “Kırgızca Okuma Kitabı’nı okuyan “Kırgızlar”, şimdi doksan dokuza parçalanıyorlardı. Türkler eğer bu şekilde parçalanmış olmasaydılar; otuzlu yıllarda zalim Moskofun kambur beli, ne kadar doğrulursa doğrulsun; Urallarda “Başkurt”, Kuzey Karadeniz Havzasında  Kazan ve Kırım “Tatarları” olarak bilinen Bulgarlara; Kuzey Buz Denizinden Orta Asya’ya kadar uzanan “Hakas” diye, “Kazak” diye “Altaylı” diye bilinen Kırgızlara; bize doğru Özbeklere, Türkmenlere, Şeyh Şamil’in diyarı Kafkaslara; kahpe moskof hiç bu alfabe hakaretini yapabilir miydi?![92]

Türkler arasında Latin Alfabesini bırakıp, Rus Alfabesine geçiş devri; fiilen 1935 yılından sonra “Kuzey halklarından” dedikleri adca çok, nüfus bakımından az olan on beş “halka” törenle Latin Alfabesi bıraktırılarak, Rus Alfabesine geçirilmeleriyle, başlatıldı. Onlarla beraber onların yakınlarında bulunan Udmurtlar, Komiler ve etrafında bulunanlardan diğerlerinden Latin Alfabesi alınarak, Rus Alfabesine geçirildiler. 1935 yılının sonuna doğru da Kumuklar, Şorlar derken, Osetinler, Kabardinler, Balkarlar Latin Alfabesinden Rus alfabesine geçirildiler.[93]

Türkler kendilerine kabul ettirilen Latin Alfabesi üzerine şimdi bir tehdit, oluştuğunun farkındaydılar. Bu tehlikenin ebatları tahmin edilse de, ona inanılmak istenilmiyor ve Türk dilcileri o sıralar Türk dilini Rus Alfabesi belasından koruyabilmek için; Latin Alfabesinin Türkçeye uygulanmasında büyük başarılar elde ettiler. O günlerde onlar, yazı ve kelimelerin yazılış şekilleri üzerinde en değerli eserleri yazdılar. Ancak biraz geç kalmıştılar. Rus siyasetine alet olan dilciler ise, Latin Alfabesinin Türkçeye tatbikinde karşılaştıkları zorlukları daha çok abarttılar, büyüttüler ve dünyaya bunları ıslah edilemez gibi göstererek, yaygara yaptılar.[94]

Dağıstan Komünist Partisinin 3 Kasım 1937 Tarihli Eyalet Genel Toplantısında Komünistler, Latin Alfabesini bırakıp Rus Alfabesine geçme kararı aldı. Balkarlara 1937 yılında Karaçaylar da alınarak eklenince Sovyetler Birliği Rus Devleti için, bu çok yakın iki halkla alakalı hiç mesele kalmadı. Alfabe değiştirme esnasında kullanılan bu usul “Parçala ve Hâkim ol!” anlayışının “Kenarından koparıp bütünü kavramak” taktiği idi. Aynı usul ile, aynı yıl (1937) Bulgarlardan Barabin ve Komosinleri; Sahalardan-Dolganları; Hakaslardan-Sorları; Azeri Türklerinden-Budukları, Kerizleri, Rutulları, Talişleri, Tatları, Udinleri; Türkmenlerden-Beliceleri; Kazaklardan-Dunganları, çatır çatır kopardılar. Onları ayrı halk ve alfabelerini de Rus Alfabesi ilan ederek Türklerden ayırdılar.[95]

1938 yılında Kumuklar, Kırım Bulgarları ve Nogaylar; Rus Alfabesine atlatıldılar. Sıra büyük Türk Cumhuriyetçiklerine geliyordu. Tehlike şimdi “geliyorum” diyordu. Türkmenistan’da alfabe değiştirme teşebbüsü çoğu Rus asıllı olan bir mektebin muallimleri üstüne bırakıldı. Ve bu mektepteki muallimlerin çağrıları üzerine; hemen bütün ülkeye, Türkmen halkının, Rus Alfabesine geçme isteğinde bulunduğunu bildirdiler.(Türkmenskaya İskra Gazetesi- 6 Ocak 1939).

Aynı yıl(1939); Kırgızlar, Sahalar Rus Alfabesine geçirildiler. Diğer Türkler 1940 yılında Latin Alfabesini bırakarak, dillerini Rus Alfabesine bağlamaya mecbur edildiler. Yalnız o Uygur Türkleri, o zamanlar başa çıkamadılar. Zaten onların bir kısmının Çin’de olmaları itibarıyla, onlarla ne yapılacağı pek kestirilemiyordu. Sonunda Uygur Türkleri de 1947 yılında, nasıl olsa Latin Alfabesini, Rus Alfabesiyle değiştirdiler. Bu şekilde Rusya, Hükmettiği Türklere, XVIII. Asrın ikinci yarısından itibaren uyguladığı alfabe siyasetini tamamlamış oldu. Netice olarak Ruslar, işgali altında bulundurdukları Türklere, 1940 yılında; 33 harften 8’i Türk Dili fonem sisteminde olmayan (yedi çift sesli, birde yumuşatma işareti) ve Türk dilinde bulunupta benzerleri Rus dilinde olmayan fonemler için; harfleri noksan; Rus Alfabesi ile beraber, bir sıra şüpheli nitelikte Rus İmlası usul ve kaidelerini kabul ettirdiler.[96]

Panmoskof Alfabe Siyaseti neticesi, Rus işgalinde bulunan Türklerin Türkçeleri; umum Türkçenin tabi inkişafından ayrılmışlar ve birbirlerine yabancılaşır hale getirmişlerdir. Buna göre, şimdiki Rus Alfabesi devrinde konuşulan ve yazılan Türkçe; Latin Alfabesi devrinde konuşulan ve yazılan Türkçeden ve Kur’an Esaslı Türk Alfabesi devrinde yazılan ve konuşulan Türkçeden; çok daha uzak ve çok daha yabancıdır. Türkçenin özüne yabancılaştırılmasıyla beraber; Barabinler, Dolganlar, Komasinler, Tofalar, Udageyler, Yukagirler, Çulumlar, Şorlar, Rutullar, Talişler, Dunganlar gibi daha birçok Türk aşiretlerinin dilleri, kendilerinin ait oldukları Türk boylarının ezeli dillerinden koparılmalarıyla beraber; onların şiveleri Türkçeden başka her dile benzetilmiş ve hatta yer yer Ruslaştırılmıştır.[97]

Sovyetler Birliği Türk Cumhuriyetçikleri, Seçili temsilcileri; Türk Kültürünü müzakere etmekle alakalı, yetmiş yıl sonra, yine Moskova’da bir kongreye toplandılar. Orada alfabe meselesi de ele alındı. Latin Alfabesi esas tutularak, Umum Türk Alfabesi için çalışmalara başlanılması istendi. Bir taraftan binlerce yıl derinliklere giden Türk Medeniyeti ve diğer taraftan da bu medeniyeti Yükseltmek istedikleri Latin Alfabesi!? Mezkûr Moskova kongresinden birkaç gün sonra, Sovyetler Birliği Karakalpak Muhtar Cumhuriyeti başkenti Nukus’da; Azerbaycan, Kazak, Özbek, Tacik, Kırgız, Tatar, Karabdin-Balkar, Dağıstan Cumhuriyetlerinden, Norveç’ten, Macaristan’dan ve Amerika Birleşik Devletleri’nden, dilci ve tarihçilerin iştirakiyle, bir başka Kongre gerçekleştirildi. Burada esas mevzu; “Çağımızda Dil ve Tarih Açısından Kıpçaklar” idi. Kongrede Kıpçakların bir zamanların tarihi “Bulgarları” olduklarına ve “Tatar” psevdoetnoniminin “Bulgar” etnomini yerine kullanıldığı değinildi.[98]

Nukus’da geçen kongrede, alfabe meselesine değinildi. Latin Alfabesine geçiş için, Yeni komite kurulması teklif edildi. Komitenin Türkçeye has olan “Umum yazı kaidelerine” istinaden hazırlayacak olduğu Latin Alfabesinin “Türklerden, Azerilerden, Özbeklerden, Kazaklardan ve bütün diğer Türk hanlıklarından, rahatlıkla kullanılabilmesi istendi… Türkler ise Rus Alfabesine geçirilmek için, Latin Alfabesiyle aldatılınca, hüsrana uğratılarak sarsılmışlar; oyuna getirildiklerini anlamışlardı. Şimdi onlar için hem Batı; hem de alfabe cazibesini kaybetmişti… Ruslar Alfabesinde kalmakta bir çözüm olmadığına göre, Kur’an Esaslı Türkçe Alfabeye dönüş, şimdi sanki kabul edilir olan karanlıktan çıkış yolu görünüyordu.[99]

Türk Kültürü ve Tük Alfabesi ile alakalı 1990 yılı Moskova ve Nukus kongrelerinde yapılan çağrılar; sadece karanlıktan aydınlığı görenlerin attıkları çığlıkların aciz yankılarıdır. Yankılar ise yankıdır. Gündeme getirilen Umum Alfabe meselesinin, Umum Türk İslam Kültürüne anahtar meselesi olduğu, asla hiç unutulmamalıdır. Alfabe tespiti meselesi; mevzuları ve ihtisasları bakımından, cidden bu yapılan kongrelerin boylarını aşmaktadır. Mevzu; Çin’de, İran’da, Arabistan’da, Balkanlarda yaşamış ve yaşayan Türkler dâhil olmak üzere; bütün Türkler İçin hatta o kültürün değerlendirilmesi açısından bütün dünya için güncel ve ehemmiyete haizdir.[100]

Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetleri her alanda yeniden yapılanma çalışmaları içerisine girdiler. Bu kapsamda alfabe meselesi gündeme geldi. Bağımsızlık ilanlarının ilk gününden itibaren Türkiye kardeş ülkelere her alanda işbirliği, yardım ve destek sözüne binaen Alfabe ve dil meselelerine dair çalışmalardan ilki18 -20 Kasım 1991 tarihinde Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından “Milletler Arası Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumu” adıyla gerçekleştirilmiştir. 29 Eylül -2 Ekim 1992’de Bişkek’te toplanan Türk Cumhuriyetleri Eğitim Bakanları ve Türk Toplulukları Eğitim Temsilcileri II. Konferansı’nda, 8 -10 Mart 1993 tarihinde Türk İş Birliği Kalkınma Ajansı tarafından Ankara’da düzenlenen ve beş bağımsız Türk Cumhuriyetinden bilim adamlarının katıldığı alfabe ve imlâ konferansında, ayrıca 21-23 Mart 1993’te Antalya’da yapılan Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk-Kardeşlik ve İş Birliği Kurultayı’nda bu mesele ele alınmış; 34 harfli “Ortak Türk Alfabesi”ne geçiş teyit edilmiştir.

Basit ve düzenli ses farklarıyla karakter kazanan Türk lehçelerinin ortak bir yazım geleneğiyle okuma-anlama oranlarının çok yukarı çekilebileceği gerçeği göz önünde tutularak ve 1926 Bakü Kurultayı sonrasında kaçırılan fırsata karşılık doksanlarda Ortak Türk Alfabesi gerçekleştirme imkânını yeniden elde etmiştir.[101]

Ortak Türk Alfabesi önünde duran siyasi ve ekonomik nedenlerin dışında başka engeller var mı sorusuna cevap verebilmek için yukarıda bahsedilen Arap, Latin, Kiril alfabesine geçiş sürecindeki uygulamaları hatırlamak gerekir. Geçmişin aksine günümüzde Türk cumhuriyetlerinin yetkilileri alfabe konusunda, Rusya’nın yapmaya çalıştığı şekilde bir tercihle hareket etmemeliydiler. Aksine ihtiyaç duydukları birkaç harfi 34 harfi ortak Türk alfabesinden ilâve etmekle birlikte aynı karakterleri kullanarak şuur altını harekete geçirip dilde yakınlaşmayı doğurabilecek paralel kodların kullanılmasına özen göstermeliydiler.

Bu ülkelerin dışında şu ana kadar Gagavuzlar, Karakalpaklar, Kırım ve Kazan Tatarları da Lâtin alfabesine geçme kararı almışlardır. Ancak 2002 yılında Duma’nın aldığı kararı meclis de onayıp kanun hâline getirince Kazan Tatarlarının alfabe değiştirme girişimi engellenmiştir. Çıkarılan kanuna göre, Rusya Federasyonu içindeki bütün halklar ana dillerini yazarken Kiril esaslı kendi alfabelerini kullanmak zorundadırlar. Kazakistan’da ise alfabe değişimi ile ilgili süreç Türkiye’nin katkı ve desteğiyle yeniden başlamıştır. Türk Dil Kurumu’nda 11-15 Haziran 2007 tarihleri arasında Kazakistan’ın Latin alfabesine geçişi ile ilgili bir toplantı yapılmıştır. Toplantıda, Türkiye’nin Latin esaslı Türk Alfabesi üzerinde yaklaşık seksen yıllık birikim ve deneyimleri paylaşılarak Kazakistan’da son dönemde büyük bir hız kazanan alfabe reformu hakkındaki gelişmeler değerlendirilmiştir.[102]

Bütün SSCB dönemi boyunca uygulanan bu politikaların, bölge halkının anadili ve kültürü üzerinde yaptığı tahribatın boyutları bugün dahi tam olarak bilinmemektedir. Bağımsızlık sonrası Kırgızistan’da yapılan bir araştırmada, 30 yaşın üstündeki kadın ve erkeklerin %60’ının Kırgızca’yı bilmedikleri ortaya çıkmıştır.[103]

SONUÇ

Komünizm fikir ve ideallerinin benimsenmesinde en büyük engel olarak görülen dinlere karşı Sovyet yönetimi açıkça cephe almıştı. En fazla hücuma uğrayan tabiatıyla İslam dini ve müesseseleriydi. Mayıs 1920’de Eğitim Halk Komiserliği okullarda din eğitiminin kaldırılmasına karar verdi. Din kanun dışı ilan edildi. Vakıflara ait mallara devlet tarafından el konulduğu için camiler ve medreseler bakımsız kalmış buradaki din âlimleri ve görevlileri de dağıtılmıştır. Din görevlileri yetiştiren okullar da kapatılmıştır. [104]

1925 Nisanında “Allahsızlar İttifakının” geçici bürosu teşkil ve nizamnamesi ilan olundu. Buna göre “Allahsızlar İttifakı dinsizlik şiarı altında bütün işçileri ve köylüleri birleştirecek ve onların manen dinin nüfuzundan kurtulmalarına yardım edecekti.” Din aleyhinde yapılacak propagandayı düzenlemek için Müslüman, Hıristiyan ve Musevi dinleri için üç ayrı komisyon teşkil edildi.

Aynı yılın Ağustos ayında toplanan müşaverede Müslümanlar arasında propagandanın çok zayıf olduğu kanaatine varılmış ve din aleyhinde Türkçe ders kitapları ve bir de gazete neşrine karar verilmiştir.

“Allahsızlar Cemiyeti” dinsizlik kursları açmıştı. Bu kurslarda şu program çerçevesinde eğitim yapılıyordu: komünistlere göre âlemin yaratılması, biyoloji, medeniyet tarihi, dini itikatların kuruluş ve gelişimleri, din ve sınıf mücadelesi vs.[105]

Okullarda çocuklara dinsizliği tedris ve telkin etmek için öğretmenlere yönelik dinsizlik kursları açılmış, Bakü’de Şirvanşahlar sarayı dinsizlik müzesine çevrilmiş ve dinsizler için özel bir “Allahsızlar Sarayı” inşa edilmiştir. Bu sarayda “Allahsızlar Cemiyetine”, dinsizlik kütüphanesine mahsus salonlar, dinsizlik mütalaa salonu, din aleyhine neşriyat kısmı ve din aleyhine konser ve balo salonları bulunuyordu. Sadece propaganda çalışmalarının dine karşı yapmak istedikleri mücadelede çok yetersiz kalacağını bilen Sovyet yönetimi bunun için aynı zamanda dini inanç, ibadet ve gelenekleri ortadan kaldırmak için yoğun baskı yapıyordu.

Komünist ideallerin topluma benimsetilmesi ve komünist rejime sadakatle hizmet edecek kadroların yetiştirilmesinde bu sahada yapılacak olan icraatlar çok önemliydi. Milli ve manevi değerlere karşı yoğun bir propaganda ve baskı kampanyası başlatılarak eğitim kurumlarını, edebi eserleri sosyal hayatta bütünüyle komünist sistemi idealize etmek üzere programlanmıştır.

KAYNAKÇA

AÇIK, Doç. Dr. Fatma; XX. Asrın Başlarında Türk Dünyasında yaşanan Alfabe Değişikliklerinin Sebepleri, Gelişimi ve Sonuçları, Başkent Üniversitesi ve Türk Dil Kurumu Türkçe Sempozyumu-2008

AKSAKAL, Hasan; “Stalin ve İkinci Dünya Savaşı Bağlamında Milliyetler Politikası”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 21, Bahar 2009

ALP, Alper;  Azerbaycan’ın Sovyetleştirilmesi, Ankara,2004

EGAMBERDİYEV, Mirzahan; Türkistanskiye Vedomosti Gazetesi’ne göre Türkistan’da Ruslaştırma Siyaseti (1870-1917), Ankara 2002

EGAMBERDİYEV, Mirzahan; “Çarlık Rusya’sının Türkistan’daki Eğitim Politikası: 1870-1917”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 6, sayı 1(2005)

HAYİT, Baymirza; Sovyet Rusya emperyalizmi ve Türk Dünyası, Ankara 1975

İLLİYEV, Murat; 1873-1924 Döneminde Türkistan Türkmenlerinde Siyasi, Sosyal ve Kültürel Hayat, Ankara, 2003

KARAKILIÇ, Cem; Yeni Kafkasya Mecmuasına Göre Rusya’nın Azerbaycan Politikası, (1923-1927), Ankara 2005

TACEMAN, Dr. Ahmet; Rus Hâkimiyetindeki Türklerin Alfabelerinin Değiştirilmesi 1769-1940, NİĞDE-2003

TİKENCE, Mevlüt; Rusya Federasyonu’nun Orta Asya Politikası ve Çarlık ve SSCB Dönemi Uygulamalarının Bu Politikalara Yansımaları, Ankara 1997

YÜCESOY, Zülfikar; Rusya’nın Kafkasya Politikası, Elazığ, 2002

Dipnotlar

[1]Türk Dünyası Yenileşme Hareketleri dersi için hazırlanmış Seminer Örneğidir.

[2] Esra ARAÇLI- 090544002- Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi A.B.D.

[3] Mirzahan Egamberdiyev, “Çarlık Rusyası’nın Türkistan’daki Eğitim Politikası: 1870-1917”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 6, sayı 1(2005), s. 103-108.

[4] Mirzahan, Egamberdiyev Türkistanskiye Vedomosti Gazetesine Göre Türkistan’da Ruslaştırma Siyaseti (1870-1917) , Ankara,2002, s. 36-37

[5] Murat, İlliyev, age, s. 59

[6] Hasan AKSAKAL, “Stalin ve İkinci Dünya Savaşı Bağlamında Milliyetler Politikası”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 21, Bahar 2009, s.23-30.

[7] Baymirza, Hayit, Sovyet Rusya Emperyalizmi ve Türk Dünyası, Ankara, 1975, s. 185

[8] Zülfükar, Yücesoy, Rusya’nın Kafkasya Politikası, Elazığ, 2002, s. 76-77

[9] Mirzahan, Egamberdiyev, age, s.85

[10] Mirzahan, Egamberdiyev, age, s.86

[11] Mehmet, Saray, Gaspıralı İsmail Beyden Atatürk’e Türk dünyasında Dil ve Kültür birliği, İstanbul 1993, s.32-33

[12] Mirzahan, Egamberdiyev, age, s.87

[13] Mirzahan, Egamberdiyev, age, s.89

[14] Mehmet, Saray, Gaspıralı İsmail Beyden Atatürk’e Türk dünyasında Dil ve Kültür birliği, İstanbul 1993, s.32-33

[15] Mirzahan, Egamberdiyev, age, s.97

[16] Mirzahan, Egamberdiyev, age, s.115

[17] Mirzahan, Egamberdiyev, age, s.104

[18] Murat, İlliyev, 1873-1924 Döneminde Türkistan Türkmenlerinde Siyasi, Sosyal ve Kültürel Hayat, Ankara, 2003, s. 52-53

[19] Alper, Alp, Azerbaycan’ın Sovyetleştirilmesi, Ankara, 2004, s. 106-107

[20] Murat TOPÇU

[21] Murat, İlliyev, 1873-1924 Döneminde Türkistan Türkmenlerinde Siyasi, Sosyal ve Kültürel Hayat, Ankara, 2003,

[22] YÜCESOY Zülfikar, Rusya’nın Kafkasya Politikası, Elazığ, 2002

[23] HAYİT Baymirza, Sovyet Rusya emperyalizmi ve Türk Dünyası, Ankara 1975

[24] Mirzahan EGAMBERDİYEV, Türkistanskiye Vedomosti Gazetesi’ne göre Türkistan’da Ruslaştırma Siyaseti (1870-1917), Ankara 2002, s.91

[25] EGAMBERDİYEV Mirzahan , “Çarlık Rusya’sının Türkistan’daki Eğitim Politikası: 1870-1917”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 6, sayı 1(2005

[26] Ali Eşref ATICI

[27] AÇIK, Dr. Fatma; XX. Asrın Başlarında Türk Dünyasında Yaşanan Alfabe Değişikliklerinin Sebepleri, Gelişimi ve Sonuçları, S:1

[28] YÜCESOY, Zülfikar, Rusya’nın Kafkasya Politikası, S:76

[29] TİKENCE, Mevlüt; “Rusya Federasyonu’nun Orta Asya Politikası ve Çarlık ve SSBC Dönemi Uygulamalarının Bu Politikalara Yansımaları” Ankara-1997

[30] TİKENCE, Mevlüt, a.g.m. S:48

[31] AÇIK, Dr. Fatma. A.g.m. S:4

[32] TACEMAN, Dr. Ahmet; “Rus Hâkimiyetindeki Türklerin Alfabelerinin Değiştirilmeleri” Niğde-2003

[33] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:9

[34] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:10

[35] EGAMBERDİYEV, Mirzahan; “Türkistanskiye Vedomosti Gazetesine Göre Türkistan’da Ruslaştırma Siyaseti(1870-1917), Ankara-2002, S: 65

[36] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:12

[37] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:19

[38] Hasan Aksakal, “Stalin ve İkinci Dünya Savaşı Bağlamında Milliyetler Politikası”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 21, Bahar 2009, s.23-30.

[39] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:20

[40] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:20

[41] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:21

[42] EGAMBERDİYEV, Mirzahan; S:68

[43] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:22

[44] Murat, İlliyev, age, s. 59

[45] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:23

[46] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:24

[47] EGAMBERDİYEV, Mirzahan; S:70

[48] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:26

[49] EGAMBERDİYEV, Mirzahan, a.g.m. S:66

[50] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:26

[51] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:27

[52] Baymirza, Hayit, Sovyet Rusya Emperyalizmi ve Türk Dünyası, Ankara, 1975, s. 185

[53] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:28

[54] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:28

[55] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:31

[56] Mirzahan, Egamberdiyev, age, s.85

[57] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:36

[58] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:38

[59] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:

[60] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:41

[61] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:42

[62] EGAMBERDİYEV, Mirzahan, S:66

[63] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:44

[64] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:48

[65] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:50

[66] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:51

[67] TİKENCE, Mevlüt, a.g.m., S:50

[68] İLLİYEV Murat,  1873-1924 Döneminde Türkistan Türkmenlerinde Siyasi, Sosyal ve Kültürel Hayat, Ankara, 2003

[69] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:51

[70] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:52

[71] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:54

[72] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:55

[73] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:54

[74] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:56

[75] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:57

[76] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:58

[77] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:60

[78] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:62

[79] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:64

[80] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:65

[81] TACEMAN, Dr. Ahmet; a.g.e. S:67

[82] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:68

[83] AÇIK, Dr. Fatma. A.g.m. S:6

[84] TİKENCE, Mevlüt, a.g.m. S: 51

[85] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:69

[86] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:70

[87] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:71

[88] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:72

[89] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:73

[90] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:74

[91] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:75

[92] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:76

[93] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:77

[94] TACEMAN, Dr. Ahmet; a.g.e. S:78

[95] TACEMAN, Dr. Ahmet; a.g.e. S:79

[96] TACEMAN, Dr. Ahmet; a.g.e. S:80

[97] TACEMAN, Dr. Ahmet; a.g.e. S:80

[98] TACEMAN, Dr. Ahmet;  a.g.e. S:81

[99] TACEMAN, Dr. Ahmet; a.g.e. S:81

[100] TACEMAN, Dr. Ahmet; a.g.e. S:82

[101] AÇIK, Dr. Fatma, a.g.m. S:8

[102] AÇIK, Dr. Fatma. A.g.m. S:9

[103] TİKENCE, Mevlüt, a.g.m. S:52

[104] İLLİYEV Murat,  1873-1924 Döneminde Türkistan Türkmenlerinde Siyasi, Sosyal ve Kültürel Hayat, Ankara, 2003

[105] Alper ALP, Azerbaycan’ın Sovyetleştirilmesi, Ankara,2004, s.115

Yazar
Esra ARAÇLI vd.

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen