Yorumsuza Yorum Ekle

Halil ATILGAN

Türkülerimiz sahipsizdir. Anasızdır, Babasızdır. Onun için de herkes istediği gibi kullanır onları. Hem de tepe tepe. Aranjmancılar – Popçular – Özgüncüler – Batıcılar onu en çok kullananlar arasında ilk sırada yer alırlar.  İsteyen hesabına nasıl geliyorsa öyle yorumlar. Gönlünce de değerlendirir. Sahipsiz olduğu için de bir Allah’ın kulu çıkıp da: “Siz bu türkünün temasını, şemasını, ezgisini nasıl değiştiriyorsunuz” demez. Denmediği için de şamar oğlanıdır türküler. Gelen vurur giden vurur…

Oturduğunuz evin balkonunu değiştirecek olsanız apartman yönetiminden izin alırsınız. Ama türküler değiştirilir. Hiç kimsenin kulağı duymaz. Hiç kimseden izin alınmaz. Bu kadar sahipsizdir türkülerimiz. Yağma Hasan’ın böreğidir. İsteyen istediği gibi kullanır onları… Şimdi de din ticareti yapanlar kullanıyor türküleri.  Müzikleri alınıyor. Dini içerikli sözler monte edildikten sonra,  uygun bir de klip çekiliyor. Piyasaya sürülüyor.  Sonra da başlıyor dini kanallarda dönmeye… Üretilen sözüm ona ilahileri dini mekânlarda dinleyenler ağlıyor. Eğlence mekânlarında dinleyenler üretilen ilahilerin müziklerine göbek atıyor.  İşte sana müthiş bir tezat.  Bu tezatlık Arabesk yaşantının bir parçası olarak hayatını sürdürüyor. İlahi nedir. Yapısı nasıldır? Ezgi itibariyle mistik bir hava yansıtıyor mu? Hangi çalgılar kullanılıyor? Bunlar bilinmeden üretime devam. Nasıl olsa ilahinin özelliklerini kimse bilmiyor. Sözlerde Allah, Muhammed, Mekke, Medine geçiyorsa mesele tamamdır. Artık onun önüne kimse geçemez. Ay sizden olduktan sonra çarp yıldızın kuyruğuna…  Denilerek üretime devam ediliyor. Üretilen ilahilerde din sömürüsü mü yapılıyor. Yoksa sadece para kazanmak için mi yapılmış.  Okuyan kişiler gerekli musiki bilgisine sahip mi?  Belli değil. 

Bu açıklamalardan sonra ilahi ilgili tespitlerimize bakalım: Sözcüğün kökü ilah. İlah -İ- nispet ekiyle ilahi oluyor. O da ilahe ait olduğunu ifade ediyor. Tıpkı: Türk’i ve Hind’i sözcüğündeki –i- nispet ekinin Türk’e ve Hint’e ait olduğunu ifade ettiği gibi. İlahinin: Türk Dil Kurumu sözlüğünde Tanrı’ya, Osmanlıca Türkçe sözlükte Allah’a ait olduğu ifade ediliyor. O halde ilahilerde yapılan tüm uygulamaların Allah’la ve ulu kişilerle ilgili olması, gerek söz, gerekse musiki Allah’ı terennüm eden özelliklerde olması, dini ölçüler içerisinde varlığını koruması gerekiyor. Bu ölçüler kapsamındaki musiki eserleri ilahi olarak değerlendiriliyor. Bu açıklamalardan sonra ilahiyi tanımlamak gerekirse: Tanrı’yı, din ulularını, kutsal kabul edilen varlıklarıövmek amacıyla bestelenen sözlü dinî eserler. Ayrıca: Allah’ın varlığı ve birliği ile ilgili duygu ve düşünceleri yansıtmak. Ona dua etmek, gerçek aşkın ilahi aşk olduğunu vurgulamak amacıyla yazılmış makamla okunan dini içerikli özellikler taşıyan halk edebiyatında bir nazım şekli.

Sözcük: Tanrı’ya mahsus, Tanrı’ya ait, ey Allah’ım anlamında. (Tanrıya ait, semâvî, mukaddes sayılan. Allah’a ait, Allah ile ilgili.) Arapça kökenlidir. Ayrıca: Şaşma ve sitem bildiren ünlemdir. İlahilerde söz ve müziği birlikte düşündüğümüzde Klasik Türk Musikisinde bir forumdur. Dini şarkı olarak da ifade edilir. İlahi bestelerinde değişik makamlar kullanılır: Zemin + Nakarat + Meyan + Nakarat kalıbında olması yeğlenir. Bazen bu kalıpta küçük değişiklikler yapılarak da bestelenir.  Kendine özgü bir beste formu vardır.  Söz ve müziğin dini içerikli olması şarttır.Halk Edebiyatının 7 – 8 – 11’li hece kalıbıyla söylenmiş, hece vezni ölçülerine göre yazılmış dörtlükler kullanılır. 

Ülkemizde ilahi denilince hemen akla Yunus Emre gelir. Çünkü en çok onun dizeleri ilahi olarak bestelenmiştir. İlahi bestelerindeki sözlerin semahlarda olduğu gibi muhakkak dini içerikli, tasavvuf musikisindeki mistik havayla eş değerde olması gerekmektedir. Tasavvuf musiki besteleri incelendiğinde kullanılan çalgılarında farklı olduğu görülmektedir. Sonuç itibariyle ilahi bestelerinde kullanılan çalgıların tasavvuf musikisindeki çalgılarla la da eş değer de olması, bestedeki mistik havaya sadık kalacak çalgıların kullanılması gerekecektir. 

Kısaca ilahi bestelerinin ağır ve vakur, adına yakışır bestelerle, ritimlerle icra edilmesi önemli bir tercih olmalı. Ayrıca tasavvuf müziği özelliklerini bünyesinde barındıran bestelerden seçilmelidir. Bazı kaynaklarda Tasavvuf Musikisi için: “Tasavvuf  felsefesine uygun olarak, eğlendirmek için değil, insanın Allah‘a olan kulluğunun farkına varmasını sağlamak için yapılan bir müzik türüdür. Dini duyguların seslendirilmesidir. Tasavvuf müziği ilahidir. Tasavvuf musikisi nefes ile dokunuş ile ritim ile icra edilir, sonu olmayan sürekli bir kurgu içerisinde örülür. Temel çalgıları ney ve bendirdir. Mevlevi müziği tasavvuf müziğinin temelidir[1]denilmektedir. Bizce de ilahiler için yapılan en doğru bir tespittir bu.

Buraya kadar ilahilerin özelliklerini, müzikal yapısını, uzmanların ilahi ile ilgili düşündüklerini dile getirdik. Tasavvuf Musikisi ile eş değerde olduğunu söyledik. Müzikal yapının sözlerle uyum sağlamasının önemli olduğunu, bestenin mistik bir içerik sergilemesi gerektiğini söyledik. Bir takım tespitlerde bulunduk. Ancak incelemelerimiz sonunda söylediklerimizle, tespitlerimizin uygulanmasında çok farklılıkların olduğuna tanık olduk. Ne acıdır ki türkü ezgilerine dini içerikli sözler yamanarak ilahi yapıldığını tespit ettik. İlahi bestesinin detayında da söz ve müziğin okuyana ait olduğunun yazıldığını gördük. Kısaca yaptığımız çalışma sonunda müthiş bir müzikal hırsızlık yapıldığını tespit ettik. Evet, tespitlerimiz resmen hırsızlık. Ha para çalmışsınız, ha türkünün müziğini çalıp ilahi yapmışsınız. Ne fark eder. İkisinde de yapılan iş çalmaktır. Var olan müzik şimdiye kadar ata yadigârı olarak günümüze kadar gelmiş. Bilenlerin kulağında hâlâ varlığını korumakta. Siz bu müzikleri oradan alıp dini içerikli sözler yerleştirirseniz. Sonra da söz ve müzik …. ya aittir diyerek piyasa sürerseniz, yaptığınız iş hırsızlık değil de nedir Allah aşkına. Size bu yetkiyi kim verdi? Bu cesareti nereden aldınız? Türkü ezgilerini alacaksınız. Dini içerikli sözler yamayacaksınız. Bir de klip çekeceksiniz. İşte sana ilahi… Ondan sonra din ticareti yapan TV’lerde gün 24 saat döndüreceksiniz. (Bu dönüşlerin maliyeti nedir bilmiyorum. Bilen varsa söylesin. ) Camilerde dinleyenler ağlayacak. Köy camilerinin hoparlörlerinden dinleyenler geleceği ile ilgili iç geçirecek. Ucube bir sesle (Ucube olmayanlar baş tacı)okunan ilahiler bilenleri oldukça rahatsız edecek, kaş yapayım derken göz çıkaracak. Kulak da ister istemez rahatsız olduğu sese karşı tepki gösterecek. Çünkü ortada kabul etmediği bir gerçek var. O da intikal eden seslerin ruhu okşamaması, ruha hitap etmemesidir. Köydeki imamın sesi ruha hitap etse de etmese de o konuda tek yetkili kişidir. İmam köyde müftüdür. Vaizdir.  Müezzindir. Zira köyler imama teslim edilmiştir. İmam en emin eldir. Ne derse doğrudur. Ne okursa yeridir. İnanmıyorsa dünyanın dönmediğini dahi söyleyebilir. (Hadiseyi müspet değerlendiren imamlarımız hariç.) O ne derse doğrudur. Çünkü aptesiyle duruyordur. Onun için de inanılır. Din adamıdır. Ülkemizde din denilince akan sular durur. İşte “Çalı fakısı”imamlar akan suyu bile durdurur. (“Çalı fakısı”olmayan imamlar tenzih edilir.) Zira nefesi keskindir. Nefesini daha da keskinleştirmek için dini kanallar vasıtasıyla gün be gün repertuvarına yeni yeni ilahiler katar. İlahi üretenler için imamın ezanı hangi vakitte hangi makamda okuyacağını, ilahinin ne gibi özelliklere sahip olduğunu bilmesi önemli değildir. Bu değerlendirme imam için de geçerlidir. İlahi sözlerinde Allah, Muhammet, Mekke, Medine ve benzeri sözcükler geçiyorsa mesele bitmiştir. İlahiler din ticareti yapan TV kanallarında döndükçe imamın da diline tespih olur. Böylece imam da TV kanallarının dümen suyuna girerek iyi bir imam olma yolunda yavaş yavaş ilerler.  Özel günlerde ne kadar ilahi okursa o kadar iyi imam olacaktır. Artık onun önüne hiçbir kuvvet geçemez. Zira bağlı olduğu kurum ve kuruluşlar gibi düşünüyor olması önüne çıkacak problemlerin de teminatıdır. Bu teminat onun birini beş yapacak, bestelenen ilahileri geniş kitlelere ulaştırmak için elinden gelen gayreti gösterecektir.

Ben din görevlilerinin ilahileri geniş kitlelere ulaştırmasına, yaygınlık kazanarak herkesin diline pelesenk olmasına karşı değilim. Üstelik beni de mutlu eder. Benim derdim yapılan ilahilerle ilgili. Türkülerin müziklerini alarak yeni bestelenmiş bir ilahi gibi piyasaya sürülmesiyle ilgili. Dini duyguların böyle kandırmacalarla su istimal edilmesiyle ilgili. Onun için düştük yollara. İşin doğrusunu tespit etmek için ilahi sitelerini, internet ortamına yüklenmiş tüm ilahileri gözden geçirdik. Klipleri inceledik. Kliplerde ilahi icra edilirken çocukların nasıl gözyaşı döktüğüne, ilahi diyemeyeceğimiz oyun havası niteliğindeki ezgilerin nasıl kayıtlara geçtiğine şahit olduk. İlahi kliplerinin mizansenlerinde duygu sömürüsü yapmak için azami gayretin gösterildiğine, dini duyguların olağan üstü sömürüldüğüne, gün be gün sömürünün arttığını gördük. Özellikle türkü müzikleriyle bezenmiş ilahilerin neler olduğunu, bu ve benzeri düşüncelerin nasıl ilahiler bestelediğini, hangi türkülerin müzikleri alınarak dini içerikli sözler yamandığını, oyun havası şeklindeki ilahilerde hangi türkülerin müziklerinin kullanıldığını tek tek tespit ettik. Bu yanlış uygulamayı göz önüne serebilmek için, müziği alınarak ilahi yapılan türkünün notasını, kaynağını, detayını, adaptasyon yapılarak ilahiye dönüştürülen ezginin de notasını yayımlayarak somutlaştırmak istedik. İşte size müthiş bir örnek: İlahinin adı: MEDİNE’YE VARAMADIM

Okuyan         : Ali Ercan

Yapım            : Ercan Plak

Yönetmen     : Ahmet Ercan

Adaptasyon : Perişan bir divaneyim / sö

Kaynak          : Ercan Plak https://www.youtube.com/watch?v=ULW9YC0xtxY

Notaya Alan: Halil Atılgan

Medine’ye varamadım 

Gül kokusu alamadım

Ben Resul’e doyamadım 

Yaralıyım yaralıyım

                                                          

Kâbe’nin örtüsü kara 

Açtı yüreğime yara 

Bulunmaz derdime çare

Yaralıyım yaralıyım

                                                          

Rabbim nasip eyle ne var  

Hasreti kalbimi dağlar 

İki gözüm durmaz ağlar 

Yaralıyım yaralıyım

 

Resulü görebilseydim 

Derdimi söyleseyidim 

Gam çekmezdim ölseyidim 

Yaralıyım yaralıyım

                                                         

Rabbim nasip etse gitsem

Beytullah’ı tavaf etsem 

Hacer-ül Esved’i öpsem 

Yaralıyım yaralıyım

                                                           

Kâbe’nin o siyah taşı 

Akıttım gözümden yaşı 

Bulunmaz Resul’ün eşi 

Yaralıyım yaralıyım

Her an Resul’ü özlerim 

Bu yüzden gülmez yüzlerim

Açık gider şu gözlerim 

Yaralıyım yaralıyım

Bu arzumu Muhammed’e 

Hacılar söyler Ahmet’e 

Çağırsın şu fakiri de 

Yaralıyım yaralıyım  

 

Örneğimiz Medine’ye varamadımdizesiyle başlıyor. (Örnek Nota: 1) İlahi olarak piyasaya sürülen bu ezginin müziği de Perişan bir divaneyimadlı Aynur Görkanın okuduğu Urfa türküsünden alınmış. (Örnek Nota: 2) Müziğe sekiz dörtlük dini içerikli sözler monte edilerek piyasaya sürülmüş. İnternet ortamında hem müzik olarak dinleyebilir, hem de görüntülü olarak seyredebilirsiniz. Özellikle görüntülü olan Medine’ye varamadım adlı beste hırsızlığı yapılarak üretilen, sonra da piyasaya sürülen “ilahi”yi iyi dinlemenizi öneririm. Müthiş bir duygu sömürüsü… Az uz değil. (Örnek Nota: 1 ve Örnek Nota: 2’yi incelendiğinizde sizler de haklı olduğumuza inanacaksınız[2].  Bunda hiç şüphem yok…)

İlahinin klibi çölde giden katar katar develerle açılıyor. Açılışla birlikte tek kaval ilahinin saz bölümünün müziğini üflüyor.  Ben müziği alınan türküyü daha önceden biliyorum. Türkü hicaz makamında[3]… Fakat ne hikmetse kaval uşşak üflüyor. İlahiyi okuyan Ali Ercan dağ başında, yarı çıplak görüntüye geliyor. Üzerinde ehram var. Bir şeyler söylüyor. Klip görüntüsü Kâbe ile devam ediyor. Mahşeri bir kalabalık… Kâbe’yi tavaf ediyor. Sonra bir ev odası. 7–8 yaşlarında bir çocuk karyolada yatıyor. Çocuğun başı bağlı. Belli ki hasta… Hasta yatağının sol tarafında Ali Ercan. Çocuğun dedesi rolünde. Sağ tarafında türbanlı bir bayan. O da herhalde annesi… Ya da ninesi, bilemiyoruz.  Biraz önce dağlarda yarı çıplak görüntüye gelen Ali Ercan hasta çocuğun başında kravatlı bekliyor. Belli ki ilahiyi kravatla okuyacak.  

Hasta çocuk dile geliyor.

—Dedeciğim bir ilahi okusana. Haydi, ne olur. Diye istekte bulunuyor. Dediğimiz oluyor. Dede Ali Ercan kravatıyla başlıyor: Medine’ye varamadım /Gül kokusualamadım diye ilahiyi okumaya. Fonda hıçkırık sesleri… Biri iç çekerek ağlıyor. Hıçkırıklar eşliğinde birinci dörtlük bitiyor. Görüntüde hasta çocuk… 

— Dede gördünüz mü başım ağrımıyor artık. Lütfen devam et diyerek dedenin ilahi okumaya devam etmesini istiyor. Dede isteği yerine getiriyor.   Kâbe’nin örtüsü kara / Açtı yüreğime yara diyerek ikinci dörtlüğe giriyor. (Kâbe örtüsünün kara olması yüreğe nasıl yara açıyorsa…)Dede ilahiyi okurken şan altında saz yok. İkinci dörtlüğün bitmesiyle birlikte ilahinin ara müziği başlıyor. Çeşitli cami görüntüleriyle sözlerin tamamı okunuyor. Çocuk iyileşecek diye bekliyoruz. Maalesef… İyileşmiyor. Başı bağlı yavru sağ elini havaya kaldırarak “Geliyorum efendimiz. Geliyorum” diyor ve gözlerini yumulur. Sonuç: Yönetmen çocuğu öldürüyor.  Evet, çocuk ölüyor. Hıçkırık sesleriyle klip sona eriyor. Süre 13 dakika 22 saniye. Düşünüyorum da… Aklım almıyor. Gönlüm kabul etmiyor. Nasıl bir mizansen? Nasıl bir duygu sömürüsü… Ancak bu kadar olur… Ahlarım oflara karışıyor. O yaştaki bir çocuğun bu mizanseni seyrettikten sonra neler düşüneceğini tahmin edemiyorum. Ancak hayret ediyorum. Gerçekten Hayret… Ozanın dizeleri geliyor aklıma: “Karınca da filin gücünü gördüm / Ondaki kuvvete kudrete hayret” .  Sonra da “Ve ettiğim hayrete hayret”diyerek çaresizliğini ifade ediyor, dizelerini bitiriyor. Ben de ettiğim hayrete hayret diyorum. Din din olalı böyle bir zulüm görmedi…  Bu zulmün önüne nasıl geçilir. Kim geçer? Bilemiyorum. Altı yedi yaşındaki çocuğun duygusunun istismar edilmesine nasıl mâni olunur o nu da bilmiyorum. Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı nerede? Kültür Bakanlığının bu konuyla ilgilenen birimleri ne yapar. Yayına girmeden önce bunları denetleyen bir merci yok mudur? Varsa yayınlanmasına nasıl izin verilir. RTÜK denilen kurum öküz altında buzağı ararken bu yayınlardan haberdar değil midir?  

Hoş… Olsa ki ne olacak. Olsa ki kimin nesine gerek. Din ticareti hat safhada. Kurum yetkilileri bu tür yayınları görünce belki de çok mutlu oluyorlar. Belki de yapanları, yönetenleri tebrik ediyorlar. Çünkü yetkililer böyle yayınların yapılmasını sağlamak için o görevdeler. Fakat biline ki… Bu duyarsızlık toplumda din tacirlerine karşı müthiş bir nefret duygusu oluşturuyor. Nereden biliyorum. Yaşadığım için biliyorum. Onun için de içim yanıyor. Bu yangın nasıl sönecek? Kim söndürecek? Bahtı kara maderini kim kurtaracak diyor, yorumsuz olarak yayımladığımız Ali Ercan’ın Medine’ye varamadım adlı ilahi klibine yorum ekleyiniz diyerek sözü size bırakıyorum. ( klip: http://www.mynet.com/video/insanlar/ali-ercan-medineye-varamadim-ilahi-55009/)

 

DİPNOTLAR

[1][1]http://tr.wikipedia.org/wiki/Tasavvuf_m%C3%BCzi%C4%9Fi

[2]Kaynak: http://www.mynet.com/video/insanlar/ali-ercan-medineye-varamadim-ilahi-55009/. İnternet ortamında aynı ilahi ile ilgili birkaç klip var. Bizim bahsettiğimiz yukarıda kaynak olarak gösterilendir.  Değerlendirmemiz de bu klip esas alınarak yapılmıştır.  

[3]Türkü hicaz makamında.. Fakat kaval giriş müziğini uşşak çalıyor. Solist şan bölümünü hicaz okuyor. Hem de oldukça ağır bir tempoda. Ters bir uygulama. İlahinin şan bölümü hicaz, saz bölümü uşşak. Bu da icracıların musiki bilgisiyle doğru orantılı. Hâlbuki her iki bölümünde hicaz makamında icra edilmesi gerekir. Ama edilmiyor. Edilmese de görüntü ve müzik devam ediyor. 

Yazar
Halil ATILGAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen