İdealist Bir Muallim: Nurettin TOPÇU

Cumhuriyet devri fikir hayatımızın en önemli simalarından birisi de hiç şüphesiz ki Nurettin Topçu’dur. O, daha çok bir fikir adamı, felsefeci ve ahlakçı olarak tanınmakla beraber aynı zamanda bir hoca idi. Altmışaltı yıllık ömrünün yaklaşık kırk yılını bu meslekte geçirdi. Felsefe tahsili için gittiği Paris’ten 1934 yılında yurda döndükten sonra İstanbul, İzmir ve Denizli’ de muhtelif liselerde Felsefe, sosyoloji, mantık ve ahlâk dersleri okuttu. Binlerce talebe yetiştirdi.

Nurettin Topçu, aslında üniversite hocası olacak donanıma sahipti. Paris Sorbon üniversitesinde doktorasını tamamlamış, buradan birincilikle mezun olan ilk Türk öğrenci özelliğini taşımaktaydı. Doçentlik tezini vermiş olmasına rağmen, devrin üniversite idarecileri bu çapta bir insana üniversite kapısını kapattılar. Bunda en büyük etken ise Topçu Hoca’nın fikri ve ahlâkî şahsiyeti idi.

Topçu, bu olayı fazla da önemsemeyerek 1945’te Lise hocalığına başladı. İlk görev yeri Galatasaray lisesi idi. Oradan okul müdürünün meşru olmayan bir isteğini yerine getirmediği için İzmir’e sürüldü. Hareket dergisini de bu yıllarda(1939) yayımlamaya başladı. Burada çıkan bir yazısı üzerine bu defa Denizli’ye gönderildi. Sonra İstanbul’a geldi. Haydarpaşa, Vefa ve İstanbul liselerinde çalıştı. Robert Kolej’de ve İmam Hatip okulunda da görev yapan hoca 1974 yılında emekli oldu.

Nurettin Topçu, neredeyse bütün bir ömrünü verdiği muallimlik hayatında bir lise hocası olarak elbette önemli bir şahsiyetti. Okuttuğu dersin kitaplarını yazan ender hocalardan biriydi. Fakat onu bir hoca olarak önemli kılan asıl yönü,hocalığı mektepte,belli bir öğrenci topluluğuna belli saatlerde ders verme şeklindeki rutin bir meslek olarak görmemesi ve muallimlik anlayışı idi. Mektebi mabed,muallimliği ise peygamber mesleği olarak gören Topçu, çalıştığı okullarda öğrencilerine hocalık yaparken, çeşitli derneklerde halka ve gençliğe, gazete, dergi yazılarıyla ve kitaplarıyla bütün bir millete hocalık yaptı. Topçu’yu “idealist bir muallim” kılan asıl tarafı işte bu tarafıdır.

Topçu’nun İzmir’de yayımlamaya başladığı Hareket dergisi, Türk fikir dergiciliği içinde müstesna bir yere sahiptir. Türk fikir hayatı Cumhuriyet devrinde bu dergiyle önemli bir zenginliğe ulaşmıştır. Topçu, gerek bu dergideki yazılarıyla gerekse sayısı yirmi dördü bulan önemli fikir eserleriyle devrin gençliğini ve aydınını kendi realitelerimiz üzerinde bilgi ve şuura ulaştıran bir hareketin önderi oldu. Hareket, bu bakımdan bir mektep özelliği taşımaktadır ki bu mektebin baş muallimi de Topçu’nun bizzat kendisidir.

Topçu Hoca, sadece dergi, kitap yayınıyla yetinmedi. Fikri ideallerinin müşahhas bir zemine taşınması gayesiyle pek çok cemiyetin kurucusu oldu yâ da kurulu kimi cemiyetlerin fikri faaliyetlerini verdiği konferans ve yaptığı seminerlerle zenginleştirdi. İstanbul’a tahsil için gelen Anadolu gençleri O’nu üniversite kürsülerinde dinleyemediler ama bu mekanlar onlar için asıl üniversite oldu. Baş muallim yine Topçu Hoca idi.

Topçu Hoca’nın mektep, dergi, cemiyet merkezli bu çalışmaları, o devirde bir fikir ve iman buhranı içinde yaşamak zorunda bırakılan Anadolu gençleri için tam bir iman, ideal ve ümit aşılayan faaliyetler oldu. Pek çok genç, kimlik ve kişiliğini bu faaliyetler içinde kazandı. Yeni bir neslin hamuru karıldı. Kendi dert ve meselelerimiz gençlerin ve münevverlerin ilgi ve bilgi alanına girdi. Bunları  mesuliyet anlayışı içinde kendine dert edinen bir nesil yetişti.

Hoca, görünen ve görünmez kürsüsünden, görünen ve görünmeyen binlerce öğrencisine hitap ederken, muallimliğini felsefeciliği, ahlak adamı oluşu ve münevverliğiyle hep zenginleştirmiştir. Bu zengin muhteva içinde milletimizin ve giderek bütün bir insanlığı meseleleri hocanın belli başlı ders konuları idi. Hoca, Anadolu’yu eksen alarak bir tez ileri sürüyordu. Bu tez, Anadoluculuktu. Tarihimizin ve asıl toplum yapımızın oluştuğu bu mekanda islâmî ve millî değerleri esas alarak yeni bir hareket başlatmak zorundaydık. Bunun için millî bir felsefeye ihtiyacımız vardı. Bu felsefe doğrultusunda maariften iktisadi hayata, ahlaktan devlet hayatımıza kadar kendimizi yeniden şekillendirmeliydik.

Ne var ki, hocanın bir ideal, ahlak ve mesuliyet şuuru içinde ele aldığı bu meseleler,  o devrin şartları içinde kolay yankı bulacağa, taraftar toplayacağa ve iz bırakacağa benzemiyordu. Hoca’nın meselesini izah için kullandığı terminoloji kimi anlatma ve anlama zorluklarını da beraberinde getiriyordu. Bütün geçiş devirleri çalkantılı yıllardır. Böyle zamanlarda ileri sürülen kurtuluş fikirlerinde büyük bir çeşitlilik görülür. Bu özellik dolayısıyla düşünceler arasında çakışma ve çatışmalar da sıkça rastlanılan olaylardır. İşte bu yüzden Hoca’nın kullandığı kelimeler de bu kaderi yaşadı. Topçu, Anadoluculuk, milliyetçilik, islamcılık ya da sosyalizm, mistisizm gibi kelimelerle derdini anlatmaya çalışırken, bu kelimelerle kendilerini ifade eden kişi ve hareketlerle sözünü ettiğimiz çakışma ve çatışmaları yaşadı.

Dolayısıyla onun hareket felsefesi bu ülkede tam mânâsıyla anlaşılmıştır denemez. Bu problemin ortaya çıkışında ise, diğer fikir sahiplerinin Tanzimattan beri sürüp gelen kimi hareketlerin yeni versiyonları şeklinde kendilerini izah etmeleri onların sosyal bir taban bulmaları imkânını sağlarken hoca, .bu imkandan bir bakıma mahrum kaldı. Çünkü o,bu düşüncelerden herhangi birinin kalıbına tam uymuyordu. Bu yüzden hocayı kendine has bir sistem geliştirmiş bir fikir adamı olarak görmek doğru olacaktır. Fakat mesele ne olursa olsun, ortadaki hakikat şudur ki Topçu ile fikir hayatımız yeni bir felsefe ile yüz yüze gelmiştir.

İşte bu yeni anlayış, yeni bir sistem telakkisi kendini ifade için en çok eğitim yolunu önemli görmekteydi. Hayata hakimiyeti ancak bu yolla olabilirdi. Nurettin Topçu, bu sebepledir ki en çok maarif meselesi üzerinde durmuş, bu meselede “Türkiye’nin Maarif Davası” isimli çok önemli bir kitap yayımlayarak bu eserinde maarifimizin öğretmeninden talebesine, binasından, zihniyetine kadar her yönünü ele almış, bugün de önemini koruyan fikirler ortaya koymuştur. Bu fikirler, resmi öğretim kurumlarında tümüyle yankı bulmamışsa da sivil kurumlarda tesirli olmuş, binlerce genç, Nurettin Topçu Hoca’nın maarif anlayışı çerçevesi içinde yetişmeye çalışmıştır.

Topçu, muallimliği beşikten mezara kadar süren kutsal bir faaliyet olarak görmekteydi. Bundan dolayı muallim olmadan önce talebeliği esas almaktaydı. Bunu bizzat kendi şahsında uygulayan Topçu, muallim olmadan talebe olmuş, yerli ve yabancı pek çok üstadın önünde diz çökmüş, onlardan beslenmiştir. Onların her birini kendisini Hz.Peygamber’e ve Allah’a ulaştıran birer mürşid olarak görmüş, tabii olarak bilgi ve fikir öğrenimini aynı zamanda şahsiyet ve ahlâk eğitimi olarak telâkki etmiştir. Onun mürşid saydığı isimler arasında kimler yok ki…Bir tarafta batının mistik filozofları, mesela Blondel, Bergson, öbür yandan tam karşı uçta Hasip Efendi ve Abdülaziz Bekkine Hazretleri…Yani felsefe ve tasavvuf üstadları…Öbür taraftan Yunus, Mevlana, Akif, Gandi, Beethoven, Dede Efendi, Alpaslan…Bu liste daha da uzatılabilir. Burada görülmesi gereken şey,  Topçu’nun doğulu ve batılı bütün iman, fikir, sanat, hareket mimarlarıyla temasta olmasıdır.

Topçu, böylesine zengin  bilgi ve irfan kaynaklarından istifade ederken asla meselenin sadece bilgi boyutuyla ilgili değildi. O, öğretimi eğitimden hiç bir zaman ayırmayarak gerek kendi öğrenciliği ve gerekse muallimliğinde bu bütünlüğü hep korumuştur. Dolayısıyla Topçu’nun okulda ya da bir okur veya dinleyici olarak öğrencisi olmak demek aynı zamanda eğitime de tabi olmak mânâsına gelmekteydi. Hoca’nın fikir-sanat meselelerine, sosyal hareketlere getirdiği bu ahlâkî boyut, bugün bile ulaşılamayan bir noktadır.

Topçu, böylesine bir yaklaşımla hayatı boyunca yapıp ettikleriyle, yazdıklarıyla ve söyledikleriyle makine medeniyetine karşı insanı ve özellikle onun ruhsal tarafını, materyalizm ve pozitivizme karşı mistisizmi ve tasavvufu, pragmatizme karşı idealizmi, ferdiyetçiliğe karşı cemaatçiliği, batılılaşmaya karşı millî kültürü, soygun ve talana karşı emeği savunarak tarihte benzerleri görünen muallimler gibi asli vazife saydığı irşadını ömrünün sonuna kadar yaptı. Muallim olarak yaşadı ve öldü. Fakat bıraktığı eserlerle yeni nesillerin de hocası olmaya devam ediyor.

                             

Yazar
Mustafa ÖZÇELİK

1954’te Eskişehir’in Günyüzü ilçesinde doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı alanında yüksek öğrenim gördü. Ortaokul, lise ve üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1975’ten bu yana pek çok edebiyat dergisinde yazı ve ş... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen