Türkülerimiz – XXVIII; Türk Dünyası Türküleri  – V: “Ey Güzel Kırım”

Beş bin yıllık tarihi olan Türk milleti; dünyanın en büyük cihan devletlerini kurmuş,  eski dünya olarak bilinen Asya, Avrupa ve Afrika’ya hükmetmiş,  süper güç olarak âleme nizam vermiştir. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması sonucu Kırım’daki egemenliği sona eren ve Karadeniz hâkimiyetiyle birlikte süper güç olma kudretini kaybeden Batı Türklüğünün gücü, “Her kemâlin bir zevâli vardır”  hükmünce son iki-üç asırdır gitgide zayıflamış ve; 

“Azîz-i vakt idik a’da zelil kıldı bizi

Esîr-i bend ü belâ vü sefîl kıldı bizi”[1]*

diyen Eski Zağra Müftüsü düştüğümüz hazin durumu iki mısrada özetlemiştir. Doğu Türklüğü ise  taht kavgaları neticesi gücünü kaybeden Altın Orda Devleti’nin Timur tarafından Nisan 1395’te yapılan Terek Savaşı’nda ağır bir yenilgi almasının ardından Türkistan coğrafyası birliğini kaybetmiş, Türkler arasında hanlık savaşları başlayınca Doğu Türklüğü de gücünü yitirmiş ve Rusya’yla Çin’in hâkimiyetine girmiştir.

İbn-i Haldun’un ifâdesiyle; “Su nasıl kendisine benzerse, bir milletin geleceği de geçmişine benzer” gerçeğini tarihe nakşetmiş olan Türk milleti, her zevâlin bir kemâli olduğu hakikatini “Bozgunda Fetih Rüyası”[2] görerek ortaya koymuş, Dündar Taşer’in yarım asır önce yaptığı tespitle; “Sakarya’da başlayan Batı Türklüğünün meddi Viyana’ya, Yemen’e, Cezayir’e kadar dayandıktan sonra cezri 1922’de tekrar Sakarya’ya kadar çekildi. 1922’den beri med devrindeyiz ve yükselişteyiz. Sakarya’dan çıktık, İzmir’e, Edirne’ye, Hatay’a vardık. Kıbrıs’ı, adaları ve bütün eski sâhilleri örteceğiz. 

Birinci med devri için Yahyâ Kemâl;

‘Gelmiştik bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan

Bir bir diyâr-ı Rum’a dağıldık Sakarya’dan’” 

demişti. İkinci med için de Necip Fâzıl şöyle diyor;

“Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya…’

Şâirleri Allah söyletir; Sakarya kalkacak ve kötürüm irâdeleri suya boğacaktır.”[3] “Türk tarihinin sarkacı yükselişe geçmiştir.” diyen rahmetli Taşer bu konuda şunları da ifâde etmiştir: “Biz 5000 sene süren tarihimiz boyunca, 16  defa cihan hâkimiyeti kurmuş bir milletin çocukları olarak, bu neticeye 17. defa varabileceğimize inanıyoruz. Biz büyük milletiz ve tarihte büyük milletlerin sayısı çok değildir. ‘Uludağdan duman eksik olmaz’ deyimi bizim mâcerâmızı anlatır.”[4]

Rahmetli bir tarihçimizin tespitiyle söylersek; Türkler, dünya tarihinin bilinen 2200 senesinin 1600 yılında süper güç olarak âleme nizam vermiştir.  Osmanlı Devleti, 1768-1774 yıllarında Ruslarla altı yıl süren muharebeler yapmış, “Kartal Ovası Meydan Savaşı”nda yenilmesi ve ardından 17 Temmuz 1774’te imzalamak mecbûriyetinde kaldığı “Küçük Kaynarca Anlaşması’yla Karadeniz ve Kırım’daki hâkimiyetini kaybetmiş ve o günden bugüne dünya tarihindeki süper güç olma özelliğini bu aziz millet tekrar ihyâ edememiştir.[5] Ancak Yüce Rabbimizin bu asil ve aziz millete bahşettiği ihsan, tarihin ve coğrafyanın önümüze çıkardığı imkân olan koskoca bir Türk Dünyası gerçeğini akl-ı selîm ile değerlendirirsek, dünya gerçekleri muvâcehesinde stratejiler geliştirip “Dilde, fikirde, iş’te birlik” istikametinde rasyonel adımlar atabilirsek, işte o zaman, Türk milleti geçmişte yaptığını gelecekte de başaracak, “bir olacak, iri olacak, diri olacak” ve inanıyoruz ki biiznillâh yeniden süper güç olacaktır…

             

* * *

Altaylardan Tuna’ya, Sibirya’dan Kırım’a, Balkanlardan Orta Doğu’ya uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan Türk Dünyasının müşterek noktalarından birisi de sözlü kültürümüz, sözlü kültürümüzün en önemli ortak unsuru da türkülerimizdir.  

Türk Dünyası türküleri içinde çok zengin müzik külliyâtına sahip topluluklardan birisi de Kırım “halk yırları / jırları”dır. Kırım yırları;  çilekeş Kırımlıların mâruz kaldığı sürgünleri ve göçleri çok hazin ezgilerle anlatan; tarihi kahramanlıklarla dolu olan Kırım Türklerinin özellik ve güzelliklerini, tabiat sevgilerini, mücâdele azimlerini, hayata bakışlarını ve vatan hasretlerini Tatar Türkçesiyle ve latif sözlerle dile getiren çok içli eserlerdir. 

Söz buraya gelmişken bir parantez açıp, kadim bir Türk yurdu olan Deşt-i Kıpçak coğrafyasındaki Kırım Yarımadası,  Kırım tarihi ve Kırım Türklerinin göçleri ve sürgünleri hakkında kısaca bilgi verelim:

Kırım; Batı ve güneyden Karadeniz’le, doğu ve kuzeyden Azak Denizi’yle çevrili, 9 km. genişliğinde 20 km. uzunluğundaki bir berzahla karaya bağlanan 26.140 km2 genişliğinde bir yarımadadır.[6] Tarih boyunca Hunlar, Hazar Türkleri, Anadolu Selçukluları Kırım’da hâkimiyet kurmuştur. 1475 yılında, Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde yapılan Kırım seferinde Ceneviz kolonileri ele geçirilmiş ve Kırım Hanlığı da Osmanlı himâyesine girmiştir. XVIII. asrın son çeyreğine kadar Kırım Osmanlı idâresinde kalmıştır.  1 Ağustos 1770’de Rus Ordusu Kırım Hânı Kaplan Girayı Larga Savaşı’nda mağlup ettiği gibi, iki hafta sonra yapılan Kartal Meydan Muharebesi’nde Osmanlı Ordusu’nu da çok ağır bir yenilgiye uğratmıştır. 1768-1774 yılları arasında devam eden Osmanlı Rus Harbi’nde ardarda aldığımız mağlubiyetler sonucu 21 Temmuz 1774 tarihinde yapılan, çok ağır şartlar taşıyan, önemli toprak kayıplarına yol açan ve Osmanlı Devleti’nin tarihte ilk defa savaş tazminatı ödediği “Küçük Kaynarca Antlaşması’yla[7] Osmanlı’nın Karadeniz’deki hâkimiyeti son bulduğu gibi, Kırım Hanlığını üzerindeki himâyesi de nihâyete ermiş ve Kırım Türkleri için felâketler başlamıştır.  

1783’te General Potemkin Kırım’ı istilâ etmiş, 30.000 Türk’ü katletmiş, şehirleri yağmalamış,  .yakıp-yıkmış, Kırım Tatarlarının mallarına, mülklerine el koymuş burada bir askerî idâre kurmuş ve Kırım’ı bir Rus vilâyeti hâline getirmiştir.[8] Bu gelişmelere karşı çıkan Osmanlı Devleti’ni Ruslar tehdit etmiş, 8 Ocak 1784’te İstanbul’da Rusya’yla bir antlaşma imzalanmış ve bu anlaşmayla Rusların Kırım’ı ilhâkı Devlet-i Aliyye tarafından da tanınmıştır.[9] Bu tarihten sonra Rusların Kırım Tatarlarına uygulanan zulüm, yıldırma, Kırım’ı boşaltma ve Türksüzleştirme politikaları hız kazanmış, dînî, idârî ve psikolojik baskılar sonucu Tatar Türkleri kitleler hâlinde ülkelerini terk ederek Osmanlı Devleti’ne göç etmişlerdir. 

Rusların Kırım’ı ilhak ettiği 1783 yılında başlayan, Rusların teşvik ve tehdidiyle artan ve 150 yıl boyunca kesintisiz devam eden bu göçler özellikle XIX. yüzyılda zirveye çıkmıştır. XX. yüzyılın başında ise büyük kitleler hâlinde göçler vuku bulmuş ve Kırım’dan göç eden Tatarların sayısı Kırım’da kalanların kat be kat üzerine çıkmıştır. Netice îtibâriyle Rusların Kırım’ı işgal ve ilhakının ardından kurdukları sömürge idaresi; tehdit, baskı, işkence ve ağır hapis ile cezalandırma faaliyetlerini arttırınca Kırımlı Türkler “Ak Toprak” dedikleri Osmanlı ülkesine kitleler hâlinde göç etmişlerdir. Osmanlı ülkesine toplu göçler; 1785- 1800, 1828 – 1829 ve 1860 – 1861 yıllarında kesâfet kesbetmiş ve 20. yüzyılın başına kadar 1.200.000 kişinin Ak Topraklara göç ettiği ifâde edilmiştir.[10] 1783-1922 yılları arasında vatanlarını terk etmek mecbûriyetinde kalan Kırım Tatarlarının toplam sayısı -tam rakamı tespit etmek mümkün değilse de- tahmini olarak 1.800.000 kişiyi bulmuş ve muhacir Kırımlıları Osmanlı Devleti, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerindeki şehir ve kasabalara iskân etmiştir.[11] Rusya da sıcak denizlere ulaşmanın ilk adımı olarak, Kırım’ı Ruslaştırmak ve buraya devamlı Slav kökenli insanları yerleştirerek için Kırım Tatarlarının nüfusunu tamamen azınlığa düşürme yolunda yaptıkları plânı da adım adım hayata geçirmişlerdir.

Rus Çarlığı, Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde 31 Temmuz 1914 tarihinde,  Ramazan ayında seferberlik ilân etmiş ve 1 Ağustos 1914’te Rusya İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girmesiyle birlikte İmparatorluk sınırları içinde yaşayan diğer Türk-Müslüman halklarla birlikte, Kırım Türklerinin büyük çoğunluğunu da silahaltına almış ve savaşa göndermiştir.   Birinci Dünya Savaşı boyunca cephedeki Kırım Tatar askerlerinin çoğunluğu Kırım Süvari Alayı’nda görev yapmış ve çoğunlukla Avusturya-Macaristan ordularına karşı savaşmıştır.[12] Birinci Cihan Harbi’nde savaşa gönderilen Tatar Türklerinin bir kısmı, Avusturya cephesinde hayatını kaybetmiş, bir kısmı da esir düşmüştür.

Kırım’da ilân edilen seferberlik döneminde yaşananlar, Tatar Türkçesiyle “Ramazanda Emir Çıkkan” türküsünde / halk yırında şöyle dile getirilmiştir: 

“Ramazanda emir çıkkan, 

Padişalar asker yığğan, 

Ep balalar ağlaşkan, 

Anaları bağrına baskan, 

Babaları öpken, quşağlağan, 

Gozlerinden kanlar saşkan,

Avusturiya avzın aşkan, 

Şıkkan emre erkes şaşkan . 

Kün tutuldı kündüz töngen, 

Yohsam zaman ahrı bolğan?

 Padişalar ayakka turğan, 

Tabır asker çöle sürgen”[13]

Birinci Dünya Savaşı devam ederken Kırım Tatarlarını doğrudan etkileyecek çok önemli bir gelişme yaşanmıştır. 29 Ekim 1914 tarihinde Sivastopol (Akyar), Yalta, Kefe, Novorosiysk ve Odesa gibi Karadeniz şehirleri, içinde Alman savaş gemileri olan “Goeben” ve “Breslau”nun “Yavuz “ ve “Midilli” ismini alan ve “Osmanlılaştırılan”  gemilerin de bulunduğu bir Osmanlı filosu tarafından bombalanması ve bazı Rus gemilerinin batırılması üzerine,  Rusya ile Develet-i Aliyye arasında yeni bir savaş daha çıkmıştır. Bilindiği gibi Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaşa girmesi her seferinde Kırım Tatarlarının yeni baskılar görmesine, yeni acılar çekmesine, yeni katliamlar yaşamasına ve yeni sürgünlere uğramasına sebep olmuştur. Birinci Dünya Savaşı döneminde de iki ülke arasında savaş hâlinin ortaya çıkmasının hemen ardından, Kırım’daki Türkler ve Osmanlı tebaası olan topluluklar Devlet-i Aliyye hesabına hareket edecekleri ve Türklerle işbirliği yapacakları gerekçesiyle Tambov ve Borisoglebsk’e tehcir edilmiştir. Birinci Cihan Harbi sonrasında 1920-1930 yılları arasında 40.000 Tatar Sibirya’ya sürülmüş, ayrıca Kırım’da sun’î olarak meydana getirilen kıtlık ve açlıktan 170.000 Kırım Türk’ü ölmüştür.[14]

Kırım Tatarlarının tarihi hep çileli geçmiş, ardı arkası gelmeyen baskılar, zulümler, göçler, sürgünler ve soykırımlar hep iç içe olmuştur. Kırım Türkleri en büyük can kaybını, en ağır felâketi ve en acımasız sürgünü İkinci Dünya Savaşı’nda yaşamıştır.  II.  Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine, askerlik çağındaki binlerce Kırım Tatarı silahaltına alınmış, Kızıl Ordu saflarında cepheye sürülmüş ve en ön safta savaştırılan Tatar Türklerinin büyük çoğunluğu hayatını kaybetmiştir. 

24 Ekim 1941’de Kırım’a girmeye başlayan Alman ordusu16 Kasım 1941’e kadar Sivastopol (Akyar) hâriç bütün Kırım Yarımadası’nı ele geçirmiştir. Kırım, İkinci Dünya Savaşı sırasında,  1941 – 1944 yılları arasında Alman işgali altında kalmıştır.  Kırım’da, Tatar Türklerinin bu zaman içerisinde Almanlarla “iş birliği” yaptığı ve Nazi Ordusu’na katıldığı gerekçesiyle; Devlet Güvenlik Komitesi, Stalin’in emriyle 11 Mayıs 1944’de gizli bir karar almış ve istisnasız bütün Kırım Türklerinin Sibirya, Özbekistan, Urallar ve Orta Asya çöllerine sürgün edilmesi kararlaştırılmıştır.   Tatar Türklerinin son ferdine kadar Kırım’dan sürülmesini emreden bu soykırım kararnâmesi, 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece uygulanmaya başlamıştır. Söz konusu gece yarısı Kızıl Ordu askerleri tarafından yataklarından kaldırılan Kırım Tatarlarına, hazırlanmaları için yalnızca 15-20 dakika zaman tanınmış ve ancak ellerinde taşıyabilecekleri kadar eşya almalarına izin verilmiş, Tatarlar tıka basa hayvan vagonlarına yüklenmiş ve Kırım Türklerinin tamamı toptan sürgüne gönderilmiştir. 

Kırım Türklerine soykırım için yapılan, “Kırım’da kara bir gün” olan 18 Mayıs 1944 Perşembe günü başlayan ve üç gün aralıksız devam eden topyekûn sürgün, Rusların zoraki gönderme ve Kırım’ı Türksüz hâle getirme faaliyetinde, Kırım Tatarları çok büyük acılar çekmiş ve târiflere sığmayan çok korkunç insanlık dramları yaşanmıştır. 18-20 Mayıs 1944’te en az 191.044 (bâzı kaynaklara göre ise 423.100)  Kırım Tatarı  sürgüne gönderilmiştir.[15]

Kırım Türkleri; oturmaya yer kalmayacak derecede balık istifi şeklinde hayvan vagonlarına doldurulmuş, vagonlar dışarıdan mühürlenmiş ve en az üç-dört hafta sürecek olan bir ölüm yolculuğuna çıkarılmıştır. Günlerce yiyecek ve su verilmeyen, cesetlerin dışarı çıkarılmasına müsaade edilmeyen ve hiçbir tıbbî yardım söz konusu olmayan bu vahşi sürgün ve onun ağır şartlarından dolayı; açlık, susuzluk, hastalık, bitkinlik ve havasızlıktan insanlar, daha ilk günden îtibâren ölmeye başlamıştır. [16]   Vagonların kapıları içeride ölenlerin atılması için bir-kaç günde bir açılmış, kapılar açıldığında susuzluktan yanan çocuklar su içmek için indiğinde orada bırakılarak trenler yoluna devam etmiş ve bir aya yakın süren bu yolculukta, Kırım Türklerinin yarısına yakını bu ağır yolculuk şartlarında hayatını kaybetmiştir.[17]

Kırım Türklerini taşıyan bu vagonlar; Sibirya’ya Özbekistan’a, Urallara ve Kazakistan’a gönderilmiştir.  Rus zulmü, sürgün edildikleri yerlerde de Kırımlı mazlumların peşini bırakmamış, asgari yaşama ve barınma imkânlarının mevcut olmadığı, her türlü temel ihtiyaçtan mahrum bırakıldıkları bir çeşit toplama kampı rejiminde aç bi-ilaç kalmışlar ve çok ağır işlerde çalıştırılmışlardır. İlk birkaç yıl çok ağır sefâlet şartları altında yaşamaya çalışan Kırım Tatarlarından hayatını kaybedenlerin sayısının 100.000 kişiden az olmadığı ifâde edilmektedir [18]

Kırım Türklerinin sürgün hayatının yasını, vatanlarından koparılmalarının hüznünü, o topraklara duydukları hasreti anlatan ve çok ünlü bir halk yırı olan “Ey Güzel Kırım” türküsü, 1944 sürgünüyle Sibirya’ya savrulan Tatarların yaşadığı vatanlarından ayrılış acısını çok içli ezgilerle ve latif dizelerle şöyle terennüm etmektedir: 

“Aluşta’dan esgen yelçik yüzüme vurdu

Balalıktan özken evge közyaşım tüştü.

Men bu yerde yaşalmadım, 

Yaşlığımna toyalmadım

Vetanıma asret boldım

Ey, güzel Kırım

Keze keze toyalmadım 

Çok yerlerni koralmadım 

Nasıl güzel vetanımsın 

Ey, güzel Kırım 

Bahçelarnın meyvalarnın balnan şerbet

Suvlarını içe içe toyalmadım men

Yeşil dağlar küldi mana

Tatar gaytıp keldi sana

Gucağınnı aç sen mana

Men bu yerde yaşalmadım, 

Yaşlığımna toyalmadım

Vetanıma asret boldım 

Ey, güzel Kırım

Bala-çağa vetanım dep,

Közyaşın töker

Kartlarımız köğe tırup,

Duvalar eder.

Men bu yerde yaşalmadım

Yaşlığıma toyalmadım

Vatanıma asret oldum,

Ey, güzel Kırım”[19]

Bütün bu büyük acıların yaşandığı “18 Mayıs 1944 Kırım Sürgünü” dile getiren Yetik Ozan da milletimizin duygularına tercüman olmuş ve Kırım Türklerine ithâf ettiği “Son Sürgün” şiirinde duygularını şöyle dizelere dökmüştür:

“Sürsem al kulayı, yorgun mu yorgun,

İnsem, taş yürekli hanlar kilitli,

Gözlerim bir uzun geceye sürgün;

Aklarında pembe tanlar kilitli.

Bir yol, bir karanlık, bir ben uykusuz,

Çağ sisli düşlerde sağır, duygusuz,

Şu yeşil ölüsü bozkırca susuz

Dilimde pınarlı şınlar kilitli.

Umudum bıçağı paslanmış kinden;

Ne kına oturur, ne çıkar kından,

Nice ki, zaman çift kapılı zindan.

Yarınlar kilitli, dünler kilitli.

Yankılan yüreğim, hiç susma sakın;

Sesinin dağları aşması yakın,

Irakta bir dizgin bekliyor akın;

Kol kola, öç öce binler kilitli.”[20]

Yetik Ozan, Kırım Tatarlarının yalnızlığını, öksüzlüğünü ve yetimliğini, bizim de Kırımlı soydaşlarımıza sâhip çıkamayışımızın hüznünü, ıstırâbını, yürek yangınını kaleme aldığı ve Kırım Türklerine vermemiz gereken desteği,  yapmamız gereken hareketi ve kıyâma durdurmamız gereken duygu ve düşünceleri ifâde ettiği “Uyanış” şiirinde de şunları dile getirmiştir:

“Badem gözlerini kısıp da öyle

Acı acı bakma, arım var, kardaş!

Susma ‘suçlusun’ de, kız, ağır söyle;

Ne cevabım, ne de sorum var, kardaş!

Etle tırnak iken koptuk; tınmadım,

Küçücük bir acı duyup yanmadım,

Adını o günden beri anmadım;

Belli, belleğimden zorum var, kardaş!

Şınların bir içli susuştan geçmiş,

Kaderin ne kara düşüşten gelmiş,

‘Eyvah!’ dedim ama iş işten geçmiş;

Yanında ne yüzle yerim var; kardaş!

Haydi, tut elimden, geç desin diyen

Ver yarı kinini, öç desin diyen,

Bu bir ulu haktır, suç desin diyen;

Andımızda ilkin Kırım var, kardaş!”[21]

1783’ten itibaren devamlı göç ve sürgün hayatı yaşayan Kırım Türkleri, geçmişte olduğu gibi istikbâlde de Kırım’ın Rusların hegemonyasından kurtulacağı ve Tatar Türklerinin anavatanlarına döneceklerine dâir umutlarını hiçbir zaman söndürmemişlerdir. 18 Mayıs 1944’te kendi topraklarından çıkarılarak Sibirya’ya, Özbekistan’a, Urallara, Kazakistan’a sürgün edilen Kırım Tatarlarının öz vatanlarına dönmeleri için 1970’li yıllarda Kırım Türklerinin lideri Mustafa Cemiloğlu “Gandivârî” bir sivil itaatsizlik eylemi başlatmıştır.  1944 yılında altı aylık bir bebekken âilesiyle birlikte Kırım’dan sürgün edilen Mustafa Cemiloğlu, hayâtını Kırım Türklerinin vatanlarına dönme mücâdelesine adamış, bu yolda çok büyük çileler çekmiş, baskılar görmüş, çalışma kamplarına gönderilmiş, zindanlara atılmış, hayatının yirmi yılı cezaevlerinde geçmiş ve atıldığı hücrelerde sayısız açlık grevleri yapmıştır… 1975-1976 yılında Mustafa Cemiloğlu’nun 303 gün süren ölüm orucunda hücresinde öldüğü haberleri duyulunca, ülkücü Türk milliyetçileri Türkiye’de yürüyüşler, mitingler, Sovyetler Birliğine karşı protesto gösterileri düzenlemişler, bildiriler yayınlamışlar, paneller, konferanslar tertip etmişlerdir. Bu protestolar ve eylemler karşısında, kendisini dünya kamuoyu karşısında temize (?!) çıkartmak isteyen  Ruslar  Cemiloğlu’nun ölmediğini ve hayatta olduğunu açıklamış ve Batı basınına Mustafa Cemiloğlu’nu göstermiştir. Artık dünya kamuoyunun da tanıdığı, insan haklarını savunan bir aktivist olan Mustafa Cemiloğlu mücâdele bayrağını daha da yükseltmiştir. Mustafa Cemiloğlu’nun; Tatar Türklerinin anavatanlarına dönmesi ve Kırım sürgününün soykırım sayılması istikametindeki sivil itaatsizlik eylemleri dünya kamuoyundan da destek görmeye başlamıştır. Bu süreçte “Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu”[22] önemli bir liderlik sergileyerek, dünya çapında Kırım Türklerinin haklarını savunmuştur.   Cemiloğlu’nun liderliğindeki Kırımlı aydınların ve aktivistlerin bu faaliyetleri ve çağrıları netice vermiş, Gorbaçov’un “Glasnost” (Açıklık) ve “Perestroyka” (Yeniden yapılanma)  politikalarının sonuçlarından biri olarak 15 Kasım 1989’da SSCB Yüksek Sovyeti, Kırım Tatarları ile diğer halkların sürgününü kınamış ve  “18 Mayıs 1944 Kırım Sürgünü”nü  “yasa dışı ve cinâî bir eylem” olarak kabul etmiştir. Ve 1990 yılından itibaren Sovyet otoriter sisteminin gevşemesiyle binlerce Kırım Türkü anavatanlarına geri dönmüştür.  

Ancak, Rusya’nın emperyalist emelleri devam etmiş, Ukrayna’ya bağlı muhtar bir cumhuriyet olan Kırım, 18 Mart 2014’te oldu-bittiye getirilerek Ruslar tarafından işgâl edilmiş ve Rusya Kırım’ı bir kere daha ilhak etmiştir.  Türk-İslam dünyasına İsmail Gaspıralı gibi onlarca âlim kazandıran bu kadim halk, Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğacak, Kırım Türkleri sürgünden vatanlarına dönmeye başladığı gibi bağımsızlıklarını yeniden kazanacak ve Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun çabaları da inşaAllah boşa gitmeyecektir…

Kıpçak grubu lehçelerinden birisi olan Kırım-Tatar Türkçesiyle söylenen Kırım “halk yırları” çok zengin bir müzik külliyâtına sâhiptir.  Sürgünü ve vatan hasretini en iyi anlatan “Ey güzel Kırım” türküsüne ilâveten, Kırım’dan sürgün edilen ve soykırıma uğratılan Kırım Tatarlarının çektiği acıları anlatan “Biz Kırım’dan Çıkkanda”  türküsü Kırım Tatarlarının yanık bir ağıdı ve yürek yakan feryâdıdır:  

“Biz Kırım’dan çıkkanda,  

Kar yağmadı kan aktı.

Anam, babam, gız gardaşlarım,

Közleri tolu yaş galdı.

Kökten uçkan uçaklarınıñ,  

Ganetlerini kim yazğan.  

Şu Kırım’da ölgenca gencecık cigitlerinin,  

Cenazeleriñ kim kılğan.   

Gaçar edim meñ Akyar’dan,

Karadeniz bolmasa.

Asar edim öz özumñı,

Annem, babam bolmasa.”[23]

Ünü Plevne kahramanımız Gâzî Osman Paşa için Kırım Türkleri de türküler yakmışlardır. Bu yırda;  hem “93 Harbi”ne telmihler, hem de Anadolu’da yakılan “Tuna Nehri”  türküsünden izler bulunmaktadır:

“Merdivenden indirdiler

Han Sarayığa bindirdiler

Kalk gidelim Osman Paşa

Bizi şimdi öldürdüler


Kaleden toplar atılır

Moskof İslâm’a katılır

Osman Paşa’nın elinden

Beş on top birden atılır


Karadeniz akar gider

Şimdi Çerkes Hasan gelir

Akdeniz’i yıkar gider

Moskova’yı yakar gider


Karadeniz akmam diyor

Akdeniz’i yıkar gider

Yüz bin Moskof gelmeyince

Ben yerimden kalkmam diyor”[24]

Başta Kırımlı ses sanatçısı Gülzar Bekirova’nın ve diğer solistlerin söylediği halk yırlarından bâzıları şunlardır:  “Yüksek minâre kaşları kâre / Efkârımdan şaldırayım kemâne dâre / Yüksek minare kaşların kâre / Altın gümüş bakır para yolladım yâre”, “Akmescitnin bayırı kara suvun çayırı / Stavay saldat degende aydaydam / Koz yaşını tıyalmay”, “Sudak’ın karşısı çardak / Penceresi altıparmak / Ahdım olsun seni sarmak / Sardıklarım yalan oldu / Yalan oldu viran oldu / Sudak bize haram oldu”, “Boztorgay denen hayvanın da / Cılga da bolur yuvası / Cavun cavsa sel alır da ey aruğum / Cılay da kalır balası”, “Ben de bir tanecik idim cihanda / Emine Şerife adım kaldı dünyada / Ah nideyim gençliğime doymadım.”, “Biz gideriz Kırım’dan ey yar ittifak edip / Aytır da ağlarım / Ne yerlerde ölürüz ey yar ahlar çekip / Aytır da ağlarım.”

Kırım sürgününü “Gideriz Kırımdan” yırını dillendiren Cahit Öztelli, Tatar Türklerinin yaşadığı dramı bir destan hâlinde söylediği türküde şöyle demiştir:

“Bir hikâye edeyim Kırım hâlini

Kalmadı içinde kızı gelini

Herkes arzu eder İslâm memleketini

İnâyet Mevlâ’dan gideriz Kırım’ın


Kaygımız çeksin bizi Yaradan

Yol verseler biz gideriz buradan

Çok kimseler hep ağlaşır sonradan

Yaman müşkül oldu hâli Kırım’ın


Kimi yolda giderken haber alamaz

Kimi gitmeye para bulamaz

Kimisi ekmeğe akça bulamaz

İnâyet Mevlâ’dan gideriz Kırım’ın


Yaman güne uğradık kime ağlarız

Şimdiden sonra biz karalar bağlarız

Yol verseler biz İslâm’ı ararız

Yaman müşkül oldu hâli Kırım’ın


Analar babalar kuzu gibi ağlaşır

Kıyâmetten evvel kâfir bizle haşır neşir

Cümle âlem Hak’tan yardım dileşir

İnâyet Mevlâ’dan gideriz Kırım’dan

Çocuklar dahi gider tâlim yapmaya

Ondan vakit bulur mu namaz kılmaya

Dinimizi ister dinine katmaya

Yaman müşkül oldu hali Kırım’ın”[25]

Kırım’ın ahvâlini dile getiren Âşık Dîvânî de “Kırım Türküsü”nde Türk milletinin Kırım hakkındaki düşüncelerini şu dizelerle dile getirmiştir:

           

“Bahçesinde matem tutar gülleri

 Bülbülleri ötmez oldu Kırım ın

Bağlarını bozdu Moskof elleri

Fidanları bitmez oldu Kırım’ın

             

Ayrı düşmüş gelininden kızından             

Yetim kalmış Kırım Türk ü özünden             

Sazım ağlar esâretin sözünden             

Yiğit kalbi atmaz oldu Kırım’ın

             

Yuvaları kızıl elle yıkıldı             

Obaları ateşlendi yakıldı           

Er olanın tırnakları söküldü             

Bozkurt eli tutmaz oldu Kırım’ın

             

Dünya duysun esir Türk ün sesini             

Beş kıtaya ortak ettik yasını             

Yok ettiler mezarların taşını             

Şehitleri yatmaz oldu Kırım’ın

             

Divânî der hürriyeti çağıran             

Gençliğimdir Kırım diye bağıran             

Moskof iti öküz gibi böğüren             

Bülbülleri ötmez oldu Kırım’ın”[26]


Bu faslın da hatm-i kelâmını da, “18 Mart 1944 Büyük Kırım Sürgünü” sonrası çok çeşitli coğrafyalara  savrulan Kırım Türklerinden Buğra Alpgiray’ın hazin hikâyesiyle yapalım.  1947 yılının sonbaharında Paris’in Sen Nehri kenarında bir ceset bulunmuştur. Cesedin üzerinden çıkan evraklardan Kırımlı bir Türk olduğu, II. Dünya Savaşı’nda Almanlara karşı savaştığı, savaş sonrası soydaşlarının Kırım’dan Sibirya’ya sürülmesi üzerine vatanına gidemediği için Paris’te kaldığı, câmiye, minareye ve baba ocağına hasret yaşadığı ve çok yoksul hayat sürdüğü anlaşılmıştır. Okuyan her Müslüman Türk’ün yüreğinden bir tel koparan aşağıdaki şiir de onun cebinden çıkmıştır:

“Bu kent her şeyiyle bana yabancı

Caddeler, binalar, bütün insanlar…

Öyle hasretim ki ezan sesine

Ararım çevremde minâre, câmi

Lakin takılırım çan kulesine

Her semtin muhteşem kilisesine

Yâd el elemleri sarar içimi

Uzaklarda yurdum, burdan çok uzak

Her mevsimi güneşli, masmavi göklü

Camili, kubbeli, kümbetli, köşklü

Ozanlı, garipli, kervansaraylı

Hele insanları: Alp’li, Giray’lı

Yok haber onlardan, baba evinden

Bu yüzdendir halim, kopuk bir yaprak

Her şey çok uzakta benden, çok uzak.

Gözlerim daima engine dalar.

İsterim ki her an, ana yurdumda

Dağları dumanlı yaslı Kırım’da

Duvarında mavzer ve Kur’an olan

Ata ocağında, bizim konakta

Bir bakır sinili sofra başında

İftar beklenilsin, dua edilsin

Ve sessiz sedasız yemek yenilsin,

Sonra şadırvanda abdest alınıp

Hep birlikte teravihe gidilsin.

Uyansam her sabah ezan sesiyle

Görsem Ayşeciği su testisiyle

Ninemi yaşmaklı, namaz kılarken

Dinlesem dedemi, Kur’an okurken

Başımı huşuyla yastığa koysam

Sonra toparlanıp yola koyulsam

Yahut günün şavkı vururken camdan

Heybetli sesiyle çağırsa babam

Anam da, “kalk yavrum, aslanım” dese

Tutup elleriyle omuzlarımdan

O müşfik haliyle sarılsa, öpse.

Semaver kaynarken ocak başında

Dünya Türklüğünden, Türk tarihinden

Bozkurt’tan, Turan’dan söz etse dedem

Sonra Türklük için etse de niyaz

Gözlerinden akan yaşını görsem

Evet, yurdum uzak, burdan çok uzak

Bir ferahlık yahut bir şevk umarak

Düşerim yollara akşamüstleri

Hep böyle çaresiz yıllardan beri

Her zamanki gibi yorgun ve bitkin

Artırıp yükünü hasta kalbimin

Her an heyecanlı, gözlerimde yaş

Görmek ümidiyle bir Türk, bir dildaş

Dolaşırım Paris caddelerini

Yorgun akan Sen’i, köprülerini…


Bir karakış vakti Sen kıyısında

Kafamın içinde Türklük ülküsü

Ruhumu kavuran yurt hasretiyle

Böyle göçeceğim ebediyete;

Donmuş cesedimi bulup çöpçüler

Defnedilmek üzere götürecekler,

Kimim ben, neyim, ne bilecekler.”[27]

Dipnotlar

[1] Hüseyin Râcî Efendi, Tarihçe-i Vak’a-i Zağra; * Biz, tarihin yücesiydik, düşman bizi zelîl eyledi / Derde belâya düşürdü ve bizi sefil eyledi.

[2] Beşir Ayvazoğlu, Kapı Yayınları, İstanbul, 2006

[3] Dündat Taşer, Milliyetçi Hareket ve Kıbrıs Politikası, Mesele, 105; Devlet Gazetesi 29 Eylül 1969 

[4] Dündat Taşer, Kavganın Aslı, Mesele, 154; Devlet Gazetesi 16 Mart 1970

[5] Mehmet Niyazi Özdemir’in 15 Mart 2012 tarihinde Türkiye Diyanet Vakfı Kocatepe Camii Konferans Salonu’nda verdiği “Çanakkale Mahşeri” konferansı

[6] TDV İslâm Ansiklopedisi, XXV, 447

[7] TDV İslâm Ansiklopedisi, XXV, 453

[8] Kadir Tosun, Ütopyadan Gerçeğe, 147; Özel Yayın, Ankara, 2008

[9] TDV İslâm Ansiklopedisi, XXV, 454

[10] Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi (1905-1917), 17, Türk Tarih Kurumu Yayınları,  Ankara, 2014

[11] TDV İslâm Ansiklopedisi, XXV, 458

[12] Niyar Kurtbilal, Birinci Dünya Savaşı Dönemi Kırım Tatar Türküler, Folklor Akademi Dergisi, Sayfa: 1, Cilt: 3, Sayı: 1, 2020

[13] Niyar Kurtbilal, Birinci Dünya Savaşı Dönemi Kırım Tatar Türküler, a.g.e., 4-5

[14] Kadir Tosun, Ütopyadan Gerçeğe, 147

[15] https://tr.wikipedia.org › wiki › Kırım_Tatar_Sürgünü

[16] Ahmet Ayhün, Kırım Hanlığı ve Çöküş Sebepleri,164;  İstanbul 2014

[17] Erşahin Ahmet AYHÜN, Anılarla 18 Mayıs 1944 Sürgünü 91-112; , Dergipark Akademi, Cilt: II, Sayı: 2; 2015

[18] TDV İslâm Ansiklopedisi, XXV, 462

[19] Ey, güzel Kırım, Yöre. Kırım, Şiir:  Fatma Halilova, Müzik: Şükri Osmanov, Kaynak kişi: Nayle Sarliyeva; Notaya alan: İrfan Gürdal, Repertuar Nu: 172; Bu Kırım halk jırının dördüncü kuplesi  sonradan ilâve edilmiş olup, yazanın  ismi bilinmemektedir. Canköy şehrinde yaşayan Nayle Sarliyeva’nın QHA muhabirine bildirdiğine göre bu türkü 40 yıl önce Aluşta’dan sürgün edilen annesi Fatma Halilova tarafından kaleme alınmıştır. “Ey, Güzel Kırım” türküsünün müziği ise Şukri Osmanov tarafından 1968 yılında Andican’dabestelenmiştir. Bâzı kaynaklarda ise bu türkünün Kırım Tatarlarının 18  Mayıs 1944 Sürgününden bir süre sonra anonim olarak bestelendiği de söylenmektedir.

[20] Yetik Ozan, Son Sürgün, Bütün Şiirleri, 26-27  

[21] Yetik Ozan, Son Sürgün, a.g.e., 36-37

[22] Kırım Tatarlarının yürütme organı olan Kırım Tatar Millî Meclisi’nin kararı ile Kırımlıların anavatanlarına döndürülmeleri için çileli bir hayâta ve çetin bir mücâdleye tâlip olan Mustafa Cemiloğlu’na  “Kırımoğlu” soyadı verilmiş ve ismi de “Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu” olmuştur.

[23] Mustafa Sever. Sözlü Tarih Metni Olarak Bir Kırım Türküsü: Biz Kırım’dan Çıkanda; 4. Uluslararası Türk Dünyası Kurultayı (21-25 Mart
 2013) Tebliği

[24] Merdivenden indirdiler, Yöre: Kırım, Kaynak kişi: Cahit Öztelli; Mehmet Özbek, Folklor ve Türkülerimiz, 399

[25] Cahit Öztelli, Evlerinin Önü Türküler, Gideriz Kırım’dan, 817-818; Özgür yayınları, İstanbul, 2002

[26] Zülfikâr Akgün, Kırım Türküsü, Sev Dedi Bana, 39; Tarla Dergisi Yayınları, İstanbul, 1971

[27] Buğra Alpgiray

Yazar
Mehmet GÜNEŞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen