Ali Şir Nevâî, Homer, Dante, Nizamî, Sa’dî, Şekspir, Balzak, Tolstoy ve Tagor gibi büyük sanatçılarla aynı ayarda görülen, Türk medeniyetine yönlendirici katklılar yapmış şair ve ediptir. Nevâî, sanatının derecesi, millî edebiyatın gelişmesine olan hizmetleri ve telif ettiği çok sayıda eseriyle yalnız Şekspir, Balzak ve Lev Tolstoy ile mukayese edilebilir ve onlarla aynı sırada sayılabilir. Diğer taraftan, çok sayıda kaliteli eser vermesinin yanı sıra Timur ve oğullarının saltanatları döneminde büyük bir devlet adamı sıfatıyla cemiyet ve millet hayatındaki büyük tesirini de düşünürsek, o, (hem sanatkâr hem de devlet adamı olarak) dünyada emsalsizdir. Nevâî Türkiye’de iyi tanınıyor. Eserleri Türkiye’de yayınlanıp okunuyor. Bu sebeple Nevâî’nin biyografisi bu ülkede iyi biliniyor; ama, biz bu neşir için bir kere daha onun hayatım ve edebî şahsiyetini özetlemeye çalışacağız.
Alişir Nevâî 9 Şubat 1441 tarihinde Herat şehrinde doğdu. Nevâî, mahlasıdır. Babası Gıyâseddin Kiçkine bir Uygur Türk’ü olarak Timur ailesinden Ebulkasım Babür’ün saray görevlisi idi. Daha sonra Sebzevâr valisi oldu. Alişir’in hem anne hem baba tarafından dedeleri de Timurîlerin saraylarında üst görevler yapmışlardı. Bir cümleyle ifade etmek gerekirse, Alişir, doğrudan doğruya Timurîlerin saray çevresinde yetişti. Beraber büyüdükleri arkadaşı, meşhur şair ve devlet adamı Hüseyin Bay-kara ile aynı okulda okudu. Bu iki büyük insanın dostlukları ömürlerinin sonuna kadar devam etti. Hüseyin Baykara, Nevâî’nin devlet adamı olarak yetişmesinde ve sarayda hizmet yapmasında, imkanlar yaratmış, bir şah sıfatıyla, onu daima desteklemiştir. Alişir sekiz yaşındayken, Horasan’daki siyasi hadiseler sebebiyle ailesi Irak’a göç eder. Yolda, Tef t şehrinde o, Timur tarihçilerinden biri olan meşhur Şerafeddin Ali Yezdi ile karşılaşır. Bu hadisenin ve şair olan dayıları Mir Sâid (Kabûlî) ve Muhammed Ali (Garibî) kardeşlerin tesiriyle sanata, yazmaya yönelir. Alişir’in ailesi, 1452’de Herat’a döner. Alişir tahsiline devam eder. İlim, fen, san’at ve müzikte eğitimini sürdürürken bir taraftan da ilk gazellerini yazmaya başlar. Genç yaşta Feridüddin Attar’ın “Mantıku’t-Tayr” adlı eserini okumuş ve ezberlemiştir. Birçok âlim, Nevâî’nin dünya görüşünün şekillenişinde bu eserin büyük rol oynadığında birleşiyor. Alişir’in şiirdeki üstadı Lutfî’ydi. Lutfî, Alişir daha on iki yaşındayken onu keşfetmiş, yüreklendirmiş ve yeni şiirler yazması için teşvik etmiştir. Lutfî, Alişir’in; Arazın yapgaç közimdin saçılur her lahza yaş Böylekim, peyda bolur yulduz, nihân bolğaç quyaş diye başlayan gazeline hayran olmuştur. Tarihçi Handemir’in naklettiğine göre, Lutfî bu gazel için “Eğer mümkün olsa, Fars ve Türk diliyle yazdığım 10-12 bin mısralık şiirimi bu gazelle de- ğişirdim ” demiştir. Alişir on beş yaşındayken babadan yetim kaldı ve Ebulkasım Babür’ün sarayında yetişti.
Ebulkasım Babür, Meşhed’deyken uzun yıllar Alişir de Meşhed’de yaşadı, burada okudu ve şiir yazmaya devam etti. Hüseyin Baykara ise, ata binip kılıç kuşanıp Timurîler tahtı için mücadeleye girer ve Merv’e yönelir. Bu devirde Alişir bütün şark klasiklerini okudu; şiir, felsefe, din ilmi, sanat ve kültür tarihini iyi öğrendi. Türkçe’yle Farsça’yı şiirlerinde aynı derecede yüksek sanat gücüyle kullandı. Türkçe yazdığı şiirlerde Nevâî, Farsça yazdığı şiirlerde ise “Fâni” (Arapça “fena” sözünden: yok oluş; mecazi mânâsı ise Allah’ın aşkıyla kendinden geçme, yok olma) mahlasını kullandı. Alişir, Meşhed yıllarında şair Kemal Turbetî ve Hasan Erdeşir’den etkilendi. Sonraki yıllarda bu iki şahıs hakkında hususî eser yazdı. Alişir, on dokuz yaşında meşhur mutasavvuf Abdurrahmân Câmî ile tanıştı. Onun öğrencisi (şakirdi) oldu. Câmî, onun hem şair, hem devlet adamı olarak yetişmesinde mühim rol oynadı. Tarih kitapları Câmî öldüğü zaman Alişir’in onun bütün devrelerinden geçtiğini, büyük üstada lâyık talebe, dost, sadık insan olduğunu yazıyor. Nevâî ve Câmî mevzusunda tarih kitapları gibi edebî eserler de yazıldı. Bu mevzu üzerinde fazla durmuyoruz.
Nevâî Herat’ta bir müddet Ebusaid Mirza sarayında görev yaptı. Ebusaid zâlim biriydi. Halk ona karşı ayaklandı. İsyancıların arasında dayıları da bulunduğu için Nevâî, Semerkand’a sürüldü. Semerkand’da meşhur Feyzullah Ebulleys, onu himayesine aldı. Büyük âlim, Nevâî’ye “evlâdım” diyordu. Nevâî, onun medresesinde okudu. Tarihçi Handemir’e göre Ebulleys, Nevâî’yi çok sevdi, onun âlim olarak yetişmesinde büyük rol oynadı. Nevâî’nin hayatı elbette rahat ve huzur içinde geçmedi. Herat’taki saraydan sürgün edilince eski Sebzevâr valisi olan merhum babasından kalan mal ve mülkü Ebusaid tarafından müsadere edildi. Bu dönemde çok yoksulluk çekti. Semerkand’da vali ve ileri gelenlerin onu himaye ettikleri, Se-merkandlı Ferganlı, Taşkentli ve Buharalı âlim ve şairlerle dostluklar kurduğu, onun sanat hayatında bu çevrenin büyük tesir yaptığı hakkında Handemir’in “Mekârimü’l-Ahlâk” adlı eseriyle şairin “Mecâlisü’n-Nefâis” adlı eserinde kıymetli bilgiler mevcuttur. Nevâî, bu sebeple Semerkand’daki hayatını bir ömür boyu unutmadı. Semerkand’dan çıkan meşhur tarihçiler Abdurrezzak Semerkandî, Devletşah gibi çok sayıda âlim, şair ve sanatçının yetişmesinde yardımcı oldu. Nevâî 1469’a kadar Semerkand’da kaldı. Bu dönemde buradaki sanat muhitine büyük tesiri oldu. Ömrünün sonuna kadar, bu eski ve medeni şehirle ilgisini kesmedi, buradaki kültürel muhitin gelişip yükselmesi için çalıştı. Hüseyin Baykara, 1469’da Herat’ı alarak tahta oturdu. Bunun üzerine Nevâî de başkent Herat’a döndü. Dostu Hüseyin Baykara ona sarayında mü-hürdarlık görevi verdi. Sarayda bu görevi sürdürürken halktan çok vergi alındığının farkına vardı ve vergi azaltmak için harekete geçti. Ta- rihçilere göre, Timurlar devrinde 99 türlü vergi vardı. (Bu Şeybanîler devrinde de devam etti.) Bazı yöneticiler bu konuda suistimal yapıp ek vergiler alıyorlardı. Nevâî buna karşı da mücadele etti. Halk arasında itibarı çok yükseldi. Baykara, Nevâî gibi bilgili ve dürüst bir insanın devletin üst kurumlarında görev yapması gerektiğini düşünüp onu 1472’de vezirliğe getirdi. Şair ve devlet adamı Nevâî, memleketin kültürel, ekonomik ve adlî bakımından gelişmesi için istikrarı için dinlenmeden çalıştı. Timur oğulları ve akrabaları arasındaki iç kavgayı sona erdirmeye, barış içinde yaşamayı sağlamaya gayret etti. Çok sayıda bilim ve kültür adamının yetişmesinde yardımcı oldu. Hüseyin Baykara ve Alişir Nevâî devrinde Herat, büyük bir kültür merkezi haline geldi. Bağrından, Türkistan tarihindeki birçok edebiyat ve sanat adamlarıyla paha biçilmez mimarî âbideleri ve sanat eserlerini çıkardı. Bu devirde yüzlerce tanınmış şair ve tarihçi bizzat Nevâî’nin üstadlığı ve hâmiliğiyle yetişti. Örnek olarak, büyük tarihçiler Mirhand ve Handemir’i, hattat Sultan Ali’yi, resssam Behzâd’ı hatırlatmak kâfidir. Nevâî’nin teşebbüsü ve yardımıyla çok sayıda bina, su yolu, köprü, medrese, kervansaray ve cami gibi imaretler yapıldı. Bunlardan bazılarını hatırlatıyoruz: Herat’ta İhlâsiye Medresesi, Halâsiye Hânegâhı, İncil su yolu boyundaki cami, şifahâne, köprü ve dükkânlar… Üstad Attar türbesi, Yezd’deki kümbet veya on taş, seksen kilometre uzunluğundaki Meşhed su kanalı. Birçok hükümdar, halkı suya kavuşturan böyle bir projeyi gerçekleştirememişlerdi. Handemir, “Mekârimü’l-Ahlâk” adlı kitabında Nevâî’nin bina ettirdiği imaret, hânegâh, havuz, rebât vb. eserlerin listesini veriyor. Nevâî, meşhur tasavvvufçulardan Hoca Yusuf Hamedânî, Abdurrahman Câmî vb. birçok mübarek zâtın kabirleri etrafına imaret ve zi-yaretgâhlar yaptırdı. Handemir, Nevâî’nin elliden fazla ribât (kervansaray), yirmiden fazla havuz, on altı köprü (bunlardan bazıları, mesela Nigâr ve Tir köprüleri mermerden yapılmıştır), ondan fazla hamam adlarını sayar (Nevâî ve Çağdaşları Hâtırası, Taşkent, 1986, s.89-91). Nevâî, kendi kurdurduğu medreselerde okuyan talebe ve hocalara kendi parasından maaş ve iaşe sağlamıştır. Şifahânelerde tedavi ücretsizdir. Handemir’in naklettiğine göre, Halaaasiye Hânegâhında her zaman kimsesizlere ve fakirlere yemek verilirdi. Bu hânegâhta her yıl Nevâî’nin hesabından iki bin palto, gömlek, elbise, fes, ayakkabı dağıtılırdı. Nevâî bütün bu yardımları, şahsi mal ve mülkünden sağlardı. Devletşah, “Tezkiretü’ş-Şuâra” adlı eserinde şu bilgiyi veriyor: “Nevâî, temiz mülkünü ve helâl zenginliğini Allah yolunda sarf ediyor; memleketi için medreseler, camiler, kervansaraylar vb. binalar yaptırıyor. Vakıflara harcadığı para tahminen beş milyon altın liradır.” (D. Semerkandî, “Şairler Bostanı”, Farsça’dan Özbekçe’ye çeviren B. Ah-medov, Taşkent 1981, s. 193). Bu konuda, îzzet Sul-tan’ın “Nevâî’nin Kalp Defteri “(Taşkent 1969, s. 285) adlı kitabındaki bir sözünü hatırlatmamız gerekiyor: “Mirza Haydar’in ‘Tarih-i Reşidi’ adlı eserinde şu değerlendirme var: ‘Alişir’in bir günlük harcaması 18 bin şahruhî dinar idi ve bunun tamamını hayırlı işler için sarf ederdi.” Bütün bu bilgiler Nevâî’nin ne kadar samimi, yurdunu seven ve bu sevgisini uygulamalarıyla ispat eden bir insan olduğunu gösteriyor. Nevâî bu vasıflarıyla sadece Türkistan ve Türk dilli devletlere değil bütün dünyaya, bütün insanlığa ibret olacak bir şahsiyettir. Tarihte böyle bir şahsı bulmak zordur. Çünkü Nevai’nin gerçekleştirdiği bu hayırlı işleri, ne Tolstoy ne de Şekspir yapmıştır. Bu mânâda Nevâî’yi hem sanatkâr hem de bir şahsiyet olarak dünyanın en büyük sanatçılarıyla denk göstermek veya kıyaslamak mümkün değildir.Nevâî, emesâlsiz bir şahsiyette, büyük bir sanatçıdır.
Şirleri
Key bilig mülkin eylegen teshîr
Nîze-i kilk birle ââlem-gîr
(Ey bilgi ülkesini büyüleyen, kalem mızrağıyla alemi fetheden;)
Çün çikip til salâ-yi nazm salıp
Dehr mülkin bu tîğ birle alıp
(Dil çekip şiir salasını salarak dünyayı bu kılıçla alan;)
Nazm kişver-sitânı hem sinsin
Belki sahib-kırânı hem sinsin
(Şiir ülkesi sensin, belki padişahı sensin.)
…
Yana bu kim alar kılurda rakam
Fârsîni meger ki irdi kalem
(Yine hikâye ederken, eserlerini Farsça yazdılar.)
Ki ni kim kilk savtı saldı sadâ
Fârsî lafz birle taptı edâ
(Ne zaman kalem sesi yükseldiyse, Fars diliyle eda verdiler.)
Fârsî bilgen eyledi idrâk
Lîk mahrûm kaldılar Etrâk
(Farsça bilenler anladı, fakat Türkler mahrum kaldı.)
Sin çü nazmıngnı Türktâz itting
Fârsî tildin ihtirâz itting
(Sen şiirini Türkçe ile yazdın, Fars dilinden sakındın.)
…
Dehr ara Şeh çü Türk vâkıdur
İl ara Türk lafzı şâyidür
(Dünyada Padişahlar Türkdür, ülkelerde Türk Dili yaygındır.)
Çün bu manîni eyleding melhûz
Türk ulus dağı boldılar mahzûz
(Bu mânâyı düşünebildiğin için, Türk Ulusı da memnun oldular.)
….
Türk nazmıda çü min tartıp âalem
Eyledim ol memleketni yek-kalem
(Türk şiirinde ben bayrak açıp, o memleketleri tek kalem eyledim.)
Tört dîvân birle nazm-ı Penç Genc
Dest birdi çikmeyin endûh u renc
(Dört divan ile Beş mesnevi el verdi, bundan sonra sıkıntı ve eziyet çekmeyin.)
Nazm nesrim kâtib-i tahmîn-şinâs
Yazsa yüz ming beyt iter irdi kıyâs
(Düzyazı ve nesrimi bilenlerin tahminine göre, hepsi yazılsa yüz bin beyit ederdi.)
….
Bilig tahtı üzre çıkıp olturay
Hayâl ilçisin her taraf çapturay
(Bilgi tahtı üzerine çıkıp oturdum, hayal elçisini her tarafa gönderdim.)
Nümûdâr-ı resmi riyâset kılıp
İbâ eylegenge siyâset kılıp
(Hakanlığımı herkese ilan ettim, razı olmayanlara cezasını verdim.)
Meânî sipâhını cân mülkidin
Ni cân mülkidin lâ-mekân mülkidin
(Maânî askerlerini can ülkesinden, ne cân ülkesi belki mekânsızlık ülkesinden;)
Yasak birle yitkürmeyin fevc fevc
Ki tutsun çirigni hazîz velî evc
(Hazırlayarak kafile kafile gönderdim ki askerini yer, belki gök tutsun.)
…
Memâlik ki tab eylemiş irdi feth
Ol iklîm kim bolmamış irdi feth
(Ülkeler ki şâirlik tabiatı feth etmişti, onlar daha önce feth edilmemişti.)
Ni iklîm bel kim cihân kişveri
Ki tapmış idi feth-i İskenderî
(Ne ülke belki cihân ülkesi, İskenderin fethi ile bulunmuştu.)
…
Niçük kim Sikender kizip huşk u ter
Musahhar kılay nazm ile bahr u ber
(Nasıl ki İskender yaş kuru gezmişti, ben de şiirle karayı ve denizi emir altına aldım.)
Ki yanî çikip hâme-i hoş-hırâm
Sikender işige kılay ihtimâm
(Ki yâni hoş salınan kalemi çektim, İskenderin işine özen gösterdim.)
Gazel
Dostlar, ehl-i zemândın mehr ümidi tutmanız,
Mehr-i gerdun bolsalar, köz nundın yortmanız.
(Dostlarım, bu devrin insanlarında vefa aramayınız; onlar, göğün güneşi de olsalar, göz nurunuzdan -parlak görmeyiniz.)
Ger şâh olsun, ged gedâ kim, salmanız yüzige köz,
Yâdını belkim könül etrâfıda ya vurmanız.
((O insan) padişah da, dilenci de olsa, yüzüne bakmayınız; (ancak) onu anınca gönlünüzde bir düşmanlık uyandırmayınız.)
Zulm ile yüz çâk qılgan tenge ger merhem yaqıp
Bütkerürbiz deseler, ul zahmlarnı bütmeftiz.
(Zulüm ile vücudunuz yüz parça olsa ve onlar yapacakları merhemle onu sapasağlam kılacaklarını söyleseler de inanmayınız.)
El cefâsının melali qılsa her dem qasd-ı cân,
Komünizm gayr-i bi-keslik bile avutmanız.
(Başkalarının verdikleri üzüntü sürekli olarak canına kast etse de gönlünüzü kimsesizlikten başkasıyla avutmayınız.)
Öksüdi el meyli mendin bir yolı, ey derd ü gam,
Gâh gâhi siz bari basımdın qadem öksütmeniz.
(Ey dert ve üzüntü, başkalarına eğilim benden ek sildi; bari siz başımdan ayağınızı zaman zaman ek siltmeyiniz.)
Hecr otın cânımga yaqtım, korseniz üsrük meni,
Emdi, ey pend ehli, dozah otıdm qorqutmaftız.
(Ayrılık ateşiyle canımı yaktım; ey nasihatçılar, beni sarhoş görünce cehennem ateşi ile korkutmayın.)
Çün Nevâî dest tuttı, emdi zinhar, ey vuhuş,
Kim beşer cinsini ul Mecnûn sarı yavuzmanız.
(Nevayı artık çöllere düştü; ey vahşi hayvanlar, onu Mecnun gibi bilin ve insan diye düşman bilmeyiniz.)
Kıtalar
Cahân gencige şâh irür ecdehâ Ki,
otlar saçar qahr-ı hengâmıda.
Anın kâmı birle tirilmek irür
Maaş eylemek ecdehâ karnide.
(O hükümdar, dünya hazinesine yılan bekçi koyar ki o yılan öldürme zamanında ateşler saçar. Dünyadan murad almak için o ejderha gibi yaşamalıdır.)
Nâkes u nâcins evlâdın kişi bolsun divân
Çekme mihnet kim, latif olmas kesâet âlemi.
Kim küçük birle hötükke nice qılsafî terbiyet
İt bolur, dağı eşek, bolmaslar asla âdemi.
(Alçak ve soysuz evlat sahipleri toplansınlar. Sı kılma ki kesafet âleminden letafet âlemine geçilmez. Çünkü köpek yavrusu ve sıpayı ne kadar eğitsen de asla adam olmazlar.)
Ali Şir Nevai’nin Edebi Kişiliği Şiirlerini Türkçe ve Farsça yazan Ali Şîr Nevâî, Arapçayı da çok iyi öğrenmişti. Meşhur ilim adamlarından Molla Cami, onun şiir arkadaşlarındandır.
Kaşgarlı Mahmut‘tan sonra Türk diline en büyük hizmet eden kişi olarak tanınan Ali Şîr Nevâî, Muhâkemetü’l-Lügateyn adlı kitabında Türkçe ile Farsça’yı karşılaştırarak pek çok yerde Türkçe’nin üstünlüğünü savunmuştur. Ali Şîr Nevâî, bu kitabını Türkçe’yi bırakarak eserlerini Farsça verenlere ithafen yazmıştır. Ali Şîr Nevâî, Türkçe yazdığı şiirlerinde Nevâî, Farsça yazdığı şiirlerinde ise Fanî mahlaslarını kullanmıştır. Ali Şîr Nevâî’nin dördü Türkçe, biri de Farsça olmak üzere beş ayrı divanı vardır. Türkçe divanlarının genel adı Hazâinü’l Maânî’dir. Türkçe divanlarını, Garâibü’s-Sağîr, Nevâdirü’ş Şebâb, Bedâyiü’l-Vasat ve Fevâidü’l-Kiber adları altında yazmıştır. Beş mesnevisinden meydana gelen Hamse’si ile Türk edebiyatının ilk hamse yazarı Ali Şîr Nevâî’nin divanlarından hariç 18 ayrı eseri daha vardır. Bunlar sırasıyla şunlardır:
Hayretü’l-Ebrâr, Ferhat ve Şirin, Leyla ve Mecnun, Seb’a-i Seyyârem, Sedd-i İskender, Lisânü’t-Tayr, Muhâkemetü’l-Lügateyn, Mecâlisü’n-Nefâis, Mîzânü’l-Evzân, Nesâimü’l-Mehabbe, Nazmü’l-Cevâhir, Hamsetü’l-Mütehayyirîn, Tühfetü’l Mülûk, Münşeât, Sirâcü’l-Müslimîn, Tarihu’l-Enbiyâ, Mahbûbü’l-Kulûb fi’l-Ahlâk, Seyfü’l-Hâdî ve Rekâbet-ü’l-Münâdî.
Ali Şîr Nevâî’nin eserleri hem yazıldıkları devirde, hem de daha sonra bütün Türk dünyasında zevkle okunmuş, pek çok ünlü Türk şairi onu örnek almış, ona övgü yazmıştır. XV. yüzyılda yaşamış büyük Osmanlı Şairi Ahmet Paşa, XVI. Yüzyılda yaşamış ve Azeri lehçesiyle yazmış ünlü Fuzûlî, Ali Şîr Nevâî’den etkilenmişlerdir. Bir çok Osmanlı aydını, bu arada Yavuz Sultan Selim, Nevaî’nin hayranı idiler. XVIII. yüzyılda büyük divan şairimiz Nedim bile Ali Şîr Nevâî dilinde (Çağatay lehçesinde) şiirler yazmıştır. Türkiyeli pek çok şair Ali Şîr Nevâî’nin şiirlerine nazireler söylemişlerdir. Bu tesir Tanzimatsonrasında bile kendini göstermiş, Ziya Paşa‘nın Harâbât adını taşıyan üç ciltlik antoloji eserinde Ali Şîr Nevâî’nin şiirlerine önemli bir yer verilmiştir. Günümüzde yayınlanan bütün edebiyat tarihlerinde de Ali Şîr Nevâî, ilmi, irfanı, sanatı, Türkçülüğü ve olumlu tesirleriyle övülür.
Ali Şir Nevai’nin Eserleri
· Hazâinü’l Maânî
· Garâibü’s-Sağîr
· Nevâdirü’ş Şebâb
· Bedâyiü’l-Vasat
· Fevâidü’l-Kiber
· Hayretü’l-Ebrâr
· Ferhat ve Şirin
· Leyla ve Mecnun
· Seb’a-i Seyyârem
· Sedd-i İskender
· Lisânü’t-Tayr
· Muhâkemetü’l-Lügateyn
· Mecâlisü’n-Nefâis
· Mîzânü’l-Evzân
· Nesâimü’l-Mehabbe
· Nazmü’l-Cevâhir
· Hamsetü’l-Mütehayyirîn
· Tühfetü’l Mülûk
· Münşeât
· Sirâcü’l-Müslimîn
· Tarihu’l-Enbiyâ
· Mahbûbü’l-Kulûb fi’l-Ahlâk
· Seyfü’l-Hâdî
· Rekâbet-ü’l-Münâdî Muhakemet’ül Lugateyn
Burada bütün hayatını Türkçe’nin tanıtımına vakfetmiş olan Ali Şîr Nevâî’nin özellikle Muhâkemet-ül-Lugateyn adlı eserinden bahsetmek, onun Türk dili hakkındaki düşüncelerini yansıtmak açısından yararlıdır.
Ali Şîr Nevâî’nin Muhâkemet-ül-Lugateyn adlı eseri, bu günkü yazımızla küçük boy bir kitabın 50 sayfasını ancak doldurur. Fakat hacim bakımından küçük olan bu kitap, muhtevasının değeri ile deryalar kadar büyüktür.
İki dilin yargılanması, karşılaştırılması, muhakeme edilmesi demektir. Özbek dilbilimcisi Ali Şir Nevaî tarafından Çağatayca ile yazılmıştır.
Nevaî, edebî dil olarak Çağatayca’nın Farsça’ya nazaran üstün olduğuna inanmış ve Aralık 1499’da tamamlanmış Muhakemet’ül Lugateyn’de de iddiasını savunmuştur. Özellikle Türk dilinin hayvan isimleri ve fiil zenginliği yönünden Farsça’dan daha üstün olduğunu gösterir. Ali Şir Nevaî bu eserde yeryüzündeki başlıca dilleri Arapça, Hintçe, Çağatayca ve Farsça olarak sayar. Arapça’nın en üstün ve Hintçe’nin en değersiz dil olduğunun bilinen bir gerçek olduğunu ifade ettikten sonra, geri kalan iki dil arasında hangisinin daha üstün olduğunu çeşitli delillere dayanarak münakaşa eder. Sonuç olarak Çağatayca’nın Farsça’dan daha üstün bir dil olduğunu ispat eder. Nevaî, eserinde birçok defa Türkçe kelime haznesinin Farsça’ya nazaran daha zengin,güzel ve esnek olduğunu düşündüğünü dile getirmektedir. Örnek olarak:
Birçok Çağatayca kelimenin üç, dört ya da daha fazla anlamı vardır, lâkin Nevaî’nin dediğine göre Farsça’da böyle bir esneklik yoktur.
Türkçe lehçelerinde ördek manasını taşıyan dokuz tane kelime vardır, ki bu da Türkçe lehçelerinin kapasite bakımından üstünlüğünü gösterir. Farsçada ise Nevaî’nin dediğine göre ördek için sadece bir kelime vardır.
Eserin yazılmasının önemli bir sebebi, o dönemde Türk aydınları arasında Farsça kullanımı yönünde yaygın bir özenti olmasıdır. Şiir yazmaya müsait bir dil olması sebebiyle Farsça rağbette idi. Muhakemet’ül Lugateyn bu bakımdan gerçekten etkili olmuş ve Ali Şir Nevaî’den sonra Çağatayca’ya rağbet artmış, özellikle şiir büyük gelişme göstermiştir.
Muhâkemet-ül-Lugateyn’den bazı cümleler:
“… Nazım bahçesinin şakrak bülbülü, Nevaî mahlasını alan Ali Şir (Allah günahlarını yargılasın ve ayıplarını kapatsın) şöyle arz eder:
“Söz bir incidir ki onun denizi gönüldür ve gönül bütün anlamları kendisinde toplar. Nitekim denizden cevherleri dalgıçlar çıkarır ve onlara mücevherciler katında değer biçilir. Gönülden söz incileri çıkarma şerefine erenler de (dalgıçlar da) bu işin mütehassısıdırlar. O inciler bu mütehassıslar ağzında canlanır, nisbetlerine göre yayılır ve ün kazanırlar. İnciler değer bakımından çok farklı olurlar. Bir tümenden yüz tümene kadar (bir liradan binlerce liraya kadar) olanları vardır. Elden ele geçen ucuz incilerle, sultanların kulaklarına küpe olan incilerin değerleri bir mi? “… Şöyle bilinir ki, Türk Fars’tan daha keskin zekalı, daha anlayışlı, daha saf, daha pek yaratılışlıdır. Fars ise ilimde ve gayret sarfıyla elde edilen bir anlayışta daha olgun ve derin görünüyor. Bu hal Türklerin doğru, dürüst, temiz niyetinden, Farsların da fen ve hikmetinden belli oluyor… Ve lakin, Türk ve Fars dilleri arasındaki kusursuzluk veya noksanlık bakımından çok büyük farklar vardır. Söz ve ibarede, kelimelerin anlam ve kavramında, Türk Fars’tan üstündür. Türkün öz dilinde öyle incelikler, güzellikler, sanatlar vardır ki inşallah yeri gelince gösterilecektir… “ “… Türkün Fars’tan daha üstün, daha kabiliyetli, daha açık ve parlak olduğunun şundan kuvvetli delili olur mu: Bu iki milletin gençleri, ihtiyarları, büyükleri, küçükleri arasında kaynaşma aynı derecededir. Alış-verişleri, işleri, güçleri, düşüp kalkmaları, oturup durmaları, birbirinden hiç farklı değildir. Aynı hayat şartları içinde yaşarlar… Böyle olduğu halde Türklerin hepsi Farsça’yı kolayca öğrenir ve konuşur. Oysa Farsların hiç biri Türkçe konuşamaz. Yüzde, belki binde biri Türkçe öğrenir ve konuşursa da, onun Türk olmadığı daha ilk sözünden belli olur… Türkün Fars’tan kabiliyetli olduğuna bundan daha kuvvetli tanık olamaz ve hiçbir Fars bunun aksini iddia edemez… “ “… Fars dili yüksek ve derin konuları anlatmada yetersizdir. Çünkü Türkçe’nin oluşumumda ve konularında pek çok incelik, özgünlük vardır. İnce farklar, en uçucu kavramlar için bile kelimeler yaratılmıştır ki bilgili kimseler tarafından açıklanmazsa kolay anlaşılamaz. “ “… Türkün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak, Farsça şiirler söylemeğe özeniyorlar. İyi ve etraflı düşünseler, Türkçede bu kadar genişlikler, incelikler, derinlikler ve zenginlikler durup dururken, bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha kolay, şiirlerinin daha beğenilir olacağını anlarlar.Yukarıdaki yazı http://www.turkedebiyati.org/ali_sir_nevai.html sayfasından alınmıştır. Atıf yapılacaksa bu adresin kullanılması önemle rica olunur.