Ahmed Vefik Paşa

Tam boy görmek için tıklayın.

Devlet adamı, Türkolog  Lügat Âlimi, Tiyatro Edebiyatının Kurucusu ve Çevirmen

Hazırlayan: Mehmet Memiş, (E) öğretmen.

Büyük babası ve babası tarafı ile devlete tercümanlar vermiş münevver bir aileden gelen Ahmed Vefik, bütün tahsil yıllarını ve ilk memuriyet hayatını içine alan II. Mahmud devrinde İstanbul’da doğdu. Doğum yılı için 1823’ten (1238) başlayıp 1813’e (1228) kadar çıkan farklı tarihler verilmektedir. 

Ahmed Vefik ilk tahsilden sonra 1831’de, evvelce büyük babası Yahyâ Nâci Efendi’nin tercüman ve hoca olarak vazife gördüğü ve seçkin aile çocuklarının alındığı Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’a girdi. İshak Hoca’nın başhocalığı sırasında başladığı bu dört sınıflık mektebin ikinci sınıfını okumuş iken burayı bitiremeden, 1834 Temmuzunda Paris’e tayin edilen Mustafa Reşid Paşa’nın yanında elçilik tercümanlığına getirilen babası ile birlikte Paris’e gitti. Tahsiline Paris’in en gözde mekteplerinden olan Saint-Louis Lisesi’nde devam etti. Rivayete göre Alexandre Dumas-Fils ile burada sınıf arkadaşı olmuştu. Aile muhitinden başka, Mühendishâne’de de gördüğü Fransızca’sını bu mektepte mükemmel hale getirdiği gibi Fransa’daki müfredat dolayısı ile Latince ve Grekçe de öğrendi. Bir yıl sonra memlekete çağrılan Reşid Paşa geçici olarak Paris’ten ayrılırken babası elçilik müsteşarlığına yükselen Ahmed Vefik, üç ay kadar sonra elçilikle yeniden dönüp 13 Eylül 1836’da Londra sefiri tayin edilene kadar Paris’te kalan Mustafa Reşid Paşa’ya meziyet ve kabiliyetlerini tanıtma fırsatını buldu. Reşid Paşa’nın ayrılışından sonra da maslahatgüzar babası ile bir müddet daha Paris’te kalan Ahmed Vefik 1837’de İstanbul’a döndüğünde, daha önce dedesi ve babasının da vazife görmüş oldukları Tercüme Odası’na memur olarak tayin edildi. Mustafa Şekib Efendi’nin maiyetinde sefâret kâtipliğiyle rütbesi de “râbia”ya yükseltilerek Londra’ya gönderildi. Bu yeni vazife, kültürüne başka bir kapı açan İngilizce’yi kazandırdı. İki sene sonra, kaynaklarda mahiyeti belirtilmeyen hususi bir vazife ile Sırbistan’a gönderilişinden (1842) başlayarak, rütbe ve kademe ilerlemeleri hep Tercüme Odası kadrosunda olmak üzere, 1842-1849 yılları arasında Hariciye Nezâreti’nce uhdesine, birinci sınıf hulefâlığına yükselişi yanı sıra, pasaport muayene dairesi başkanlığı, İzmir’de tâbiiyet meselelerinin halli işi (1843), iki yıl sonra İstanbul’a dönüşünde de 1845 sonlarında terfi ettirilerek Tercüme Odası mümeyyizliği verildi. 1849 yılında Tercüme Odası başmümeyyizliğine yükseltildi. Türkiye’ye sığınmış Macaristan ihtilâli mültecileri konusunda Baltalimanı Konferansı’nda ve Çar nezdinde sürdürülen temaslarla varılan kararları yerinde yürütme işi yanı sıra, Fuad Paşa’nın yerini alacak en uygun kimse olarak 1849 Aralığında Memleketeyn komiserliğiyle vazifelendirildi. Kesif politik temaslarla geçen günlerden sonra 21 Mart 1850’de fevkalâde komiserlik vazifesini devralmak üzere Bükreş’e gitti. On sekiz ay süren bu memuriyeti sırasında mükemmel bir diplomat olduğunu ispatlayan Ahmed Vefik, vazifesi bittiğinde buradaki hizmet ve başarılarından dolayı Sultan Abdülmecid namına hususi bir takdirname ile taltif edildiği gibi, başta Rumenler’inki olduğu halde yabancı basında da şahsiyetini ve başarılarını öven yazılar çıktı. Boğdan Prensi Stirbey de Rumen halkı adına kendisine bir teşekkürname yayımlamıştı.

Romanya’dan ayrılmadan Encümen-i Dâniş’in 1 Haziran 1851’de kuruluşu ile birlikte adları da ilân edilen kırk kişi arasında buraya aslî üye seçilişi ardından, İstanbul’a gelişinden birkaç gün sonra da 15 Haziran 1851’de Tahran büyükelçiliğine tayin edildi ve bu münasebetle rütbesi ûlâ sınıf-ı sânîsine yükseltildi (haziran sonu). 

Ahmed Vefik, Kırım Harbi dolayısıyla İran’da çeşitli Rus entrikalarının döndüğü bir zamana rastlayan bu vazifesinde Türk menfaatlerinin korunması bakımından büyük bir dirayet gösterdi. Kırım Harbi’nin patlak vermesinden az önce, bir sene içinde İran’daki işlerini bitirebileceğini ümit eden Ahmed Vefik vazifesinden 1854 Eylülünde izinli olarak ayrılırken Bağdat mıntıkasını ve doğu sınır bölgesini teftişe de memur edilmişti. 1 Eylül’de İran hükümdarı Nâsırüddin Şah tarafından huzura kabul olunup güç şartlar altında dirayetle yerine getirdiği hizmetlerinden dolayı kendisine şahın elmaslı portresiyle birlikte İran’ın en büyük nişanı verilmiştir. Tahran sefirliği sıfatı uhdesinde kalmak üzere, ileri gelen devlet adamlarına mahsus bir mevki olan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye âzalığına getirildi (8 Ocak 1855). Meclis-i Vâlâ’daki vazifesini, birbirini takip eden sadrazam değişiklikleri ve bu arada Âlî Paşa’nın sadâreti sırasında da muhafaza eden Ahmed Vefik’e Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa’nın kısa sadâreti zamanında 10 Aralık 1859’da Paris büyükelçiliği verildi.

Meclis-i Vâlâ âzası olarak 14 Nisan 1861’de İstanbul’a dönen Ahmed Vefik, 23 Kasım 1861’de kurulan Fuad Paşa kabinesinde, paşa henüz fevkalâde komiserlikle Şam’da bulunmakta iken, Yûsuf Kâmil Paşa’nın sadâret kaymakamlığı sırasında doğrudan doğruya hükümdar iradesiyle Evkāf-ı Hümâyun nâzırı oldu. Burada, Süleymaniye Camii’nin sürdürülmekte olan iç tamir ve restorasyonunda gösterdiği fevkalâde gayret ve hizmetten dolayı, cami kısmen tekrar ibadete açıldığında (15 Şubat 1862) ikinci rütbeden Osmanî nişanı ile taltif edildi. Büyük bir kararlılıkla bu nezârete bağlı müesseselerdeki birçok yolsuzlukların üstüne gitmesi yüzünden bunları işleyenlerin hâmisi veya yakını durumunda olan bazı ileri gelenlerin kin ve düşmanlıklarını üzerine çekti.

Evkaf Nezâreti’nde altı ay kaldıktan sonra yapılmak istenen malî ıslahat için Sadrazam Fuad Paşa’nın kurulmasına ön ayak olduğu Dîvân-ı Âlî-i Muhâsebat başkanlığına bakan statüsü ile getirildi (29 Mayıs 1862). Dîvân-ı Muhâsebat başkanlığı vazifesinden 1863  ayrılarak yine Meclis-i Vâlâ Kavânîn Dâiresi âzalığına geçti.  Bu arada Dârülfünun’da Hikmet-i Târih adı altındaki dersleri vermeye başladı. Hulâsaları Tasvîr-i Efkâr gazetesinde tefrika halinde basılan bu dersler ancak bir buçuk ay kadar devam edebildi. 

Anadolu sağ kol müfettişliğine tayin edildi. 4 Mayıs 1863’te İstanbul’dan ayrıldı. Daha Darıca, İzmit gibi ilk merhalelerinden başlayarak vardığı her yerde giriştiği yapıcı olduğu kadar hızlı ve çok başarılı parlak icraatlarla kendini gösterdi. İhmal ve büyük zelzele dolayısıyla baştan başa harap vaziyette gördüğü Hüdâvendigâr (Bursa) vilâyetinin imarı işi, Ahmed Vefik’i teftiş sahasının ileriki duraklarına gitmekten alıkoydu. Devletin ilk pâyitahtını içinde bulunduğu harap halden kurtarmayı millî bir izzetinefis meselesi kabul eden Ahmed Vefik, Bursa’yı iptidaî ve yıkık dökük bir şehir olmaktan çıkarıp mâmur bir hale getirmek için büyük gayret sarfetti. Müfettiş Suyu diye halkın  kendi adını verdiği sular indirmiş, bataklıkları kurutmuş, eşkıyalığın kökünü kazımıştı. Bursa’nın tarihî eser ve âbidelerinin kurtarılması ise Ahmed Vefik’in adını, daha sonra valiliğinde yaptıkları ile beraber yıllarca dillerden düşürmeyen en büyük hizmet ve başarılarından oldu. Ulucami de tekrar eski güzelliğini bulurken şehirdeki bütün selâtin cami ve türbeleri onun gayretiyle tamire girer. Bu arada Osmanlı Devleti’nin ilk iki hükümdarı Osman ve Orhan gazilerin köhne ev yığınları arasında görünmez olmuş türbelerini de çevrelerini açarak ortaya çıkardı. Ahmed Vefik, tamir edilen camileri, hanları, çeşme ve şadırvanları ile Bursa’yı bir imar şantiyesi haline getirmişti. Burayı güzelleştirme ve mâmur kılma uğrundaki hizmetleri herkesçe teslim edilen Ahmed Vefik Paşa şehir halkı tarafından yıllarca “Bursa’nın kurtarıcısı” diye anıldı.

Bu arada 2 Ekim 1864’te bütün müfettişlikler lağvedildi ve kendisine yeni bir vazife verilmedi. Rumelihisarı’ndaki köşküne çekilen Ahmed Vefik, azlini gerçekleştiren Fuad Paşa kabinesini takip eden Rüşdü ve Âlî paşaların sadâretleri zamanında yedi sene boyunca vazifeden uzak kaldı.

Bu yıllarını çeşitli sıkıntılar içinde geçiren Ahmed Vefik, bu devrede kendini adını edebiyat ve fikir hayatımızda bir şöhret yapacak çalışmalara verdi. İlk Molière tercümeleriyle mektepler için kaleme aldığı Fezleke-i Târîh-i Osmânî, mühim bir folklor ve dil derlemesi olan Atalar Sözü (Türkî Durûb-i Emsâl) ve Micromégas tercümesini b yıllarda ortaya koydu. Télémaque ve Gil Blas’ın tercümesine başladı. Bir maarifçi tarafı her zaman kendini gösteren Ahmed Vefik, bu arada talebe için yer adlarını Türkçe okunuşlarına göre tertiplediği dünya küresi ile çeşitli haritalar da bastırdı.

Mahmud Nedim Paşa  sadrazam olur olmaz kendisine tekrar mühim makamların yolu açıldı. 1871 den itibaren Ahmed Vefik, iki sene esnasında birbiri ardınca getirildiği  makamlar içinde anılması gereken en mühim icraatı Maarif nâzırlığında göstermiştir. İlkokul tahsilini yaygınlaştıracak tedbirlerin alınması üzerinde durması, köy mekteplerine tahsisat temini, maarif işlerinin düzenli bir şekilde yürütülebilmesi için vilâyet merkezlerinde hususi komisyonların kurulması, bu kısa süreli nâzırlığının memleket maarifine bilhassa kazandırdıklarındandır.

Şûrâ-yı Devlet âzalığına son verilmesiyle yazı ve neşir faaliyeti için yeniden fırsat bularak bu sırada, devrin şartlarına göre şaşılacak bir derleme kudreti ve büyük bir sabırla hazırladığı, aynı zamanda Türk lugatçılığında yeni bir çağ başlatan iki ciltlik Lehce-i Osmânî adlı çalışmasını ortaya koydu. Lugatının neşri sırasında 1876 Ağustosu başında hükümetçe memur edildiği 1876 Eylülünde toplanan Petersburg Orientalistler Kongresi’nde Türkiye’yi temsil etti ve ayrıca Türk-Tatar seksiyonunun başkanlığını yaptı.

Abdülaziz’in ölümünden (4 Haziran 1876) sonra vazifeye getirilmek için yeniden hatırlanan Ahmed Vefik bu devrede devlet hizmetinde gelinebilecek en yüksek makamlara erişti. Özellikle Abdülhamid’in saltanatının ilk yıllarında mühim siyasî vak‘aların içinde yer aldı.  Ahmed Vefik’e siyasî kanaatleri bakımından güven duyan Abdülhamid,5 Şubat 1877 günü, memlekette hiç denenmemiş, yepyeni bir vazife olan Meclis-i Meb‘ûsan reisliği emanet edildi. Az bir zaman sonra da 19 Mart 1877’de meclisin açılışı ile kendisine paşa unvanını kazandıran vezirlik rütbesi verildi (26 Mart 1877).

24 Ağustos 1877’de, Rus ileri harekâtı dolayısıyla harp havası içine girmiş olan Edirne valiliğine tayin edildi. Ancak üç ay kadar sonra sıhhî mâzeret sebebiyle 29 Kasım 1877’de bu vazifeden alınıp Âyan Meclisi’ne âza yapıldı (27 Aralık 1877). İki hafta sonra da 11 Ocak 1878’de Ahmed Hamdi Paşa kabinesinde kendisine ikinci defa olarak Maarif nâzırlığı verildi. Yirmi dört gün sonra ise 4 Şubat 1878’de, Dâhiliye nâzırlığı da kendi üstünde olmak üzere, başvekil unvanı ile Hamdi Paşa’nın yerine hükümet başkanlığına getirildi. 

Felâketle neticelenen Doksanüç Harbi  sonrası buhranlı dönemde mesuliyet yüklenen Ahmed Vefik, aldığı enerjik tedbirlerle duruma hâkim olmak ve içinde bulunulan değişik plandaki sıkıntıları hafifletici çareler bulmak dirayetini gösterdi. Rus ordusunun her an şehre girme tehdidi ve hükümdarla birlikte hükümetin pâyitahttan ayrılması gibi ihtimallerin yanı sıra karşı karşıya gelinen iktisadî krizin eşiğinde bir panik havasına düşülmesini, toparlayıcı ve güven verici şahsiyetiyle önledi. Sokaklarda, cami köşelerinde sürünen muhacir kitlelerinin Anadolu’ya yerleştirilmesini sağlamak gibi o günlerin çetin bir gailesinin de üstesinden geldi. Ayastefanos Antlaşması’nı da içine alan iki ay dokuz günlük çok yorucu ve yüklü bir hizmetten sonra 18 Nisan 1878’de azledildi. 

4 Şubat 1879’da Bursa’ya vali tayin edildi. Bursa’nın imar ve tanzimi için daha önce müfettişliği sırasında başlamış olduğu faaliyetlere daha geniş imkânlarla devam etti. Aleyhindeki söylentilere bir cevap olurcasına, buradaki üstün hizmetlerine mükâfat olarak valiliğinin üçüncü senesine girdiği sırada kendisine devletin en büyük nişanı olan birinci rütbeden murassa‘ nişân-ı Osmânî verildi (12 Ocak 1882). Bursa’da ipekçiliği geliştirmek, gülcülük ve gülyağı sanayiini ilerletmek, pirinç ekimini teşvik etmek, harap mektepleri tamir ettirip ayrıca yenilerini de açarak mektep sayısını arttırmak, kız çocukları da dahil okuma yaşındaki bütün çocuklara ilkokul mecburiyetini getirmek, Bursa’yı köstebek yuvasına çeviren çıkmaz sokaklardan kurtarmak, geniş caddeler açmak gibi şehrin iktisat, maarif ve medenî seviyece kalkınmasını gaye edinen işler valiliğinin başta gelen hizmetlerinden oldu. Ayrıca İnegöl’deki Çitli maden suyunu da işleterek müfettişliği sırasında kurulmasına ön ayak olduğu memleket hastahanesine vakıf şeklinde gelir kaynağı haline getirdi. Bir taraftan da restorasyonlarını sağlayarak yine bir hayli harap cami ve tarihî eseri yıkılmaktan kurtardı. Bir de İstanbul’dan Bursa’ya gelmiş oyuncuları aylığa bağlayarak her yıl dokuz ay müddetle haftada üçer defa temsiller veren ve gelirinin bir kısmını memleket hastahanesine ayırdığı bir tiyatro kurdu, halka tiyatro kültürü ve sevgisini kazandırmaya çalıştı. Bütün bu işler arasında, daha öncekilere burada oynanmak için tercümelerini hazırladığı yenilerini katarak on altı kitaplık Molière külliyatı ile Télémaque tercümesini ve bir de Atalar Sözü adlı eserinin çok daha geliştirilmiş baskısını ortaya koydu.

Kendisine büyük ve unutulmaz bir şöhret kazandıran bu vazifeden, üç yıl yedi buçuk ay sürmüş gayret ve çalışmalarının sonunda, hakkındaki çeşitli şikâyetler dolayısıyla 16 Ekim 1882’de azledildi. Bir buçuk ay açıkta kaldıktan sonra 30 Kasım 1882 Cuma günü Said Paşa yerine ikinci defa başvekilliğe getirildi. Ancak kırk sekiz saat sonra azledilerek sadâret yine Said Paşa’ya verildi. 

Ahmed Vefik, hayatının bu defaki dokuz sene dört ay süren son ve en uzun azil devresinde Rumelihisarı’ndaki harap köşküne çekilerek kitapları arasında münzevi bir yaşayış içine gömüldü. Üzerinde yeniden emekler sarfederek Lehce-i Osmânî’nin geliştirilmiş, değişik bir tertibe sokulmuş yeni baskısı ile Cil Blas Santillani’nin Sergüzeşti ve Şeytan Avcıları adlı iki tercümesi basılı son eserleri oldu. Geride, basılmasına imkân ve meydan bulamadığı daha birçok yazısı vardı. Ömrünün, ailesini yoksulluğa götüren geçim sıkıntıları ve gittikçe artan rahatsızlıklarla dolu bu çileli devresi 1891 yılının 1 Nisan Çarşamba günü (21 Şâban 1308) Rumelihisarı’nda son buldu. Eyüp’te hazırlatmış olduğu mezara götürüleceği yazılmışken Rumelihisarı’nda Kayalar Mezarlığı’nda toprağa verildi. 

Millî varlığı Arapça-Farsça lugatların hâkimiyeti altında hissedilmez olmuş yazı dilini sadeleştirip Türkçeleştirmek, ifade zenginliklerini ortaya koymaya çalıştığı Türkçe’yi ön plana geçirmek ve sınırları Osmanlı mâzisinde kalmış bir tarih anlayışına Orta Asya Türklüğü’nde çok eski devirlere çıkan bir derinlik kazandırmak isteyen bir düşünce, Ahmed Vefik Paşa’nın şahsiyetinde çalışmalarının hareket noktası olmuş bir merkezdir. Ahmed Vefik Osmanlılığın milliyette, dilde ve tarihte daha geri bir mâzide ve Anadolu’dan çok daha doğudaki bir Türklüğün bir şube ve devamından başka bir şey olmadığı bilgisini bizde ilk uyandıranlardandır. Dilinin ve tarihinin Osmanlı ve Küçük Asya öncesi hakkında hiçbir fikri olmayan muhitimizi herkesten önce Orta Asya’daki Türk varlığından haberdar etmek gibi bir rolü olmuştur.

Şecere-i Türkî’yi Çağatay lehçesinden Osmanlı Türkçesi’ne nakletmesi, Osmanlıca’yı geniş bir Türk dili ailesinin bir kolu olarak göstermek gayesiyle Türk lehçelerinin bir tablosunu çizdiği lugatında Doğu Türkçesi’ne açılışı, Nevâî’nin Mahbûbü’l-kulûb’ünü bastırarak Türkiye’de Çağatay Türkçesi ile neşredilmiş ilk kitabı ortaya koyması, büyük bir Çağatay lugatına hazırlanışı, Nevâî’nin divanını bastırmak, Doğu Türkçesi metinlerinden bir antoloji meydana getirmek tasavvuru, kültürümüzü Türklüğün Orta Asya’daki kaynakları ile temasa getirmek düşüncesinin birer tezahürüdür.

Kaba Türkçe diye hor görülmüş halk dilinin sözlerini ve deyimlerini itibara kavuşturmak, Arapça ve Farsça’nın tesiriyle unutulan kelimeleri yeniden ana dile kazandırmak, bu ikisinin hâkimiyeti altında esas kendi lugatındaki servetinden uzaklaşmış ifadeyi halk deyimlerine, onun kuytuda kalmış sözlerine ve geçmişteki Türkçe’nin kaynaklarına açmak, Ahmed Vefik Paşa’da nazariyat yerine tatbikatı ile ifadesini bulan millî dil ülküsü olmuştur. Bu görüşle, halk ağzından çeşitli hikmet ve deyimleri derleyen Atalar Sözü kitabının yanı sıra, değer verilmemiş kelimelerini toplayıp Türkçe’nin zenginlik ve ifade kabiliyetini göstermek istediği lugatı ile temellendirmeye ve onları Molière’den Télémaque’a kadar edebî tercümelerinde, yadırganacaklarından çekinmeden canlandırmaya çalışması onu dilde sadeleşme ve Türkleşme hareketinin öncüsü yapar. Tarih ve dil sahasında bu ortaya koydukları Ahmed Vefik Paşa’yı çağdaşları içinde kaynağını Türkoloji bilgisinden alan Türkçü düşünüşün şuurlu ve ilk sırada bir temsilcisi olmak mevkiine yükseltmiştir.

Dil ve tarih sahasındaki çalışmaları bunun yanında Ahmed Vefik Paşa’ya memleketimizin en eski, hatta ilk türkolog’u olmak sıfatını kazandırmıştır. Ahmed Vefik Paşa’nın araştırma ve ilim sevgisinin kuvvetiyle kurduğu ve mevcudu zamanla 15.000’e varan bu kütüphane dillere destandı

Eserleri. 

1. SalnâmeOsmanlı Devleti’nin mülkiye, askeriye ve ilmiye sınıflarına göre idarî teşkilâtının, bunlar içinde yer alan makam ve memuriyet sahiplerinin isimleriyle birlikte geniş bir tablosunu veriren 1847 yılına ait bir resmî belgedir. 

2. Hikmet-i Târih. Dârülfünun’da kısa bir süre verebildiği derslerin 26 Şubat – 9 Nisan 1863 tarihleri arasında Tasvîr-i Efkâr gazetesinde sadece baştan kırk dört sayfasıyla bir kitap gibi tefrika edilip ayrıca küçük bir cilt halinde neşrolunan bu eser, taşıdığı modern tarih anlayışı ile devri için yeni bilgiler ve görüşler getirir. 

3. Şecere-i Türkî. Hârizm Özbek Hükümdarı Ebülgazi Bahadır Han’ın efsanevî devirlerden başlayıp daha sonra hânedanının geldiği Cengiz ve oğullarına geçerek Cuci Han yolu ile onların devamı olan Şeyban-Özbek hanları sülâlesinin kendisine kadar süren safhası ile, çağının kaynaklarının elverdiği nisbette, Orta Asya tarihini anlatan bir eser. 

4. Fezleke-i Târîh-i Osmânî. 1869’dan önceki ilk iki baskısında adı Târîh-i Osmânî olan bu eser rüşdiyelerde Osmanlı tarihinin okutulması için sahasında hazırlanmış ilk ders kitabıdır. 

5. Atalar Sözü-Türkî Durûb-i Emsâl. Millî kültüre ve halkın diline duyduğu büyük ilgi, Şinâsi gibi Ahmed Vefik’i de Türk atasözlerini toplamaya sevketmiştir. 

6. Lehce-i Osmânî. Çalışmaları içinde en mühimi olmaktan başka, Ahmed Vefik Paşa’nın fikrî ve ilmî şahsiyetini tam mânasıyla aksettiren bu eseri Türk lugatçılığında bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Lehce-i Osmânî, Osmanlı sahasında Türkçe’den Türkçe’ye ilk millî lugat olmak gibi bir değer taşımaktadır. 

Edebî Eserler. Tiyatro Çalışmaları.  Bu vadideki çalışmalarının en başında Molière’den, onu başlı başına bir mektep kılacak kuvvet ve zenginlikte Türkçe’ye kazandırdığı eserler gelmektedir. Halkı Batı tarzı tiyatroya ısındırmak için 1869’da Molière’den ilk adımda Türk zevkinin kolaylıkla benimseyebileceği, üçü basılı (Zor NikâhıZorakî TabibYorgaki Dandini), öbür ikisi de henüz basılmayıp az sonra temsile konmuş (Tabîb-i Aşk ve Hayalî Hasta = Merâkî) olmak üzere beş adapteden hareket ederek daha sonraki yıllarda kattıkları ile birlikte onun otuz üç eserinden en mühim ve yadırganmayacak olanlarını gözeten bir seçimle on altı oyununu Türkçe’ye mal eder. 

Ahmed Vefik’in Türk edebiyatında Batı’dan edebî adaptasyonun ilk olduğu kadar en başarılı örnekleri olan eserleri asılları derecesinde kuvvetli sayıldıktan öteye, hele bunlardan Zor Nikâhı güzellik ve üstünlükte aslını da aşan bir zirve kabul edilmiştir. Herkesçe paylaşılagelen bu takdir onun adapte ve tercümelerini nihayet birer şaheser sayacak noktaya kadar varmıştır..

Kendisini takip edenlerin hiçbiri gerek tercüme gerek adaptasyon olsun, Molière’i Türkçe’ye nakletmekte sayıca da Ahmed Vefik’e erişememiş, birkaç eserden daha ötesine gidememişlerdir.

Roman Tercümeleri. En başında Télémaque tercümesi  ve Voltaire’den Hikâye-i Hikemiyye-i Mikromega adıyla yaptığı Micromégas tercümesi gelir. Ahmed Vefik, bu sahada başka bir örnek olarak Lesage’ın Histoire de Gil Blas de Santillane adlı romanını da Cil Blas Santillani’nin Sergüzeşti adıyla Türkçe’ye çevirdi (1886). 

Eski Müelliflerden Yaptığı Yayınlar Ali Şîr Nevâî’nin, Mahbûbü’l-kulûb adlı Çağatayca eserini ilim dünyasına kazandırması bunların başında gelir. Öte yandan bir Çağatayca metinler antolojisinden başka Nevâî’nin Dîvânü’s-sagīr’i ile Kırım Hanı Halim Giray’ın hayatı hakkında bir önsöz ekleyerek divanının yapmayı düşündüğü neşirleri ise gerçekleştirmediği bir tasavvur olarak kalır.

Ahmed Vefik 1861-1873 yılları arasında gerçekleştirdiği bu neşir faaliyetinin ilki olarak Londra’da Koçi Bey Risâlesi’ni bastırdı (Zilhicce 1277 / Haziran-Temmuz 1861). Başında kendisinin küçük bir değerlendirme yazısı da bulunan bu neşrin, Ebüzziyâ Tevfik tarafından Ahmed Vefik’e aidiyeti belirtilmeden, sadece bir ikinci önsöz daha ilâvesiyle tekrar baskısı yapılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’tan sonraki kanun ve nizamnâmelerini bir araya getiren Düstur’un bir baskısı da ona havale edilmiş olduğu gibi, Halim Giray’ın Gülbün-i Hânân’ı da 1870’te onun eliyle neşir sahasına çıkar. Ahmed Vefik, aynı yıl ondan az önce Şeyh Sa‘dî’nin Gülistân’ının güvenilir eski nüshalarla karşılaştırılıp tashih edilmiş ve manzum parçaları Yesârîzâde’nin ta‘lik hattına çekilmiş çok itinalı bir baskısını da gerçekleştirdi.

Lukiyanus’un, Fransızca tercümelerinde Le Parasite adını taşıyan eserinin Rum patrikhânesi sekreteri ve Encümen-i Dâniş âzası Vasilaki Efendi tarafından Grekçe aslından Dalkavuknâme ve Der Ta‘rîf-i Saltanat-ı Dalkavukān-ı Şöhret-şiâr gibi iki ad altında yapılmış, devrin durumu ile çok mânidar benzerlikler ve ahlâkî tenkitler taşıyan tercümesi de mütercimin ölümünden on beş yıl sonra 1871’de onun eliyle ortaya konulmuştur.

KAYNAK:TDV İslâm Ansiklopedisi, müellif: Ömer Faruk Akün.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen