ORHAN ŞAÎK GÖKYAY

Bu Vatan Toprağın Kara Bağrında
Sıra Dağlar Gibi Duranlarındır

q orhansaikgokyay

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ORHAN ŞAÎK GÖKYAY

Türk edebiyatının en usta şairlerinden biri olan ve edebiyatımızda daha çok “Bu Vatan Kimin?” isimli şiiriyle tanınan Orhan Şaik Gökyay’ı 2 Aralık 1994 günü kaybettik.

Edebiyatla ilgilenen herkesin kabul etmesi gerektir ki, Orhan Şaik Gökyay’ın:

Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.

Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Huduttan hududa yol bulup koşan
Cepheden cepheyi soranlarındır

diye başlayan ve Türk kahramanlığını haykıran nefis mısraları, tıpkı Mehmet Akif’in  terennüm ettiği “İstiklal Marşı”, “Bülbül”  ve Arif  Nihat Asya’nın “Bayrak”  şiiri gibi, bir neslin millî heyecanını  hep taze tuttuğu gibi, gelecek nesillere de aynı ruh ve heyecanı taşıyacak değerdedir.

O, hayat, boyunca milliyetçilik ülküsünden asla taviz vermemiş, fikirlerini pervasızca ifadeden çekinmemiştir.

Kolaya saydırıp işin gücünü
Yerlerde koymayıp Türk’ün öcünü
Adına dizilmiş darağacını
Bayraklara direk yapan bizdendir!

diyen Gökyay, kendi ifadesiyle, adına kurulan darağacını, bayrak direği yapacak kadar idealist ve cesur bir şahsiyetti.

Orhan Şaik, 3 Mayıs 1944’te Irkçılık-Turancılık olaylarının içinde bulunduğu için, Vekalet emrine alınmış ve Ankara’dan İstanbul’a sevkedilmişti. 11 aylık mevkufiyetten sonra beraat ederek hürriyetine kavuşmuş, merhum Reşat Şemseddin Sirer’in Millî Eğitim Bakanlığı döneminde Galatasaray Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine tayin edilerek, mesleğine iade olunmuştu.

Bilindiği gibi, 3 Mayıs, tarihimiz içinde bir uyanışın başlan gıcı olması itibariyle son derece önemlidir. “İkinci dünya sava şının sona ermekte olduğu 1944 yılında ülkemizde yavaş yavaş ortaya çıkmağa başlıyan yerli kızıllarca, Türk milletinin tarihi, mukaddesatı açıkça tahkir ediliyor, imanına, ahlâkına mütema diyen saldırılıyordu…

Büyük Türkçü Nihal Atsızın da belirttiği gibi: “Bir sabah komünist olarak uyanmamız gibi korkunç ihtimali, 3 Mayıs 1944’te birkaç bin meşhul milliyetçi gencin yaptığı asil ve şuurlu hareket önlemiştir…”

Orhan Şaik, millî duygularını, kendine has vasıfları yanında, arı ve pürüzsüz bir dille yazdığı “Üç Nehir” şiirinde de dile getirmiştir:

Şu kızıl rüzgârlar esen diyarda
Sular bir yolcudur, gider yolunca.
Meriç kaybolurken sisli dağlarda
Bir nar bahçesidir köprüde Tunca.

Biri de bendedir bu üç nehrin
Benim de gönlümden sular akmada.
Bu giden yolcuyu geri çevirin
Bu giden yolcular beni yakmada.

Sanmayın sâdece yapraklar taşır
Düşmandan gizlece topraklar taşır.
Meriç’in sulan bayraklar taşır
Sınır boylannda güneş solunca.

O, aynı şiirde, vefasızlık ve geçmişimizle kopukluğumuz dan duyduğu elemi de, bir çağlayan halinde şöyle belirtir:

Yâdellerde kaldım sorulmadım ben
Bir suyum, bulandım durulmadım ben.
Dağlar aştım geldim yorulmadım ben
Daha çok çağlarım, gamla dolunca!

1902 yılında İnebolu’da dünyaya gelen Orhan Şaik Gökyay, İstanbul Yüksek Muallim Mektebini bitirdikten sonra Kastamonu, Malatya, Edirne, Eskişehir ve Bursa Liselerinde edebi yat öğretmenliği ve müdürlük görevlerinde bulunmuştur. Bu arada 1941’den itibaren üç yıl süre ile Ankara Devlet Konser vatuarı Edebiyat Öğretmenliği ve Müdürlüğünü deruhte etmiştir. 1951’de M.E.B.lığı tarafından Kültür Ataşesi ve Öğrenci Müfettişi olarak gönderildiği Londra’dan 1954’te dönünce. Çapa Eğitim Enstitüsü ve Yüksek Muallim Mektebinde Türk Dili ve Edebiyatı okuttu. 1967’de emekliye ayrıldı.

İlk şiirlerini, Balıkesir’de, öğretmenken, arkadaşlarıyle bir likte çıkardığı “Çağlayan” dergisinde yayınlayan şairin, daha sonralan Adsız Mecmua, Orkun, Ülkü, Yücel ve Türk Dili gibi dergilerde şiir ve yazıları yer aldı.

O’nun, kitaplığımızın büyük boşluğunu dolduran:

Dede Korkut, Bugünkü Dille Dede Korkut Masalları, Gölge Tiyatrosu Tarihi, İslâm Devletleri Tarihi, Kâbusnâme (mercimek Ahmedden). Devlet Konservatuar, Tarihçesi, Kâtip Çelebi gibi kıtaplanyle, tercüme eserleri bulunmaktır .

Halk Edebiyatının tesirinde kalarak, hep hece vezniyle yazdığı şiirlerinde dile getiren Gökyay’a. Kültür Bakanlığı’nca 1981 Yılı Şiir Başarı Ödülü” verilmişti.

Şiirlerinde, nazım biçimlerinin her türünü denemekle bera ber, hece ölçüsünü öylesine ustalıkla kullanmıştır ki;

Dallarını eğip de tutamadığım
Hoş yemişlerinden hiç tadamadığım
Gölgesi altında bir yatamadığım
Ağaçlar içinden bir seslenen var.

Bir kervana köle deseler safsalar
Geçen bulutlara su olsam katsalar
Beni benden alıp bırakıp gitseler
Gidilmez yerlerden bir seslenen var.

mısralarını ihtiva eden’Bana Bir Seslenen Var” şiirinin, ilk üç mısraları 12 heceli olduğu halde, son mısralar 11 hecelidir. Bu bir teknik hata değil, şairin bilerek denediği bir biçimdir. Ve şiirde hiç aksaklığa meydan vermediği gibi, çoğu kimse de farkında olmamıştır.

Şair olmakla beraber, aynı zamanda edebiyat tarihçisi, araştırmacı ve iyi bir münekkit olan Orhan Şaik, T.D.K.da yaptığı bir konuşmada: “Yeni çıkan her kitabı, acaba yanlış var mı? diye okuduğunu” söylemişti… Ancak kendisi, yukarı daki şiirlerinde geçen:

Gölgesi altında bir yatamadığım

mısraında “altında” kelimesini fazladan kullanmıştır. Çünkü gölgenin altı olmaz. Gölge zaten ağacın altındadır. Lâtife kabilinden de olsa, sağlığında bu hususu kendisine söyleyebilmiş olmayı ne  kadar isterdim…

O, halk edebiyatımızın öylesine tesiri altında kalmış ve halk tarzı şiirir öylesine benimsemiştir ki :

Beni koyup giden cefacı dilber
Koyduğum yerlerde duramıyorum.

diye başlayan “Gurbet” şiirim okuduğumuz zaman, XIX. ncu yüyzılın ünlü halk şairi Seyranînin:

Cezbe dilden midir dilberden midir
Dil bilmez dilberden soramıyorum.

mısralarını hemen hatırlıyabiliyoruz.

Yine “Divan Edebiyatı” konusunda verdiği bir konferansta:

– Eğer divan edebiyatı şairlerinden birinin gönlü kaybolmuşsa, biliniz ki, o gönül yârin saçlarına takılmıştır. Yârin zülf-i siyahı, benim baht-ı siyahımı ayaklar altına aldı. Çünkü saçları topuklarındaydı, demişti…

Evet Celâl Sahir’in :

Başımla gönlümü edemedim eş
Biri yüz yaşında, biri yirmi beş.

dediği gibi, Orhan Şaik Gökyayın da yaşı yüze yaklaşmasına rağmen ömrünün son günlerine kadar gönlü hep yârin saçlarına takılmış ve yirmi beşten yukarıya çıkmak istememişti…

O’nun “Gurbet” şiirinden bazı bölümleri burada tekrarlıyarak rûhunu şâdetmek istiyoruz:

Beni koyup giden cefacı dilber
Koyduğun yerlerde duramıyorum
Beni de alsaydın n’olur beraber
Derdimi kimseye veremiyorum.

Çıksam şu dağların yücelerine
Eş olsam gurbetin gecelerine
İmrenir dururum nicelerine
Bir ben mi murada eremiyorum?

Bu gül yaprağı mı, dudak değil mi?
Ne diye kıvrılmış yazık değil mi?
Sana giden yollar uzak değil mi?
Korkumdan bir türlü soramıyorum.

Bağnmda koç gibi dağlar yatışır
Görünmez dallarda kuşlar ötüşür
Bir yerim var benim yanar tutuşur
Bir yerim kanıyor, saramıyorum.

Abdullah Satoglu

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen