Faruk Nafîz Çamlibel

fnafizcamlibelŞiiri, kristal bir menşurdan geçip binbir renge dönüşen sesli ışıklara benzeten Goethe: “Hayatın da, ölümün de sırrına erip, rûha gömülen bir hazine ve batmayan bir güneşle kucak kucağadır” diye devam eder.
İşte, şiirlerinde bu sırra erip, o ruhu yakalamış büyük şairlerimizden biri olan Faruk Nafiz Çamlibel, bugün artık gök kubbemizde bıraktığı hoş sadalarla anılmakta ve yaşamaktadır.
Hecenin Beş Şairinden biri olan Faruk Nafiz’in coşkun aşk şiirlerinin yanında:Son şanlı macerasını târihe anlatın:
Zincir içinde bağlı duran kahraman atın
Gittikçe yükselen başı Allah a kalkıyor
Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor!

tarzındaki kahramanlık şiirleri de, kulaklarda ebediyyen çınlayacaktır.
1922 yılında gurbeti gönlünde duya duya, meşhur “Han Duvarları” şiirini yazdığı Anadolu’ya gelerek, Kayseri Lisesinde, ilk edebiyat öğretmenliği yaptığı sıradaki bir anısını, FİLİZ dergisinde şöyle anlatıyordu:

“Yıllarca evvel, Kayseri’yi bir karakış gününde tanımıştım. Günler geçiyor fakat karakış bir türlü geçmek bilmiyordu. O karlı, rüzgârlı günlerin soğukluğunu, gece sohbetlerinin sıcaklığı ile ılımlı bir hâle getirmeye bakıyordum.
Yine böyle bir günün gecesinde yerli dostlara sordum:
-Kışınızı gördük, acaba yaz mevsiminiz nicedir?

Her zaman hatırlarım: aralarında ciddî konuları bile lâtife-ye çeviren maarifçi bir Bekir Sıtkı Bey vardı. Bu sualimden, doğup büyüdüğü şehrin havasına dair bir şikâyet sezmiş olacak ki pek sudan cevap vermek istemedi:
Yaz gelinceye kadar, arada koca bir bahar var. Hele bir ibibik kuşları ötsün, hele bir belimbebeler açsın, ondan sonra…

Ondan sonrasını dinleyemedim. Her hâlde klasik bir bahar manzarası çiziyordu. Fakat benim aklım ibibik kuşu ile bellim-bebeye takılmıştı. İkisinin ismine birden yabancı olmak ağrıma gittiği için, ibibiği biliyormuş gibi, yalnız bellimbebeyi sormakla yetindim. Tarif etti, anladım: Papatya demekmiş. Doğrusu, bel-limbebe, masum kırçiçeğine, papatya kadar uyar bir isim. Ancak, ibibik kuşunu, Zümrüdanka gibi, lügatlarda, tabiat bilgisi kitaplarında bile arayıp bulmak kabil olmadı.
Ne gariptir ki, kırk yıl önce ismini Kayseri’de bir Bekir Sıtkı’dan duyduğum meçhul kuşun şiirini, kırk yıl sonra, İstanbul’da bir yeni Bekir Sıtkı’dan tatmak nasib oldu:

“Karagözlüm efkârlarıma gül gayrı İbibikler öter ötmez ordayım…”

Faruk Nafiz’in, Kayseri’ye dair unutulmaz hatıra ve eserleri çoktur. Meselâ:
Kayseri Lisesinin nûra koşan gençleri
Güzel Anadolu’ya güneşler taşıyacak.
Bu mefkure oldukça azmimizin rehberi
Cehalet boğulacak, ilm ü fen yaşayacak!
Güçlüyüz kuvvetliyiz imanlıyız hepimiz
Yaşasın genç Türkiye, yaşasın mektebimiz!
diye başlayan “Kayseri Lisesi Marşî’nı o yazmıştı. Kayserinin en güzel mesire yerlerinden biri ve efsaneye göre, Âşık Ke-rem’in sevgilisi uğruna otuz iki dişini çektirdiği yer olan Talas’ta-ki tatlı hatıralarını “Talaş Bağlarında Batı” isimli meşhur şiirinde şöyle dile getirir;

Daha gün batmadan üstünde beyaz Erciyeş’in Bürünür tarlaların bahçelerin rengi yasa Karlı bir burcu gezen nuru donarken güneşin Atlılar kafile hâlinde dönerler Talas’a
Kuşlar üstünde gezer gurbete düşmüş kuşlar Yaşlı bir göz gibi sahraya bakan penceremin Bu dağın gülleri derdim ki, neden solmuşlar? Beddua ettiği yermiş meğer Âşık Kerem ‘in.

Yine Faruk Nafiz, “Kayseri Vasfında’ki bir gazelinde, Talaş ve Hisarcık gibi yerlerin emsalsiz güzellikteki manzarasına bakarak, der ki:
Daima gönlümüzde sâkindir bâhar-ı Kayseri Bil ki şâyân-ı temâşadır diyâr-ı Kayseri. Cennetâsâdır Talaş yahut Hisarcık Olsa şehrin ismi lâyık lâlezar-ı Kayseri!

1946’dan 27 Mayıs 1960’a kadar İstanbul Milletvekili olarak Parlâmento’da bulundu. Dürüst ve faziletli bir milletvekilliği hayatının sonunda, mensubu olduğu Demokrat Partinin diğer meclis üyeleriyle birlikte Yassıada’ya gönderilmiş ve kararların verildiği güne kadar zindanda kalmıştır.

Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür
Mavi bir gözde elem katrasıdır Yassıada.
diye tarif ettiği Yassıada’nın ıstıraplı hayatı, “Han Duvarları” şairine, bu defa da Zindan Duvarları” şiirlerini yazdırmıştır.

Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu Gözleri uzun uzun burgulu kaldı bende Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu? Dedi: “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende.”
Böyle diyordu Faruk Nafiz… Ulukışla yolundan Anadolu’ya giderken, savrulmaya başlayan karların, etrafı beyaz bir karan-hğa gömdüğü ve gönlünde, köye varabilme emelinin söndüğü sırada, Han Duvarlarında:

Garibim namına Kerem diyorlar
Aslımı el almış harem diyorlar
Hastayım, derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım ben.
mısralarını okuduğu Şeyhoğlu’nun acı haberini, Hancı’dan öğrenince, yaşaran gözlerinde artık her şey değişen, yaslı yolların garip yolcusu, ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel de, 8 Kasım 1973 günü, güney kıyılarımızda çıktığı bir seyahat esnasında, “Samsun vapuruna sağ girmiş ölü çıkmış”tı…

Biz, bugün onu yâd ederken, yine kendisinin yazdığı:

Varsın seni ömrünce azabın kolu sarsın
Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın
mısralarını, hanların gönülleri sızlatan duvarlarına kazmak istiyoruz…

Abdullah SATOĞLU/ Türk Edebiyatı: Kasım 1986.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen