Hakkı Suat Yılmazer İle Söyleşi

“Kalıcı Olmak Gönülden Arzuladığım Bir Durumdur”

Söyleşi: Ayfer GÜLER

 

Merhaba, öncelikle bizimle söyleşi yapmayı kabul buyurduğunuz için teşekkür ederiz. Bize kendinizden bahseder misiniz? Kimdir Hakkı Suat Yılmazer?

Estağfurullah, ben teşekkür ederim.

Söyleşilerimde zorlandığım soruların en başında geliyor, kendimi tanıtma soruları. Kişi kendini nasıl tanıtmalıdır, mesela nelerden bahsetmelidir, diye düşünüyorum. Şu şekilde ifade edebilirim; dedesinden ismini (Hakkı), babasından soyadını almış, kitaplarla haşır neşir olmaktan keyif alan, yazmanın hazzını başka bir işte bulamamış, dürüstlüğün vefanın ve merhametin ön planda olduğu bir hayat yaşamayı kendince düstur edinmiş, ömrü boyunca güvenilir kimse olarak kalmayı arzulayan, yaşamak kadar ölmeye de önem veren ve emir hak vaki olduğunda geride bırakacağı isminin hayırla ve iyilikle anılması için var gücüyle çabalayan, nitelikli eserlere imza atmayı arzulayan ve bu uğurda gayret gösteren, kendi halinde bir adamım. Tabi tüm bunlar kendim hakkındaki düşüncelerim. Eş dost ahbaplarımdan hakkımda “kapalı kutu” dediklerini duydum fakat detaylarını öğrenmek için hiç sorgulamadım. Evet, düşüncelerimi kolay kolay açıklayan biri değilimdir fakat duygularımı gayet şeffaf bir şekilde yaşadığımı düşünüyorum. Yani olabildiğince bu hususta kendimi zorluyorum diyeyim.

Tüm bunların haricinde bir şeyi daha belirtmem gerekir ki, sanıyorum kendimi bildim bileli “yarın” kavramı benim nazarımda çok ayrı bir yere sahiptir. “Dün” ile sohbet etmeyi, “bugün” ile eğlenmeyi fakat yarın ile dertleşmeyi çok severim. Yarın önemlidir. Yarın dosttur. Yarın vefalıdır. Bu sebeptendir ki kalıcı olması bakımından eserler veriyorum. 

Kalıcı olmak, gönülden arzuladığım bir durumdur.

Umarım sorunuza tatmin edici bir yanıt verebilmişimdir.

 

1. Okumaya ve Yazmaya olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?

Okumayı ve yazmayı ayrı olarak izah edeyim. Okuma alışkanlığımın başlamasını evimizdeki büyük kütüphaneye ve bana örnek olan aile büyüklerime borçluyum. Bilhassa da babama… Okumayı çat pat söktüğüm dönemde dahi kalın kalın kitapları alır, aile üyelerimden kim okuyorsa yanına gider ben de okurdum. Daha çok babamın yanındaydım. Hatta kitap nasıl tutulur, sayfalar nasıl çevrilir, önemli yerlerin altı nasıl çizilir gibi birçok şeyi babamı seyrederek öğrendim. Kitap fişleme ve arşivleme özelliklerimi de babamdan öğrendiklerimi geliştirerek kazanmışımdır. Bugün bir arşive sahip isem bunu temelinde babama borçluyum diyebilirim. Hatta müsaadenizle bir şey daha anlatmak istiyorum. Dokuz on yaşlarındayken okulda yiyecek içecek almam için para veren babam, ayrıyeten kitap almam için de para verirdi. Önceleri tek başıma gidemediğim için babamla veyahut diğer aile üyelerimle gider kitap alırdım. Daha sonra yaşım da büyüdükçe kendi kitabımı kendim almaya başladım. Tabii ilk zamanlar seviyemin ve yaşımın çok çok üzerinde kitapları sırf isminde ya da içinde “Türk” ifadesi geçiyor diye almışlığım oldu. Fakat babamın hissettirmeden yaptığı müdahalelerle(sonradan daha iyi anladım) yaşıma ve seviyeme uygun kitaplara yöneldim. O gün bugündür de okuyoruz işte… Sanırım babamın kütüphanesinin üçte biri kadar da bir şahsi kütüphane meydana getirmişimdir.

Yazmaya başlama hikâyem ise biraz farklı… Dünyanın yazı kronolojisinin minimize edilmiş halini kendi hayatımda yaşadım diyebilirim. Yazmaya başlamadan önce geniş ve kuvvetli hayal gücüm sayesinde hikâyeler oluşturmaya ve bu hikâyeleri çevremdekilere anlatmayla yetindim. Uzun seneler sanıyorum ki lise çağıma kadar, çevremde kim varsa uygun bir ortam bulduğum anda hikâyeler anlatırdım. Komik, gizemli,  korkunç her çeşitten vardı. Dinleyenler önce şaşırırlardı, sonra anlattıklarımı televizyondan vs öğrenmediğimi tamamen kendi hayal gücüm vesilesiyle ortaya çıktığını anlayınca tebrik ederlerdi. Ta ki lise dönemime kadar bu durum böyle sürdü. Lisede öğretmen ve arkadaş desteğiyle yazma hususunda desteklendim ve teşvik edildim. Aynı desteğin hatta daha büyüğünü ailemden de gördüm. Sanıyorum ki o günden sonra sürekli yazdım. Yayınladıklarım, yazdıklarımın onda biridir, diyebilirim.

2. Peki, bir de yayınlanmış eserlerinizden bahsedelim. Hangi mecralarda neler yazıyorsunuz?

 

Camiamızda hatırı sayılır dergilerde (hakemliler de dâhil) ve internet sitelerinde yazdım ve yazmaya da devam ediyorum. Fakat uzun süredir kitap çalışmalarım dışında pek fazla üretimde bulunamadım. Elimdeki çalışmalarımı planladığım gibi vaktinde tamamladığımda yine dergi ve internet sitelerine yazmaya devam edeceğim. Ayrıca bazı zamanlar kolektif kitaplara da bölüm desteğinde bulunuyorum. 

Eserlerime gelirsek… 

İlk romanım Kim O? Bilinmezin Kapısını Aralamak adıyla yayımlanan, tür olarak aksiyon sayılabilecek, başkarakteri Bay X isminde biri olan ve Bay X ile ailesinin zaman içerisinde suç işlerine girmesi ve bu alanda yaşadıklarının konu edindiği romanımdır. Esasında temelinde göç olgusunun işlendiğini de belirtebilirim. Bu romanımda hikâye tam olarak sonlanmamıştı ve devamını getirmek için okurların ne denli talepte bulunacaklarını görmek istedim. Sağolsunlar, Bay X’in hikâyesine sahip çıktılar ve hikâyenin devamı noktasında karar vermemi sağladılar. Çalışma takvimimde önümüzdeki yıllar içerisinde yerini aldı. Hikâyeyi sonlandıracak son kitabı da hazırlayacağım kısmet olursa.

İkinci romanım Koca Adam adıyla yayımlanan, Kudret isminde bir yeraltı kafes dövüşçüsünün unutma hastalığı olan demans’a yakalanmasını anlattığım romanımdır. Aslında dövüşçü olması ikincil etkendir. Bu romanda, demansa yakalanmış bir insanın acı dolu ve gerçek hayatta benzerini görebileceğimiz örneklerle dolu hikâyesini anlattım. Koca Adam’ın yeri nazarımda daima ayrıdır. Yazarken en çok etkilendiğim eserimdir. Okurlarım da kıymetini bildi ve birkaç baskı gördü. Umarım daha nice baskılara yani dolayısıyla yeni okurlara ulaşır ve Kudret’in hikâyesine şahit edenler çoğalır.

Son romanım ise Atina’da Son Mehter’dir. 1897 Türk Yunan Savaşı yani Teselya Savaşını işlediğim romanımdır. Uzun bir çalışmanın ürünüdür. Okurlarım tarafından daha bir yaşını doldurmamış olmasına rağmen büyük ilgi görmüştür. 

3. Doğadaki her şey taklitle başlar. İnsan doğduğunda sadece iki reflekse sahiptir ve bugünkü tecrübelerimize taklit yoluyla ulaşırız. Dostoyevski’nin de Tolstoy’un da ve muhakkak Hakkı Suat’ın da örnek aldığı birileri muhakkak vardır. Türk romancıları arasında size örnek teşkil eden isimler var mı varsa kimler ve niçin? 

 

En başta belirteceğim isim beni tanıyanların da iyi bildiği üzere Peyami Safa’dır. Roman yazmaya başlamadan önce de roman yazarı olduktan sonra da keyifle ve dikkatle okuduğum bir isimdir. Fakat taklit mevzusundaki görüşüm nettir. Yunus Emre UYAR ile gerçekleştirdiğimiz ve Edebice Dergisinde yayınlanan söyleşimizde de bu noktada görüşümü açıkça belirtmiştim. Burada yineleyeyim:

“Yazmaya başladıklarında mutlaka etkilendikleri yazarların etkisi metinlerinde görülür. Bu doğal bir durumdur. Fakat birebir o yazarı taklit etmek, onun gibi yazmak hoş bir durum değildir. Bir kere her ne olursa olsun, yazdığınız şey tıpkı sizin sesiniz, nefesiniz gibi düşünün. Başkası gibi konuşmak, başkasının nefesiyle ciğerinizi doldurmak kulağa hoş gelen bir durum değildir.” Ayrıca “taklitlerin sabun köpüğüne benzediğini” de belirtmiştim. Kalıcı olmak isteyen her yazar veya yazar adayı taklitten uzak durmalıdır. Etkilenmek doğaldır. İşte bu noktada gönül rahatlığıyla Peyami Safa’yı ve daha birçok değerli ismi beğenirim, okurum, öğrenirim fakat uygulamada kendi yolumdan gitmeyi tercih ederim.

Günümüz Türk edebiyatından da takip ettiğim isimler var. Bunların en başında da İhsan Oktay Anar gelmektedir. Murat Gülsoy okumak da keyif veriyor. Daha birçok isim var. Hepsini tek tek saymayalım. 

 

 

4. Peki, bugünkü romancılığımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Roman açısından değil de edebiyatımız açısından değerlendirecek olursak Safaların Tanpınarların dönemine göre geriden takip ediyor. Fakat herkesin ortak kanısıdır ki o dönemdeki verimlilikle günümüzdeki aynı seviyede değil. Çok satan romanlara baktığımızda da bunu görebiliriz. Az sayıda isim bu genellemenin dışındadır tabi.

 

5. Atina’da Son Mehter romanınız tarihi roman kategorisine giriyor. Tarihi romanların günümüzde hayli revaçta olduğu herkesin malumudur. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Tarihi dönemleri ve hadiseleri anlatmak isteyenlerin sayıca artması şüphesiz ki televizyon dizileri ve sinema filmlerinin bu alanda popüler işlere imza atmasından kaynaklıdır. Bu sebepten herkes bildiği yahut ilgi görebilecek dönemleri ve hadiseleri anlatma hevesi yaşamaktadır. Birçoğu da cesurca adım atıp bu heveslerini eserlerle süslemektedir. Fakat aralarından sadece birkaçı nitelikli sınıfında yer almaktadır. İşbu noktada bir şeyi belirtmem gerekir ki, o da Atina’da Son Mehter’i yazma fikrinin bu dönemden çok öncesine dayanmasıdır. Hazırlık süreci gibi bazı etkenlerden kaynaklı olarak yayımlanması zaman almıştır. Zaman almıştır çünkü az evvel bahsettiğim gibi “nitelikli” bir eser olmasını istedim. Umuyorum ki bunu başarabilmişimdir.

 

6. Peki, bundan sonra tarihi roman kaleme almayı sürdürecek misiniz böyle bir planınız var mı?

 

Tarihi roman türünde eserler vermeyi düşünüyorum, evet. Önümüzdeki yıllarda takvimimde tarihi roman çalışmalarım var. Fakat araya bir kurgu roman dâhil etmeyi düşündüm. Konusu ve yapısı itibarıyla dikkat çekeceğine inandığım bir roman çalışmasına başladım. 

 

7. Tarihi bir roman kaleme almayı şahsiyetlerin ve tarihin dokusuna, doğasına zarar vermeden başarmanın son derece mühim ve müşkül olduğu aşikâr. Siz bu romanın yazım aşamasında hangi kaynaklardan beslendiniz? Nasıl bir yol izlediniz?

 

Tarihi gerçeklikten sapmama prensibim doğrultusunda en güvenilir kaynaklara ulaşmaya çalıştım. Bunlardan birisi şüphesiz ki genelkurmayın arşividir. O arşiv doğrultusunda genel hatlarını belirlediğim kurguyu yine güvenilir Türk Tarih Kurumu gibi kurumların yayınlarından faydalandım. Fakat itiraf etmem gerekir ki Teselya Savaşı ile alakalı çok az kaynağa ulaşabildim. Tarihi kaynaklarda çoğu zaman ya hiç bahsedilmiyor ya da birer paragraflık bilgilerle geçiştiriliyor. Bu doğrultuda ulaştığım tüm tutarlı bilgileri kurgum içerisinde yedirerek bu eseri kaleme aldım.

 

8. Biraz da romanın içeriğine değinelim istiyorum.

Kurguyu Kemal ve Mehmet isimli başkarakterlerim üzerine inşa ettim. Savaşa Kemal aracılığıyla devlet görevlisi penceresinden, Mehmet aracılığıyla da sıradan bir vatandaş penceresinden baktırdım. Ve her iki karakter savaşta bir araya geldiler. Teferruatına daha fazla girmeyelim dilerseniz. Henüz okumamış kişilere kötülük etmeyelim.

 

Bize vakit ayırdığınız ve keyifli sohbetiniz için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni çalışmalarınızla buluşmak ve üzerine yeni sohbetler gerçekleştirmek dileğiyle. 

Güzel temennileriniz ve emeğiniz için ben teşekkür ederim.

 
 
 
 
Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen