Adile Kurt Karatepe İle Türkü Tadında Bir Söyleşi  

Röportaj: Şehir Defteri  

Şehir Defteri okurlarına kendinizi tanıtır mısınız? Kısa da olsa hayat hikâyenizi dinlemek isteriz. 

İstanbul’da doğdum. Ata toprağım Elazığ. Yedi kız çocuğu olan bir ailenin üçüncü evladıyım. İlk müzik eğitimime TRT İstanbul Radyosu Çocuk Korosu ile başladım. İlk, orta ve lise öğrenimimi İstanbul’da tamamladıktan sonra yüksek tahsilimi 1993’te İstanbul Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümünde 1998’de tamamladım. Konservatuarda Neriman Altındağ Tüfekçi, Bekir Sıtkı Sezgin, Yücel Paşmakçı, Esin Şentürk, Gülher Güney, Tülin Yakarçelik, Süleyman Şenel gibi Türk Müziğinin çok değerli hocalarının öğrencisi oldum. 1995’te TRT’de Türk Halk Müziği Sanatçısı olarak göreve başladım TRT Kurumunda Neriman Tüfekçi, Nida Tüfekçi başta olmak üzere, Mehmet Özbek, Mehmet Erenler, Zafer Gündoğdu, Adnan Ataman, Hale Gür ve Bircan Pullukçuoğlu gibi Türk müziğinin çok kıymetli isimleri ile birlikte çalışma fırsatı buldum. Halen aynı kurumda görevime devam ediyorum.  

 

 Aslen Türkü diyarı Elazığlısınız. İstanbul doğumlusunuz. Dönem itibariyle daha farklı müzik türlerinin egemen olduğu bir zamanda sizi halk müziğine yönlendiren nedenleri sorsak;

Bunun cevabını ancak fıtrat, kültürel kodların oluşturduğu gönül iklimi ile izah edebilirim. Anadolu irfanının çok derin yaşandığı ailenin ferdiyim. Baba ocağım buram buram hâlâ Elazığ kokar, Anadolu kokar diyebilirim. Benim de handiyse “gönülden başka kapı tanımayan” bir babanın meyvesi olduğumdan mıdır bilmiyorum; yaradılış itibariyle toprağa, emeğe, gönüle, hikmete duyarlı bir ruhum var. Kendimi bildim bileli ismime sanki elest bezminde türküler yazılmış gibi türkülerin içindeyim, türküler benim içimde. Başka türlü bir yazgı düşünemiyorum kendim için.                                                 

Önce sizi etkileyenleri soralım. Sizi Etkileyen sanatçılar kimler? Sonra da sizin etkiledikleriniz.

 Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda Belkıs Akkale, Sabahat Akkiraz, Ali Ekber Çiçek, Turan Engin, Musa Eroğlu gibi sanatçıların albümlerini alır hep onları dinlerdim. Üzerimde bu sanatçıların izleri çok derindir. Konservatuar yıllarımda da Neriman Altındağ Tüfekçi, Bekir Sıtkı Sezgin, Tülin Yakarçelik, Mehmet Özbek, Hale Gür, Bircan Pullukçuoğlu gibi ustalardan çok şey öğrendim. Ama beni esas etkileyen türkülerin kaynak kişileri, âşıklarımız ve ozanlarımızdır. Onları çok dinliyor ve icralarımda da beni dinleyenlere pınarın ilk kaynağındaki o lezzeti vermeyi arzu ediyorum.  

Benim etkilediklerim kimlerdir; ben bunu bilemem. Bu müzik otoritelerinin ve sanatçıların kendilerinin değerlendireceği bir konudur diye düşünüyorum. Bu hususta ancak beni dinleyen türkü dostlarının sanatçı kişiliğime dönük değerlendirmelerinden bahsedebilirim. “Gök ile dere arasında köprü kuran bir muganni olarak; sohbetin, diyaloğa, diyaloğun monoloğa evrildiği dönemi umursamayarak, hasbihâlden hasbihâl devşirmeyi sürdürmektedir.” demiş bir araştırmacı yazar gönül dostumuz; daha başka “hakkında çok şey yazılabilir ama dinleyin yeter”, “türkü söylemek için yaratılmış”, “türkü tahtında oturmuş bir mürşid”, “kefen yerine onun sesine sarsınlar beni”, “keşfedileceksin diye korkuyorum”, “sen bizim ailemizin bir ferdisin”…gibi sosyal medyada yapılan bu yorumlar ve özel mesaj olarak gönderilen bu nitelikteki duygu ve düşünce dönüşleri doğru yolda olduğumu hissettiriyor bana. Bunlar aslında türkülerin hissettirdiği çok samimi duygular. Geçen bir gönül dostumuz yeni doğan bebeğine inşallah size benzer diyerek benim ismimi verdiğini yazmış. Bunu okuyunca yaşadığım duygu yoğunluğunu anlatabilmem mümkün değil. “Yüreğim harman yeri/havalanır sol yanım/sen bize türküleri/ söyle adile hanım” mısraları ile başlayan 15 kıtalık bir şiirle seslenmiş bize şair bir gönül dostumuz. Burada zikretmekten mahcubiyet duyacağım daha nice bu şekil yorum ve mesajlardan elbette güç alıyorum. Bu aynı zamanda benim milletime, ülkeme olan sorumluğumu ziyadesi ile artırıyor. Bir sanatçı olarak benim için mühim olan işte bu dönüşlerdir. Ben daha ne isteyeyim ki.                                                                                                                                                                                                                       

Her şehrin, yörenin kendine münhasır bir ruhu vardır. Genel olarak türküler ve bölgesel doku sizi nasıl etkiliyor?  

Bu sorunuzun cevabı bir değil birkaç tez hatta birkaç kitap konusudur. Ben mümkün olduğu kadar özetleyerek şöyle söyleyebilirim. Aslında Türk Müziğinin bütün dalları aynı varlık anlayışının tezahürüdür. Dili, muhtevası, melodisi, armonisi biri ötekinin sütünü emen ikiz kardeş gibidir. Ancak illa bir ayırım yapmam gerekirse tabii olarak en çok Elazığ/Harput yöresine ait müziğin taşıdığı ruh beni etkiler.  

En samimi, en mert duyguları Urfa, Elazığ, Erzincan, Malatya, Erzurum türküleri ile kuşanırsınız. Diyarbakır türkülerinin muhabbet, gurbet, umut, acı ve kederi ile Kerkük yollarına revân olursunuz; en gümrah sesinizle Kerkük’’ün bize ait olduğunu hoyratlar ile dünyaya duyururdunuz. Sarı gelinin öyküsünü Kafkas halkları ile dostça paylaşır, serin sulu bulaklarla, katar katar turnalarla, yeşilbaşlı sunalarla, Köroğlu’nun Nigârıyla selamlaşır, Azerbaycan diyarında mahnılardan sevda ülkesi kurarsınız. Karadeniz’in sisli yaylalarını, cefakâr kadınlarını lirik yol havalarından, Ege’nin yiğitliğini “ancak yaradanın bir de sevdiğinin önünde eğilen” Efelerin Zeybeklerden tanırsınız. Mahlukâtın sırlı dünyasına, göklerin mânâ deryasına, Ehl-i Beytin kadim hakîkat sevdasına; Sıdkî Baba’nın, Kul Himmet’in, Nesimî, Harabî, Turabî, Fuzulî, Âşık Velî’ nin kalbinden geçerek yol alır, Hünkâr Hacı Bektaş’’ın bereketli gönül sofrasından fikrinize sürûr, kalbimize nûr bahşeden dergâhında; samahlar, deyişler, nefesler ile Anadolu’nun bütün inanç ve ahlak dünyasını yaşarsınız. “İnsanlar yaradılışta eşim, inançta kardeşimdir” derin gerçeğini, Yunus’un, Sarı Satuk’un taa Balkanlara uzanan ilahilerinden öğrenir, “can ellerinden gelmişem/ fâni cihanı neylerem” düsturunda karar kılarsınız. İstanbul’un dört etrafı meteriz/ Meterizden türlü toplar atarız/ Biz üç kardeş bir orduya yeteriz… diyerek vatan savunmasına şahadet aşkı ile kendini feda edişin asil direniş hikâyesini koşmalardan, ağıtlardan öğrenir, yetim kalan yavrulara tevekkülle sarılan annelerin acıyı bal eyleyişini ninnilerden bilirsiniz. Toroslardan esen rüzgârın kokusunu, yörüklerin yayla kışla kültürünü en çok “çekemedim akça kızın göçünü” türküsünde hissedersiniz.  

 Anadolu’muzu Sivas’tan Elâzığ’a, Erzurum’dan, Diyarbakır’a, Diyar-ı Rûm’dan Asya’ya kadar mayalayan ruhu, bizatihi bu toprakların kalbine yaslanarak idraklerimize seslenen, gönüllerimizi imar ve ihya eden ruha çağıran “maya” türü denilen ezgilerden öğrenirsiniz. Her yörenin tadı, havası beni çok etkiliyor.  

Elazığlıyım ama Karadeniz insanının hesapsızlığını, engebeli coğrafi yapısının Karadeniz insanına kazandırdığı çevikliği yansıtan türkülerini de çok seviyorum. Sivas’ın, Tokat’ın, Reşadiye’nin semah ve deyişlerini de, Orta Anadolu ve Kerkük insanının tarihi direnişini, bu direnişe eşlik eden derin ve incelikli sevdalarını yansıtan türkülerini de, Türk dünyasının rengârenk türkülerini de, Doğu Güneydoğu Anadolu insanının âhını, eyvahını, yakıcı tatyanlarını, töresini yansıtan türkülerini de çok ama çok seviyor ve mümkün mertebe her yöreyi kendi tavrı ile okumaya gayret ediyorum.  

Türküler için “ahenk ilmi” demiştiniz. Bunu biraz açar mısınız?  

Bir matematikçi olan Pythagoras mûsikîde karar kılmış ve kozmosun bir ahenk olduğunu ifade etmiştir. Fârâbî ilimleri tasnifi ederken mûsikîyi matematik, geometri ve astronomi ile aynı kategori içinde ele almış ve müziği yüksek ilimler kategorisine koymuştur. İbn Haldun da mûsikîyi riyâzî (matematik) ilimlerden kabul eder. Bunun gibi birçok düşünür musiki ile matematiği birbirinden ayırmamışlardır. Gerçekten de varlık âlemine baktığınızda bütün bir varlığın bir uyum ve ahenk ile kusursuz şekilde işlediğini görürüz. Müzik bu kozmik uyum ve ahengin sese dönüşmesidir. Yani müzik seslerin ahengi ve matematiğidir. Türkülerdeki duygu ve müzikaliteye de bu perspektifle bakmak gerekir. Anlatmak istediğim buydu.  

Türkülerde işlenen ana temalar hakkında bilgi verebilir misiniz?  

 “Türk insanının yazılmayan romanı türkülerde saklıdır.” der A. Hamdi Tanpınar. “Çok insan anlayamaz eski musikimizden/Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden” der Yahya Kemal… Türküler bitip tükenirse hatırasız, sevdasız ve yalnız kalırız. Türkülerde şiir var, hikmet var, yaşama kuralları var, töreler var, gelenekler var. Ve asıl mühimi yüreğimiz ve gönlümüz var. Türkülerle, hüznümüz Allah’adır bizim.” der; Fethi Gemuhluoğlu… Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Türküler Dolusu” şiiri öyle güzel anlatır ki türkülerin ana temasını. Ölen hayvanının arkasından bile ağıt yakmıştır Anadolu insanı. Aşk, kahramanlık, zulme isyan, gurbet, sosyo-ekonomik düzen, doğa sevgisi, ölüm ve ölüm karşısında duyulan elem, tasavvufi ahlak, inanç, örf… Hâsılı insana ve tabiata dair gerek fıtrî gerekse tarihten süzülüp gelen ne varsa hepsi türkülerin ana temasıdır.  

 Türkü albümleriniz hakkında bilgi almak istesek;    

İlk gençlik yıllarımda yaptığım “Selam Olsun Türkülere” adlı bir albüm var. Bir de TRT’nin yayınladığı solo albümler serisinden bir albüm. Bunların dışında kendime ait bir solo albüm çalışmam yok. Ama başka müzisyen arkadaşların birçok albüm projelerinde yer aldım. Ben üretimlerimi daha çok TRT Kurumunda gerçekleştirmeyi tercih ettim. Hâlihazırda da TRT Radyo Türkü’de “YADİGÂR” adı ile bir programı hazırlayıp canlı olarak sunuyorum. Bugüne kadar bu programda 1500’e yakın türkü okudum. Bunların hepsi türkü dostlarının gönüllerine sunulmak üzere kayda alındı.  

 Türkülerimiz belli ki sizin için sadece sözden ve sesten ibaret değil. Adile Kurt Karatepe için Türküler ne ifade ediyor. 

Sait Faik’in “Yazmasaydım ölürdüm” sözü benim için “türküsüz kalırsam ölürdüm” manasına gelir. Türküler benim Hakka niyazım, atama, ecdadıma, toprağıma hürmet ve sevdamın dili, her an onlarla nefes aldığım yaşama biçimim, insani değerleri bütün insanlığa haykırışım. Türkü okumak benim için, pamuk tarlasında pamuklara dokunmak gibi yumuşacık, başı eğilmiş başakları dermek gibi bereketli bir etkinlik… Türkü okumak benim için kadife bir kumaşa, hassas bir tene dokunmak gibi… Türkü okumak benim için, bütün yaralı gönüllere merhametle sarılmak gibi… Türkü okumak benim için bütün sevinçleri çocukça çığlıklarla haykırmak gibi… Türkü okumak benim için, kanat takıp bütün Anadolu toprağını dolaşmak gibi… Türkü okumak benim için, Türk milletinin varlık damarlarındaki toprağı koklamak gibi… Türkü okumak benim için bütün duâları avuçlarıma alıp, kendi niyâzıma ekleyerek göklere savurmak gibi… Bu hissiyat içerisinde, eşsiz kültür hazinelerimizi, sanatın imkânları ile milletimize sunabilmek ise tarifsiz bir bahtiyarlık… Bu sebeple olmalı ki türkülerden başka bir müzik türü ile meşgul olmayı hiç düşünmedim.  

kirmizilar.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çok farklı yörelerin türkülerini söylüyorsunuz. Ege, Kerkük, İç Anadolu, Doğu Anadolu hatta Azerbaycan… Önce bu coğrafyaların farklılıklarını soralım. Türküye yansımasını… Türkülerin yazılış ve söyleniş biçimleri itibariyle o coğrafyaların sosyolojik dokusundaki farklıları hakkında neler söylemek istersiniz?  

Ege deyince akla ilk zeybekler, gurbet havaları gelir. Ege ve Akdeniz bölgelerinin özelliğini göstermekle beraber, Burdur yöresi türküleri de yörenin kendine has karakteristik konuşma üslubu ile havalandırılır. Orta Anadolu’da Bozlaklar, Avşar ve Türkmen ağzıyla seslendirilirler. Azerbaycan’da mahnılar Azeri ağzı ve Oğuz Türkçesi denilen bir tavırla, Doğu ve güneydoğu Anadolu’da özellikle Erzurum, Harput, Eğin, Sivas, Diyarbakır, Erzincan’da yaygın olan bir uzun hava türü olan mayalar ve tatyanlar… Kerkük’te hoyratlar, Karadeniz’de Karadeniz ağzı ile horonlar, yayla havaları, Barak Ağzı ile okunan Gaziantep ve Urfa yörelerinde Barak Türkmenlerine mahsus bir uzun hava olan Barak Havaları… Malatya yöresine mahsus yöresel bir tavır olan Arguvan Ağzı ile okunan Arguvan Havaları… Erzurum yöremize ait bar ağzı, “yar aman, bre gibi mısralarının çok olduğu Rumeli yöresine ait açan (haçan-madem), çaylemek (ağlamak), daylemek (sağlamak), erkes (herkes), hurmak (vurmak), macır (muhacir), üremeli (Rumeli), Sülman aga (Süleyman ağa), oş (hoş) gibi konuşma üslubu ile okunan Rumeli ağzı. Hepsi ayrı bir tahassüs ve telezzüz taşıyan birbirinden güzel, hepsi birbirinden lezzetli yöre türkülerimiz.  

Geçmişte ağıt olarak ya da bir acıyı dile getirmek muradıyla yazılmış – söylenmiş Türkülerimize bugün eğlencelik türkü hüviyetinde rastlayabiliyoruz. Bu dönüşüm sizi rahatsız ediyor mu? Ya da rahatsız etmeli mi?  

Türküler bizi biz yapan, bu toprakları bize vatan yapan, üzerinde bütün milletimizin mutabık kaldığı kutsal bir emanettir. Bu emanetin üzerine diğer kutsallarımızın üzerine titrediğimiz gibi titremek ve yarınlara en temiz, en doğru şekilde aktarmak bizim görevimizdir. Buna mecburuz. Türkülerin arabesk tavırla okunmasına da şiddetle karşıyım. Semahlarda alkış tutmak semahın ruhuna ne kadar aykırı ise, bir ağıtı da eğlenceli ritimle okumak, bir eğlence malzemesine dönüştürmek de o kadar yanlıştır. Türküleri bir milletin duygu ve fikir dünyasının haritası olarak tanımlıyorsak, bir türkünün formunu, duygusunu, sözünü, sesini bozmak o türkünün taşıdığı duyguyu ve fikri bozmaktır. Türkünün aslı benim kırmızıçizgimdir.  

Nietzsche Avrupa modernizmini eleştirirken; “kendin ol” der. Bütün yerel değerlerin yok edildiği modern dünyanın geldiği yere baktığımızda bu sözün ne anlama geldiğini daha iyi anlıyoruz değil mi. Küresel dünyada bir kişinin, milletin, ülkenin kendi kalarak değişmesi ve gelişmesi çok zordur ama bu mümkündür. İlhamını gelenekten alan bir yenilik neden mümkün olmasın. Ben bu konuda türkülerimizi muhafaza etmeyi, kendimiz kalmak, bizi var eden değerleri ve kendimizin en asil taraflarını muhafaza etmek olarak görüyorum.  

Toplumsal değişim ve bu değişime bağlı olarak Türkülerin çok farklı enstrümanlarla ve versiyonlarla söylenmesi konusunda neler söylersiniz? (Anadolu Rock) (Dönemin veya gençlerin talebi bu denilerek, türkülerin tahrif edildiğini düşünüyor musunuz?)  

Ben bunun bir talep değil tıpkı moda gibi bir dayatma olduğunu düşünüyorum. Geleneksel Halk Müziğimizde türkülerin yöresine ve türlerine göre esas olarak telli, yaylı, üflemeli ve vurmalı sazlar kullanılır. Bağlama, cura tambura, divan bağlaması, çöğür, tar cümbüş telli sazlara; kabak kemane, Karadeniz kemençesi yaylı sazlara; kaval, zurna, ney, tulum, mey, sipsi, klarnet, üflemeli sazlara; davul, def, bendir, kaşık, zil vurmalı sazlara örnek verilebilir. Halk müziğimiz ait olduğu yöre ve türüne göre bu sazlarla icra edilir. Çok zengin ritim sazlarımız da dikkate aldığımızda Halk Müziğimizin çok geniş bir enstrüman yelpazesi olduğunu yöre tavırlarını, yöresel icraların yanında yöresel enstrümanları incelediğimizde çok daha net görmekteyiz. Biz kendi sazlarımızı gençliğimize acaba ne kadar tanıtabildik ki. Gençlerimize kendi öz müziğimizi ve onun enstrümanlarını yeterince tanıyabilme şansını verdik mi. Gençlerimizin müzik şuurunu kurabildik mi? Hal böyle iken türküleri sevdirmek adına kendi toprağımızın ve geleneğimizin pınarından beslenmeyen sazlarla ve yorumlarla türkülerin tahrif edilmesine şiddetle karşı duruyorum. Bu bilinci, bu eğitimi hakkı ile insanımıza özellikle de gençlerimize vermemiz gerekiyor.  

 Türkiye’de Türk Halk Müziği ne durumda? Sizin bu konuda ki görüşünüz nedir?  

 Bu konu da, üzerinde çok uzun inceleme ve araştırma yapılması gereken bir konudur. İki dünya savaşı, endüstrileşme ve sanayi toplumuna geçilmesiyle sosyal ve ekonomik ilişkilerin değişmesi, plansız şehirleşme ile birlikte geleneksel değerler de değişmiş hatta tek tipleşen bir dünyada yerel bütün değerler yozlaşmış veya unutulmuştur. Bu değişimden elbette müzik, özellikle de halk müziği payını almıştır. Bizim geleneğimizde şehir medeniyet, köy irfandır. Bu köyde yaşayanların medenî olmadığı manasına gelmez, aksine medeniyetin irfandan süt emerek beslendiğini ifade eder. Halk müziğini doğuran ruh iklimi ve koşullar ortadan kalktığı için türkülerin taşıdığı ruhun karşılık bulacağı zihin ve gönüller de değişip dönüşmüştür. Bütün bunlara yetkililerin, kurumların ilgisizliği, bu meselelere ilgisi olanların da yetkisizliği, sanat adına ortalıkta dolaşanların kötü temsil ve icralarını da düşündüğümüzde durumun çok da iyi olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor. Ama “dönüş her zaman yuvayadır” sözüne yaslanıp ümit var olmaya çalışıyor ve kendi öz müziğimizin kıymetinin bilineceği günlerin gelmesi için dua ediyorum.  

Kendinizi hangi türkü ile ifade edersiniz? Hısım gibi hissettiğiniz türkü ve ezgi var mı?  

 Bu benim için cevaplaması çok zor bir soru. Öyle çok ki… Birini desem diğerinin hatırı kalır. Ama bütün türkülerin önünde hürmetle eğilerek, hepsini de gönlümün en özel yerine koyarak şu türküler ile kendimi ifade ettiğimi söyleyebilirim; “Aşk yoluna cânı feda kılanlar”, “Lâ mekân elinden misafir geldim”, “Gafil gezme şaşkın”, “Ömür bahçesinin gülü solmadan”, “Nefes harceyleme, “Gel ha gönül havalanma”… Bunları sayabilirim. Bu türküleri zikrederken diğerlerinin de en az bunlar kadar mühim olduğunu bir defa daha ifade etmek isterim.  

Yaşamdaki belli başlı ilkeleriniz nelerdir? Bu zamanda bu kadar naif ve bu kadar ahdine sadık bir sanatçı olmayı nasıl başarıyorsunuz?  

 Teveccühünüze mahcubiyetle teşekkür ediyorum. Karşı taraftan böyle görülüyor olmak sorumluluğumu bir kat daha artırıyor. Çok farklı inançlara, fikirlere sahip olabiliriz. Herkes kendini herhangi bir mahfile yaslayarak da ifade edebilir. Ama sanatçıların, ilim ve fikir insanlarının toplumun ve fertlerin idrak düzeyini yükseltmek gibi üst düzey bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Sanatın özünde olan muhalifliğin de buna hizmet etmesi gerektiğine inanıyorum. Bu meyanda merhum Bekir Sıtkı Sezgin hocamın söylediği bir sözü gönlümün kulağında asılı bir küpe olarak tutuyorum. ‘’Allah, size büyük bir musiki kabiliyeti vermiş olabilir. Musikiyi ilmen de iyi öğrenmiş olabilirsiniz. Sesiniz de fevkalade olabilir. Ağzınızla kuş tutarsınız, herkesi hayretlere düşürebilirsiniz. Ama sanat ahlakınız, sanatın edep ve hayası yoksa bunu kazanamamışsanız, hiçbir şey değilsiniz!..’’ Bana göre sanatın edep ve hayâsını gözetmesi sanatçının en klas duruşudur. Hocamın bu sözüne layık bir sanatçı olabilmiş isem bu bahtiyarlık bana yeter.  

 Müziğin yanında ilgilendiğiniz başka sanat dalları da var mı?  

Müzik ve biricik evladım hayatımı doldurmaya yetiyor. Başka sanat dalları ile ilgim sadece sanatsever düzeyindedir. Teşekkür ederim.  

 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen