Mümin-Müslüman kimdir? İmanda eşitlik ne demektir?

Kim Müslüman, sorusuna Haricilerin verdiği cevap şuydu: “Müslüman büyük günah işlemeyen kimsedir.” Çünkü iman amel ve sözdür. İşlerse ne yapmalıdır? Tövbeye ve bir daha günah işlememeye davet edilir… Ama insan düşer, şaşar, günah işler. Bazen emirleri terk eder o zaman ne olacak? “Seni ve seni savunanları öldürme ve otoriteni devirme hakkına sahibiz” dediler. Bu anlayış İslam dünyasında ciddi bir kaos oluşturdu.

*****

Prof.Dr. Hilmi DEMİR

Haricinin siyasal bir anlamı vardır. Huruç birisine ve otoriteye karşı meydan okumak yani isyan etmek demektir. Yani bildiğiniz silahlı darbe yapmak, isyan etmek demektir. Hariciler de otoriteye isyan ediyorlardı ve o dönemde Hazreti Ali’nin otoritesine karşı isyan etmişlerdi. Bu, basit bir ihraç, bir çıkma değildir. 

Otoritenin yani yöneticinin günah işlediği için silah yolu ile devrilme iddiası sonuç olarak oldukça tehlikelidir.

Ebu Hanife gibi âlimler kaosa karşı düzeni savundular

Mümin-Müslüman kimdir ya da zıddını düşünürsek kim Müslüman değildir? Bu soru tarihin en can alıcı sorusudur. Hazreti Peygamber’in vefatı ile başlayan ve bugün de devam eden Müslümanların iç kavgalarının temel sorusu hâline gelmiştir. Öyle ki, Müslüman kimdir ya da kim değildir sorusu ile tekfir meselesi iç içe geçmiştir.

Tekfir; bireyi toplumdan dışlama, “öteki” ilan etme, haklarını tanımadan öldürmeye kadar giden bir süreci içerir. Tekfir kişiyi sadece dinden çıkarmaz; toplumsal, siyasal ve hukuki sonuçları da olan bir eyleme dönüşür. Bireyin can güvenliğini yok eder ve öldürmeye kadar gider!..

“İslamiyet’te ilk tekfir hareketi kim tarafından başlatıldı?” sorusuna gelecek olursak… Aslında bu soruna kaynaklık eden temel sorun: Kim mümindir, kim Müslümandır sorusudur. Mesele o kadar hayati hâle geldi ki, ulema Müslümanın kim olduğunu tanımlama gereği duymuştur. Elbette ki Hariciler, İslam’daki ilk tekfir hareketini başlatanlar oldu. Yani bundan önce de Müslümanlar aralarında kavga etmiyorlar mıydı, ediyorlardı. Ama hiç birisi, birbirini kâfir ilan etmemişti. Haricilerle birlikte Müslümanlar ilk defa günahların ya da büyük günahların Müslümanı dinden çıkaracağı, dinden çıkanın ise kanının, malının, namusunun kendisine helal olacağı iddiası ile karşılaştı. Büyük günahtan kastedilen şey; hırsızlık yapmak, yalan söylemek, zina yapmak, içki içmek, faiz geliri elde etmek, ana baba hakkını ihlal etmek ve Allah’a isyandır. Bütün bunlar büyük günah sınıfına girer. Çağdaş Müslüman içkiyi ve zinayı konuştuğu kadar yalan söylemeyi,  hırsızlığı, ana babaya karşı gelmeyi konuşmaz maalesef.

Peki, Hariciler ne yaptılar, Müslümanın büyük günah işlemekle dinden çıkacağını ilan ettiler. “Günah nedeni ile Müslüman dinden çıkar mı?” sorusu önemli olduğundan bu soruyu yine soracağız. İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri bunu reddediyor, El-Alim ve’l-Müteallim adlı eserinde şöyle diyor:

“Ehl-i kıbleden günahkâr birini de şirk haricinde Allah’ın mutlaka cezalandıracağına dair şahitlik yapamaya gücüm yetmez.”

Otoritenin yani yöneticinin günah işlediği için silah yolu ile devrilme iddiası sonuç  olarak oldukça tehlikelidir.

O zaman bu metnin arkasındaki tarihsel bağlamı anlamamız için “Hariciler kimdir, Harici ismi nereden gelmektedir?” sorularını anlamaya ihtiyacımız vardır.

Huruç, çıkmak demektir ama kapıdan çıkmak değildir. Kapıdan çıktığım zaman Harici mi oluyorum? Hayır, Haricinin siyasal bir anlamı vardır. Huruç birisine ve otoriteye karşı meydan okumak yani isyan etmek demektir. Yani bildiğiniz silahlı darbe yapmak, isyan etmek demektir. Hariciler de otoriteye isyan ediyorlardı ve o dönemde Hazreti Ali’nin otoritesine karşı isyan etmişlerdi. O yüzden “Harici” denilmiştir. Basit bir ihraç, bir çıkma değil, bunun arkasında başka bir siyasal eylem var. Haricilerin doğuşu da zaten Hazreti Ali ile Hazreti Muaviye arasında yaşanan ve Sıffin vakası olarak adlandırılan siyasi çatışmanın sonucudur.

Ne ile karşı karşıyayız, ortada derin bir siyasi iktidar kavgası var. Müslüman, Müslümanın kanını döküyor. İşte Ebu Hanife gibi âlimler siyasi bir kavganın itikadileşmemesi için çözüm üretiyorlar. “Siyasi bir kavga nasıl itikadileşmez, Müslüman kimdir?” sorusuna verilen cevap ve imanda eşitlik ilkesi, tam olarak bunu anlatıyor.

O hâlde “toplumda siyasi, ideolojik farklılıklarımız nasıl çatışmaya dönüşmez?” sorusu bugün uluslararası ilişkilerde üzerinde çok durulan bir meseledir. Peki, çatışmalarda neler oluyor? Barışın çözümünü savunan uzlaştırıcılar ve birtakım kimseler çatışmaları çözmek için bir araya geliyorlar. Bu yüzden biz, siyasi bir ilkenin itikadi tartışması ile karşı karşıya değiliz. Biz siyasi kavgaların nasıl çözüleceğinin gösterildiği bir ilke ile karşı karşıyayız.

Haricilerin temel iddiasını hatırlamakta fayda var. Hazreti Muaviye ile Hazreti Ali karşı karşıya geliyor ve bu savaşın çözümü için ara bulucular devreye giriyor. Diyorlar ki: “Meseleyi savaşmadan ara bulucular üzerinden çözelim.”

Hazreti Ali, zamanında Valilik yapan Eş’as bin Kays diyor ki: “Bu meseleyi tahkim yolu ile çözelim…” Tahkim bir meselede uzlaşmak demektir. Gidelim bizi uzlaştıracak iki büyük çıksın ve uzlaşalım, diyorlar. İlginçtir ki önce Hazreti Ali’nin ordusundaki büyük bir askerî grup bu uzlaşıdan yana oluyor. Hazreti Muaviye’nin ordusundaki büyük bir grup da bunu destekliyor. Ara bulucular (Hakemler) karşı karşıya gelip kendi aralarında bir anlaşmaya varıyorlar. Hazreti Ali’nin ordusundaki bir grup asker önceden onay verdikleri ara buluculuğa karşı çıkıyor. Ve dönüp Hazreti Ali’yi suçlamaya başlıyorlar. “Bu anlaşmayı asla kabul etmemen lazımdı!” diyorlar. Gerekçe olarak da şunu öne sürüyorlar:

“Biz buraya din için geldik, Allah için geldik, hükmü kim verir, hükmü ancak Allah verir. Sen şimdi kalktın bir beşerin hükmüne razı oldun, hüküm verici Allah’tır. Sen Allah’a isyan ettin, Allah’a isyan etmek büyük günahtır. Büyük günah işledin, tövbe etmezsen kâfirsin. Biz de senin yanında savaşmayız, sana huruç ederiz, silahla karşı koyarız, bu hakkımızı kullanırız…”

Hazreti Ali “Ama ben otoriteyim, yöneticiyim” demiştir. Buna karşı bir grup asker “Senin yöneticiliğin bitmiştir, çünkü büyük günah işledin” demişlerdir.

Her büyük günah işleyen yöneticinin otoritesi bitseydi, vay hâlimize değil mi? Dikkat edin, Haricilerin iki iddiası vardır: Birincisi büyük günah işleyen kâfirdir, ikincisi büyük günah işleyen otoriteye isyan edilir!..

Dolayısı ile otoritenin yani yöneticinin günah işlediği için silah yolu ile devrilme iddiası sonuç olarak oldukça tehlikelidir. Bunun sonucunda Hariciler bir topluluk olarak ayrılarak belirli bölgelere çekildiler. Hazreti Ali geri döndü, Hazreti Muaviye de Şam’a çekildi…

Yaklaşık on iki bin civarında sayıya ulaşan Hariciler, birtakım bölgeleri kontrol altına almaya, Hazreti Ali ve Hazreti Muaviye taraftarlarının köylerine baskınlar düzenlemeye başladılar. Yoldan geçenleri çetecilik yapıp soydular, öldürdüler, hamile eşi ile birlikte yolculuk yapan bir sahabenin yolunu kesip “Hazreti Ali mi Hazreti Muaviye mi haklı söyle bakalım!” dediler. Sahabe “her ikisi hakkında da hayır söylerim” dedi. Kâfir olduğu iddiası ile hamile karısı ile birlikte öldürdüler!..

Kim Müslüman, sorusuna Haricilerin verdiği cevap şuydu: “Müslüman büyük günah işlemeyen kimsedir.” Çünkü iman amel ve sözdür. İşlerse ne yapmalıdır? Tövbeye ve bir daha günah işlememeye davet edilir… Ama insan düşer, şaşar, günah işler. Bazen emirleri terk eder o zaman ne olacak? “Seni ve seni savunanları öldürme ve otoriteni devirme hakkına sahibiz” dediler. Bu anlayış İslam dünyasında ciddi bir kaos oluşturdu.

Ebu Hanife’nin cevabı da o yüzden önemlidir. Ebu Hanife gibi âlimler kaosa karşı düzeni savundular. Ebu Hanife önce imanı, ikrar ve kalbin (aklın) tasdiki olarak tanımladı. Bunun anlamı şuydu: İman; bireyin bilinçli bir tercihidir. Bu tercih olduktan sonra bu tercihe uygun davranış ve tutumlar gelir. Ya gelmezse, hesabını birey kendisi Allah’a verir, günahkâr olur ama asla kâfir olmaz. Ebu Hanife bunu şöyle açıklar: “Allah’a imanlarından dolayı namaz kılar, zekât verir, oruç tutar, hac yapar ve Allah’ı anarlar. Yoksa namazlarından, zekâtlarından, oruçlarından ve haclarından dolayı Allah’a iman etmezler.”

İkincisi İmam-ı Azam şu Kur’âni ilkeyi dile getirir: “Müminler iman ve tevhid yönünden eşittir. Birbirlerine üstünlükleri amelleri yönündendir…” Bu beni heyecanlandırıyor, belki benim gözümden bakarsanız aynı heyecanı siz de yaşarsınız. Niye Hazreti Ali’nin imanını beğenmediler, aslında Hazreti Ali’nin imanına karşı çıktılar; “Benim imanım senin imanından daha sahih, senin imanın büyük günah işleyerek bozuldu, oysa bizim imanımız bozulmadı” dediler. İmanda eşitlik ilkesini bozan imanın ölçülebilirliğini iddia eden ilk grup Haricilerdir.

Eğer imanda farklılık varsa orada üstünlük vardır, doğru mu? Birinin imanı bir başkasınınkinden üstün ise o insan çok daha üstündür…

İman ölçmek sadece Haricilerin işi olmadı tabii ki, bugün de elinde “iman ölçer” olanlar var. Ebu Hanife hazretleri “Üstünlük imanda değil ameldedir” diyerek bunu reddetti. Üstün olan kişi; yalan söylemeyen, hırsızlık yapmayan, adaletle davranan, hakkı gözeten, dedikodu yapmayan, harama el uzatmayandır.

İnancına, ırkına, cinsiyetine, mezhebine göre ayırmadan hepimizi eşit vatandaş gören bir anayasa daha kabul edilir değil midir? İşte Ebu Hanife’nin bu ilkesi de bunu yaptı. Hepimiz İslam milletinin eşit vatandaşlarıyız. Hangi çağda ve zaman diliminde yaşarsanız yaşayın, hangi ırktan olursanız olun; Arap, Fars, Afrikalı hiç fark etmez, hepimiz imanda eşitiz. İmanda eşitlik bizi İslam milletinin ortak eşit birer bireyi hâline getirdi…

Ebu Hanife bu ilkeyi söylediği andan itibaren Hanefilik, Orta Asya da Farslıların ve Türklerin arasında çok hızlı yayıldı. Ebu Hanife aslına bakarsanız ne yaptı? Birincisi kaosu çözdü, ikincisi herkesi İslam dünyasının eşit vatandaşları hâline getirdi. İmanı ölçmeyi değil, hayırda ve iyilikte yarışmayı esas kıldı. O yüzden Ebu Hanife’nin ve Ehl-i sünnetin de en temel ilkesi hâline getirdiği bu ilke, daha sonra Matüridîler, Eş’arîler ve Şafiiler tarafından da kabul edildi…

Bugün İslam dünyasında barışı yeniden kurmak için bu ilkelere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız bulunmaktadır…

———————————————–

Kaynak:

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/hilmi-demir/612337.aspx

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen