Koronalı Eğitim Devrimi

Kısacası, uzaktan eğitimle, bütün bir kuşağın iradesini geliştirip kendi biyolojik, psikolojik, sosyolojik denge ve denetim mekanizmalarını işletmesine imkân tanımamış olacağız. Bütün bir gençliği yolsuz, yolak/azıksız bırakacağız. İnisiyatif kullanarak sorumluluk ve yükümlülüklerini sırtlama gücünden onları mahrum bırakacağız. Siz geleceğinizi böyle bir gençliğe emanet edeceğinizden emin misiniz? Gerçekten de söylediğim gibiyse, bu söylediklerimden ben bile ürktüm, irkildim; önümüzdeki yıl lisans birinci sınıf öğrencilerine ders anlatacağım ihtimali aklıma gelince.

*****

Prof.Dr. Cengiz ANIK

 

Korona ve Devrim, Ne Alaka?

Şimdilik bilmiyorum. Yazı yürüdükçe, bıraktığı ayak izlerinin bize yol göstereceğini umut ediyorum.

Devrim ve evrim çok bilinen ama anlaşılmayan iki kavram. Evolution; düzeni bozmadan, sistemi tahrip etmeden yenilenmek demek. Ben anlamıyorum. Yani, otomobilin çalışma sistemi ve kullanım düzeni var. Marşa basarsın çalışır. Gazla ilerler, frenle durur. İçten yanmalı motor sistemi ile kullanım kuralı/düzeni bu. Nasıl yenilenecek: Yani, marşa basınca sussun, firenle yürüyüp, gazla dursun mu? Revolution ise; evolution’u yeniden var etmek veya hızlandırmak ya da önündeki engelleri kaldırarak gerçekleştirmek yahut da tahrik ederek var etmek anlamlarına geliyor. Başındaki “re” takısı bunun için var. Ben bundan; araba çalışmaz ise marş motorunu veya şarj dinamosunu ya da aküsünü çıkarıp atıp yenisini takmayı anlıyorum. İyi de korona akciğeri tahrip edince nefes alınmıyor. Evolution taraftarları; “oksijen tüpü takın” diyor. Revolution’cılara göre hedef; akciğeri çıkartıp atmak olmalı ve yerine nefes alacak bir organ takılmalı.

Bunu yapamıyoruz. En azından şimdilik. Demek ki korona ile devrim olmaz: “Covid-19” ile düzen içinde bir yenilenme tasarlanmış ise şayet, yani koronaya karşı bağışıklık ise niyet, bakterinin (ya da virüsün her ne ise) evrim geçirmesini bekleyebiliriz. Ama bu evrim amaca hizmet etmez ise ve amaçlanan bir devrim ise şayet, bu devrim gerçekleşinceye kadar Covid – 20’ler, Covid – 30’lar, Covid – 40’lar, Covid – 50’ler diye devam edip gidecektir; “sars”ıydı, “domuz gribi”ydi, “kuş gribi”ydi gibi deneyimlerimizi unutmamış isek şayet.

Yeni Bir Dünyaya Değil, Yeni Bir Paralel Evrene Doğru, Devrilerek Evrilmek

Artık, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağında eminiz. Devrim olur mu? Olur: Şöyle sonuçlara vasıl olduğumuzda evrim değil, koronalı günlerimizin sonu devrim olur: Yani, şu dört alanda şu tür emareleri gözlemleyebilirsek şayet, devrim olmaktadır veya olmuştur:

En erken 3 yıl, en geç de 30 yıl içinde (1) ekonomik, (2) siyasal, (3) demografik, (4) psiko-sosyal alanlarda bu ve buna benzer alametler müşahede ederseniz şayet; dikkat; yeni bir dünyaya değil, yepyeni bir paralel evrene doğru, devrile devrile ve de devire devire evriliyoruz demektir.

Ben ve benim kuşağımdan muhtemeldir ki bazıları bunları göremeyecek; şükür ki…

Ayrıntılarını yazacağımıza sözünü vererek, şimdilik, dört alana birer cümle ile değinelim. Çünkü asıl önemli olan ve ertelenmesi mümkün olmayan konumuz EĞİTİM. Koronalı günlerimizin sonuçlarına dair alametleri, eğitim alanında ziyadesiyle müşahede etmeye başladık.

1. Ekonomide, asırlar boyu, üzerinde binlerce sayfa yazılar yazılan insan emeğinden gelecekte izler kalmayacak. Sadece pazı gücünden söz etmiyorum. İnsana dair tüm fiziksel performansları kast ediyorum. Fabrika işçisi, gündelikçi, güvenlikçi, terzi, garson, temizlikçi, hizmetçi, şoför, esnaf, pazarlamacı, sigortacı, bakkal, tamirci, tesisatçı, vs., vs., ne kadar niteliksiz işgücü varsa, bunların hiçbirisine paralel evrende yer yok. Hatta avukat, muhasebeci, dişçi, acil servis, işletmeci, iktisatçı, yönetimci siyasetçi v.b. gibi profesyonel mesleklerin de suyu ısınıyor. Hatta ve de hatta yazar, çizer, edebiyatçı, sanatçı, entelektüel gibi avangart kadrolara da paralel evrende toplumların ihtiyacı kalmayacak. Ekonomik açıdan, belki de, en fazla alışmak zorunda kalacağımız yenilik para ile ilgili olacaktır. 2000 yıl kadar önce yarattığımız bir nesne olan para ve değerli menkul eşyaları, 500 yıldır tanrılaştırmıştık ve tapınıyorduk. Nakit para veya kıymetli nesneler paralel evrende olmayacak. Put gibi var ettiğimiz bu tanrıları, bu sefer, gerçekten öldürüyoruz.

2. Siyasal açıdan bakıldığında ilk göze çarpan, Greklerin agorasından bu güne efsaneleştirdiğimiz kamusal alana (public sphere) bye bye denilmesi. Bu vedaya müteakiben; kamu, sivil toplum, kamuoyu, kamu yönetimi, siyasal iktidar, denge ve denetim gibi bir yığın laf tedavülden kalkacak. Millet, bayrak, vatan, devlet gibi kavramlar şimdiden unutulmaya yüz tuttu. Bu acı kehanetin son cümlesi şu: Meclis, hukuk, yasama, yürütme, yargı, siyasal parti, kamu yönetimi, işletme vb. asla vazgeçilemez gibi görünen pek çok kuruma da veda edeceğiz. Ancak, bu kehanetin alametlerinin kendini belli etmesi için biraz daha zamana ihtiyaç var.

3. Modern dünyayı bildiğiniz gibi demografik birikim karakterize ediyordu. Burjuva bile adını, modern dünyanın kentlerinden almıştı. Şimdi tam anlamıyla demografik dağılım var ufukta. Bunu küresel köy diye algılamayın. Ürkmeyin sakın ama aile dediğimiz minik topluluklar bile tarihte kalabilir. Her bireyin kendine özgü bir dünyası var. Evi de, ailesi de, grubu da bu dünyadan ibaret. Kente, köye, kıra, ovaya, dağa, bayıra ve hatta bir ağacın tepesine bedenini konuşlandırmış olabilir ama her bir kişinin yaşam alanı (World life), bizatihi şahsın kendisine özgü tahsis edilmiş, uçsuz bucaksız bir sanal alem. Yani, her birey egoizmini en dorukta, en zirvede yaşayabileceği bir “World life”dan bahsediyoruz.

4. Koronalı günlerimizin en hazin sonuçları psiko-sosyal alanla ilgili. Bütün organik varlıklarla birlikte insan varlığı da, 2000 yıldır, teleolojik varlık olarak betimlenmişti. Diğerlerinin tümünden farklı olarak insan aynı zamanda aksiyolojik varlıktı. En başta ahlaki olmak üzere, siyasal, ideolojik, milli, manevi, kültürel vb. değerlere, kimliklere sahipti. Tüm bunlardan hızla arındırılıyoruz. Hatta cinsiyet kimliklerimiz bile belirsizleşti. Hiç kimse gelecekte kendisini hiçbir yere mensup hissetmeyecek, hiç kimse hiçbir şeyi umursamayacak, hiç kimse hiçbir durumdan sorumlu veya yükümlü kılınmayacak. Doğrusu her birimiz de buna ziyadesiyle teşneyiz.

Eğitim Diyorum Hanımlar Beyler, Eğitim Şart.

Bu dört alanla ilgili distopya tasarımlarını yazmak, konuşmak, tartışmak için, doğrusunu isterseniz biraz daha vakit var. Örgün eğitimde yaşanan somut sorunları yazmak, konuşmak, tartışmak için ise zaman yok:

Örgün eğitim, pandemi nedeniyle alışıldığı gibi başlamadı. Bakanlık, televizyonları aracılığı ile aksamaları gidermeye çalışıyor. Az sayıda öğretici ile örgün eğitimin uzaktan sürdürülmesi öngörülüyor. İnternet erişim sorunları var. Bazı belediyeler halka “gb” dağıtıyor. Eskiden yiyecek, giyecek yardımı yapılırdı. Artık “açken” değil, “komşusu çevrim dışı iken çevrim içi olan bizden değildir” diyeceğiz.

İnternet, Netflix gibi belki de bedava olacak. Sorun bu değil. Hepimizin, gönlünün sezmediği,  gözünün görmediği sorun şu:

Örgün eğitim kurumları, bilgisayara veri yükler gibi, öğrencilere bilgi kaydeden kurumlar değildir. Modern eğitim sisteminin mantığı, “boş levhaya ne yazarsan izi kalır” bağnazlığı üzerine inşa edilmekle birlikte, günümüzün örgün eğitimi böyle değil. Pek çok ülkede; “kursağa besin depolar gibi”, öğrenciye bilgi depolayan, sınavlarda bu bilgiyi kusturan eğitim sistemi terk edilmiştir. Beşeri kaynak ihtiyacını planlayan ülkeler, örgün eğitimde, ihtiyacı olanları uhdesine alıp koşu atı gibi yetiştirmekte ve geriye kalanların eğitimini eğlenceye dönüştürmektedir. Yani ödev, sınav, yarış, rekabet safsata hale gelmiştir.

Talim ve terbiye şu demektir: Rab, yani mürebbiyelik; fiziksel ve zihinsel olarak kişilerin koruma kalkanıyla teçhiz edilmesidir. Talim ise; değişkenler arasında tutarlı, güvenilir ve geçerli ilişkiler kurma melekesini işletmenin adıdır. Tahayyül, tasavvur, muhakeme ve muhasebe ve elbette ki müşahede ve mükaşefe, tam da, bu anlamdaki bir talim sürecidir.

Bizim eğitim sistemimiz çoktandır böyle değildi ama en azından gayri ihtiyari şu gerçekleşiyordu: Çocuklar belirli bir üniforma, sınıf düzeni, kurallar ve uygun davranışlar aracılığı ile okullarda disipline ediliyor, sosyalleşmelerine katkı sağlanıyordu. Disipline olmak demek bir kalıptan yeni bir kalıba dökülmek değildir asla. Disiplin, her bir kişinin; otorite ile ilişkilerini nasıl yürüteceği, yöneteceği ve sürdüreceğini deneyimlemenin adıdır. Okula adımını atan her çocuk için bu çok nadide bir deneyimdir. Uzaktan eğitim tam da bu nadide deneyimi ortadan kaldırıyor. Daha beteri var: Öğrenci, öğretmen ile anne-babası arasında sıkışmaktadır. Evde ebeveyn otoritedir. Okulda öğretmen. Uzaktan eğitimde ise aynı anda çocuk hem evdeki hem okuldaki otorite ile karşı karşıyadır. Yani, otorite ile ilişkilerini yürütebileceği, yönetebileceği ve sürdürebileceği otorite kaynaklarına dair tam anlamıyla zihinsel karmaşa içindedir. Üstelik ders esnasında, öğretmenin sorduğu her sorunun cevabını, acıklı ve ağlamaklı gözlerle annesinden kopyalamaya alışan her çocuk, normal hayatında sorun çözme ve iş başarma becerisini tümüyle kaybedecektir. Otorite ile ilişkilerini yürütmeyi, yönetmeyi, sürdürmeyi deneyimleyemeyen ve sorun çözme – iş başarma becerisini geliştiremeyen her çocuk, tabiatıyla, sorumluluk ve yükümlülük üstlenme cesaretini asla kendisinde bulamayacaktır ki; bu tür insan karakteri tam da; sözünü ettiğimiz paralel evrenin en fazla özlem duyduğu insan prototipidir.

Birkaç ayrıntı daha var ama yerimiz daralıyor. Yeni yetme (adolescence)lerin sosyalleşme sorunu ile yükseköğretime dair birkaç konudan daha bahsedecek kadar, okurların bize tahammül göstereceğini varsayıyoruz.

Yeni Yetmelerin Egoizm – Alturizm Ekseni

Hepimiz yaşadık. İnsan ömrünün en zorlu dönemlerinden birisi “yeni yetme”lik dediğimiz, çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir.

Egoizm ile alturizm kavramları bir eksenin iki ucuna yazıldığında, insan yaşamının tümünün bu iki eksen üzerindeki sefaretten ibaret olduğu söylenebilir. Sofistik girdaplara mahal yok, net anlatalım: Egoizm; her şeyin, herkesin ve olup bitenlerin tam da bizim istediğimiz gibi olmasını istemektir. Alturizm ise; istesek de istemesek de, sırf gönüllerini hoş tutmak için, başkalarının istek ve beklentilerine göre davranmaktır. Ancak ne kişiler, toplum ve doğa / koşullar bizim her istediğimiz şekle anında giren, istediğimiz kıvama / şekle dönüşüveren sıvı gölgelerdir ne de biz, rüzgârın önünde uçan kuru bir yaprağız. Hayatımız, bu iki davranış tarzının arasında seyreden serüvenden ibarettir. Bazen egoizm bazen alturizm eksenine yönelik zikzaklarla, yalpalamalarla, gidip gelmelerle yürüttüğümüz bir yolculuktur yaşadığımız hayat.

Bu yolculuğa çıktığımızı ilk defa, yeni yetme döneminde fark ederiz. Tam da bu dönemdedir ki; söz konusu eksen üzerinde kendimize dosdoğru bir güzergâh inşa etmemiz ve zaman içinde güzergâhımızı otoyol haline getirmemiz gerekir. Aksi takdirde ömrümüzü, sarhoş yalpalamalarıyla tamamlarız.

Yani, hanımlar beyler; kaderimizi bizzat yazdığımız dönemdir “adolescence” denilen çağ. En önemlisi ise bu dönemi, bilhassa, örgün eğitim sürecinde yaşarız. Vahim bir yanılgıya kapılarak bu dönemi akran zorbalıkları ve türlü şiddet gösterilerinin gizlediği bulanıklık içinde anlamaya çalışıyoruz. Bu yüzden de zaten yeterince bilgi sahibi olamadık.

Uzaktan eğitim yüzünden genç insanları bu deneyimlerden mahrum bıraktık. Bırakınız bir güzergâh inşa etmeyi, uzaktan eğitim yüzünden genç insanlar kendilerine çıkış yolu olarak patika bile bulamayacak. Yeniyetmelik dönemine dair akademik gözlemlerden biz de bütünüyle yoksun kalacağız. Demek istiyorum ki, örgün eğitimdeki uzaktan eğitim, genç insanlarımızı, uyuşuk yalpalamalara ömür boyu mahkûm edecek. Daha vahimi şudur: Eksenin iki ucuna doğru, bir o tarafa, bir bu tarafa savrulan yeni yetmeler; irade ve inisiyatif ortaya koymakta acz gösterdikçe, yalan, riya, sahtekarlık, entrika, fitne bataklıklarına çaresizce saplanacaklardır.

Kısacası, uzaktan eğitimle, bütün bir kuşağın iradesini geliştirip kendi biyolojik, psikolojik, sosyolojik denge ve denetim mekanizmalarını işletmesine imkân tanımamış olacağız. Bütün bir gençliği yolsuz, yolak/azıksız bırakacağız. İnisiyatif kullanarak sorumluluk ve yükümlülüklerini sırtlama gücünden onları mahrum bırakacağız. Siz geleceğinizi böyle bir gençliğe emanet edeceğinizden emin misiniz? Gerçekten de söylediğim gibiyse, bu söylediklerimden ben bile ürktüm, irkildim; önümüzdeki yıl lisans birinci sınıf öğrencilerine ders anlatacağım ihtimali aklıma gelince.

Yükselemeyen, Yüksek Eğitim

Sabır ve tahammül sınırlarınızın arasına iyice sıkıştım ama asıl uzmanlık alanım olan yüksek eğitime dair dilimin ucuna gelen birkaç cümleyi yazmama izin verin.

2013 yılında demiştim ki; başta iletişim fakülteleri olmak üzere, ilahiyat, dil tarih, güzel sanatlar, edebiyat, uluslararası ilişkiler, siyaset, turizm, ziraat gibi sadece meslek elemanı yetiştirmeye matuf fakülteler kapatılıp, yüksekokul haline getirilsin ve bu kurumlarda ara meslek elemanı yetiştirilsin, lisansüstü eğitim birimleri de kapatılsın. Kapatmak bir yana spor, sağlık gibi adı fakülte olan birimler açıldı. Madem her mesleğin fakültesi olacaktı, neden terzi, berber, tesisatçı, muslukçu için fakülte yok? Üniversite kapısından çıkanın çalışacağı bir iş yoksa diplomasında fakülte olsa neye yarar, yüksekokul olsa ne yazar.

Bu alanlarla ilgili bilim insanı ihtiyacının, ilgili fakültelerde, “bölüm” ya da “kur”larla karşılanması mümkündür. Yani, bu demek oluyor ki; 15 yıllık eğitimi boyunca “Sinekli Bakkal’ı okutamadığınız öğrenciye, bilmem nerenin dilini, edebiyatını öğretmeseniz de olur”.

Bilimsel araştırmalar tıp, elektronik, mekanik, yönetim, ekonomi gibi alanlara yönlendirilmeli. Diplomalar; meslek ile bilim ayrımına göre tasarlanmalı. Pandemi tam da yüksek eğitimi buna zorladı: 2020 yılında ilan edilen akademik kadroların tamamına yakını bilişim, elektronik, mekanik-elektronik, tıp vb. alanlarıyla ilgili. Biraz geç kaldık ama acilen dijital teknoloji ve bilhassa dijital medya teknolojileri alanlarına da akademik olarak yönelmek şart. İletişim fakültelerinde ne bu akademik kadro ne bu akademik kalite ne de bu bağlamda akademik yetenek var. Bir zamanlar kupürleri kopyalayanlar, şimdi, facebook, tweeter fotoğrafları ile doktor, doçent, profesör oluyor. “Sosyal medya” adlı ciltler dolusu kitap, binlerce makale var. Bırakınız, dijital medya teknolojisinin mantığını, işleyişini, içeriğini kavramayı, bunların bazıları bilgisayar açıp kapamayı bilmez. ABD ve Avrupa’nın en seçkin araştırma birimleri “İletişimde Temayül” gibi çok özel akademik eserler üretirken, bizimkiler, tezsiz yüksek lisans, sertifika, yaygın eğitim programlarında nasıl ders alıp, para yolacağı entrikalarıyla meşguldü. Aralarındaki uyanık şarlatanlar da; “stratejik iletişim”, “sipin daktır” laflarıyla kendi pazarlarının peşindeydi. Yani, yüksek eğitimin neredeyse yüzde 70’i, ders ücreti tahakkuk ettiren ticarethanelere dönüşmüştü. Kolay lokma pişmiş düşüyor iken, kim ağzını kapatıp bilim yapmaya koşsun ki. Nitekim bazı üniversiteler ikiye bölündü, kamburlar atıldı ve sıralamalarda hızla öne çıkmaya başladılar. Araştırma üniversitesi teşvikleri, az ya da çok, meyve vermeye başladı.

Yüksek eğitimin kanaatimize göre, isabetli ve tutarlı bir meslek ve bilim ayrımına acilen ihtiyacı var. Mesleklere dair eğitim öğretim, kolaylıkla, uzaktan eğitim sistem ve teknolojileri ile yürütülebilir. Ben de “sahanda yumurta nasıl yapılır” diye soruyorum ve sesli, yazılı, görüntülü olarak youtube’tan binlerce cevap alıyorum. Bunun için aşçılık okulu aramıyorum. Ama bilim uzaktan anlatılmaz. Bilimi uzaktan öğrenmek de imkânsızdır.

YAZININ TAMÂMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen