Ormanlarımızı seviyor muyuz gerçekten?

Ormanı koruyacak olan da bilgiye dayalı sevgidir. Orman idaresi yangınlarla mücadeleye verdiği öneme eşdeğer bir ilgiyi orman sevgisinin derinleşmesine vermek zorundadır.

Bu noktada da Japonların 1980’li yıllardan beri uyguladıkları shinrin-yoku veya “orman banyosu” bir ilk adım olabilir. İnsanın orman ve ağaç ile bütünleşmesini hedefleyen orman terapisi teknoloji ve kalabalık kent yaşamından kaynaklanan stresi azaltmaya, dikkat ve bağışıklığı artırmaya, ruh halini yükseltmeye yardımcı olabilir.

Orman sadece ağaçlar topluluğu değil, kendine özgü kokusu, sesi, ruhu olan bir yapıdır. Bilimsel çalışmalar ormanı solumanın, ormanı dinlemenin, ağaca dokunmanın hatta onları kucaklamanın hem beden ve hem de ruh sağlığına önemli katkıları olduğunu ortaya koyuyor.

*****

Prof. Dr. Tuncay NEYİŞÇİ[i]

Görmüş ya da duymuş olmalısınız: “Ormanı sevgi korur.” Kulağa hoş gelen bir slogan. Peki, ormanı nasıl seversiniz? Ya da gerçekten ormanı seviyor muyuz?

Temmuz – Ağustos aylarındaki yangınlarda, Manavgat, Bodrum ve Marmaris’te 50 bin hektardan yani yaklaşık 85 bin 600 futbol sahasından daha geniş bir orman alanı yandı. Yangınlar neredeyse ekranlardan naklen yayınlandı. Ağır itfaiye hortumlarını omuzlamış, yangına doğru taşımaya çalışan genç kızlarımız ya da pet şişe içindeki suyu alevlerin üzerine atmaya çalışan delikanlılarımız bu somut davranışı ormanı sevdikleri için mi yapıyorlardı? Tartışmaya değer bir konu olmasına karşın, potansiyel orman sevgisinin derinliğini açıklıkla gözler önüne serdiğine kuşku yok.

Bu potansiyel sevgiyi netleştirebilmenin basit bir yolu var. Çıkın sokağa. Karşınıza çıkacak ilk 10 kişiye şu soruyu sorun: “Dünyamız ya da ülkemiz için yapabileceğiniz en iyi şey ne olurdu?” Yanıtların büyük bölümünün (%70-80) “Bir fidan dikmek” olacağından eminim. Bu iki örnek orman sevgisinin somut ve potansiyel boyutlarını ortaya koyuyor. Yanıtı aranması gereken soru, bu olguda orman yönetiminin payının ne olduğu.

Herkes ormanları seviyor; peki o zaman kim yakıyor?

Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) tuttuğu uzun dönemli kayıtlar orman yangınlarının neredeyse tamamının (%90) insan kaynaklı olduğunu ortaya koyuyor. Bu veri gösteriyor ki ormanı seven, onun zarar görmemesi için her türlü fedakârlığa hazır insanlar, aynı zamanda ormanı yakmaktan da geri kalmıyorlar. Bu, ilginç ve üzerinde durulması gereken paradoksal bir durumu ortaya koyuyor.

Eğer orman yangınlarının büyük bir bölümü insan kaynaklı ise, Orman Genel Müdürlüğü’nün bu konuyu ciddiye alması ve öncelikle çözüme kavuşturması gerekir. Ama durum hiç de öyle gibi görünmüyor. Zira insanların ihmal, tedbirsizlik, kasıt gibi nedenlerle (%56) orman yangınlarına neden olduğu kayıtlara geçmiş iken %34 gibi oldukça büyük bir bölümünün nedeni bile bulunamamış durumda.

Orman yangınları ve bunlara sebebiyet verenler hakkında, örneğin kasten yangına neden olanların yaşı, cinsiyeti, eğitim ve ekonomik durumu gibi ayrıntılı bilgiler elde edilmedikçe ve bunlar üzerine kapsamlı çalışmalar yapılmadıkça, bu konuları başarıyla yönetmek olası değil.

Orman Genel Müdürlüğü’nün sadece yangın çıkış nedeni konusunu inceleyen ve kayıt altına alan deneyimli elemanlardan oluşan bir ekibinin olmaması büyük bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.

Orman Genel Müdürlüğü bütçesini ne için kullanıyor?

Orman Genel Müdürlüğü’nün bütçe kaynaklarının kullanımına dikkatle bakıldığında da, düşündürücü sonuçlar göze çarpıyor.

Bütçe kaynaklarının 1/3’ünden büyük ve neredeyse yarısına yakın bir bölümü helikopter ve uçak kullanımına ayrılıyor ancak kamunun ve bireylerin orman yangınları konusunda bilinçlendirilmesi ve farkındalıklarının artırılması konusuna çok sınırlı ölçüde kaynak ayrılıyor.

Yüz yılı aşkın bir kurumsal geçmişi olan Orman Genel Müdürlüğü’nün her seviyede sivil toplumun desteğini almaması, özellikle orman yangınlarının önlenebilmesi konusunda onlar ile birlikte ortak çalışma yollarını aramamış olması anlaşılabilir bir durum değil.

Büyük orman yangınlarının çıktığı karayolları kenarlarında bile uyarıcı, dikkat çekici tabelaların yokluğu, mayıs – ekim ayları arasındaki yangın dönemlerinde kamu spotları aracılığı ile medyanın etkin biçimde kullanılamayışı bu zafiyetin uzantıları.

Kabul etmemiz gerekir ki orman yangınları asla Orman Genel Müdürlüğü’nün tek başına çözebileceği bir konu değil.

Orman – insan ilişkisini pozitife dönüştürmek

Uygulamaları ve yönetsel kararlarına bakıldığında Orman Genel Müdürlüğü’nün temel yönetsel felsefesinin, insanların ormanlar üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmeyi hedefleyen orman merkezli bir yaklaşım olduğu anlaşılıyor.

Yaz aylarında, yani yangın riskinin göreli olarak daha yüksek olduğu dönemlerde, ormana giriş çıkışın, piknik yapmanın, ormana yakın alanlarda anız yakmanın yasaklanması, bu temel yaklaşımın uzantıları ve orman ile insan arasındaki ilişkiyi olumsuz yönde etkiliyor.

Oysa Orman Genel Müdürlüğü’nün temel yaklaşımı ormanların insanlar üzerindeki olumlu etkilerini en yüksek seviyeye çıkarmak olmalı; orman içinde nitelikli piknik yapma olanaklarını artırmak bunun örneklerinden biri olabilir. Böylece insan-orman ilişkisi negatiften pozitife dönüştürülerek insan kaynaklı yangın nedenlerinin azaltılması sağlanabilir. Ormandan dışlanan insanların ormanların korunması konusunda duyarlı olmaları beklenemez.

Orman yangınlarıyla birlikte yaşama becerisine sahip bir toplum

Orman yangınları yönetimi sivil toplum desteğini gerekli kılar. Büyükşehir Belediye Yasası, özellikle kırsal bölgelerde Orman Genel Müdürlüğü sorumluğunda olan orman içi ve bitişiğindeki yerleşim yerlerinde Büyükşehir belediyelerini de sorumlu tutar.

Açık alan koşullarında gerçekleşen orman yangınları ile genellikle belediyelerin sorumluluğunda olan bina yangınları birbirlerinden çok farklı özelliklere sahiptirler. Bu yeni durum Orman Genel Müdürlüğü ile yerel yönetimlerin ortak ve uyumlu çalışma stratejileri geliştirmelerini zorunlu kılıyor.

Bir tarafta ormanlar ile insanlar arasındaki ilişkinin yoğunlaşmakta oluşu, diğer tarafta orman yangınlarının etki alanının genişliyor olması gibi nedenler, orman yangınlarıyla birlikte yaşama becerisine sahip bir topluluk oluşturmayı gerekli kılıyor.

Bu, orman yangınıyla güvenli bir şekilde bir arada yaşayabilmek için yangın öncesi, yangın sırası ve sonrasında neyi nasıl yapması gerektiği konusunda bilgili ve eğitimli bireylerden oluşan bir yangına uyumlu bir topluluktur.

Yaşanan yangınların ağır mal ve can kaybı yanında engellenebilir karmaşaya yol açmış olması yangına (her türden afet de denilebilir) uyumlu topluluk yaratamamış olmamızla da yakından ilgilidir. Bu konuda Japonların depremlerle birlikte yaşama konusundaki deneyimleri ilham verici olabilir.

Yangına uyumlu topluluk yaklaşımı tanımlanmış bir bitiş noktası olmayan, o çevrede yaşayanların tümünü içine alan ve o çevreye özgü bir süreçtir. Bu sürecin topluluğa göre değişebilmesi, sürekli gözden geçirilmesi ve yenilenmesi gerekir.

Orman idaresi işte bu ihtiyaçlardan ötürü sivil toplumla birlikte çalışma yollarını bulmalı ve geliştirmelidir.

Hangi adımlar atılmalı?

Çocuklardan yaşlılara toplumun farklı kesimlerinin orman yangınlarına uyumlu hale getirilmesi, topluluğun değerlerine saygılı iyi planlanmış adımların aksamadan gerçekleştirilmesi sayesinde hayata geçebilir.

İşe içinde yaşanılan konut ya da köyün orman yangınlarından etkilenme riskini azaltacak önlemlerle başlanabilir. Örneğin kolay ateş alan samanın nereye ve nasıl depolanacağı, bina çevresinde ne tür bitkilerin hangi mesafelerde yetiştirileceği, yerleşim yeri ile orman arasında güvenlik zonu (yanıcı yönetimi) tesisi, yangın çıkması durumunda kimin ne yapması (ilgililere haber verme, trafiğin yönetilmesi, sağlık hizmetleri, vb.) gerektiğinin belirlenmesi gibi etkinlikler kamuoyunun ilgisini de çekebilecek kampanyalarla yaşama geçirilebilirler.

Çocuklara yönelik, yaratıcı etkinlikler kamuoyunun dikkatini çekmede yardımcı olabilir.

Orman banyosu ya da orman terapisi

Sevgi bazen kendiliğinden oluşmaz. Oluşturulması gerekebilir. Bilgi sevginin yaratıcısıdır. Ormanı koruyacak olan da bilgiye dayalı sevgidir. Orman idaresi yangınlarla mücadeleye verdiği öneme eşdeğer bir ilgiyi orman sevgisinin derinleşmesine vermek zorundadır.

Bu noktada da Japonların 1980’li yıllardan beri uyguladıkları shinrin-yoku veya “orman banyosu” bir ilk adım olabilir. İnsanın orman ve ağaç ile bütünleşmesini hedefleyen orman terapisi teknoloji ve kalabalık kent yaşamından kaynaklanan stresi azaltmaya, dikkat ve bağışıklığı artırmaya, ruh halini yükseltmeye yardımcı olabilir.

Orman sadece ağaçlar topluluğu değil, kendine özgü kokusu, sesi, ruhu olan bir yapıdır. Bilimsel çalışmalar ormanı solumanın, ormanı dinlemenin, ağaca dokunmanın hatta onları kucaklamanın hem beden ve hem de ruh sağlığına önemli katkıları olduğunu ortaya koyuyor.

Örneğin ormanda yavaş tempoyla bir saat yürümek, strese neden olan kortizol hormonu seviyesinin düşmesine yol açıyor. Ağaçlarla kucaklaşma (çıplak ayakla daha da etkili) vücuttaki negatif elektriğin topraklanmasına, ağaçtaki pozitif enerjinin vücuda geçmesine yol açarak daha iyi hissetmemize yardımcı olabiliyor. Bu konudaki bilimsel çalışmaların hızla artmakta olduğunun altını çizelim. Bu makalenin yazarı 5 yıldır çıplak ayakla ormanda yürüme ve ağaçlarla kucaklaşma etkinlikleri düzenliyor.

Orman yangınlarıyla mücadele etmeye çalışırken ‘uçak mı, helikopter mi?’ gibi tekil noktalara takılıp kalmak, aslında yangının kendisinden çok daha yıkıcı sonuçlara yol açabiliyor; hem yetkililere hem de topluma düşen görevlerin üzerini örtüyor. Orman yangınlarıyla mücadele konusunda bilinçlenmek, hazırlıklı olmak, kimin ne yapacağını biliyor olması, zaten yangınların büyümesini de önleyecektir.

Bu yazı ilk kez 17 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.

——————————————————–

Kaynak:

https://fikirturu.com/cevre/ormanlarimizi-seviyor-muyuz-gercekten/

[i] Prof. Dr. Tuncay Neyişçi – Ekolog, Türkiye Ormancılar Derneği Batı Akdeniz Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı, emekli akademisyen. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nden mezun oldu. Yangın ekolojisi konusundaki doktora çalışmasını 1986 yılında tamamladı. 1975 yılından beri Antalya’da yaşıyor. 1991 yılında Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi’ni kurmak üzere Akdeniz Üniversitesi’ne davet edildi. Üniversitenin çeşitli fakültelerinde dersler verdi. 2014 yılında üniversiteden emekli oldu. 1995-2014 yılları arasında, UNESCO – SEMEP (Güneydoğu Akdeniz Projesi) Projesi ulusal koordinatörlüğünü yürüttü. Başta Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Antalya şubesi olmak üzere pek çok sivil toplum örgütünün kuruculuğu ve başkanlığını yaptı.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen